Hüseyin ALPASLAN

Hüseyin ALPASLAN

[email protected]

MUSUL'DAN FERAGAT VE SULH DİPLOMASİSİ-I                      

06 Nisan 2021 - 09:52 - Güncelleme: 06 Nisan 2021 - 22:23

MUSUL’DAN FERAGAT VE SULH DİPLOMASİSİ-I                                                                                                                                                                                                                                                                                
Giriş
Musul sorununun tarihsel ve politik sürecini okumak, günümüzde Ortadoğu’da, Kuzey Irak ve Suriye’de yaşanan meselelerin derinliklerini, uç noktalarını bilmek ve anlamak açısından mühimdir. Millî Mücadele döneminde olumsuz koşullara rağmen Kuzey Irak’ta Millî kuvvetler ile yürütülen bir gerilla savaşı ve sürdürülen bir diplomasi olduğunu biliyoruz.  Musul’un hassas durumuna rağmen bir taraftan Batı Cephesi’nde Ulusal Bağımsızlık Savaşı verilirken, bir taraftan da İngiliz işgali altında bulunan Musul bölgesine askeri harekatın yapılmasının önemli bir risk taşıdığı gerçeği de ortadadır. İçinde bulunduğu şartları iyi tahlil eden Mustafa Kemal Paşa’nın, iyi bir asker olmasının yanı sıra, iyi bir siyaset analizcisi ve uygulayıcısı olduğunun, “gerçek-politik” siyaseti nasıl izlediğinin görülmesi açısından sizlere anlatacağım Musul meselesi önemli bir göstergedir.
Musul, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olarak bulunurken, zengin petrol rezervlerinden dolayı İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD arasında emperyalist rekabete sebep olmuştur[1]. Stratejik yönden ise; Musul, Hindistan’a ulaşan üç önemli yolun merkezinde olması nedeniyle Rusya ile İngiltere’nin asırlık rekabetinin göbeğinde bulunmaktaydı[2]. Pay kapma rekabetinde uluslararası bir sorun haline gelen Musul vilayetinde, askeri, siyasi ve iktisadi avantajlarını iyi kullanan İngiltere, diğer devletlere ve onları yönlendiren sermayeye karşı başarı sağlamıştır. Petrolden hisse kapmak isteyen sermaye çevrelerinin de isteklerini karşılayarak amacına ulaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sürerken 1916 yılında İtilaf Devletleri’nin aralarında yaptığı gizli antlaşmalarından birisi olan “Sykes-Picot Antlaşması” ile Musul, Fransa’ya vadedilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde; Musul’un halen Türklerin elinde bulunması, Irak’ta bulunan İngilizlerle, Suriye’de bulunan Fransızlar için bir tehdit olarak düşünülmüştür. Halep, Bağdat ve Şam’a ulaşan tüm yollara ve Dicle havzasına hâkim konumda bulunan Musul, aynı zamanda petrol yatakları ile iktisadi anlamda öneme haiz bir vilayet olması sebebiyle, İngiliz ve ABD petrol şirketlerinin rekabetine ve savaşlarına konu olmuştur[3].
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Musul, 3 Kasım 1918’de, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi gerekçe gösterilerek, aslında mütareke hükümlerine aykırı şekilde İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Irak bölgesinde, Ali İhsan Sabis Paşa’nın komutasında bulunan 6’ncı Ordu’ya rağmen, İtilaf Devletleri tarafından ilk işgal edilen Osmanlı toprağı Musul olmuştur. Musul vilayetinin ekonomik cazibesi nedeniyle İngilizler bu bölgede güçlü askeri birlikler bulundurmuşlardır. 1920 yılında yapılan San Remo Konferansı’nda; Fransa, Ortadoğu’da kendisini desteklemesi karşılığında Musul’u İngiltere’ye bırakmaya razı olmuştur.
İtilaf Devletleri’nin, Mondros Mütarekesi’nin 7’nci maddesini istismarla, Musul’dan başlayarak ülkenin birçok yerini işgal etmeye başlaması ve Yunanlıların, İzmir’e çıkarak Anadolu’da ilerlemeleri üzerine; Millî güçlerin hepsini bir araya toplamak maksadıyla Mustafa Kemal önderliğinde, Erzurum ve Sivas’ta birer kongre gerçekleştirilmiştir. Sivas Kongresi’nden sonra 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada, Sivas Kongresi bildirisinde açıklanan Misak-i Millî sınırlarını şöyle tanımlamıştır:
Devlet için millî yeni sınırı kabul ettik. Bu sınır Beyannamemizin 1. Maddesinde açıklanmıştır. Bu sınır İskenderun Körfezi’nin güneyinden, Antakya’dan Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır. Bu sınır ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt unsurlarla meskûn vatan unsurlarımızdır”[4].
28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından kabul edilen ve 17 Şubat’ ta tüm dünyaya ilan edilen Misakı-ı Millî’nin birinci maddesinde; İskenderun, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin millî sınırlar içerisinde olduğu kabul edilmiştir. 1 Mayıs 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanı sıfatıyla TBMM’de yaptığı konuşmada; “Millî sınırlarımızın İskenderun’un güneyinden geçerek, doğuya doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi ve Kerkük’ü içine aldığını”[5] söylemiştir.

Millî Mücadele Döneminde Musul
Millî güçlerin Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bünyesinde tek bir çatı altında toplanmasının ardından tüm yurtta olduğu gibi İngiliz işgali altında bulunan Musul vilayetinde de bağımsızlık mücadelesi Kuvayı Millîye güçleri tarafından başlatılmıştır. 1920 yılında başlayan ve 1923 yılına kadar devam edecek olan gerilla savaşlarında Türkmenler ve Kürt aşiretler teşkilatlandırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Irak’ın kuzeyinde İngilizlerle mücadele etmek için Milis Yarbay Özdemir Bey’i görevlendirmiştir. Kuvayı Millîye güçlerinin Özdemir Bey komutasında yapacakları mücadeleye destek olmaları için Elcezire Cephesi Kumandanlığına telgraf çeken Mustafa Kemal; “İngilizlere karşı savaşan mücahitlere Ankara Hükûmeti’nin desteği ve yardımı olduğunu, Cizre ve Musul tarafına yakında taarruza geçileceğini” bildirmiştir[6].
Mustafa Kemal’in çok güvendiği Özdemir Bey’in gerçek ismi Ali Şefik’tir. 1885 Kahire doğumlu Mısır Memlüklerinden bir ailenin çocuğudur. Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü alarak Osmanlı Ordusu’na katılmıştır. Örgütçü bir yeteneğe sahip olan Özdemir Bey, daha sonra Kuvayı Millîye saflarına katılarak Mustafa Kemal tarafından Suriye’de görevlendirilmiştir. Arapları örgütleyerek Fransızlara karşı savaşmış, daha sonra Antep’te yaptığı teşkilatlanma ile yine Fransızlara karşı yapılan direnişte önemli rol oynamıştır[7]. Ankara’da bulunan Hükûmet tarafından Musul’da başarı sağlaması beklenen Özdemir Bey’in emrine Fransız Ordusu’ndan kaçan Cezayirli ve Tunuslu Müslüman askerler de verilmiştir.
            Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Şubat 1922 tarihinde Özdemir Bey’e gönderdiği telgrafta verdiği talimata göre; Özdemir Bey, Elcezire Cephesi Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa’nın emrine girecek, maaş, silah, cephane ve diğer masrafları Cevat Paşa tarafından karşılanacaktır[8]. Ayrıca bir binbaşı, 6 yüzbaşı, 9 teğmen 6 yedek subay, 6 subay vekili ve bir sayman Milis Yarbay Özdemir Bey’in emrine verilecektir[9]. Özdemir Bey’in vazifesi; emrine verilen güçlerle, Musul vilayetinde yaşayan Türkmen ve Kürt aşiretleri örgütleyerek, İngilizlere karşı isyan hareketini başlatmaktır. Özdemir Bey, görevini yerine getirirken Ankara ve Mustafa Kemal ile bağlantısını kesinlikle açığa çıkartmayacaktır. Bölgede bulunan Araplar, Kral Faysal’ın İngiliz yanlısı olması sebebiyle, işgale ve İngiliz mandasına karşı direnmeye yanaşmamışlardır. Özdemir Bey’in, Türkmen ve Kürt aşiretleri teşkilatlandırırken motivasyon kaynağı “Türk Milliyetçiliği ve İslam Dayanışması” olmuştur. 1922 yılında Millî Mücadele önderleri hangi dili kullanıyorsa, Kuvayı Millîye de Musul’da da aynı dili kullanmıştır. Bu dil özellikle İslam kardeşliğini öne çıkartarak, Türk-Kürt kardeştir tezini kanıtlama çabası içerisinde olmuştur. Ankara tarafından, bölge insanının birlikte hareket etmesinin zorunlu olduğunu anlatan ve doğrudan Özdemir Bey’ e gönderilen talimatta şu cümleye yer verilmiştir;
Halkla yapılacak görüşmelerde, İngilizlerin İslam Birliğini parçalamak ve bu suretle memleketlerini işgal etmek amacını güttüklerini ve Faysal’ın tamamen İngiliz isteklerine göre hareket ettiği açık olarak anlatılmalı; Süleymaniye’de bulunan Nemrut Mustafa Paşa’nın kurduğu cemiyetin İngiliz çıkarlarına çalıştığı açıklanmalıdır”[10].
            Özdemir Bey, Musul’da, Kerkük’te ve Süleymaniye’de halkın büyük teveccühü ile karşılaşmış, büyük bir din insanı muamelesi görerek dualar edilmiş, kurbanlar kesilmiştir. Özdemir Bey, konuşmalarında, Türklerin, haçlılarla yüzyıllardır savaştığını, İslam dünyasının koruyucusu ve kollayıcısı olduğunu, şimdi ise haçlıların, Müslümanların tek dayanağı olan Türkleri yok etmek istediklerini söyleyerek, Türkmenler ile Barzani, Zibarlı ve Balikli gibi nüfuzlu Kürt aşiretlerin desteğini almıştır. Bir süre sonra Kuzey Irak’ta geniş bir bölgede etkin bir güç haline gelen Özdemir Bey, vergi toplayarak, idari teşkilatlanmayı güçlendirmiş ve yerli halktan milis kuvvetler oluşturmuştur[11].  Bölgede büyük bir nüfuza sahip Kürt aşiret liderlerinden Şeyh Mahmut’un İngilizlerin davranışlarından rahatsız olmasını fırsata çeviren Özdemir Bey, Şeyh Mahmut’u ikna ederek kendi saflarına katmış ve büyük güç kazanmıştır.
            26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz ile Yunan ordularının hezimete uğratılması ve büyük bir zafer kazanılması, Musul’da bulunan Kuvayı Millîye güçlerinin moralini yükseltmiştir. Büyük Taarruz harekatının zaferle sonuçlanmasının aşikâr olduğu 07 Eylül 1922 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, El Cezire Cephesi Kumandanlığına çektiği gizli telgrafta; Musul’u Anadolu’ya katmak için hazırlıkların yapılması talimatını vermiştir[12]. Elcezire Cephesi Kumandanlığı ile irtibat kuran ve gelişmelerden haberdar olan Özdemir Bey, takviye edilmesi halinde Dohuk, Zaho ve İmadiye’yi İngilizlerden alabileceğini telgrafla bildirmiştir.
            Büyük Taarruz’dan sonra imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın ardından barış yapma girişimleri doğrultusunda 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı çok çetin tartışmalarla devam etmiştir. Türkiye’nin, Musul tezinin İngiltere tarafından kabul edilmemesi ve görüşülecek diğer konuların önünü tıkaması üzerine konferansın kesilmesi olasılığı doğmuştur. Bu gelişmeleri gören Fevzi Paşa, 23 Aralık’ta, Musul için askeri hazırlıklara başlanması talimatını Cevat Paşa’ya tekrar göndermiştir. Ancak, Yunanistan’ın Trakya’yı işgal etmek için sınıra birliklerini yığdığı haberinin alınması ve aynı zamanda sahada ve masada Türkiye’yi, İngilizlerle karşı karşıya getirecek bir Musul harekâtını girişmek Ankara’yı tereddütte bırakmıştır.
Lozan Konferansı görüşmelerinde Musul meselesi başlığında elini güçlendirmek isteyen İngiltere, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırmak maksadıyla, Özdemir Bey’in üs bölgelerine savaş uçaklarıyla saldırılar düzenlemiştir. Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı 4 Şubat 1923 tarihinden sonra hava saldırılarını yoğunlaştıran İngilizler, Şeytan Boğazı ve Büyük Zap suyu vadisinden büyük bir askeri harekata başlamışlardır.  Mart ayında Ankara tarafından Özdemir Bey’e gönderilen telgrafta, Musul’da yaptığı faaliyeti durdurması talimatı verilmiştir. Ankara’nın emrini alan Özdemir Bey, oldukça üzülerek, Revanduz bölgesi kendi denetimlerinde kalacak şekilde İngilizlerle bir anlaşma yapılmasını istemiştir. Ankara, Özdemir Bey’in bu isteğini sulh diplomasisi için kabul etmemiştir. 23 Nisan’da, tam da Lozan görüşmelerinin tekrar başladığı gün; İngilizler, Kerkük’ün Revanduz ilçesini ele geçirmişlerdir. Özdemir Bey ve kahraman birliği önce İran’a sığınmış, oradan Türkiye’ye geçmiştir. Özdemir Bey, 03 Eylül 1923’te terhis edilmiş, vatana hizmetleri ve kahramanlıklarından dolayı kendisine bir teşekkür mektubu verilmiştir! Musul’da, Neftçizade Nazım liderliğinde yapılan son Türkmen direnişi de İngilizler tarafından bertaraf edilmiştir[13].
Lozan’da Musul Görüşmeleri ve Türkiye’nin Tezleri
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir konferans Lozan’dan daha büyük zorluklarla, belirsiz ve güç meseleler ile karşılaşmamıştır. Lozan’da türlü türlü sorunlarla karşılaşan Türkiye, hayati öneme haiz konular karşısında özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya ile büyük bir mücadeleye girmiştir. Lozan’a Sevr’den değil, Mudanya’dan geldiğinin farkında olan Türkiye, savaş meydanında kazanılan büyük zaferleri masa başında taçlandırmak istemiş ve baskılara boyun eğmeyerek yeri geldiğinde müzakerelerden ayrılmış, yeri geldiğinde yeniden savaşmayı göze almıştır.
 Konferansa katılacak Türk Heyeti, 13 Kasım’da başlayacağı bildirilen, daha sonra 20 Kasım 1922 tarihine ertelenen Lozan görüşmelerine gitmek için 5 Kasım’da Ankara’dan hareket etmiştir. Hareket etmeden öncen Lozan’da görüşülecek konular ile ilgili TBMM’nin aldığı kararları ve Bakanlar Kurulu’nun kesin yönergelerini de yanlarına almışlardır. Türk Heyeti’nin görüşmelerde barış projesi olarak sunacağı tezin içeriğini oluşturan yönergelerde bazı hususlar kesinlik arz ederken, bazılarına müzakere etme ve esneme payı konulmuştur. Örneğin; görüşmelerde Ermeni devleti kurulması kesinlikle reddedilecek, aksi şekilde ısrar olursa heyet derhal görüşmelerden çekilecektir. Burada heyetin uyması istenilen madde kesin hüküm içermektedir. Irak sınırı ile ilgili heyete verilen yönerge ise şöyledir: “Kerkük ve Musul’un Türkiye’ye geri verilmesi istenmeli, İngiltere’ye burada verilebilecek ekonomik ayrıcalıklar teklifi tartışılmalıdır.” Görüldüğü gibi Irak sınırı esnekliği bulunan, müzakereye açık bir maddedir.
Lozan görüşmeleri başlamadan önce TBMM’de ve hükûmette Musul ile ilgili genel görüş şöyledir: Musul vilayeti ve ilçeleri Misak-ı Millî hudutları dahilinde ve vatanın bir parçasıdır. Musul’u bırakmak Doğu Anadolu için tehlike demektir[14]. Şimdi Lozan’da Musul konusunda yapılan görüşmelere geçelim;
20 Kasım’da başlayan görüşmelerin ikinci gününde İsmet Paşa, İngiltere temsilcisi Lord Curzon’a, Musul’u istediklerini söylemiştir. Lord Curzon ise cevabında; Musul’un Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Ordusu tarafından savaşarak alındığını, kendilerinin savaşın galibi olarak Lozan’a geldiklerini, Musul’un kılıç hakkı olduğunu ifade etmiştir. İkili arasında ciddi tartışma çıkmış ve İsmet Paşa; iktisadi açıdan Musul petrollerine bizimde ihtiyacımız var diyerek, bu meselenin komisyonda kamuoyuna açık görüşülmemesini, aralarında ayrıca ikili görüşme yapılmasını teklif etmiştir[15]. İsmet Paşa’nın maksadı; Boğazlar, kapitülasyonlar, azınlıklar gibi ana meseleleri bir an önce halletmek ve Musul sorununun bir engel teşkil etmesini önlemektir.
İsmet Paşa’nın teklifinden sonra İngiliz heyetinin de kabulü ile Lozan’da Musul meselesi, “8 Aralık 1922-23 Ocak 1923” tarihleri arasında Türkiye ve İngiltere arasında yapılan ikili görüşmelerde ele alınmıştır. Görüşmelerde; İngiliz tarafı, Türkiye’ye, Kürtlerin yaşadığı dağlık bölgeyi ve Süleymaniye’yi içine alan petrolün bulunmadığı dağlık araziyi vermeyi teklif etmiştir! Türk heyetinin bu teklifi reddetmesi üzerine, İngilizler; bundan fazlasını beklemeyin der gibi, “müttefikimiz Araplara söz verdik” söylemini kullanarak konunun tekrar görüşülebileceğini ifade etmişlerdir[16]. Sonraki görüşmede İsmet İnönü ile Lord Curzon arasında sert tartışmalar olmuştur. Neticede; Lord Curzon, Musul meselesinin açılmasını bile istemeyerek tekliflerinden taviz veremeyeceklerini, bu konuda Londra’nın kesin emri olduğunu söylemiştir. İsmet Paşa ise Lord Curzon’a “Musul’u almadan dönmem” derken, Ankara’ya çektiği telgrafta, esas konularda tıkanma olduğunu bildirmiş ve “Musul işi ağırdır” diyerek meselenin zorluğunu vurgulamıştır[17].
4 Ocak 1923’te İsmet Paşa, Başvekil Rauf Bey’e çektiği telgrafta; “İngilizler, Musul sorununun Lozan barış görüşmelerinden ayrılarak, ayrıca iki devlet arasında görüşülmesini tercih ediyorlar” bilgisini vermiştir[18]. Birkaç gün sonra İngilizler, Türkiye’ye biraz daha taviz vererek bu meseleyi çözmek için yeni tekliflerini sunmuşlardır. Teklif şöyledir: “Musul, İngiliz- Arap tarafında kalacak, ancak Türkiye’ye Irak’ın doğusunda Kürtlerin yaşadığı dağlık arazi ve petrolden hisse verilecek.” Türkiye İngilizlerin yeni teklifini reddederek; Musul’un Türkiye’ye verilmesini, İngiltere’nin ise petrol imtiyazına sahip olmasını karşı teklif olarak sunmuştur[19]. Karşılıklı pazarlıklar, kavgalar, ileri çıkmalar, geri çekilmeler, teklifler, blöfler, denemeler, yem atmalar, diplomasinin getirdiği ilişkilerin sonucudur ve Musul görüşmeleri de bu minvalde sürüp gitmiştir.
            İsmet Paşa, Lord Curzon’u devre dışı bırakarak İngiliz Hükûmeti ile doğrudan ilişki kurmak istemiş ve Başbakan Bonnar Law ile görüşme yapmaları için Türk heyetinden iki diplomatı Londra’ya göndermiştir. Londra’dan istediğini almayan İsmet Paşa’nın bu girişimini duyan İngiltere temsilcisi ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon çok sinirlenerek Musul konusunda yeni diplomatik taktiklere yönelmiştir[20]. Musul görüşmelerinin, Lozan barış görüşmelerinden ayrılarak iki devlet arasında görüşülmesi fikrinin gittikçe ağır basması üzerine; Lord Curzon, ikili görüşmelerden sonuç çıkmadığını bundan sonra Musul meselesini komisyonda kamuoyuna açık görüşmek istediklerini İsmet Paşa’ya bildirmiştir. İsmet Paşa, Ankara’ya çektiği telgrafta; “Musul görüşmelerini kamuya açık komisyonda görüşmeyi kabul edeceğini, Suriye sınırını Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması gereği geçerli sayarak tüm gücüyle Musul’a yönelip, haklı olduğumuza dair tezleri kamuoyu önünde tüm dünyaya anlatacağını” söylemiştir.
            İkili görüşmelerden sonuç alınamayarak kamuoyuna açık görüşmelerin yapılacağı 23 Ocak 1923 tarihine kadar gelinmiştir. Kamuoyuna açık komisyonda Türkiye ve İngiltere tezlerini ortaya koyacak olup, bugün yapılan tüm dünyaya açık Musul görüşmeleri; Lozan’da en önemli günlerden birisi olarak tarihe geçmiştir. İsmet Paşa, Musul’un, Türkiye’nin olması gerektiğine dair delillerini ve tezlerini beş maddede anlatmıştır:

  1. Musul, Abbasiler döneminden, Selçuklulardan ve Atabeyler devrinden bu tarafa Türklerin yönetiminde kalmıştır.

  2. Musul, Anadolu’nun devamı ve parçasıdır. Musul ticaretinin yönü tarih boyunca Anadolu ve Akdeniz’e olmuştur. Demiryolu yapıldıktan sonra ise bağlantısı tamamen Anadolu olmuştur[21].

  3. Musul Vilayeti’nin nüfusuna bakıldığında Türkiye’ye katılması doğaldır. 503.000 kişinin yaşadığı Musul’da 146.960 Türk, 263.830 Kürt ve 43.210 Arap nüfus vardır. Süleymaniye ve Kerkük sancaklarında Arap nüfus çok azdır [22]. Nüfusun %81’ini Türk ve Kürt nüfus oluşturmaktadır. Bu nüfus tablosuna bakıldığında, İngilizlerin, Musul için Araplara söz verdik bahanelerinin ne kadar temelsiz ve dayanaksız olduğu görülmektedir. İsmet Paşa, Kürt ve Türk birdir tezini özellikle vurgulayarak, dinleri, gelenekleri ve emelleri bir olan Türkler ve Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğunu anlatmak istemiştir.

  4.  Araplar, Musul vilayetinde azınlıktadırlar. Kürtler, Türklerle bir yaşamak ve Türk yönetimine geçmek istemektedirler. TBMM’de Kürt milletvekilleri mevcuttur. Kürt mebuslar, TBMM’ye bir dilekçe vererek Musul’daki Kürtlerin Türkiye’ye katılmak istediklerini bildirmişlerdir. Kürtler, İngiliz işgaline ve yönetimine karşı Türkmenlerle beraber olmuşlardır. İngilizlerin, Kral Faysal’ı meşru kılmak için yaptırmış oldukları halk oylamasında (Plebisit) Musul halkı İngiliz-Arap yönetimini istememiştir[23]. İngiltere’nin kılıç hakkı iddiası çağdışıdır ve haksızdır. İngiltere, Irak topraklarını Mondros Mütarekesi hükümlerine aykırı olarak işgal etmiştir.

  5. Musul’un Anadolu’nun güvenliği açısından önemi büyüktür. İngilizlerin, Musul’a hâkim olan bir Türkiye’nin Basra ve Bağdat için tehlike oluşturacağı iddiaları asılsızdır. Türkiye’nin hiçbir komşusunun topraklarında gözü yoktur. Musul, Misak-ı Millîye göre Türkiye’nin doğal hudutları içerisinde yer almalıdır.

Türkiye’nin, Musul’da haklılığına dair argümanlarını ortaya koyan İsmet Paşa’dan sonra, İngiltere temsilcisi yaptığı konuşmada kendi tezlerini anlatmıştır. Lord Curzon konuşmasında:
*Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler, Osmanlı Devleti’ni yenerek savaşı kazandı ve Irak’ta kılıç hakkı vardır.
*Irak’ta mandaterlik sorumluluğu İngiltere’ye yüklenmiştir ve bundan vazgeçmeyecektir. Arap-İngiliz dostluğu vardır.
* Misak-ı Millî, İngiltere’yi ilgilendiren ve bağlayıcı bir belge değildir.
* İsmet Paşa’nın iddia ettiği kadar Musul’da Türk yoktur. Kürtler, İran’ı bir ırktır ve hiçbir zaman Türkleri istememişlerdir. İsmet Paşa’nın yapılmasını istediği Plebisiti (halkoylamasını) Kürtler istemiyor, anlamazlar bile.
* Musul, Türkiye’nin olursa Bağdat tehlikeye girer. Musul’da petrol var ama amacımız petrol değil, petrolü Türkiye istiyor.
Lord Curzon’un konuşması diplomasi kurnazlığı içeren, Türkiye’yi petrol peşinde koşmakla itham eden, tarihi saptıran, Kürtlerin, Türkiye tercihini maniple eden bir yapıdadır. Lozan’da, birinci dönem görüşmeleri 04 Şubat 1923’te kesintiye uğramış ve İsmet Paşa Türkiye’ye dönmüştür.
DEVAM EDECEK
____________:
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]

Kaynakça
[1] Fahir ARMAOĞLU, “20.Yüzyıl Siyasi Tarihi”, Kronik Kitap, 2019, İstanbul, s.245.
[2] Harry N. HOWARD, “Türkiye’nin Taksimi Bir Diplomasi tarihi 1913-1923” (Çev. Salih Sabit TOGAY), Türk Tarih Kurumu, 2018, Ankara. s. 385.
[3] Harry N. HOWARD, a.g.e., s.386.
[4] “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2003-2007, İstanbul, s.30.
[5] ABE. Cilt 8, s.157.
[6] ABE. Cilt 10, s.108.
[7] Taha AKYOL, “Ama Hangi Atatürk”, Doğan Egmont Yayıncılık,2008, İstanbul, s.449.
[8] Taha AKYOL, a.g.e., s.449-450.
[9] ABE. Cilt 12, s.257-258.
[10] Zekeriya TÜRKMEN, “Özdemir Bey’in Musul Harekâtı ve İngilizlerin Karşı Tedbirleri, 1921-1923”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 17, Sayı: 49, Mart 2001.
[11] Zekeriya TÜRKMEN, “Musul Meselesi Askeri Yönden Çözüm Arayışları, 1922-1925”, Atatürk Araştırma Merkezi, 2003, Ankara, s.46,48,54.
[12] Taha AKYOL, a.g.e., s.451.
[13] Zekeriya TÜRKMEN, a.g.e., ss.80-85.
[14] Mustafa BUDAK, “İdealden Gerçeğe, Misak-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika”, Küre Yayınları, 2002, İstanbul, s.297.
[15] Bilal ŞİMŞİR, “Lozan Telgrafları I. Cilt”, TTK, 1990, Ankara, s.136-137.
[16] Taha AKYOL, a.g.e., s.440.
[17] Bilal ŞİMŞİR, a.g.e, s.197-98,201-202.
[18] Bilal ŞİMŞİR, a.g.e, s.328.
[19] Taha AKYOL, a.g.e., s.441.
[20] Fahir ARMAOĞLU, “Misak-ı Millî ve Türk Dış Politikalarında Musul”, Atatürk Araştırma Merkezi, 1998, Ankara, s.125-126.
[21] Seha MERAY, “Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler Cilt I”, Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul, s.344-348.
[22] Ali Naci KARACAN; “Lozan”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, İstanbul, s.198.
[23] Taha AKYOL, a.g.e., s.445-446.




 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum