Fuat YILMAZER

Fuat YILMAZER

[email protected]

SANATIN DEVLETE VE MİLLETE HİZMETİ

11 Şubat 2019 - 09:05

SANATIN DEVLETE VE MİLLETE HİZMETİ

Devlete ve millete hizmet etmek,  ülkenin başarısına yardımcı olmak sadece siyasi platformda olmaz. Ekonomik, kültürel ve sanatsal anlamda kotarılacak başarı devletin hanesine olumlu puan olarak yansır.

Milliyetçiler, vatan ve millet aşkıyla yananlar genelde devleti ve milleti düşünmenin, siyaset, kültür ve ekonomi ile olacağı gibi bir yanılgıyı taşırlar.

Siyasette, kültürde ve ekonomide değerlendirilecek malzemelerin içinde sanat da vardır.

Sanat duygu, düşünceleri ve bilgilerinin icraata dönüşmesi ve bir bakıma bunun ifade ediş biçimidir.

İngiliz filozof ve tarihçi Robin George Collingwood;  “Sanatın İlkeleri” adlı kitabında sanatın insan beyni için gerekli olduğu kuramını ortaya koymuştur.

Sanat dünyanın var olduğu, insanların dünyada yaşamaya başladığı andan bu tarafa vardır. Sanatın sınırları içinde ise mimari, heykel, resim, müzik, edebiyat, opera, tiyatro, sinema, dans ve el sanatları, görsel sanatlar vs. bulunur.

Bahse konu branşlarda kazanılan başarılar, milletin ve devletin propagandası olarak bir getirisi vardır. Kazandığı başarı katılan vatandaşımızın başarısı olmasının yanında ülkenin de başarısı olarak dünya kamuoyunda yer alır. Yalnız bu başarıyı yakalayanların ve alkışlayanların millet ve devlet bilincine, soy inancına sahip olması gerekir. İşte milliyetçilik kapsamı alanına giren de bu çizgidir.

                Sanatın sınırları içinde yer alan sinema, devlet ve millete hizmetin etkin yollarından biridir.

                ABD ve Yahudiler bu çizgiyi en iyi ve etkili kullananlardır. Bir ülkede yaptırmak istediklerini güncel bir olay işliyormuş gibi çalışarak, idealleri doğrultusunda film yaparlar ve o toplumu istedikleri yönde hazırlayıp alışkanlık kazanmalarına neden olurlar. Bu çalışmalarını başarılı oluncaya kadar, bıkmadan usanmadan tekrarlarlar.

                Seyirciye sunulan filmin taban amacı dini ve kültürel misyonerliktir, düşüncede alışkanlık kazandırma arzusudur.

                Filmi izleyenler, filmi hazırlayanların bilinçaltlarına dokunduklarının farkına varmazlar. Onlara film süresince istedikleri inanç, sosyal hayat ve kültürel değerleri sevdirerek kabullendirmeye, bunların hayatlarında uygulaması için alışkanlık kazanmalarına yardımcı olurlar.

                Senarist ve yapımcılar elbette kendi kârlarını da düşünürler ama amaçları mensubu olduğu toplumu ve devleti en az kendi çıkarları kadar düşünür ve gözetirler. Mutlaka repliklerle, sözlerle, beyinlerde kalıcı olma yollarını bulurlar. Devletlerinin dünya kamuoyuna yansıyan yanlışlarını da mutlaka bir mazeret bularak açıklamayı amaç edinirler.

                Türk insanı sanatın önemini kavramış görünmemektedir. Bırakın normal vatandaşı okumuşlarımız, adlarına aydın denen insanlarımızın da tam farkına vardıkları söylenemez.

Okumuşlarımızın hatası sanata karşı ön yargılı ve soğuk olmalarıdır. Bir kısmı da sanattan ve sanatın etkisinden haberdar değildirler. Okumuşlarımızın seviyesi bu olunca halkımız da gördüklerinden etkilenip kabullenir ve bir süre sonra kendilerini aydınlanmış görerek yapılan tenkitlere yobaz, gerici veya sanattan anlamayan cahil tespitleriyle karşılık verebilirler.

Bunun sonucu izleme yoluyla sunulmuş olan kültürel egemenliği kabullenişliktir.

                O tiplerde devlet ve millet yararına nasıl olunur bilinci doğru işlemez.

                Bizdeki film yapımcıları ve senaristler ürettikleri filmlerde duygusallığı ve “nü” sahneleri ön planda tutarlar. Yani film ve dizilerde duygusal, fiziksel ilişkiler ve cinselliği öne çıkaran sahneler ön planda olur.

                Diğer bir yanlış da kısa ve uzun metrajlı filmlerde millet hayatında önemli yeri olan kelimeler, argo tabirlerle bozulmakta içleri boşaltılarak ağırlıklarını kaybetmelerine sebep olmasıdır.

                Sosyal hayatta kullandığımız ilgi çekici kelimeleri filmlerde ekonomik getirisi olsun amacıyla kullanırlar.

                Ünlü yazarlarımızın eserleri, isimleri aynı kalarak içi ters yüz ediliyor ve tam bir sapıklık, sapkınlık görüntüsü olarak halka seyrettiriliyor.

Yıl 2010, Berlin’de 61.si düzenlenen film festivaldeki “Altın Ayı “ ödülünü İranlı yönetmen Asgar Ferhadi,  “Jodaeiye Nader az sinen” (Nader ve Simin) isimli ülkesinin özellikleri aktaran filmiyle almıştı.

Şimdi olduğu gibi 2010 yılında da İran zor durumda idi. Ama ülkesine sahip çıkan, dik duran ve milli kültürünü ortaya koyan Asgar Farhadi dünyada İran’dan ve kendisinde bahsettirmişti.

Bu gerçekler ışığında bizde de milli özelliklere sahip yönetmenlerin ve onların yaptığı filmlerin sayısı çoğalmalı ve ülkenin sesi bu kanaldan da berrakça ve yüksek randımanlı duyurulmalıdır.

Bu gerçeklerin farkında olan Büyük Atatürk “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, Bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız” diyerek sanatın ve sanatkârın ve sanat meyvelerinin önemini vurgulamıştır.