Fuat YILMAZER

Fuat YILMAZER

[email protected]

BUGÜNLERE NASIL GELDİK

07 Haziran 2019 - 20:40

BUGÜNLERE NASIL GELDİK

                Birey veya toplumlar dünü hatırdan çıkarmamalıdır.

Lakin düne takılıp kalmadan hayatlarını sürdürmelidirler de.

                Dünü hatırlayarak, dünden alınacak ders ve ilhamla olayların ve gelişmelerin fakında olarak hayat sürdürmek, yarınlara gidişin ve yarınlarda başarılı oluşun anahtarıdır.

                Bu nedenle dünler, insanların duygularının yoğunlaştığı, şaşkın, mutlu veya hüzünlü olduğu, sevinçten veya hasretlikten iç geçirdiği anlardır.

                Bu bayramda da bu duyguları ziyadesiyle yaşadım.

Duygu bulutunun en tepe noktasına ulaştım.

                Mutluluktan gözlerimin nemlendiği zamanlar olduğu gibi, kendimi kasmama rağmen hüzünden göz pınarlarımın dolduğunu hissettim.

                Çocukluk yıllarımın o güzel pürüzsüz günleri gözlerimin önünden geçti.

                Babam şöyle davrandı, annem bayrama şu şekilde hazırlandı diye başınızı şişirmeyeceğim.

Babam bayramda naylon bir ayakkabı almıştı. İlk defa böyle güzel ayakkabım olmuştu, onu giyip arkadaşlarıma göstermek için sabahı zor ettim, ayakkabımı yastığımın kenarına koyup uyudum diye pek çok defa duyduğunuz nakaratları tekrar etmeyeceğim.

Büyüklerimize saygılıydık, tatilleri aileyle beraber geçirmek için heyecanla tatili beklerdik. Sahil kenarlarında tatil yapmaz, büyüklerimizin ellerinden öper onların hayır dualarını alırdık gibi kendi jenerasyonumu övüp sonraki kuşakları ince ince iğnelemek gibi de bir düşüncem asla yok.

Küçüklerimizi severdik, onlara çok içten davranırdık diye içinde samimiyet içerikli cümleleri kurmayacağım.

Ama bir dönemi anlatacağım, sonucunu sizin bağlamanızı isteyeceğim.

İdeolojik çatışmaların başladığı ve yoğunluk oranının en yükseklerde yaşandığı dönemlerde gençlik yıllarımızı yaşadık.

Tüm düşüncemiz vatan ve millet, tek amacımız vatan ve milletimizin şimdi moda adıyla bekasıydı.

O yıllarda da dış güçler kendi amaçları doğrultusunda çalışmalar yapardı. Bu çalışmalarına içimizdeki yumuşak akıllıları seçer, dâhil eder, planları dâhilinde de kullanırlardı.

Öğrenciyi okulda, gazeteciyi basında, memuru devlet dairesinde, askeri kışlasında, köylüyü köyünde kendi istedikleri doğrultuda çalıştırırlardı.

Öyle bir noktaya gelinmişti ki dinine bilinçsiz ama samimi bağlı köylü kesiminde bile din tartışılır, dinle alay edilir duruma gelinmişti.

Bizim içimizden çıkma işçiler telkinlere kapılarak yabancı liderleri lider olarak benimsemiş ve onun propagandasını yapıyorlardı.

Bilim adamı denilen koca! Profesörler ilmin dışında ideolojik çatışmaların içinde beleniyorlardı?

Hem de Türk’le, Müslümanlıkla hiç ilgisi olamayan fikirlerin ve liderlerin savunuculuğunu, devlet ve milletin aleyhinde olarak yapıyorlardı.

Can ve malımızın güvencesi olması gereken polisler ikiye ayrılmış, Kısa adı Pol-Der olan solcu teşkilat memurluk yasasının dışında ideolojik bezirgânlıklar yapıyordu.

Asker içinde sol cuntalar faaliyet gösteriyor, komünist ihtilal yapmak için zaman ve zemin kolluyorlardı.

O dönemin liderlerinin bazıları ne kadar hataları var desek de vatan ve milletin devamlılığı konusunda hassastılar.

Bizlerin lider seçtiği, Başbuğ seçtiği Alparslan Türkeş vardı ve biz ülkücüler ona sonsuz şekilde güvenirdik. Ona güvenmemizde zerrece şüphe bulunmazdı.  Çevresine de öyle.

Çünkü Lider çevresinin kuşatılmasına izin vermezdi. En azından şimdikiler gibi nefes alamayacak derecede kuşatılmasına izin vermezdi.

Çevreleri lideri kullanmıyor, lider onların fikir ve düşüncelerinden istifade ediyordu.

Halk deyimi ile “dokuz kapı dolaşmış” kişiler hiçbir şey olmamış gibi geri dönemezler, dönse bile gerçek dava adamları kenara bırakılıp meydanı onlara teslim edilmezdi.

Lider ileri görüşlü,  cesaretli, fedakâr ve kendine güveni olan insandı.

Zorluklar karşısında durabilen, zorluklarda çıkış yolunu bulabilen insandı.

Şimdi ülkenin, partilerin, liderlerin durumuna, geldiğimiz noktaya baktıkça yaptığımız yolculuğu daha iyi çözümleyebiliyorum.

Ve ne oldu, nasıl bir yol takip ettik de bugünlere geldik diye endişeleniyorum.

Ülkenin içinde bulunduğu durumu gördükçe endişem fazlalaşıyor.

Kişilerde ve partilerde dün olan karakter ve kimliklerini ortaya koyan çizgiler maalesef terk edilmiş.

Üzgünüm ülkemin içinde bulunduğu bazı olumsuz durumlar için.

Üzgünüm partiler devleti ebet müddet yapacak çizgilerinin silinmesine ses çıkarmadıkları için.

Aslında üzgünüm demek kolaycılığa kaçmak demektir. Kolaycılığa kaçmak da akıllı görünmeye çalışan aptalların işidir.

Bugünkü duruma gelmemizin sebebi bizleriz.

Bizler samimiyetten uzaklaştık, bizler kendi çıkarlarımızı ülke çıkarlarının önüne aldık ve bu sonuca geldik.

Maalesef ne hak ettiysek onu yaşıyoruz.