Fuat YILMAZER

Fuat YILMAZER

[email protected]

AHRAR SÜVARİLERİ

04 Şubat 2018 - 10:39 - Güncelleme: 04 Şubat 2018 - 10:41

AHRAR SÜVARİLERİ

            “ Dış politikada tesadüfler olmaz, her şey planlıdır, önceden planlanır ve uygulanır”

            Tarihimizin her döneminde Türk milletinin içinde ayrık otu olmuştur. Genellikle ayrık otunu aralarına alanda kendileridir. Yani Türklerdir. Bu eylemi yaparken devlet ve milletine ihanet olsun düşüncesinde olanlar azdır. Çoğu iyi niyetli, duygusal, yüreklerinin büyüklüğünde yapmıştır. Bu durumu mantıkla izah etmeye çalışırsak Türk insanında şuur ve hafıza sorunu vardır. Bu sorun nedeniyle olanlar çabuk unutulur, sık sık beyaz sayfa açarlar. Kısa bir süre sonrada bu sayfalarda karalanır lekelenir.

                Kendi istekleriyle himayelerine aldıkları ayrık otunun zararını çok fazla gördükten sonra onu cezalandırmaya başlarlar ama tabi bu cezalandırma döneminde de telafisi mümkün olmayan hasarlara da uğrarlar.

Ayrık otu ile ilgili kısa görüşümüzden sonra şimdi de yazımızın başlığını teşkil eden Ahrar Süvarileri ne dönelim.

Ahrar Süvarileri diye başlık atınca bilgileri canlandırmak adına kısaca Ahrar Fırkasından bahsetmek gerekir.

Osmanlının son zamanlarında dış unsurlar ve onların yerli görevlileri tarafından ülkenin çabuk dağılmasını temin için merkeziyetçilikten, Âdem-i Merkeziyetçiliğe dönülmesi fikri ortaya atılmıştı.  

14 Eylül 1908 de Prens Sabahattin öncülüğünde “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” kurulmuştu. Bunların içindeki Ahrar Fırkası, merkeziyetçiliğin terk edilmesi ve ülkenin Eyaletlere ayrılması düşüncesini taşıyorlardı.

Ahrar Fırkası veya diğer adıyla Fırka-i Ahrar, II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan İslamcı bir Parti idi..

İttihat ve Terakkiye karşı olarak kurulmuş, Almanlara karşı İngilizlere yakınlığı savunur ve kabul ederdi.

Ahrar’cılar 31 Mart ayaklanmasının öncülerindendir. Ayaklanma Selanik’ten gelen Harekât ordusu tarafından bozguna uğratılınca isyan bastırılmıştır. Bundan sonrada Parti kapanmıştır.

Teferruatlı düşünülmeden bakıldığında Merkeziyetçilikten Adem-i Merkeziyetçiliğe geçiş düşüncesi çok fazla rahatsız etmez. Ama bulunduğun bölge, Milletinin adı ve tarihteki yeri nedeniyle sakıncaları hemen dikkati çeker/ çekmelidir de.

Çünkü; merkeziyetçilikten adem-i merkeziyetçiliğe geçiş düşüncesi ve eylemi Osmanlının yıkılmasının sebeplerinde biridir.

Aynı tehlike isim değiştirerek dış yaramazların 100 yıllık plan olarak ortaya sürdüğü Türkiye’nin bölgelere ayrılması, bir Kürt devleti kurdurulması fikri olarak devam etmektedir. İçimizdeki ayrık otlarının bizi nerelere sürüklediğini görmek için Cumhuriyet tarihimize kısaca bakmak yeterlidir.

Bu gelişmelerle ilgili bilgileri kısaca yazıya dökmeye çalışacağım.

 

                                                         ***

1900’ün başlarında İngiliz, Amerikan ve Fransızlar tarafından bu bölgede “Bağımsız Kürt Devleti” kurulması projesi vardı. Kurtuluş Savaşı yıllarında beklemeye alındı. Kurtuluş Savaşın da Türkler muzaffer olmasaydı bu projeye gerek kalmayacaktı. Kurtuluş Savaşının Türkler tarafından kazanılmasından ve önceki Türk devletlerinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra beklemeye alınan bu proje tekrar uygulamaya alındı.

Lawrance’nin “ Bir Kürt devleti kurabilseydim, Türkleri tarihten silecektim, başaramadım” demesi bu düşüncenin özeti mahiyetindedir.

Mustafa Yıldırım kitabında “ 1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması’nın 62-64 nolu maddelerin de Kürtlere Self-determinasyon hakkının tanınmasına rağmen, uluslararası çıkarlar ve siyasal dengeler Kürtlerin bu hakkı elde edip uygulamaya geçirmelerini engellemiştir” demektedir.

Toynbee, “İngilizler Musul’u işgal ettikleri andan itibaren Kürt Milliyetçiliğini teşvik etmiştir” sözüyle de bu projenin ne kadar arkasının dolu olduğu ortadadır.

Bu gerçekler ışığında şu önemli tespitimizi de söylememiz gerekir. GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Türkiye tarafından uygulamaya konulduktan sonra PKK terörü de başlamıştır. PKK bölücü terör örgütüne yine aynı devletler ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya destek vermektedir.

                                                               ***

Atatürk dönemde Kürt Devleti Projesinin uygulanması için yeterli ortamı görememişler tek parti döneminde ise şartların daha ham olduğunu düşünerek fazla ileri gidememişlerdir.

DP dönemi Batılı emperyalistlere çok fazla yaklaşmaya başladığımız dönemin başlangıcıdır. DP iktidarının Batıya gözü kapalı yakınlaşması, Rus tehlikesine karşı kendilerini güvenceye almak olarak düşünülse de, tereddütsüz adımlarla, koşar ayak batıya bağlanma, onların istediği çizgide ilerleme gibi bağımsız bir devletle bağdaşmayacak tehlikeli uygulamalara sürüklemiştir.

1951 yılında taraf olmamamıza rağmen Kore savaşına asker gönderilmesi, 7 Mart 1954 tarihinde Petrol İşletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Boll adlı bir yabancı tarafından hazırlanan “Petrol Yasası” nın yani “yabancıya petrol arama ve çıkarma izni” veren yasanın çıkarılması ve “Yabancı Sermayeyi Teşvik kanunu”,  Önceki dönemde kurulan Traktör Fabrikasının kapatılması, Nuri Demirağ tarafından kurulan Uçak ve Uçak motorları fabrikalarının ve Kırıkkale Silah fabrikasının “NATO standartlarına uymadığı gerekçeleriyle kapatılması, Emperyalist devletlerin emellerinin uygulamaya başlamasını hızlandırmıştır.

1960 yılında 27 Mayıs İhtilalinde, Türkeş ve arkadaşlarının sürgüne gönderilmesinden sonra, niyet o olmasa da, Eyaletlere ayrılma projesi  “Pilot Planlama Bölgesi” adıyla tekrar karşımıza çıktı. 7 Aralık 1960 tarihli Hürriyet gazetesinde şöyle bir haber var. “Türkiye, iktisadi, kültürel ve sosyal bütünlük taşıyan, kendi başına yaşama imkânına sahip bölgelere ayrılacaktı”.

1965-1980 yılları arasında ise devlet ekonomik anlamda çökertildi. Particilik din haline getirildi. Gençler birbirleriyle ölüm oyunu ile mücadele etti, Ülkem insanı yine sağ-sol, Alevi- Sünni, Kürt-Türk, ilerici-gerici gibi kamplaşmalara itelendi.

Ülkenin kargaşaya iç savaşa başlatılarak parçalanmasıyla ilgili zemin hazırlanmıştı. Bu dönemin tamamlanması için gelecek insanların bu düşünceye yakın olmaları gerekiyordu. Buna da Türkleri himayesi altında bulunduran Allah müsaade etmedi ve ülkücüler denen serdengeçti yiğitlerin ortaya çıkmasını sağladı.

Allaha şükür ki bu çabada sonuç itibariyle ileri safhaya götürülemedi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Cumhurbaşkanı Kenan ve başbakan Turgut Özal zamanında da Türkiye’nin Eyaletlere ayrılması projesi ortaya tekrar sürüldü. “ABD-İngiltere ve Fransızların Ortadoğu petrollerini paylaşım projesi olarak şekillendirdiği, Evren ve Özal eliyle “Eyalet Sistemi” adıyla raftan indirildi.  Eyaletlere ayrılma yani Kürt devleti kurma ve Ortadoğu petrollerinin ellerinde bulunmasını sağlayacak bu proje 27 Aralık 2015 tarihinde yapılan DTP (Demokratik Toplum Partisi) bildirgesinde de açıklandı.

1983 yılında Evren’in talimatıyla ülkenin 8 Eyalete ayrılması ile ilgili kararname hazırlandı. 1 Mart 2007 tarihli Hürriyet Gazetesine konuşan Evren, Eyalet sistemine geçilmesi fikrini tekrarlamış ve 8 eyalete ayrılabilir düşüncesini açıklamış ve bölgelerinde Ankara- İstanbul- İzmir- Adana- Erzurum- Diyarbakır- Eskişehir- Trabzon diye belirtmişti. Ve devamla “ Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk, öteki alman bayrağı idi. Bu üçüncü ne bayrağı diye sordum. ‘Burası Bavyera Eyaleti’ onun bayrağı” dediler. Bu birçok ülkede var. Amerika da böyle yönetiliyor. Pakistan’da. Yönetmek zorlaşınca Ülkeler eyaletlere bölünüyor. Türkiye’de mutlaka eyalet sistemine geçecek” diye düşüncesini açıklamıştı..

Turgut Özal’la ilgili Mehmet Bican “ Terörle Sınanmak” adlı kitabında şunların yazıyor. “ O gün Özal’ın kurmayları toplantı halindeydik. Bakanlardan Hüsnü Doğan, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, Özal’ın baş danışmanı Adnan Kahveci. Konumuz Türkiye’nin eyaletlere dönüşmesi idi. Özal kafasında ki düşünceyi sadece aktarmıyor kabul etmemiz için bastırıyordu. Ona göre, Doğu ve Güneydoğu bir eyalet halinde teşkilatlanacaktı. Karadeniz, Anadolu’nun içlerinde, Kuzey’de, Güney’de de 5 eyalet daha olacaktı. Yani Türkiye’yi altıya bölüyordu Özal.”

Bir yönüyle Türkiye’nin yozlaşmasında önemli katkısı olan Özal 1986 yılında yaptığı bir konuşmada “ devletin adı keşke Anadolu Cumhuriyeti olsaydı” diye görüş belirtmiş ve “Kürt sorunun çözümü için bu değişiklikler yapılabilir” diye de irade beyanında bulunmuştu. Kardeşi Korkut’ta 2008 yılında katıldığı bir televizyon programında “Ağabeyim Atatürk ve arkadaşları için ‘Türkiye Cumhuriyeti’ değil de ‘Anadolu Cumhuriyeti’ adını verdiğini düşünelim derdi” diyerek ağabeyini teyit etmişti.

 

1999-2002 arasındaki gelişmeler ülkenin idari, ekonomik ve sosyal anlamda çökertilerek bölünme çizgisine hızla yaklaşılması için ortam oluşturmakla geçti.  O dönemde yönetimde olanlar bilmeyerek te olsa bu oyunun bir parçası oldular.

2002 yılı çok enteresan ve üzerine çok suların dökülmesi gereken bir yıldır. Aniden hükümet yıkılmış, iktidar partisinin büyük ortağı olan parti darmadağın edilmiş, yenisinin kurulması imkânı varken, beklenmeyen kişiden hiç beklenmeyen karar olan erken seçim kararı ortaya çıkmıştır.

2002 yılına kadar değişik isim ve mecrada devam eden hayallerinin gerçekleştirilmesi projesi 2002 yılından sonrada gündemdeki yerini muhafaza etmektedir.

Bu gelişmeler genç Türkiye Cumhuriyetinin üzerinde oynanan 100 yıllık düşüncenin eyleme geçirtilme safhalarıdır.

Bu planın, bu düşüncenin sonuçlandırılması için gerekeni yaptılar/yapacaklarda.

Çünkü Türk insanı Ahrar’cı yetiştirmekte mahirdir.