Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

KOLONYANIN DÖNÜŞÜ

20 Mart 2020 - 20:16 - Güncelleme: 21 Mart 2020 - 14:28

KOLONYANIN DÖNÜŞÜ

Kolanya denince Servet, Selin, Eyüp Sabri Tuncer değil, Tariş Kolonyası gelir bizim aklımıza. Egeliyiz ya zeytin, incir, üzüm gibi Tariş’i de bizim bellemişiz. Biz, çatal yürekli efe çocukları, böyleyizdir. Sevdiğimizi bağrımıza basar, ziynet bilip yüzümüze gözümüze süreriz.

Kolonya, evimizde elimizin altında; masada gözümüzün önündeydi hep. Gelir geçerken dökülürdü avuca. Kırk yıllık hasretlikler gibi kucaklaşan iki el mis gibi limon, tütün, lavanta kokularıyla yoğururdu birbirini. Âlemin mikrobundan arınan eller alın ve şakakları ovardı sonra hafiflesin diye başa çöreklenen dünyanın ağrısı. Alın ve şakaklar alınca nasibini sıra gelirdi gönle dolan gam kaseveti dağıtmaya. Kolonya kokan eller burna götürülürdü. Derin bir nefesle gönül ferahlatan serin şelaleler dökülürdü içe.

Misafir odaları, berber dükkânları, lokanta girişleri kolonya kokardı. Ortalığa yayılan ferahlık bedene sinen günün kötü koku ve yorgunluğunu alıp serin bir dağ başında yele verirdi. Geride iç ferahlatan bir bahar havası kalırdı. Biz o bahar havasıyla sarhoş yokluğu yoksulluğu unutur, dört elle hayata tutunur, yaşar giderdik.

Gülsuyunu Ramazanlarda Teravih namazı öncesi okunan mevlitlerden bilirdik. Esansı köşebaşlarında, cami önlerinde iki kapaklı cam kutularda görürdük. Dedeler bir hazine gibi saklardı yeleklerinin iç ceplerinde parmak başı kadar esans şişelerini. Yanlarına sokulurduk, abdest sularını dökerdik. Uzat derlerdi, uzatırdık elimizi. Bir ileri bir geri kayardı el üstünde şişe. Koklardık onlar gibi. Sezerdik, bu koku ötelerin kokusu. Parfümse bizden çok uzaktı o yıllarda. Adı var, kendi yok. Belki görmüşüzdür televizyon renklamlarında.

Kolonya her zaman, her yerde çocuk, yetişkin, yaşlı, herkesin kokusuydu. Yetiyordu bize. Bir şey ihtiyacını gidermeye yetiyorsa başkası aranmazdı o yıllarda. Azla yetinmek erdem, gösteriş görgüsüzlüktü.

Misafire ikram edilir, hasta ziyaretine götürülürdü kolonya. Bayramda, düğünde eş dost karşılanırdı. Bayılana ilkyardım malzemesi, traştan sonra yüzün ödülüydü. Bahanesi çoktu çok olmasına da bahaneye de ihtiyaç yoktu akla geldikçe, göze iliştikçe ele avuca dökmeye. Güzel kokularla içimizi ferahlatırken aynı zamanda mikropların köküne kibrit suyu döken bir antiseptik olduğunu pek umursayan yoktu aramızda. Güzel kokuya dağların yarpuzundan, kekiğinden, türlü çiçeğinden aşinaydık. Bu aşinalık sevdirmişti belki ondokuzuncu yüzyılın sonunda hayatımıza giren kolonyayı bize.

 Biz büyüdük, devir değişti. Eski çamları bardak yaptılar.

Yamalı pantolon, lastik ayakkabı giymek tarih oldu. Daha yırtılmadan, rengi solmadan, üç beş defa giydikten sonra elbise atmanın; her yıl koltuk, perde değiştirmenin cazibesi herkesi sardı. Kapılar komşular tarafından teklifsiz çalınmaz oldu. Zamanımız yoktu durup çevremize bakmaya. Sevincimiz de tasamızda kendimize aitti artık.

Parfüm çıktı meydana. Bir iki derken bin çeşidiyle istenmeyen kokularla birlikte baharın, yazın, hayatın kokularını da bastırdı. Doğal ve saf olanla mesafe koyduk aramaza. Dijital çağ kanımıza işledi. Uyumayı, yürümeyi, durup dinlenmeyi, doğal beslenmeyi ihmal ettik. Musluktan su içemez, dalından meyve yiyemez olduk. Yeşile, maviye hasret bir beton ormanında yaşamaya hüküm giydik.

Sonuç? Depresyon, kanser, domuz gribi, sars, mers derken kedi, köpek, fare, yarasa ne halt yediği meçhul olan bir millet korona virüsünü musallat etti başımıza.

Kaç zamandır berber dükkânlarında, hasta başlarında savunmadaydı kolonya. Varolma, ayakta kalma mücadelesi veriyordu sessiz sedasız. Kimi geçmişte kalmış avam bir koku olarak görüyor, gördüğü duyduğu yerde gayri ihtiyari değil bile isteye, ne kadar çağının insanı olduğunu vurgulamak istercesine ağız burun kıvırıyordu. Kimi dini hassasiyetlerini ileri sürerek elini göğsüne götürüp istemem diyordu, alkol var onun içinde. Kolanya ikram etmek isteyen yanlış bir iş yapmış gibi mahçup dönüyordu işine. Hoş kokulu bir virüs düşmanı olduğunu bilen yoktu, ya da çok azdı daha düne kadar.

Ne olduysa korona belasının yurda giriş yapmasıyla oldu. Koronavirüsüne karşı alınacak önlemlerden biri de elleri kolonya ile dezenfekte etmekti. Parfümün tahtından indirdiği devrik kral hiçbirşey kaybetmediği görülen asaletiyle mahrur tahtına göz kırptı. Onu unutanlar ellerine, yüzlerine sürmek, âdeta af dilemek için önünde sıraya girdi.

Sadeliğin, ferahlığın, gönül huzurunun sembolü olan kolonyanın dönüşü kendimize, fıtratımıza, dönüş olsun. İyiliğe, merhamete, güzelliklere kapı açsın. Açılan kapıdan eş dost, konu komşu, hısım arkama girsin. Akşam oturmalarına gidelim, hal hatır soralım. Şekerin yanında kolonya, kahvenin yanında lokum ikram edelim.

İçimiz ferahlasın, ağzımız tatlansın.

Çıkalım karantina günlerinden.

Ergül ALTAŞ