As. Prof. Dr. Dr. Senem KARAGÖZ

As. Prof. Dr. Dr. Senem KARAGÖZ

[email protected]

TARİH NE ZAMAN TARİH OLUR?

08 Ekim 2019 - 00:31 - Güncelleme: 08 Ekim 2019 - 06:02

TARİH NE ZAMAN TARİH OLUR?

Bir olay, bir anne, bir erkek, bir âşık, bir dağ, ırmak, ova… Bütün bunlar ve daha birçoğu şiirlere şarkılara atasözlerine efsanelere masallara romanlara konu olmuşsa üstüne üstlük bir de halk ağzında asırlardır süregelen bir anlatıyla nesilden nesile aktarılmışsa bahsedilen her ne ise dönemine insanlarına gerçek anlamda sirayet etmiş demektir.

Bazen bu aktarım günümüze gelene kadar oldukça değişmiş, bir toplum veya bir kişinin nezdine indirgenmiş, neredeyse dönemine damga vurmuş bir olay bir kahramana addedilmiş olabilir. Abartı, övme, yüceltme, yerme, öfke olabilir. Burada dikkate alınması gereken nokta her ne şekilde anlatılagelmiş olursa olsun o olayın yaşanmış, bahsedilenlerin o günkü toplumca bilinmekte olduğudur. Bu ister Dede Korkut hikâyeleri gibi efsanevi olabilir ama orada görünen aile düzeninin, erkeklerin kızlara nasıl âşık olduğunun, genç delikanlıların isim alabilmek için kendilerini kanıtlaması gerektiği gerçeğini değiştirmez. “Firavun” isminin toplumumuzda olumsuzluk hissi uyandırması elbette insanlarımızın Firavun’u, Mısır medeniyetini yakından tanıyor olması ile alakalı değildir, bu yüzyıllardır Mısır’dan dünyanın her yerine yayılmış bir kültürün öğesidir. Ya da İster Atilla’nın abartılı kırbacı gibi önüne kattığını sürükler ama Atilla’nın bir fetih komutanı olduğunu değiştirmez.   

Biz buna “beşer hafıza” diyoruz. Bunun için öncelikle bir tarihi olayın tarihte yer etmesi için hafızasının olması gerekmektedir. Vesikalarla, belgelerle, kroniklerle tarih araştırılabilir, gerçekler olabildiğince tarafsız, katıksız aktarılmaya özen gösterilebilir. Ama illa bir tarih yaratmak için, halkta bir tarih olgusu şuuru ve hissiyatı oluşturmak için zorlama yapamazsınız. Halk tarihten kahramanını kendi alır, onu donatır, şiir yazar, türkü çığırır, ağıt yakar, efsaneleştirebilir ya da tam tersi o olay ile bağlantı kurarak ilişkili olaylara aynı adı takar, lakap takar, deyimlerinde atasözlerinde eleştirir, lanet okur.  “Atilla’nın Kılıcı”, gibi, ifadelerle toplum nezdinde oluşan algıyı iki kelimede özetler geçer.

Fatih’in, döneminde İtalyan ressamları çağırıp tablolarını yaptırması, eski şeyh ailelerine ait yüzlerce zaviye vakıflarına ait mülklere el koyması günümüzde çok da anlam ifade etmemektedir, elbette tartışılmaktadır ama Sultan Mehmet’in bir “Fatih” olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. 

Yine Sultan Süleyman’ın Hürrem’e duyduğu muhabbet yüzyıllardır dillere pelesenk olsa da

 “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” dizelerini yazan koca imparatorluğun padişahı olan aynı bu kişinin de ölümlü olduğu düşüncesi insanlara tatlı bir lafz gibi gelmekte ve söylenip durmaktadır.  

Çocukluğumda anlatılan Aydın Ovası’ndan yukarı doğru keçilere takılan mumlar ile düşman askerlerinin korkutulması hadisesi tarih kitaplarında çok sonra okuduğum bir olaydır. Nene Hatun’u ölümsüz kılan arşiv belgelerinde yer alması değil halkın hafızasına cesareti ile çivi gibi kazınmış olmasıdır. 

Tarih elbette disiplinlerarası bir çalışma gerektiren, arşive dayalı, neden-sonuç ilişkisi taşıyan bir bilim dalıdır. Ama coğrafyaya hükmetmiş ya da coğrafyaya yenilmiş, insanları ile doğmuş, büyümüş, zenginleşmiş ve ölmüş bir disiplini toplum nazarında aşina kılan arşivlerden ziyade öteden beri aktarıla gelen şarkılar, şiirler, ninelerin dedelerin torunlarına anlattıkları yiğitler, güzeller, yapılan vuruşmalardır. İbn-i Haldun, Mukaddimesi’nde tarihi bir canlıya benzetir; “Her canlı gibi doğar, büyür ve ölür.” şeklinde ifade eder. İnsanı konu edinen bir disiplinde duyguların işlevlik kazanması belki döneminde belki asırlar sonra eksik ya da doğru toplumun günlük hayatına eşlik etmesi ile olacaktır ve bu birliktelik muhakkak geçmişte bir yerde o anın yaşandığına delalettir.    

Dr. Senem KARAGÖZ