As. Prof. Dr. Dr. Senem KARAGÖZ

As. Prof. Dr. Dr. Senem KARAGÖZ

[email protected]

OSMANLI NEREYE DÖNÜKTÜ: ŞARKA MI GARBA MI?

12 Kasım 2019 - 22:59 - Güncelleme: 13 Kasım 2019 - 08:17

OSMANLI NEREYE DÖNÜKTÜ: ŞARKA MI GARBA MI?

“Şam, Halep, Kudüs… Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık.” “Lübnan havası bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi.” Bu sözler Falih Rıfkı Atay’a ait, Zeytindağı’nda şarktan böyle bahsediyor.

Ben de bunları okuyunca Osmanlı’nın nereye daha yakın olduğunu düşündüm; Osmanlı yönünü nereye vermişti; şarka mı garba mı?

Deliorman’mı İstanbul’dan kaçıp gelen dervişlerin mesken tuttuğu dağ; Zagros dağları mı, Sultan Selim ve ordusunun büyük bir hızla 13 günde geçtiği Sina Çölü mü?

Tuna nehri mi türküler yakılan, Nil nehri mi?

Osmanlı işte bu noktada Tuna kıyısı boyunca adım adım yol aldı. Gittiği yere yaşayacağı yer gözüyle baktı, ev kurdu, çift sürdü, orayı tanıdı hem yaşayan yerli halkı hem de her dağını taşını. Kimi zaman Bedrettin dervişlerinin dergâhı, kimi zaman Fatih’ten kaçan Hurûfiler için sığınacak yer oldu. Kimi zaman Tuna kıyısında Niğbolu Kalesi’nin fethine tanık oldu Yıldırım Bayezid ile kimi zaman içeride Plevne’de iki dağın arasında Osman Nuri Paşa’nın hala Bulgar halkı tarafından dahi unutulmayan bir mücadelesine sahne oldu.

Elbette İngilizlerin desteğinde isyana kalkışan Şerif Hüseyin’in ordusuna karşı savunmasını veren Mekke kahramanı çöl kaplanı Fahreddin Paşa hiçbir zaman unutulmadı. Ya da Sultan Selim ile birlikte İran ve Mısır’ı fetheden ordu. Ama bu ordu hiçbir zaman burada kalmadı, Sultan ile beraber İstanbul’a geri dönüldü.  

İstanbul’a dönen Osmanlı yine kaldığı yerden garba yol almaya başladı ta ki son toprak parçası gidene kadar. Hiç dönülmedi oradan, hala da bağlar koparılmadı; bir yürek bağı.

Evet, Osmanlı’nın gözü garpta idi. Garptan kasıt Balkanlar. Tabi ki Almanya’nın geniş düz ovaları da var ama oralara gidilemedi. Peki, gidilen Sofya, Selanik, Bükreş, Bosna mı yoksa Şam, Beyrut, Kahire mi, hangisi daha yakın bize?

Şarka gidenler Araplaştı, garba gidenler yüzyıllar geçse de kendi kültürünü korumayı başardı,  ne asimile oldu ne de asimile etti.

Yüreğimiz garpta iken aklımız hep şarkta; şarka ihanet etmiş çocuklar gibi hissediyoruz kendimizi. Garp ise evi yurdu bıraktığımız yer.

Mustafa Kemal, Enver Paşa, Talat Paşa ve niceleri şu an tarih onları nereye koyarsa koysun garptan geldiler İstanbul’a. Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa gücü eline geçirir geçirmez Kütahya önlerine dayandı. Belki merkezden uzak yerlerde yöneticilerin güçlenmeleri bu noktada ciddi paya sahipti. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Kütahya önlerine gelmesi Tepedelenli Ali Paşa’nın Rumeli âyânlarını alıp İstanbul’a gelmesi ile eş değer tutulabilir mi tartışılır. Ama herhalde Mısır’dan, Şam’dan bir yöneticinin ya da bir askerin Osmanlı yöneticisinin dağılma döneminde kalkıp bu çözülmeyi nasıl önleriz diye bir düşüncesi ve bir girişimi hiçbir daim olmamıştır. Yüzyıllarca Osmanlı egemenliğinde kalan şark, gerektiğinde birçok vergi muafiyetine, hazineden maddi desteğe rağmen Osmanlı toprakları bir bir elden çıkarken çoğu yer hiçbir savaş olmadan çıkmış, zaten Avrupa sömürüsü ile başlayan süreçten sonra pek kolay ve hızlı bir şekilde el değiştirmiştir.

Bir Balkanlar, bir Rumeli kadar savaş destanları yazılmamış, Bosna’da bir Türk’ü bekleyen bir Bosnalı kadar da bir Mısırlı, bir Suriyeli ya da Mekkeli aynı Türk’ü beklememiştir.   

Bağrından kopan Selanik’i, Dobruca’yı, Deliorman’ı hep özlemle anan, ilk fırsatta oralara, eski yurduna gitmek isteyen bizler şarka daha çok dini boyutta bakmaktayız. Çünkü garbı, her toprağını savaşla adım adım aldığımız garbı vatan edinmiştik. Oysa şark daha çok koruyucusu olduğumuz, kutsal yâd ettiğimiz bir yer olmuştur. Ve an gelip kopmalar baş gösterdiğinde arkamıza baktığımızda uzaklaştığımız, evini toprağını bıraktığımız yerler yine vatan addettiğimiz garp olmuştur. 

Dr. Senem KARAGÖZ