PAN-HAREKETLER =PANİSLAMİZM VE PANSLAVİZM
Birbiriyle dil, din, ırk, kültür ve bazen de coğrafya yakınlığı bulunan grupların dayanışmasını güçlendirmeyi amaçlayan ve uygulamada din, milliyet ve coğrafî yakınlık özellikleri belirginleşen Pan hareketleri, başlangıçta yalnızca kültür hareketi niteliklerini taşırken, XIX. asrın son çeyreğinde görülen örnekleri bir milletin siyasî askerî, ekonomik ve kültürel üstünlüğü üzerine bina edilmişlerdir.
Panislamizm
Pan hareketleri denildiğinde Alman birliği oluşumunda etkili olan Pancermenizm ve Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran Panslâvizm akımları hemen akla gelir. Osmanlı literatüründe ise 9 Nisan 1872 tarihli Basiret gazetesinde çıkan bir makalede ilk defa açık olarak Panslâvizm ve Pancermenizm gibi Avrupa'nın yayılmacı ideolojilerine karşı İslâm âleminde olumlu bir kamuoyu oluşturmak için Panislamizm fikri ortaya atılmıştı. Abdülaziz ve Abdülhamid devirleri Avrupa emperyalizminin Osmanlı ülkesi kadar onun dışındaki Müslüman ülkeler üzerindeki baskısının da gitgide arttığı, buna paralel olarak uyanış hareketlerinin de başladığı bir dönemdir. İkinci Abdülhamid bir yandan hudutları dışındaki İslâm ülkelerinin liderleriyle devamlı irtibat halinde bulunurken, bir yandan da imparatorluk dahilindeki Müslüman topluluklar üzerinde nüfuz sahibi olan şahıslar vasıtasıyla halifelik etrafında kuvvetli bir sadakat ve birlik kurmaya çalışıyordu. İngiltere çoğunlukta olan İslâm tebaasını ileride İngiliz menfaatlerinin ücretli müdafaacıları gibi istihdam edebilmek, Asya'daki geniş müstemlekelerini bu kuvvede müdafaa etmek için kendi himayesinde küçük, zayıf bir İslâm Hilâfet makamı görmek arzusundaydı. İslâm Halifesini Tibet din adamları ve Hindistan'ın dinî büyüğü Buda Dalaylaması derecesine indirmek istiyor. Anglikan Kilisesi'nin dinî reisi olan İngiliz Kralının İslâm Halifesinin hami ve metbuu olmak emelinin son uğradığınız felâketlerde bir mühim amil olduğu muhakkaktır" sözleriyle İngiliz siyasetinin açıklamasını yapmaktadır.
Abdülhamid'e yakıştırılan cinsten olan Panislâm siyaseti, gerçekte, Avrupa gazetecilerinin ve politikacılarının Avrupa, özellikle İngiliz emperyalizmine karşı Asyalı ve Afrikalı halkların gösterdiği direnme olaylarının altında Abdülhamid' in politikasının yattığı kuşkusunun bir ürünüdür. II. Abdülhamid'in İslamcı siyasetinin uygulamaları XX. asrın başından itibaren Rus basınında yankılanmaya başladı. Rusya, idaresinde yaşayan Müslümanların arasında görülen dinî, millî ve kültürel hareketlerin hepsini Pan-İslâmist olarak değerlendirip kovuşturuyordu. Bunun da sebebi hürriyet istemeye yönelecek her şuurlu hareketin Rusya imparatorluğunun geleceği için tehlike olarak kabul edilmesiydi. Rus idarecileri Pan-İslâmistler'i Müslümanların birleşmesine engel olan Rus hükümetiyle mücadele eden kimseler olarak değerlendiriyorlardı. Ruslara göre Pan-İslâmist faaliyetlerin manevî gayesi "bütün Müslüman dünyasını siyasî ve kültürel olarak Türkiye yöneliminde birleştirmekti. " Bilhassa 1906'dan sonra Rusya Müslümanları arasında yayılan Pan-islâmizm'in Kafkasya, Kırım, Volga gibi Osmanlı Devleti'ne yakın bölgelerde geliştiğine dikkat çeken Rus emniyet güçleri Pan-İslâmistler'in geniş bir program oluşturdukları gibi aralarında zıtlaşmalar olduğunu da tespit etmişti. Panislâmizm'in mektep ve medreseler yoluyla Rusya'da yayıldığına inanan Rus idarecileri medreselerde reform yapılması isteklerini bile ihtilâlci olarak değerlendirmekleydiler. Dahası 1909'da İstanbul’da Buhara yararına İlim Yayma Cemiyeti'ni kuran Pan-İslâmcıların Ufa şehrinde yayınevi açıp propaganda yapacaklarını da haber almışlardı. Bu bilgiler ışığında, Pan-İslâmizm'in yayılmasına karşı şu tedbirleri almayı kararlaştırdılar:
Pan-İslâmist faaliyetleri ortaya çıkarıp, ihtilâlci emellere mâni olmak için gizli bir ajanlık kurulması,
Müslüman vilâyetlerini devamlı kontrol edip halkla daimî teması olan öğretmen ve din adamlarının gözaltında bulundurulması,
Pan-İslâmist yayıncılar ve her türlü edebiyat ürünleri ile makalelerin emniyet müdürlüğünce sıkı denetimden geçirilmesi.
19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kırım savaşı sonrasında, İngiltere'de Osmanlı Devleti ile ilgili üç temel görüş oluşmuştu:
İngiltere'nin çıkarları bakımından Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünün sağlanması,
Türklerin Avrupa' dan atılması gerektiği düşüncesi
Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü muhafazayı esas almakla birlikte reform dayatmaları yapılmasına karşı çıkanların ortaya attığı fikirler.
İngiliz siyasetindeki değişim başlangıcını 93 Harbinde görmek mümkündür. Berlin antlaşması sırasında şartlardan istifade ederek İngiltere'nin Kıbrıs'a yerleşmesini müteakip Gladstone’nun iktidara gelişinin ikinci yılında bir iç karışıklığı bahane ederek 1882'de Mısır'ı da işgali ve ilk fırsatta çekileceğini belirtmesine rağmen asla böyle bir niyet taşımadığının zamanla kesinleşmesi şüphesiz Osmanlı Devleti'nin İngiltere'ye güvenini sarsan bir gelişmedir.
Avrupa'daki imparatorluklar içinde yaşayan ulusal toplulukların milliyetçilikleri ya kendi devletlerini kurmaya, ya da kendi ulusal devletlerine katılmaya yönelmiş bir milliyetçilikti. Oysa XX. yüzyılla birlikte büyük Avrupa devletlerinde beliren yeni-milliyetçilik akımları ise, devletin gücünü arttırmaya, itibarını yükseltmeye ve yayılmasını hızlandır-maya yönelmişlerdir. Almanya'da pangermanistler, Rusya'da Pan Slavistler, Fransa'da intikamcılar, İtalya'da irredentistler, İngiltere'de de imparatorlukçular, 1907 yılından sonra, yaptıkları devamlı yayınlar ve kurdukları çeşitli birlik ve derneklerle ülkelerinin dış politikaları üzerine etki yapmaya çalışmışlardır.
Panslavizm
Rusların mensup olduğu ırka Slav ırki denilmektedir. Rusya, toprakları dışında yasayan bütün Slavları kendi bayrağı altında toplamayı düşünüyordu. Yuri Krijaniç XVII. yüzyıl ortalarına doğru, Panslavist görüşler tasarlamağa başladı. Krijaniç, Balkan Slavlarının hem Almanlar, hem de Türkler tarafından ezilmekte olduklarını, Slavların medeniyet ve dil bakımından çok geride kaldıklarını görmüş, ve Slavların yegâne kurtuluşlarını, büyük bir devlet olan Moskova Çarlığı etrafında toplanmakla mümkün olacağı hükmüne varmıştı. Bu adamın fikrine göre, Slavların en büyük düşmanı Almanlardı. Moskova Çarlığının yükselmesi ve Slav kavimlerine rehberlik edebilmesi için, Rusların her şeyden önce Avrupalılardan, “Almanlardan” birçok şey öğrenmeleri lâzım geldiği kanaatindeydi. Bilhassa ekonomik, kültür ve idare işleri sahasında bir reform yapılması gerektiğini ve bunun da ancak yukardan, zorla, cebirle icra edileceğini, yani Çar tarafından yapılması gerektiğini savunuyor, Rusya her taraftan tıkanmıştır ve denizlere çıkacak durumda değildir, Rus halkı beceriksizdir ve onların ticaret ve ziraatla meşgul olmasını istiyordu.
Rusya'da panslâvist akım yönetici çevreler tarafından ilgiyle karşılanmıştı ama;1878'den sonra Rus yöneticileri gözlerini Asya'ya ve Uzak Doğu'ya çevirdikleri için, bir süre sanki kış uykusuna yatmıştı. Oysa 1904-1905 Japon yenilgisinden ve 1907 İngiliz-Rus anlaşmasından sonra Rusya yeniden Balkanlara yönelince, Panslavizm bir kez daha canlandı. Panslavizm 1850'lerden sonra Avrupa'da çok işitilmeye başlanan bir deyim haline geldi. Bundan anlaşılan, (bütün Slav uluslarının (özellikle Balkanlardaki Sırpların, Hırvatların, Slovenlerin ve Bulgarların) Rusya'nın önderliği altında siyasî birlik ve beraberliğe kavuşmasıdır. Başlangıçta Panslavizm bir kültür akımı olarak ortaya çıkmıştı, fakat Kırım Savaşından sonra Rusya'nın Boğazları kendi eline geçirmesine başta İngiltere olmak üzere Öteki Avrupa devletlerinin izin vermeyecekleri anlaşılınca, bir siyasal akıma dönüşmüştür.
Kırım Savaşı, Rusya'ya, Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp Boğazlara yerleşmenin kolay olmadığını göstermiştir. Bu durumda, Rusya'ya, Akdeniz'e inebilmek için Balkanlara yerleşmek, hiç değilse Balkan uluslarını ya teker teker, ya da bir birlik içinde kendi egemenliği altına almak kalıyordu. İşte Rusya'nın özellikle 1854-1856 Kırım Savaşından sonra izlemeye başladığı politika budur.
Eğer onların böyle izmleri var ve de bizim GERÇEK idealarımız yoksa…!!!!!!
FACEBOOK YORUMLAR