Akdeniz’de, Ege’de, Korsan Bir Komşu ve Etrafındaki Oluşumla Nasıl Mücadele Edilmelidir?
Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıyla neticelenen isyanı ve 1830 yılındaki kuruluşundan itibaren “Megali İdea” olarak ifade edilen mefkuresinden hiç vazgeçmemiştir. Bir anlamda savaş meydanlarında kazanmaya muaffak olamadığı zaferleri diplomatik müzakere masalarında kazanma yolundaki amacını hep sürdürmüştür. Buna bağlı olarak, komşuluk ilişkisiyle hiçbir surette uyuşmayacak şekilde, Türkiye’nin milli menfaatlerine tamamen aykırı, hakkaniyet ve iyi niyetle bağdaşmayacak taleplerini agresif suretle ve ısrarla dile getirmekten ve şartların uygun olduğunu düşündüğünde anılan talepleri uluslararası platforma taşımaktan, cebren ve hile uygulamaktan vazgeçmemiştir.
Türkiye’nin bu durum karşısındaki tasarrufları ve Yunanistan’ın tezlerine karşı geliştirdiği tezler ise, hiçbir suretle talepkar olmayıp, uluslararası platform nezdinde iktisap ettiği haklarının savunmasından ibaret olmuştur. Uluslararası toplum nezdinde hakettiği hukuki desteği siyasi nedenlerle almaktan mahrum kalan Türkiye, Yunanistan’ın ısrarlı talepleri karşısında haklarını savunmak için, bir diğer ifade ile, Yunanistan’ı hukuk alanına çekip, barışa zorlamak için silahlı kuvvet kullanabileceğini ilan (casus belli) etmiştir.
Yunanistan’ın, uluslararası platformda kuruluşundan itibaren, “Avrupa’nın Şımarık Çocuğu” olarak ifade edilebilecek bir pozisyonda konumlandırıldığı dikkate alındığında, Türkiye’nin Ege’de Yunanistan’a karşı tek başına verdiği mücadelenin güçlüğü de anlaşılabilecektir. Dahası, 1 Ocak 1981 tarihinden beri Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Yunanistan, Ege sorununda Türkiye’nin karşısında tek başına değil, AB ile beraber çıkmaktadır.
Türkiye, her ne kadar AB’ye tam üye adayı olsa dahi, AB’nin, bir üyesiyle Müslüman tam üye adayı arasındaki ihtilafta kimin tarafında olacağını biliyoruz ve bir çok olayda bu durumu gördük ve yine görüyoruz.
Bugün Doğu Akdeniz’de yaşanan ihtilaflar serisinin başından itibaren Fransa’nın başı çektiği AB ile birlikte, İsrail, ABD ve ayrıca Mısır, BAE gibi Müslüman bazı ülkelerde de bu ittifaka katılmıştır.
Tekrar yakın tarihe dönecek olursak, Yunanistan 1922 yılında Milli Mücadele’de yok edilip denize dökülmesine rağmen etrafındaki hami devletlerin koruması sonucunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşmasında, Karaağaç ilçesini Türkiye’ye vererek yüklü harp tazminatı ödemekten kurtulmuştur. Balkan savaşlarında elimizden çıkan adalardan 12 ada hariç tamamının aidiyeti silah bulundurmamak ve tahkim edilmek kaydıyla Yunanistan’a geçmiştir.
Yine İngiltere’nin koruyuculuğu altında, İstanbul’da Fener Ortodoks Rum kilisesi ve İstanbul’daki Rumlar yerinde kalmayı başarmıştır. (Batı Trakya Türkleriyle birlikte Mübadele kapsamı dışında tutulmuştur.)
Ayasofya’nın cami olarak ilk kaydını yaptıran büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’tür. 1934 yılında faşist Alman, İtalyan tehditlerinden dolayı ve Lozan’da halledilemeyen Boğazlar sorununu uluslararası desteği arkasına alarak çözmek istemesi nedeniyle, Ayasofya’nın konumu müze statüsüne dönüştürülmüştür.
Yunanistan 1936 yılında Montrö mutabakatı ortamından cesaret alarak karasularını tek taraflı olarak (Lozan antlaşmasında 3 mil olarak belirlenmesine rağmen) 6 mile çıkartmıştır.1964 yılında Türkiye’de 6 mile çıkartarak Yunanistan’ın bu -oldu bittisini- zımmen kabul etmiştir.
Yine Yunanistan 1947 yılında 12 adaların Türkiye’nin Stalin tehditlerine öncelik vermesi sonucunda Paris barış konferansına katılma teklifi geldiği halde katılmamasından dolayı İtalya’nın işgalinde olan 12 ada kendisine büyük devletlerce adeta peşkeş çekilmiştir.
Yunanistan Türkiye’nin bu pasif tutumundan cesaret alarak 1954 yılında Kıbrıs’ı da ilhak etmeye çalışmıştır. Enosis planına Kıbrıs halkının direnişi ve Türkiye’nin garantör olarak müdahalesiyle ve en son Türkiye’nin 1974 yılındaki askeri müdahalesiyle planları suya düşmütür.
İstanbul’daki Rumların büyük kısmı 1954 ve 1964 deki Kanlı Kıbrıs cinayetleriyle paralel olarak Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir.
Yine Yunanistan dönemin Türk başbakanı Süleyman Demirel zamanında hava sahasının koordinasyonu için kullanılan fır hattını 6 mil olan karasularının çok ötesine geçirerek 10 mile çıkartmıştır.
Tarihsel süreçte de açıklamaya çalıştığımız gibi gerek tedhiş, terör gerek korsanca davranışlar gerekse arkasına aldığı emperyalist ülkelerin desteğiyle Yunanistan’ın söylem ve davranışları, tek taraflı girişimleri ve sinsice -oldu bittileri- durumu adım adım bu noktaya getirmiştir.
30 Ağustos 2020 tarihinde, Yunanistan tarafından Meis’in askeri işgaliyle denizlerde Doğu Akdeniz de navtex ilanlarına Yunanistan’ın verdiği küstahça tepkiler sonucu tırmanan gerginlikler Meis’ feribotlarla asker çıkarılması ile doruk noktasına ulaşmış oluyor. Mavi Vatan’da barış ile savaş arasında olan büyük kriz ve bir gerginlik safhası (Askeri ve Politik Önlemler Safhasına) çoktan geçmiş oluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’deki haklarını korumayı amaçlayan proaktif veya reaktif tüm önlem ve davranışları uzun zamandan beri uygulamaya koymuştur. İHA’lar , SİHA’lar, S-400 alımı, Rusya’dan lojistik sitemleriyle beraber SU serisi uçak alma girişimleri, Libya’nın meşru hükümetiyle imzalanan münhasır bölge anlaşmaları, Kuzey Kıbrıs ve Libya da üs kurma faaliyetleri, Yavuz, Barbaros ve Oruç Reis gemilerinin kendi münhasır alanlarımızda sondaj faaliyetleri, üst üste ilan edilen navtexler Türkiye’nin denizlerde ki Sevr girişimine boyun eğmeyeceğini, kendi haklarına sahip çıkacağını gösteren önemli adımlardır.
Ancak bütün bu girişimler; Meis’e asker çıkarılmasına sessiz kalındığı ve geçiştirildiği taktirde yeterli kalmayacaktır. Meis’e zamanla daha da deniz ve hava unsurları da Çünkü Girit’le Meis Yunanistan’ın hazırlattığı Sevilla haritasında Yunanistan’ın bu adalardan geçen hat ana kıyı gibi referans alınmıştır. Yunanistan’ın karşı navtexleri, müttefikleriyle beraber tatbikat girişimleri ve bu feribotlarla Meis’e çıkartılan Yunan birlikleri ile geri adım atmadığı gibi gerginliği ve tahrikleri bir üst perdeye taşımıştır. Türkiyenin uygulama ve söylemleri bir alt perdede kalmıştır.
İlk kurşunu biz atalım büyük bir cepheyi karşımıza alarak savaşı biz başlatalım demiyorum; ancak artık bazı yeni şeyleri icraat olarak üst noktalara taşıma ve büyük kararlılık ve irade koyma zamanıdır.
Yunanistan Ege’de, kendisine silahsızlandırılması ve askerden arındırılması kaydıyla verilen Ege adalarını büyük kuvvetlerle zaten çok önceden tahkim etmişti. Son dönemde Türkiye’ye ait olan 18 adayı da hukuka aykırı bir şekilde göstere göstere işgal etmiştir. Böylelikle 1924 Lozan ve 1947 Paris antlaşmaları Yunanistan tarafından delik deşik edilmiştir. Bu konular açısından bu antlaşmalar hükmünü yitirmiştir.
Ayrıca buna garantör ülke olmamasına rağmen Kıbrıs’ta Fransa’nın üs kurma girişimleri ve Yunanistan’ın Meis adasının asker konuşlandırılması artık gasp ve korsanca baskınlara dönüşmüştür.Bu agresif girişimler adeta gözümüze sokulan parmak niteliğine bürünmüştür.En azından bundan sonra durumu hem durdurmalıyız, hem de saldırıları püskürtmekle kalmayıp, tam tersine, krizi fırsata çevirmeliyiz. Büyük Atatürk Lozan’ın her maddesine, İsmet İnönü gibi pasif davranarak sabitlenip kalsaydı. Ne Hatay ana vatana katılırdı, ne de Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanırdı. ” Koşullar değişmiştir” diyerek ilgili devletleri arkasına alarak, kimi zaman askeri göz dağ vererek, oluşumlar kurarak aleyhimize mecburen kabul ettiğimiz bazı hususları düzeltti.
Şimdi biz de bırakalım kaçırdığımız fırsatları, işte Yunanistan bize tekrar bir fırsat sunuyor. “Şartlar değişmiş Yunanistan antlaşmaları defalarca ihlal etmiştir, adaları işgal etme hakkımız doğmuştur” mealinde bir notayı Yunanistan’a, Birleşmiş Milletlere, NATO’ya ve AB’ye bildirmeliyiz. İhlalleri kuvvetli bir dille ifade etmeliyiz. Protesto mitingleri ve yürüyüşleri tertip etmeliyiz. Devlet Bahçeli’nin başlatacağı 12 ada yürüyüşü bu kapsamda mantıklıdır.Bu adamlar Trabzon bizim, Konstantinopol bizim diyerek ülkemizde dahi boy gösteriyorlar, Sümela’da ayin yapıyorlar; biz de “adalar bizimdir” pankartları açalım, gösteriler, televizyon programları tertipleyelim.
Savaş başlatmak ve durumu çözmek mevcut koşullarda Türk devletinin askeri imkan ve kabiliyeti içindedir.Ancak karşı cephe haksız ve hukuksuz olmasına rağmen geniş bir uluslar arası topluluğu ve Fransa, italya gibi ülkelerle beraber, süper güç ABD’yi arkasına almıştır.
Bu arada Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına geri dönmesine evet diyen 12 Eylül cuntasını buradan bir bilgi notu şeklinde, yeri gelmişken hatırlatmak istiyorum.Neden?Çünkü Böylelikle bizim için bu bu kriz biri NATO, diğeri NATO’nun askeri kanadının dışında olan bir ülke olarak değil de iki NATO ülkesi olarak karşı karşıya gelmemize vesile olmuştur. Bel ki de Yunanistan NATO’nun askeri kanadında olmasa ABD bu kadar açıklıkla ve rahatlıkla burada üs kuramayacak ve Yunanistan lehine taraf olamayacak, Güney Kıbrıs Rum Kesimine uzun yıllardır uyguladığı silah ambargosunu kaldırmayacaktı.
Yalnız başımıza, Irak, Suriye, Lübnan olmak üzere üç cephede operasyonlarımız sürerken yeni bir cephe açmak Türkiye’ye pahalıya mal olabilir. Çifte standartlı emperyalistler Türkiye’yi mütecaviz konumuna İndirgeyerek Irak ve Suriye durumuna da getirmek isteyebilirler.
Ancak sessiz kalmamız, geri adım atmamız da bizi felakete sürükleyecektir.Bu ihlallerin ardı arkası kesilmeyecektir.Mavi vatandaki tüm haklarımız gasp edilecektir. Tarihi süreç için de anlatmaya çalıştığımız sessiz kalınan tüm hukuk ihlalleri ve korsanca girişimler Yunanistan’ın iştahını daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır ve Yunanistan’ın gözünü doyurmamıştır.
Bu durumlara itidal ve alttan almayı telkin etmek en azından uluslararası konjoktürün kavranılmadığının, tarih bilgisinin noksanlığının göstergesidir. Artık bu dönemde siyasal hukuksal ittifaklar ve müttefiklikler kağıt üzerinde kalmıştır.İttifaklar bölgeden bölgeye, çok kısa zaman dilimleri içinde günden güne bile değişmektedir. BM kurallarının ve uluslararası hukukun hiçe sayıldığı kaotik bir dönemden geçiyoruz. Dijital bir orta çağı yaşıyoruz.Olağanüstü dönemsel kriz, felaket ve pandemi süreçlerinin sürekli hale geldiği zamanların içindeyiz.
Dış politikada birçok alanda gayretlerimiz var fakat rakiplerimiz bizden daha çok önceden beri aralıksız aynı konular üzerinde kombine bir şekilde yoğunlaştıkları için daha fazla başarılı olmuş gibi gözüküyorlar.
Şu hususun tekrar altını çizmek gerekir. Türkiye ile Yunanistan arasında sorun yoktur. Bu krizi “sorun diye nitelendirirsek Türkiye’nin de gelinen durumda katkısı olduğunu kabul etmiş ve diyaloga kapıyı aralamış oluruz. Yunanistan ile diyalog aramak sorunun bir parçası olduğunu kabul etmek demektir.
Çözüm; uluslararası adalet divanı, BM, NATO veya AB nezdinde Türkiye lehine yazışmalarla, görüşmelerle çözülecek ya da Türkiye’nin ekonomik, askeri ve politik alandaki proaktif girişimleriyle bitirilecektir.
Sonuç olarak ortada Yunanistan’ın piyon olarak kullanıldığı deniz hukuk alanında emsali görülmemiş bir uluslararası korsanlık ve gasp girişimi vardır ve biz bu sorunun üstesinden gelebiliriz.Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş savaşında en olumsuz şartlarda vatanı kurtardığı gibi biz de Mavi Vatan’ımızı, bize ait olan ada ve adacıkları kurtarıp koruyabiliriz.Nasıl mı?Müteakip maddelerde kendi uzmanlık alanımız, tecrübe ve görüşümüze göre almamız gereken politik ve askeri tedbirleri de sıralayarak yazımızı sonlandıralım.
Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıyla neticelenen isyanı ve 1830 yılındaki kuruluşundan itibaren “Megali İdea” olarak ifade edilen mefkuresinden hiç vazgeçmemiştir. Bir anlamda savaş meydanlarında kazanmaya muaffak olamadığı zaferleri diplomatik müzakere masalarında kazanma yolundaki amacını hep sürdürmüştür. Buna bağlı olarak, komşuluk ilişkisiyle hiçbir surette uyuşmayacak şekilde, Türkiye’nin milli menfaatlerine tamamen aykırı, hakkaniyet ve iyi niyetle bağdaşmayacak taleplerini agresif suretle ve ısrarla dile getirmekten ve şartların uygun olduğunu düşündüğünde anılan talepleri uluslararası platforma taşımaktan, cebren ve hile uygulamaktan vazgeçmemiştir.
Türkiye’nin bu durum karşısındaki tasarrufları ve Yunanistan’ın tezlerine karşı geliştirdiği tezler ise, hiçbir suretle talepkar olmayıp, uluslararası platform nezdinde iktisap ettiği haklarının savunmasından ibaret olmuştur. Uluslararası toplum nezdinde hakettiği hukuki desteği siyasi nedenlerle almaktan mahrum kalan Türkiye, Yunanistan’ın ısrarlı talepleri karşısında haklarını savunmak için, bir diğer ifade ile, Yunanistan’ı hukuk alanına çekip, barışa zorlamak için silahlı kuvvet kullanabileceğini ilan (casus belli) etmiştir.
Yunanistan’ın, uluslararası platformda kuruluşundan itibaren, “Avrupa’nın Şımarık Çocuğu” olarak ifade edilebilecek bir pozisyonda konumlandırıldığı dikkate alındığında, Türkiye’nin Ege’de Yunanistan’a karşı tek başına verdiği mücadelenin güçlüğü de anlaşılabilecektir. Dahası, 1 Ocak 1981 tarihinden beri Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Yunanistan, Ege sorununda Türkiye’nin karşısında tek başına değil, AB ile beraber çıkmaktadır.
Türkiye, her ne kadar AB’ye tam üye adayı olsa dahi, AB’nin, bir üyesiyle Müslüman tam üye adayı arasındaki ihtilafta kimin tarafında olacağını biliyoruz ve bir çok olayda bu durumu gördük ve yine görüyoruz.
Bugün Doğu Akdeniz’de yaşanan ihtilaflar serisinin başından itibaren Fransa’nın başı çektiği AB ile birlikte, İsrail, ABD ve ayrıca Mısır, BAE gibi Müslüman bazı ülkelerde de bu ittifaka katılmıştır.
Tekrar yakın tarihe dönecek olursak, Yunanistan 1922 yılında Milli Mücadele’de yok edilip denize dökülmesine rağmen etrafındaki hami devletlerin koruması sonucunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşmasında, Karaağaç ilçesini Türkiye’ye vererek yüklü harp tazminatı ödemekten kurtulmuştur. Balkan savaşlarında elimizden çıkan adalardan 12 ada hariç tamamının aidiyeti silah bulundurmamak ve tahkim edilmek kaydıyla Yunanistan’a geçmiştir.
Yine İngiltere’nin koruyuculuğu altında, İstanbul’da Fener Ortodoks Rum kilisesi ve İstanbul’daki Rumlar yerinde kalmayı başarmıştır. (Batı Trakya Türkleriyle birlikte Mübadele kapsamı dışında tutulmuştur.)
Ayasofya’nın cami olarak ilk kaydını yaptıran büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’tür. 1934 yılında faşist Alman, İtalyan tehditlerinden dolayı ve Lozan’da halledilemeyen Boğazlar sorununu uluslararası desteği arkasına alarak çözmek istemesi nedeniyle, Ayasofya’nın konumu müze statüsüne dönüştürülmüştür.
Yunanistan 1936 yılında Montrö mutabakatı ortamından cesaret alarak karasularını tek taraflı olarak (Lozan antlaşmasında 3 mil olarak belirlenmesine rağmen) 6 mile çıkartmıştır.1964 yılında Türkiye’de 6 mile çıkartarak Yunanistan’ın bu -oldu bittisini- zımmen kabul etmiştir.
Yine Yunanistan 1947 yılında 12 adaların Türkiye’nin Stalin tehditlerine öncelik vermesi sonucunda Paris barış konferansına katılma teklifi geldiği halde katılmamasından dolayı İtalya’nın işgalinde olan 12 ada kendisine büyük devletlerce adeta peşkeş çekilmiştir.
Yunanistan Türkiye’nin bu pasif tutumundan cesaret alarak 1954 yılında Kıbrıs’ı da ilhak etmeye çalışmıştır. Enosis planına Kıbrıs halkının direnişi ve Türkiye’nin garantör olarak müdahalesiyle ve en son Türkiye’nin 1974 yılındaki askeri müdahalesiyle planları suya düşmütür.
İstanbul’daki Rumların büyük kısmı 1954 ve 1964 deki Kanlı Kıbrıs cinayetleriyle paralel olarak Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir.
Yine Yunanistan dönemin Türk başbakanı Süleyman Demirel zamanında hava sahasının koordinasyonu için kullanılan fır hattını 6 mil olan karasularının çok ötesine geçirerek 10 mile çıkartmıştır.
Tarihsel süreçte de açıklamaya çalıştığımız gibi gerek tedhiş, terör gerek korsanca davranışlar gerekse arkasına aldığı emperyalist ülkelerin desteğiyle Yunanistan’ın söylem ve davranışları, tek taraflı girişimleri ve sinsice -oldu bittileri- durumu adım adım bu noktaya getirmiştir.
30 Ağustos 2020 tarihinde, Yunanistan tarafından Meis’in askeri işgaliyle denizlerde Doğu Akdeniz de navtex ilanlarına Yunanistan’ın verdiği küstahça tepkiler sonucu tırmanan gerginlikler Meis’ feribotlarla asker çıkarılması ile doruk noktasına ulaşmış oluyor. Mavi Vatan’da barış ile savaş arasında olan büyük kriz ve bir gerginlik safhası (Askeri ve Politik Önlemler Safhasına) çoktan geçmiş oluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’deki haklarını korumayı amaçlayan proaktif veya reaktif tüm önlem ve davranışları uzun zamandan beri uygulamaya koymuştur. İHA’lar , SİHA’lar, S-400 alımı, Rusya’dan lojistik sitemleriyle beraber SU serisi uçak alma girişimleri, Libya’nın meşru hükümetiyle imzalanan münhasır bölge anlaşmaları, Kuzey Kıbrıs ve Libya da üs kurma faaliyetleri, Yavuz, Barbaros ve Oruç Reis gemilerinin kendi münhasır alanlarımızda sondaj faaliyetleri, üst üste ilan edilen navtexler Türkiye’nin denizlerde ki Sevr girişimine boyun eğmeyeceğini, kendi haklarına sahip çıkacağını gösteren önemli adımlardır.
Ancak bütün bu girişimler; Meis’e asker çıkarılmasına sessiz kalındığı ve geçiştirildiği taktirde yeterli kalmayacaktır. Meis’e zamanla daha da deniz ve hava unsurları da Çünkü Girit’le Meis Yunanistan’ın hazırlattığı Sevilla haritasında Yunanistan’ın bu adalardan geçen hat ana kıyı gibi referans alınmıştır. Yunanistan’ın karşı navtexleri, müttefikleriyle beraber tatbikat girişimleri ve bu feribotlarla Meis’e çıkartılan Yunan birlikleri ile geri adım atmadığı gibi gerginliği ve tahrikleri bir üst perdeye taşımıştır. Türkiyenin uygulama ve söylemleri bir alt perdede kalmıştır.
İlk kurşunu biz atalım büyük bir cepheyi karşımıza alarak savaşı biz başlatalım demiyorum; ancak artık bazı yeni şeyleri icraat olarak üst noktalara taşıma ve büyük kararlılık ve irade koyma zamanıdır.
Yunanistan Ege’de, kendisine silahsızlandırılması ve askerden arındırılması kaydıyla verilen Ege adalarını büyük kuvvetlerle zaten çok önceden tahkim etmişti. Son dönemde Türkiye’ye ait olan 18 adayı da hukuka aykırı bir şekilde göstere göstere işgal etmiştir. Böylelikle 1924 Lozan ve 1947 Paris antlaşmaları Yunanistan tarafından delik deşik edilmiştir. Bu konular açısından bu antlaşmalar hükmünü yitirmiştir.
Ayrıca buna garantör ülke olmamasına rağmen Kıbrıs’ta Fransa’nın üs kurma girişimleri ve Yunanistan’ın Meis adasının asker konuşlandırılması artık gasp ve korsanca baskınlara dönüşmüştür.Bu agresif girişimler adeta gözümüze sokulan parmak niteliğine bürünmüştür.En azından bundan sonra durumu hem durdurmalıyız, hem de saldırıları püskürtmekle kalmayıp, tam tersine, krizi fırsata çevirmeliyiz. Büyük Atatürk Lozan’ın her maddesine, İsmet İnönü gibi pasif davranarak sabitlenip kalsaydı. Ne Hatay ana vatana katılırdı, ne de Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanırdı. ” Koşullar değişmiştir” diyerek ilgili devletleri arkasına alarak, kimi zaman askeri göz dağ vererek, oluşumlar kurarak aleyhimize mecburen kabul ettiğimiz bazı hususları düzeltti.
Şimdi biz de bırakalım kaçırdığımız fırsatları, işte Yunanistan bize tekrar bir fırsat sunuyor. “Şartlar değişmiş Yunanistan antlaşmaları defalarca ihlal etmiştir, adaları işgal etme hakkımız doğmuştur” mealinde bir notayı Yunanistan’a, Birleşmiş Milletlere, NATO’ya ve AB’ye bildirmeliyiz. İhlalleri kuvvetli bir dille ifade etmeliyiz. Protesto mitingleri ve yürüyüşleri tertip etmeliyiz. Devlet Bahçeli’nin başlatacağı 12 ada yürüyüşü bu kapsamda mantıklıdır.Bu adamlar Trabzon bizim, Konstantinopol bizim diyerek ülkemizde dahi boy gösteriyorlar, Sümela’da ayin yapıyorlar; biz de “adalar bizimdir” pankartları açalım, gösteriler, televizyon programları tertipleyelim.
Savaş başlatmak ve durumu çözmek mevcut koşullarda Türk devletinin askeri imkan ve kabiliyeti içindedir.Ancak karşı cephe haksız ve hukuksuz olmasına rağmen geniş bir uluslar arası topluluğu ve Fransa, italya gibi ülkelerle beraber, süper güç ABD’yi arkasına almıştır.
Bu arada Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına geri dönmesine evet diyen 12 Eylül cuntasını buradan bir bilgi notu şeklinde, yeri gelmişken hatırlatmak istiyorum.Neden?Çünkü Böylelikle bizim için bu bu kriz biri NATO, diğeri NATO’nun askeri kanadının dışında olan bir ülke olarak değil de iki NATO ülkesi olarak karşı karşıya gelmemize vesile olmuştur. Bel ki de Yunanistan NATO’nun askeri kanadında olmasa ABD bu kadar açıklıkla ve rahatlıkla burada üs kuramayacak ve Yunanistan lehine taraf olamayacak, Güney Kıbrıs Rum Kesimine uzun yıllardır uyguladığı silah ambargosunu kaldırmayacaktı.
Yalnız başımıza, Irak, Suriye, Lübnan olmak üzere üç cephede operasyonlarımız sürerken yeni bir cephe açmak Türkiye’ye pahalıya mal olabilir. Çifte standartlı emperyalistler Türkiye’yi mütecaviz konumuna İndirgeyerek Irak ve Suriye durumuna da getirmek isteyebilirler.
Ancak sessiz kalmamız, geri adım atmamız da bizi felakete sürükleyecektir.Bu ihlallerin ardı arkası kesilmeyecektir.Mavi vatandaki tüm haklarımız gasp edilecektir. Tarihi süreç için de anlatmaya çalıştığımız sessiz kalınan tüm hukuk ihlalleri ve korsanca girişimler Yunanistan’ın iştahını daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır ve Yunanistan’ın gözünü doyurmamıştır.
Bu durumlara itidal ve alttan almayı telkin etmek en azından uluslararası konjoktürün kavranılmadığının, tarih bilgisinin noksanlığının göstergesidir. Artık bu dönemde siyasal hukuksal ittifaklar ve müttefiklikler kağıt üzerinde kalmıştır.İttifaklar bölgeden bölgeye, çok kısa zaman dilimleri içinde günden güne bile değişmektedir. BM kurallarının ve uluslararası hukukun hiçe sayıldığı kaotik bir dönemden geçiyoruz. Dijital bir orta çağı yaşıyoruz.Olağanüstü dönemsel kriz, felaket ve pandemi süreçlerinin sürekli hale geldiği zamanların içindeyiz.
Dış politikada birçok alanda gayretlerimiz var fakat rakiplerimiz bizden daha çok önceden beri aralıksız aynı konular üzerinde kombine bir şekilde yoğunlaştıkları için daha fazla başarılı olmuş gibi gözüküyorlar.
Şu hususun tekrar altını çizmek gerekir. Türkiye ile Yunanistan arasında sorun yoktur. Bu krizi “sorun diye nitelendirirsek Türkiye’nin de gelinen durumda katkısı olduğunu kabul etmiş ve diyaloga kapıyı aralamış oluruz. Yunanistan ile diyalog aramak sorunun bir parçası olduğunu kabul etmek demektir.
Çözüm; uluslararası adalet divanı, BM, NATO veya AB nezdinde Türkiye lehine yazışmalarla, görüşmelerle çözülecek ya da Türkiye’nin ekonomik, askeri ve politik alandaki proaktif girişimleriyle bitirilecektir.
Sonuç olarak ortada Yunanistan’ın piyon olarak kullanıldığı deniz hukuk alanında emsali görülmemiş bir uluslararası korsanlık ve gasp girişimi vardır ve biz bu sorunun üstesinden gelebiliriz.Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş savaşında en olumsuz şartlarda vatanı kurtardığı gibi biz de Mavi Vatan’ımızı, bize ait olan ada ve adacıkları kurtarıp koruyabiliriz.Nasıl mı?Müteakip maddelerde kendi uzmanlık alanımız, tecrübe ve görüşümüze göre almamız gereken politik ve askeri tedbirleri de sıralayarak yazımızı sonlandıralım.
- Suriye ile, Lübnan’la, İsrail’le Mısır’la görüşmeliyiz. Denizden komşu olduğumuz devletlere, Yunanistan’a göre denizlerde daha avantajlı alanlar sunan anlaşma tekliflerimizi ısrarla sunmalı ve tarihi, ticari, dini ve kültürel ortak argümanlar koyarak başta Akdeniz de münhasır bölge dahil birçok alanda işbirliği aramalıyız.
- Bu işbirliği Cezayir, Tunus, Fas, Süveyş kanalı etrafında olan ülkelerle devam ettirilmelidir.
- Umman’da üs kurmalıyız.
- Somali, Etiyopya(Habeşistan), Sudan ile ilişkiler ticari ve askeri çerçevede geliştirilmelidir.
- Çin ile uçak gemisi, münhasır deniz alanları içinde suni adalar inşa edilmesi konusunda işbirliği yapılmalıdır.
- Ege Ordusu Komutanlığının adı “Ege ve Akdeniz Ordular Grup Komutanlığı” olarak değiştirilmeli; 4 adet Müşterek Özel Görev Grup Komutanlığı oluşturulmalıdır. Bunlar sırasıyla İzmir, Muğla, Antalya ve Mersin’e konuşlandırılmalıdır. Görevi sadece Kıbrıs ve adalar olan bir Hava İndirme Tümeni kurulmalı ve bu yeni kuruluşun ihtiyatını teşkil etmelidir.
- Güney Deniz Saha Komutanlığı (Akdeniz) ve Batı (Ege Denizi) Saha Komutanlığı olarak iki ayrı konuşlandırılmaya geçilmelidir.
- Uzaya, Ege ve Akdeniz’i gözetleyecek uydular fırlatılmalıdır.Ege ordusu birlikleri İHA’lar ve SİHA’larla takviye edilmelidir.
- S-400 ler Trakya ve Ege’ye ve Güneydoğuya konuşlandırılmalıdır.
- Çanakkale’de, Edirne ve İstanbul’da askeri faaliyetler artırılmalıdır.(Kanal İstanbul, Çanakkale boğazı köprüleri projeleri askeri amaçlar için faydalıdır.Bir an önce hızlandırılmalıdır.)
- Yunanistan’ın tüm faaliyetlerini gözleyecek kara ve hava radarları Ege ve Akdeniz’de konuşlandırılmalıdır.
- TSK kuvvetlerinde personel sayısı azaltılmamalı, tam tersine artırılmalıdır.
- Yunanistan ana karasını menzili içine alacak önce ivedi olarak ithal füzeler alınmalı ve sonra milli yerli füzeler geliştirilmelidir. Menzili artırılmış uzun menzilli toplar ve ÇNRA bataryaları da başlangıçta bölgeye sevk ettirilmelidir.
- Taarruz helikopterleri, genel maksat helikopterleri, çıkarma gemileri sayımız acilen artırılmalıdır.(Amfibi personel çıkarma gemilerimiz alınana kadar turizm amaçlı feribotlar bu amaçlı kullanılmalıdır.)
- Kendi uçak gemimizin yapımına başlanmalıdır.Milli muharebe uçaklarımızın hangar çıkışı yapıp deneme uçuşları başlayıncaya kadar, Rusya’dan lojistik sistemleriyle beraber, F-35 platformu yerine SU-57 serisi uçaklar alınmalıdır.Hava kabiliyetimiz takviye edilmelidir.
- Bulgaristan, Makedonya ve İtalya ve İspanya ile karşılıklı işbirliği görüşmeleri başaltılmalıdır.
- Almanya patron ve lider devlet olarak AB nin dağılmaması adına Fransa ve Yunanistan’ı kerhen desteklediğini biliyoruz. Gerek ekonomik nedenlerden ötürü gerekse tarihsel geçmişinden dolayı adalar ve Doğu Akdeniz konusunda Türkiye ye daha yakın olduğunu değerlendiriyorum. Almanya ile ilişkiler kopartılmamalıdır.Ama onların -geri adım atın- sözleri de dinlenmemelidir.
- Karşı blokta yer alan devletlerin tüm düşmanları dostumuz olmalıdır.
- Bu ülkelerde iç politikalarındaki hassas noktalar muhalif unsurlar istihbarat birimlerimizin çalışma alanına girmelidir.
- Fransa beyin ölümünün gerçekleştiğine inanarak NATO’nun fişini çekmeye, kendisinin lideri olduğu Avrupa ordusunu kurmaya çalışıyor, bunu da Yunanistan üzerinden hayata geçirmeye çalışıyor gibidir.
- Türkiye mavi vatan da haklarını koruyamazsa, Yavru Vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Anavatan d[FT1] a tehlikeye girecektir. Bu bilinçle hareket etmeliyiz.
- Yunanistan’ın ve Fransa’nın yumuşak karnı ve düşmanları üzerinde çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız.Kıbrıs’ın tanınmasını sağlamalıyız.Fener Rum patriği hususu, Ege adaları, adacık ve kayalıklar konusu, fır hattı, Batı Trakya meseleleri tamamen bütün dosyalar yeniden korkmadan büyük ve bağımsız bir devlet gibi açılıp ele alınmalıdır.
- Geçmişte yaşanmış gerek başka iktidarları ve liderleri eleştirmeyi bırakmalıyız.İçinde bulunduğumuz dönem de özellikle Yunanistan ve Kıbrıs ekseninde AB’ye giriş amaçlı veya başka nedenlerle sürdürdüğümüz pasif politikalara son vermeliyiz. Tabii ki fevri ve hesapsız hareketlerden de kaçınmalıyız. Ancak artık “özgüvenli dik duran, adımlarını hesaplayarak atan, geri vitesi lügatından çıkarmış, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte hareket eden, karalı ve güçlü bir ülke” konumuna terfi etmeliyiz.
Tarih cesur, soğukkanlı veakıllı hareket eden milletlerin mahvolduğunu bize hiç göstermemiştir. Emperyalistler elbette terör örgütleri, içerdeki maşaları dağıldığı için bizi Yunanistanla tokuşturmak istiyorlar bu bellidir ancak, sessiz kalmak, kabullenmek çok daha tehlikelidir bunu bilelim.
Son bir kaç yılda izlediğimiz özgüvenli tutum ve davranışlar, söylemler, çalışmalar, zaten bizim iyi yolda olduğumuzu gösteriyor.Sadece düşmanlarımızın sayısını azaltalım, takıntılarımızdan vazgeçelim, ayrıca müttefiklerimizi, cesaretimizi,tedbirlerimizi arttıralım, çeşitlendirelim ve ortak aklımızı harekete geçirelim yeter.
Dr.Faruk Türközü
Son bir kaç yılda izlediğimiz özgüvenli tutum ve davranışlar, söylemler, çalışmalar, zaten bizim iyi yolda olduğumuzu gösteriyor.Sadece düşmanlarımızın sayısını azaltalım, takıntılarımızdan vazgeçelim, ayrıca müttefiklerimizi, cesaretimizi,tedbirlerimizi arttıralım, çeşitlendirelim ve ortak aklımızı harekete geçirelim yeter.
Dr.Faruk Türközü
FACEBOOK YORUMLAR