Cevad Heyat'ın dünya görüşünde Türkçülük, Azerbaycancılık ve İrancılık konuları
III. Bölüm
(Bu yazı dizisi Azerbaycan Türk düşünürü, Türkolog Cevad Heyt'in doğumunun 100. yılına ithaf edilmiştir)
Javad Heyat, “İslam Devrimi”nden sonra bile Perslerin, özellikle Azerbaycan Türkleri olmak üzere, Fars olmayan halklara karşı samimiyetsiz davranışlarını ve Fars şovenizmini sürdürdüklerini çok doğru bir şekilde ifade etmiştir. Dolayısıyla, devrimden sonra İran’daki İslam otoriteleri, İslam’ın şartlarını kelimenin gerçek anlamıyla değil, kendi çıkarlarına göre uygulamışlardır. Heyat şöyle yazmıştır: “İslam’da ırkçılık kınanmış ve lanetlenmiştir. Diller de ilahi ayetlerdendir (Kur’an-ı Kerim). Bu diller, insanların birbirlerini öğrenmeleri, anlamaları ve tanımaları için yaratılmıştır. Yani dillerin kendilerinde fazilet ve kutsallık yoktur, belki fazilet ve kutsallık, dillerin yardımıyla söylenen ve yayılan içerikler ve kavramlardır. İnsanların değeri ve önemi, belirli bir dil uğruna değil, belki de dindarlık, iyi işler, Hak yolunda yapılan hizmetler ve insanları içindir.” [1]
J. Hayat'a göre, oybirliği dilde değil, birlik ve güçte aranmalıdır. Ona göre, birlik ve güç anlamında oybirliği için farklı halklar birbirlerinin haklarına, özellikle de ana dillerine saygı göstermelidir. Bu bağlamda, Foroughi gibi Fars şovenistlerine hitaben şöyle yazmıştır: "Siz, ana dilinizden farklı bir dil konuşan kardeşlerinizin yıkıntıları üzerine hayali emperyalizm sarayınızı inşa etmek ve onları kendinizle bir etmek istiyorsunuz. Ana dilin herkes için değerli ve saygın olduğunu bilmelisiniz ve ana dil, bin yıl önceki dil anlamına gelmez, ana dil her çocuğun annesinden bebekliğinden itibaren öğrendiği dildir. Hafez ve Sadi'nin dili olsun, Şah İsmail Hatay'ın, Fuzuli'nin veya Cengiz, Teymur'un dili olsun, ya da gezgin çingenelerin dili olsun." [2]
Javad Heyat, az da olsa, herkesin hayalperest, gerici düşüncelerini yüce Tanrı uğruna ve gücenmiş yurttaşların birliği uğruna terk edebileceğini umuyordu: “Fars yanlısı, Türk yanlısı ve Arap yanlısı düşünceler yerine, sevgi, kardeşlik ve eşitliği vaaz edelim ki, Tanrı’nın bize verdiği bu cennet gibi ülkeyi artık bir kibir ve anlaşmazlık cehennemine çevirmeyelim. Ben ve Türkçe konuşan vatandaşlarımın çoğu Farsçayı ana dilimiz kadar seviyoruz ve abartmıyorsam, onun edebiyatına aşığız; tatlı ve güzel bir dille yüksek insani ve mistik fikirleri vaaz eden edebiyata. Dr. Nitgi’nin ifadesiyle, Türkçe ana dilimizse, Farsça da sevdiğimiz bir dildir. Ama size sorayım, böylesine radikal milliyetçi ve ırkçı (İran ırkı) düşüncelerle, siz de kendinizi Fars edebiyatının yüksek bilgeliğinin mirasçısı olarak mı görüyorsunuz?” [3]
Aslında Heyet çok hassas bir noktaya değindi, kendilerini hümanist, adil ve saf ırk olarak gören Fars şovenistleri bunun karşılığında ne talep ediyorlar? Yani tarihi gelenekleri ile bugünkü iddiaları hiç örtüşmüyor. Ancak Azerbaycan Türkleri de dahil olmak üzere Türk halklarının böyle bir iddiası hiçbir zaman olmamış, hatta her zaman adil ve insani eylemleriyle dünyada isim yapmışlardır. Başka halkların dillerini, milli örf ve adetlerini (insanlık dışı olan örf ve adetler hariç) yasaklamamış, kurdukları devletlerde hakikatten ve adaletten asla sapmamışlardır. Ancak Pehleviler, hukuka aykırı bir şekilde iktidara gelir gelmez Türk kimliğini, Türk dilini ve Türk geleneklerini yasaklamışken, İran'ın İslam rejimi başlangıçta bu hakları tanıyacağını belirtmiş, hatta anayasanın 15. maddesinde her halkın kendi ana dilinde eğitim yapma iznini kabul etmiş, ancak bugüne kadar çeşitli bahanelerle buna izin vermemiştir.
Aryan-Fars şovenizminin radikal propagandacılarının, “İslam Devrimi”nden (1979) sonra da molla kılığında aynı politikayı sürdürmeleri şaşırtıcı değildir. Fars şovenistleri için değişen tek şey “devrimin” rengiydi, yani dün “demokrasi” adı altında “beyaz” giyinenler, çöküşünden sonra İslam dini-Şiilik adı altında “siyah” giyinmişlerdi. Oysa Fars şovenistleri için esas itibariyle önemli olan, iktidarı ellerinde tutmak ve Türkçülük üzerindeki asimilasyon politikasını sürdürmekti. Sadece Pehlevi döneminde Fars şovenistleri, destekçileri olan ABD ve Büyük Britanya’ya güvenerek Türkçülüğü açıkça yok ettiler. Sovyet Rusya’da olduğu gibi Pehleviler döneminde de “Ben Türk’üm” demek büyük ölçüde yasaktı.
Bu bağlamda, "İslam Devrimi"nden sonra Fars şovenizmine hizmet eden mollaların dini "duyarlılığı" hatırlayıp, Fars olmayan "Müslüman kardeşler"e yönelik sözde ırkçı yaklaşımı terk etmeleri hiç de ikna edici değildi. Mesele sadece Fars şovenistlerinin İslam'a veya Şii mezhepçiliğine dönüşünün, Pehlevilerin beklenen düşüşüyle ilgili pragmatik bir adım olması ve "marjinallik"ten başka bir adı olmamasıdır. Cevad Heyat gibi aydınlarımızın İslam dininin kurallarının ve düzenlemelerinin, insan haklarının ve haklarının tüm halklara eşit şekilde uygulanmasını talep etmesi doğaldı. Örneğin, "İslam Devrimi"nden önce Fars şovenistleri "İran" halkını silip attıklarında, Azerbaycan Türklerine "Azeriler" dedikleri ve onları dahil ettiklerinde ve aynı zamanda Farsçayı tüm "İranlılar" için ana dil ilan ettiklerinde, hiç kimse tüm bunlara itiraz etme hakkına sahip değildi.
Aynı Fars şovenizminden kaynaklanan ifadeler “İslam Devrimi”nden sonra da devam edince Heyatlar, Zehtablar, Nitgiler, Sahirler ve diğerleri buna itiraz ettiler. Örneğin Heyat, “Ayandeh” dergisinde yayınlanan “Fars Dili – İran Milliyetinin Büyük Bir İşareti” (Yazarı: Javad Şeyhulislami) adlı makaleyi ciddi bir şekilde eleştirdi. Bu, birincisi, “İranlı” kavramının bir milliyeti değil, bir milleti ifade ettiğini gösterdi. Çünkü Tacikler ve Afganlar, Farsça konuşsalar da “İranlı” değillerdir ve ikincisi, Türkler, Türkmenler ve Araplar, Farsça konuşmasalar da, tıpkı Farsça konuşan insanlar gibi, siyasi bir millet anlamında “İranlı”dırlar. Heyat şunları yazdı: “Makalenin yazarı, Azerbaycan halkının Türkçe, Huzistan halkının ise Arapça konuşmasını İran için tehlikeli görüyor ve Arya Mehri rejiminin yöneticileri gibi, bu dilleri “50 yıllık planlarla” ortadan kaldırmayı ve bu bölgelerin halkını Farsça konuşur hale getirmeyi amaçlıyor.” [4]
J. Heyat, "Ayende" (Cevad Şeyhülislamî) adlı eserin yazarının bu önerilerinin, Pehlevilerin 50 yıllık iktidarı boyunca Azerbaycan ve diğer Türk bölgelerinde tüm devlet imkânları ve benzeri görülmemiş bir şiddetle uygulamaya konulduğunu bir kez daha kaydetti. “50 yıllık Pehlevi döneminde, sadece Türkçe yazmak değil, resmi dairelerde Türkçe konuşmak bile yasakken, Türkçe konuşan şair ve yazarlar çeşitli siyasi bahanelerle ortadan kaldırılırken veya işkence görürken, Türklerin yaşadığı hangi şehir, yerleşim yeri, köy veya aile Farsça konuşur hale getirildi? Yaşananları tekrarlamak yanlış bir adımdır. Pehlevi rejiminin faşist ve insanlık dışı yöntemleri tekrarlanmaya değmez. İran'a ve İranlılara sempati duyuyorsanız, o acı ve insanlık dışı deneyimleri tekrarlamak yerine, kendi ülkenizdeki gerçeklere biraz dikkat edin ve İranlı milliyetinin temelini bu ülkenin nüfusunun mevcut özelliklerinde (İslam, vatan ve diğer ortak özellikler) arayın, onlara saygı gösterin ve İranlı olmanın büyük işaretini ve sembolünü bu özelliklerin toplamında arayın.” [5]
Heyet, genel olarak Farsçanın “İran” halklarının ortak dili olmasına itiraz etmemiş, ancak aynı zamanda her halkın eğitimli olmasının ve kendi ulusal dilini bilmesinin önemini vurgulamıştır: “Bizim görüşümüze göre çok dilli bir nüfusa sahip bir ülkede tek bir ortak dil olmalı, ancak bu hedefe ulaşmak için insani ve amaçlı bir yol seçilmelidir. Başkalarının da izlediği ve hedeflerine ulaştığı bir yol. Bugün dünyada çok dilli nüfusa sahip birçok ülke var ve İsviçre, Belçika, Kanada, SSCB vb. bu ülkeler arasındadır. Tüm bu ülkelerin ortak bir dili var, ancak her bölgenin ve halkın dili o bölgede resmidir ve o bölgenin halkı önce kendi dilini öğrenir, okuryazar olduktan sonra da ülkelerinin ortak dilini öğrenir. Bizce İran’da bu konuda bugüne kadar ilerleme sağlanamamasının nedeni, kültürel geri kalmışlığın yanı sıra “aşırı milliyetçi” devletlerin yanlış politikaları ve yöntemleri olmuştur. İnsanlar kendi ana dillerinde eğitim aldıklarında daha hızlı okuryazar oluyorlar ve kişi aynı zamanda ülkesinin dilini daha hızlı öğrenir". [6]
“Azerbaycan Edebiyatına Bir Bakış” adlı eserinde, “Türk” kelimesinin bir ırkı değil, “dilleri ve kültürel gelenekleriyle tanınan halkları” ifade ettiğini doğru bir şekilde yazmıştır. [7] Bu, “Türk” kelimesinin yalnızca milliyeti ifade etmekle sınırlı olmadığı, aynı zamanda kültürü, gelenekleri, görenekleri ve felsefeyi de içerdiği anlamına gelir. Bu bağlamda, Türk dili, Türk milliyeti ve Türk kimliği, Türk felsefesi ve Türk dünya görüşüyle ilişkilidir.
FACEBOOK YORUMLAR