Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

Tazimat’ta Osmanlıcılık

03 Ağustos 2018 - 10:52

Tazimat’ta Osmanlıcılık

 

Fikir ve edebi hayatımızın önemli isimlerinden Fuad Köprülü’nün,“Osmanlılık”  terimi ile ilgili 1918 yılında yazdığı bir makalesinden hareketle, Devleti Aliye’nin yıkılmadan önceki son demlerinde kurtarıcı olarak dayanılan bu terim, övünç kaynağı olarak günümüzde de çok fazla kullanılır olduğundan, yeniden bu dönemi hatırlatmak istedik…

     Köprülü’ye göre; Osmanlı kelimesi Tanzimat zamanından beri moda olmuş yeni bir tâbirdir, Tanzimat ileri gelenleri ve bir takım adamlara göre milliyet anlamını ifade eder. Osmanlı milleti denince de Araplar, Ermeniler, Rumlar, Türkler, Yahudiler hepsi buraya dâhildir. Herkes mutabakatla kabul edilen, Avrupalılaşmak amacını güden bu Osmanlılık fikrinde birleşiliyordu.

     Onlara göre Müslümanlar ve gayri Müslimler her şartta eşit olacak, din ve mezhep farklılıkları ortadan kalkacak, bir Osmanlı Milliyeti vücuda gelecekti. Tarihi gerçeklere tamamen aykırı olan bu çocukça hayale inanmaktaydılar. Oysa Hıristiyan unsurlar Müslümanlarla eşit değildi. Onlar askerlik gibi en önemli bir vazifeyi kabul etmiyorlar, ayrıcalıklara sahip bir cemaat hayatı sürüyorlardı.

     19. yüzyıldan itibaren gelişen milliyet ve milliyetçilik fikirlerinin tesiri altındaki Hıristiyan unsurlar kurtuluş ve özgürlük gayesine yönelik olarak planlı ve programlı olarak çalışmaktaydılar.

     Tanzimat’tan itibaren yönetimler düşüncelerinde samimi idiler. Osmanlıcılık fikri için çalışıyor icraatta bulunuyorlardı. 1839 Tanzimat Fermanında, 1856 Islahat Fermanında ve 1876 parlamenter sisteme geçiş olan Kanuni Esasi için çalışmalar, gayri Müslimlerin istiklal emelleri ve bir takım devletlerin entrikalarına mani olamamıştı. Mithat Paşa Tuna Vilayetinde çok başarılı, adil, refah ve saadeti temin eden bir idare tesis ettiği halde, Bulgar komiteler ve Rusya, Mithat Paşa’yı devreden çıkarıp görevden aldırıyorlardı.

     İttihat ve Terakkinin başlıca düsturu- temel kaidesi Osmanlılık ve unsurların birleşmesinden ibaretti. Rum, Ermeni, Arap, Türk, Yahudi yoktu, Osmanlılık vardı. Onların en ufak, herhangi bir kültürel ve manevi fikirlerine bile tahammül edemiyorlardı.

     “Farkımız yok biriz, eşiz, hep Osmanlı, hep kardeşiz” sloganlarıyla, Hocalarla papazları aynı arabaya bindirip, onca yaşanmış tarihi kayıtları unutup, gözlerimizi kapayarak unsurların birleşmesi hayallerine inanıyorduk.

     Türkler, güya başka unsurları kuşkulandırmamak için kendilerini unutmaya razı oluyorlardı. Türklüğün yokluğu güya çimento vazifesi görüyordu. Türkler, Türk olduğunu anlarlarsa diğer unsurlar da milli fikirlere kapılacak, Osmanlılar bundan zarar görecek diye düşünülüyordu. Gayri Müslimleri bırakın Arap ve Arnavutların milli inanışlarına mani olmak istedik. Bu adamlar Türk milliyetperveri olsalardı Arnavutluk ve Arap diyarında Türk kanı dökmezlerdi.

     Türk Milliyetçiliğinin oluşumunu senelerce engellemek sûretiyle, Türklük için kötü neticeler vermiş olan Osmanlıcılık İdeali Rumeli’deki kendi topraklarımızın elimizden çıkmasına ve perişanlığa sebep vermiştir.

     Soyut, hayali ideallere dayanan siyasetler felaketle neticelenir. Eski devirlerdeki gücümüzü kaybettikten sonra, Tanzimat’ın doğurduğu, bu soyut ve hayali “Osmanlıcılık” fikrinin,  Osmanlı saltanatını ve topraklarını nasıl parçaladığını görerek, bu tarihi hakikatleri yeniden değerlendirilip, yorumlamak mecburiyetindeyiz.