Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

GEÇMİŞİN İZİNDE

08 Şubat 2015 - 22:15 - Güncelleme: 09 Şubat 2015 - 14:35

GEÇMİŞİN İZİNDE

Bir çıt bile çıkmaz, her tarafı sessizlik bürümüştür. Bilinmez ki insanların yorgunluklarından mı sesi çıkmaz? Usanmışlıklarından mı? Böyle bir zamanda, dümen sizin elinizde olduğunda, bir şeyler söylersiniz, doğrunuz kesin doğrudur. Sesiniz yüce dağlara çarpar, ses döner dolaşır size ulaşır ve sonra tereddütte dahi olsanız, doğru yanlış ne varsa ona siz de inanır daha da güçlendiğinizi hissedersiniz. Düşüncenizi kendi yorumunuzla ilettiğinizde ona yeni bir elbise giydirdiğinizi zannedersiniz.

Bir müddet bu memlekette kendi tarihini, kültürünü inkâr ediş marifet sayıldı. Nice uzak diyarlardan kahramanlar getirildi onlar baş tacı edildi.

Bir zaman sonra bu yabancılaşmaya tepki de gecikmedi. Kendilerinin bir geçmişi, kökü olduğuna inananlar geçmişine sahip çıktılar. Fakat ne yazık ki kendi kültürüne, değerlerine, tarihine sahip çıkış zaman zaman özde değil taklitte kaldı. Öyle ki örnek alınan rehberler sanatkârlar ya yanlış seçilmişti, ya onlar zamana göre mi yorumlanamamıştı,  ya da yeni bir ifade ediş mi bulunamamıştı? Ya da birileri sesini cümle âleme mi duyuramamıştı?

Uzun bir geçmişte ve çok işler yaptıktan ve görevini yerine getirdikten sonra, yeniden inşa edilen devletin geçen yüz yıla yakın zamana rağmen, binlerce yıllık tarihi tecrübeyle oluşmuş vatan, iman ve insani ve fikri değerleri, sanatkârları mevcutken bunlara aldırmadan,  temel mutabakata varılmamış gibi olması, bize uzak çözümler aranması ne acıdır.  

Bizim bizi tanıyan bize ait değerleri söyleyen fikir adamlarına, sanatkârlarına ve ilim adamlarına ne çok ihtiyacımız vardır. Kolaya kaçmadan, bilim adamı ve sanatkârlardan faydalanmak esas alınmalıdır.  Her mevkide olan yöneticilerin de onlara değer verip, ifade ediş ve icraatlarında onlardan yararlanması ne kadar önemlidir.

Şehrin anahtarlarını elinde tutanlara da çok iş düşmektedir. Bazen küçük gibi görünen bazı hatalar dikkatlerden kaçmamaktadır. Otuz Ağustos Zafer Bayramında şehre asılan afişlerde

Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Yarabbi

Senin uğrunda ölen ordu budur ya Yarabbi

Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın

Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın

Yahya Kemal’in muhteşem dörtlüğünü,- şahit ol bu son ordusudur İslam’ın-, diye değiştirip afiş ve panolarda sergilemek nasıl bir yanlıştır.

Yine Fatih devri sadrazamlarından Rum Mehmet Paşa’nın, İstanbul Üsküdar’daki camisine gelir getirmek maksadıyla yaptırılan Manisa’da ki bedestenin yeniden onarılıp hizmete açıldığında basılan davetiye ve afişlerde Tarihi Rum Mehmet Paşa Bedesteni diye ifade edilişi, ismin önüne tarihi kelimesi konuluşu, bu Rum kelimesinden bir rahatsızlık mı? Yoksa yeni bir yanlış mıdır? Burada isim zaten bir tarihi duruşu ifade etmektedir.

Burda yapılması gereken tarihimizde önemli bir yer ifade eden Rum kelimesinin izahı olmalıdır. Bizler de bu Rum kelimesini Yahya Kemal’in Tarih Musahabeleri-konuşma- kitabından öğrenmiş bulunmaktayız.

Rum kelimesi her ne kadar Yunan milletiyle özdeşleşmiş gibi olsa da, biz Türkler de bu ifadeye sahip çıkmışızdır. Roma İmparatoru Konstantin, imparatorluğun başkentini İstanbul’a nakledince, ne kadar resmi yapı varsa benzerini İstanbul’da inşa ettirmiştir. Burada kanunlar ve merasimler de Roma tarzında yapılmıştır. İlerleyen zamanda Anadolu ve Rumeli’nde de devlet Rumlaşmıştır yani Rumlaştı demek Romalılaştı demek olmuştur.

Arap lisanında O harfi yoktu, U’ harfi ifadesiyle Roma’ya Rum denildi. Zamanla Arap ve Acem taraflarında, buralara Diyar-ı Rum deniliyordu. Sonraları Türkler de bu deyimi benimsediler. Mevlana’ya, Celalettin Rumi denildi. Öz Türk yurdu olan ve şimdi kaybettiğimiz memleket parçamız hep Rumeli olarak anıldı. Türk Padişahları da Fatih’ten itibaren Rum Sultanı unvanını kullandılar. Çünkü Dünya Gücü ve Sultanı olan Türk Hükümdarı aynı zamanda Roma’nın varisiydi.

Bazıları ve dünya biz Türkleri her ne kadar doğu medeniyetinin temsilcisi olarak görseler de ki biz çok tarafımızla öyle olmamıza rağmen yine de –Batı’ya yaptığımız yürüyüş ve göçlerden itibaren- hem doğulu hem de batılı olduk.

Biz dün olduğu gibi bugün de hem doğuyu hem de batıyı temsil eden bir dünya milletiyiz.

Şehirleri veya mevkileri ellerinde tutanların bütün dünyayı ve insanlığı kaplayan, insani değerlerle birlikte,  ayrılmaz bir vatan ve iman aşkıyla, birlik içindeki millet şuuruna sahip çıkmaları esas olmalıdır.

Sessizliğe ve sakinliğe bürünmüş zamanın seyrinin uzayıp gideceği düşünülürken, kenarda gören, duyan, hisseden bir rüzgâr ilahi nağmesiyle gün gelir bildik bir şarkıyı söyler.

Celil Altınbilek                                         

07.02.2015