Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

İnkılap, Medeniyet, Dönüşüm

11 Kasım 2022 - 00:48

İnkılap, Medeniyet, Dönüşüm
     Peyami Safa’nın, Türk İnkılabına Bakışlar* adlı eserinden alıntılar yaparak medeniyetlerin tahlillerini yapacağınız.
     Batı denince Avrupa’nın, doğu denince Asya’nın hatıra gelmesinde bir yanlışlık yoktur.
     Maddî ve manevî kıymetlerin mübadelesinde, ırkların ve milletlerin işbirliğinden, dinlerin, sistemlerin, menfaatlerin rekabetlerinden doğan bu Avrupa, gayet mahdut bir toprak üstünde bütün fikirlerin, akidelerin, keşiflerin yığıldığı bir çarşıdır ki yeryüzünün her köşesinden oraya maddî ve manevî kıymetler akını başladı. Bütün tarih boyunca Avrupa kafasını şu üç büyük tesir vücuda getirmiştir: Yunan, Roma ve Hristiyanlık. Birkaç asırda o kadar ileri gitti ki başkalarıyla kendini ayıran mesafe aşılmaz bir hale geldi. Bu ileri ve muzaffer Avrupa artık kendi kendisinden dışarı fırlıyor, ya fikirleriyle, ya ordularıyla yabancı topraklar fethine çıkıyordu.(s.83)
     İslâm şark, Akdenizlidir ve daha ziyade garplı sayılır. Evet, çünkü İslâm ve Türk düşüncesinin batı kolu, Yunan düşüncesini, yalnız yaşamakla kalmamış ortaçağda onu Avrupa’ya tanıtmıştır. İslamın doğu kolu ise, Hint ve İran tesiri altında kalmıştır. İslâm dini Hıristiyanlığın bir antitezi değil, tekâmülüdür. Fakat bu iki din ayrı ayrı nasıl birer istakâmet almış ki, İslâm ve Türk düşüncesi, ortaçağ kafası içinde kalarak Hıristiyan garp medeniyetinin bilhassa Rönesanstan sonraki yürüyüşüne katılamamıştır?
     Bütün ortaçağ İslâm -ve Türk- kültürü, klâsik Yunan düşüncesinin babası Aristo’nun işaret ve tesiri altındadır. Aristo’nun işareti altında ortaçağ İslâm iskolâstiğini ilk tesis edenler Türklerdir (Farabi, İbni Sina, X - XI inci asır). Bu, İslâm iskolâstiğinin Türk ve şark koludur. On bir ve on ikinci asırda, bu esaslar üstüne Endülüs’te bir garp okulu peyda olur. Bu kol, Arap İbni Rüşd ve Yahudi İmni Memun vasıtasiyle Aristo felsefesini Avrupa’ya tanıtmıştır. (s.109)
    Farabi’de yeni Eflâtunculuk mistiğiyle Aristo tabiatçılığı arasında bir köprü kuran bu büyük inkılâp, artık İbni Sina’da varacağı noktaya varmıştır. (s.113)
     Bütün mesele Türk ve İslâm ortaçağın bu ilk Rönesansı yaratmış olduğu halde, sonraki Avrupa Rönesansından uzak kalmasıdır. (s.110)
      İbni Rüşd’e göre: “İlâhiyatçıların sözleri masaldan başka bir şey değildir. Diğerlerinde olduğu gibi Hıristiyanlığın kanunlarında masaldan ve hatadan başka bir şey yoktur. Hıristiyan dini ilme zarar verir, Ancak filozoflar hakemdirler.”  Rönesansa kadar İbni Sina’nın ve İbni Rüşd’ün akılcı ve tabiatçı felsefesi şarkta olduğu kadar da garpda, bütün ilâhiyatçılar ve mistikler tarafından şiddetli hücumlara uğramıştır. Bu nokta Türklerin Avrupa düşüncesini yaratmakta büyük bir âmil oldukları halde sonradan niçin geri kaldıklarını izah edebilmemiz için esastır ( s.115)
    İslâm felsefesi, bir yandan Farabi ve bilhassa İbni Sina ile, Allah bilgisi (Teoloji) olmaktan dünya bilgisi (Kozmoloji) olmaya giderken, bir yandan da bunun tam zıddına bir cereyan takip etmiştir. Bu iki zıt gidiş, ilk önce birbiriyle çatışmadan veya birbirinin inkişafına engel olmadan, her biri kendi yolunda ilerledi. İki zıt istikamete doğru çatallanan İslâm felsefesinin akılcı ve tabiatçı kolu daha ziyade Hıristiyan garp, imancı ve ilâhiyatçı kolu da daha ziyade İslâm şark üstünde tesirini devam ettirir. İslâm dini de kitabında rasyonalist (akılcı) bir ruh sahibi olduğu halde sonradan mistik bir düşünce doğurmuş. Hıristiyanlık da kitabında mistik bir ruh sahibi olduğu halde sonradan akılcı ve tabiatçı bir medeniyet ortaya çıkarmıştır.  S.116)
     İranlıların, İslâmiyetten en az bin beş yüz sene evvel, sonraları Avrupalıların droit divin adını verdikleri ilâhî hukuk nazariyelerini ortaya koyarak Zerdüştün mukaddes kitabı Zendavestaya geçirdiklerini haber veriyor. Bu nazariyelere göre hükümdar, kudret ve salâhiyetini doğrudan doğruya Allah’tan alır, bu sıfatla mukaddes ve gayrimesul olur. “Bu nazariyeler, İran’ın haşmeti ve azameti sayesinde bütün diğer Şark kavimlerine sirayet etti, ulaştı. İslâmiyet, mahiyeti itibarıyla bu nazariyeye yanaşamazdı.” Çünkü Allah’la insan arasına açılmaz bir mesafe koyan Müslümanlık, tabiatıyla, hükümdara bir gök ve tanrı otoritesi veremezdi. Hattâ İslâm dini peygamberleri bile günahtan münezzeh, arınmış saymıyor; bir hükümdara nasıl mesuliyetsizlik bahşedebilir? “İslâmiyet, hükûmetin kaynağını menşeini, gayet makul ve ilmî olarak cemaatte arar.  (s.124)
      Hükümdar, Maddeten cemaat huzurunda, manen Allah huzurunda sorumluluğu vardır.” Fakat bu İslâm telâkkisi, İslâm şarkta pek uzun sürmüyor; Muaviye zamanından bugüne kadar gene o eski İranî görüş her tarafta hâkim olmuştur. “Bu suretle diyor, istibdadın en muzlim ve müthiş bir şekli teessüs etti.  (s. 124)
Mevzumuz, uzamasından dolayı, daha sonra devam edeceğiz.
Celil Altınbilek
08.11.2022

*Peyami Safa. Türk İnkılabına Bakışlar. Atatürk Kültür Merkezi. Ankara 2010
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum