Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Yaşayacağım

08 Mart 2023 - 09:52

Yaşayacağım
Arkadaki araba kornoya basıyor. Arabadan gelen korno sesleri canhıraş feryatlar hâlinde atmosfere salınıyor. Dikiz aynasından arkadaki araca bakıyorum. Sürücü koltuğunda oturan adamın eliyle ilerlesene gibisinden bir işaret yaptığını görüyorum. Arabamın camını indiriyorum ve yavaş gidiyorum ki beni geçebilsin. Yanımdan geçerken tüm öfkemi kusuyorum ona. ‘‘Terbiyesiz adam! Utanmıyor musun sabah sabah kornaya abanmaya? Bas! Git şimdi!’’ Adam da ne oluyoruz gibilerinden hem suçludur hem güçlü vaziyette beni tehdit edercesine elini kolunu sallayarak ilerliyor, trafikte gözden kayboluyor.
İşyerine gider gitmez kuzenim aradı. Şöyle bir telefonun ekranına baksam da açmak istemedim. İç sıkıntım henüz geçmemiştir. Sabah kahvemi ve sigaramı içemedim. Çantamı masamın üzerine bıraktım, montumu askıya astım. Atölyemin önüne katlanabilir masamı kurdum. Masamın etrafına da katlanabilir iskemlelerimi yerleştirdim. Çaycıya kahve getirmesini söyledim ancak kahvenin gelmesini beklemeden sigara paketinden bir tane sigara çektim, tellendirdim. Anneannem aklıma geliyor, ‘‘Getir bir sigara da tellendirelim.’’ diye söylerdi. Ah! Anneannem…
Kuzenim telefonumu tekrar çaldırdığında artık kaçışım olmadığını anladım. Açsan dert, açmasan başka bir dert, diye söylenerek telefonu açtım. Birkaç gündür konuşamadığımız için sıradan girdiği aile fertleri ile dedikoduları anlattıktan sonra konuyu Fırat’a getirdi. Fırat’ı görmüş… anlatıyor. Gerek yok şimdi, ben çalışmaya başlayacağım, diyorum ama duymuyor. Maksadı nedir bu kızın? Beni üzmek ise maksadı, evet bunu başarıyor. Fırat’ın yanında bir kız varmış… eee diyorum, olabilir… Kız hamileydi ve Fırat’ın elini tutuyordu, diyor. Bir ân telefonu elimde sıkıyorum, ağzımdan tek bir kelime çıkmıyor. Ne söylemem gerektiğini bilmiyorum çünkü. Rol yapamıyorum. Ben neysem oyum. Canın mı sıkıldı? diyor. Hayret doğrusu, canımın sıkıldığını kavradı. Amacı da zaten benim canımı sıkmaktı. Eh bunu da başarmış oldu. Hayır, diyorum canım filan sıkılmadı. Olabilir, diyorum. İyi günler diyerek telefonu kapatıyorum.
Bir müddet geçmişe gittim. Beynime söz geçiremiyorum. Düşüncelerin sokağında dolaşıyorum. Hayır Fırat senin olduğun sokağa girmeyeceğim. Yavaş yavaş vücudum mu katılaşıyor, yoksa bana mı öyle geliyor? Ne kadar süre bu şekilde kaldığımı bilmiyorum. Belki bir beş dakika kadar. Çaycının:
- Abla iyi misin? diye seslendiğini duydum.
- Ha, dedim. İyiyim iyiyim.
- Sigaran üzerine düşmüş ablacığım. Farkında değil misin?
- Evet Tayfun düşmüş. Farkında değilim.
- İyi misin? Bak istersen hastaneye git. Ya da anneni ara. Ben geldiğimde donmuş vaziyette duruyordun.
- Yok Tayfun gerek yok. Kahve için teşekkür ederim. Seninle cumartesi günü hesap görememiştik. Sen haftalık hesabı getir de ödemesini yapayım.
- Tamam ablacığım hemen getiriyorum. Kahvaltı etmediysen sana poğaça getireyim.
- İstemiyorum. Hesabı getir yeter.
Kahvemi elime alıp içeriye geçtim. Verilen bir sipariş için tabureye oturdum. Müşterinin gönderdiği fotoğrafı açtım, daha sonra da hangi renklerde çalışma yapacağım ile ilgili düşünmeye başladım. Tahtanın üzerine önce karakalemim ile kabataslak çizmeye başladım. Yaklaşık bir saat sonra karakalem çalışmamı bitirmiştim. Çalışma yaparken aklıma gelen hatıraları savuşturup onları geldikleri yere geri gönderdiğimi düşünsem de hiçbir yere gittikleri yoktu. Oradaydılar. Akıl duvarımın ardında. Sadece kapıyı açmamı bekliyorlardı. Tahtayı elimden bıraktım. Daha sonra çalışacağım seninle, dedim ona. Boyadığım seramik ürünlerin yanına geçtim şimdi de hazırladığım siparişlerin hepsini özenli bir şekilde kolilerin içine yerleştirmekle meşgulüm. Bugün tam beş tane sipariş gönderecektim. Her birinin parası cumartesi günü hesabıma yatmıştı. Kargo kolilerini hazırladıktan sonra her birinin üzerine müşterilerimin adreslerini yazdım. Kargo şirketini aradım. Kargolarım olduğunu atölyeme kurye göndermelerini istedim.
Telefonuma gelen bip sesi ile mesaj geldiğini anladım, mesajın üzerinde kaydı parmağım. Bir fotoğraf. Fırat ve yanında bir kız. Kuzenimden geliyor. Kuzenim yapmış yapacağını. Hangi ara çekti acaba bu fotoğrafı? diye düşünürken fotoğraftaki kızın şişkin göbeğine takıldı gözlerim. Demek doğruydu. Tabii ki doğruydu. Kuzenim pervasızdır, hatta beni sevmediğini de söyleyebilirim ama yalancı olduğunu söyleyemem. Fotoğrafı büyüttüm. Önce Fırat’ın yüzünde gezindi gözlerim daha sonra yanındaki kızda. Yine kızın göbeğine takıldı gözlerim. Kaç aylık hamileydi? Biz ayrıldıktan sonra hemen mi evlenmişti? Öyle olsa bile bu kız sanki her an doğuma gidecek kadar şişman görünüyordu. Bu demek oluyordu ki Fırat benimle birlikteyken yanındaki kızla da birlikteydi. Alçak! diye söylendim. Fotoğraftan çıktım. Ardı ardına gelen mesajlara baktım.
- Fotoğrafı gördün mü Çağla? Kız dokuz aylık hamile gibi. Sanki her ân doğuma gidecekmiş gibi duruyor.
- Evet gördüm.
- Siz dört ay önce ayrılmadınız mı? Bu demek oluyor ki Çağlacığım seninle birlikteyken yanındaki kızla da birlikteymiş ve üstelik kızı hamile bırakmış. Demek o yüzden senden ayrıldı.
- Ben bıraktım onu Ebru. Bunu sana kaç kez söyleyeceğim.
- Tamam. Tamam biliyorum. Sen bıraktın. Fakat sen onu çok seviyordun. Fırat’ın adam gibi bir adam olmadığını hepimiz biliyorduk zaten Çağlacığım. Bir tek sen bilmiyordun. Şimdi öğrenmiş oldun. Bak görüyor musun, fakülteden beri hayatında olan yıllardır seninle evleneceğini düşlediğin adam, ne olduğu belirsiz bir kızla evlenmiş üstelik kız hamile. Adam baba bile oluyor. Sen hâlâ uyumaya devam et.
- Uyuduğum filan yok Ebru. Çalışıyorum diyorum sana. Ne yapabilirim? Sonuçta evlenmiş bir adama bunun hesabını soramam değil mi? Ne olduysa oldu. Beni rahat bırak…
Telefonumun internetini kapattım. Böylelikle ardı ardına gelen mesajların çıkardığı bip sesini duymaktan kurtulmuş oldum. Yok olmayacak böyle, çalışamıyorum… Çıkmalıyım buradan. Tayfun’u aradım, hemen yukarıya çıktı. Biraz sonra kurye gelecek dedim, işte para sana, dedim. Ne kadar para verdiğimi de hatırlamıyorum. Atölyeyi Tayfun’a emanet edip çıktım. Caddeden yukarıya doğru yürüyorum. Yok oraya doğru yürümeyeceğim. Aşağıya doğru salındım. Nereye gidiyorum böyle? Oysaki beni arayacağını umuyordum. Hiç bu kadar ayrı kalmamıştık. Ama aramadı. İnanmak istemiyorum, inanmak istemesem de gerçek ortada. Bir taksi çevirdim, Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’na dedim. Taksiden indim, buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Bitmiş bir ilişkinin hem de evli bir erkeğin peşinde mi dolanacağım? Hayır, dolanmayacağım. Ben sadece hesap soracağım. Neyin hesabını soracağım acaba? Adam evlenmiş. İşte birkaç metre sonra Fırat’ın avukatlık bürosuna varmış olacağım. Geri dönmeliyim. İyice saçmaladım. Ne diyeceğim? Benden ayrıldıktan sonra evlenmişsin. Kız hamile. Of iyice aklımı yitirdim. Ne istersem onu yaparım, derse ne olacak? Üstelik ben kimim ki? Ne demek kimim yahu! On yıl birlikteliğimiz oldu. Bunun hesabını sormak hakkım değil mi? Hayır değil. Adam evlenmiş. Sırtını dön ve terk et burayı. Of! Çıldıracağım. İçimdeki bu sesten kurtulamıyorum. Hayır gideceğim. Gideceğim ve Fırat’tan hesap soracağım.
Avukatlık bürosunun önüne geldim. Zile bastım. Kapı açıldı. Hâlâ geriye dönebilirim. Sıvış, git buradan Çağla. Kendini rezil edeceksin. Hayır sıvışmayacağım. Bunu yapmaya hakkım var. İlerliyorum. Kapıyı kim açtı? Büronun ortasına kadar yürüdüm. Arkamdan biri sesleniyor.
- Çağla Hanım bir dakika bekleyin. Fırat Bey şu ânda toplantıda biraz bekleyin de haber vereyim.
Duymuyorum sesi. Yıldırım gibi Fırat’ın odasına dalıyorum…
- Fırat! diye bağırıyorum. Odada tanımadığım iki adam var. Çıkın dışarı, diyorum adamlara. Aval aval yüzüme bakıyorlar. Çıkın dedim size, diye yineliyorum. Fırat ayağa kalkıyor. Özür diliyor ve beni kolumdan çekerek yan odaya alıyor.
- Evlendin mi diyorum alçak. Hani beni seviyordun, hani bensiz olamazdın, hani başka bir kadına el süremezdin. Üstelik kız hamile… üstelik benimle beraberken onunla…
Fırat ellerimi tutuyor… ‘‘Sana hesap vermek zorunda değilim.’’ diyor.
Kendime geliyorum hâlâ taksinin içindeyim. Taksiciye geriye Altıparmak Caddesi’ne dön diyorum. Ne yaptığının farkında mısın gibisinden şüpheli bir edayla bana doğru bakıyor. Ne diyorsam onu yap sen, diyorum. Tamam, diyerek geriye dönüyor.
İşyerine döndüm. Telefonumu çıkardım çantamdan. İnterneti kapatmaya çalışırken tamamıyla telefonumu kapatmışım. Açtım. Ebru’dan bir sürü mesaj, okumuyorum onları. Sonra başka bir mesaj daha düşüyor telefonuma. Fırat’tan iki sayfa uzunluğunda mektup edasında bir mesaj. Okuyorum. Evlenmiş evet. Açıklama yapıyor bana. Bir gün önce Ebru ile karşılaştığını söylüyor, Ebru’nun fotoğraf çektiğinden bahsediyor. Bir sürü zırvalar… Böyle olsun istemezmiş…Ağlıyorum…Ağlıyorum… Fırat’a mutluluklar diliyorum. Mavi ışık yanıyor… Okudu. Çıkıyorum hesabımdan…
Yaşayacağım. İyi olacağım. Ağlıyorum… Masamın başına geçiyorum. Çalışmama devam ediyorum. Tablonun üzerine gözyaşlarım düşüyor. Yaşayacağım diyorum. Yaşayacağım…