Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Kiralık Anne

02 Mart 2023 - 00:02 - Güncelleme: 07 Mart 2023 - 11:09

Kiralık Anne
Tablonun içindeki manayı keşfetmek istermiş gibi bakıyordu. Yaratılan dünya sanki tüm benliğini resmin içine doğru çekiyor ve onu kendi evrenindeki gizemli yollara sürüklüyordu. O kadar dalmıştı ki hayâl dünyasına, kendine doğru tıkır tıkır yürüyen kadını görmemişti. ‘‘Sizi bilmem ama,’’ dedi kadın. ‘‘ben güzelliğe ve estetiğe pek önem vermiyorum. Örneğin şu tablo oldukça kasvetli öyle değil mi? Fakat nasıl da insanı içine sürüklüyor. Saatlerce başında durarak ona bakabilir insan. Ben hep çirkin olanı seviyorum, ve hep çirkinin içinde var olan güzelliği keşfediyorum. İnsanlarda da böyle. Çirkin olan kadın ya da erkek benim daha fazla ilgimi çekiyor. Çirkin olanın içindeki derin duyguları keşfediyorum sonra.’’ Ahmet gülümsedi. Böyle demagojik ve alaturka sözleri hiç sevmezdi. ‘‘Evet hanımefendi, bakmayı bilmek gerekir. Gözler ne yazık ki önce gördüğüne odaklanır. Görünenin ardındaki manayı ise keşfetmeyi arzu etmez.’’ Kadın konuşmak için dudaklarını kıpırdattı. Ahmet ise kadına fırsat vermeden ‘‘İzninizle hanımefendi.’’ diyerek uzaklaştı kadının yanından.

Ahmet, resim sergisinin olduğu bölümden ayrılırken gülümsedi. ‘‘Güzeli değil çirkini seviyormuş!’’ dedi bir kahkaha attı. Güzellik Ahmet için olmazsa olmaz olan taraftı, bir nitelikti o. Her şey güzel olmalıydı. İnsanlar, doğa, hayvanlar… Sonra sevgilileri için harcadığı estetik paralarını düşündü. Estetik için verilen meblağ ile lüks bir otomobil alınırdı. Hayatına girecek olan kadınları daima güzellerin içinden seçmişti. Gül bahçesine giren bir bahçıvandı o. En güzelini seçer, çekip alırdı. Bir müddet sonra da kadının pek beğenmediğini belirttiği bir tarafı için plastik cerrahi doktoruna gönderirdi. Bu şekilde de aylar ayları kovalar ve nihayet canı sıkıldığında ilişkiyi bitirirdi. Kadın onun için bir eğlence aracıydı. Zeki olmasına gerek yoktu ama zeki olması da onun için sorun teşkil etmezdi. Uzun boylu, zayıftı, daima şık ve zarif giyinirdi. Girdiği ortamlarda ilk anda fark edilen kişilerdendi. Kültürlü, entelektüel bir izlenim uyandırırdı insanlarda. Mavi gözleri içinde yaşanmamış bir hayatın acısı gizliydi. Bir arayış içinde olduğu, ve fakat kendisine dahi itiraf edemediği bir kederin yarattığı uçurumlar vardı orada. Kötü bir insan olmayı seçmişti. Servetini hesap etmeyi çoktan bırakmıştı, sayamayacağı kadar parası ve gayrimenkulü vardı, fakat ardında bunları har vurup harman savuracak bir veliahttı yoktu. Elli beş yaşındaydı, sayısız ilişkiler yaşamış, pek çok kadın hayatına girmişti. O kadınların birinden çocuk sahibi olmaya yeltenmemişti. Evliliği ise hiç düşünmemişti. Şu kadınlar, dedi. Meltem’e kaydı gitti aklı. Kız hamile olduğunu iddia etmişti. Yalan söylüyor olabileceğini ihtimal dahilinde tutarak evlilik fikrini de olasılık içine giydirmişti. Sonra kızın doğruyu söyleme sancısı tutmuş olacak ki hamile olmadığını itiraf etmişti Ahmet’e. Ve bildik son, Ahmet kızı terk etmişti.
Caddeye doğru açılan koridordan ilerledi. Dışarıdaki keskin soğuğun nefesini hissetmiş, yüzünü atkısına gömmüştü, şoförünün arabayı getirmesini beklerken resim galerisinin olduğu bina önünde belli bir süre dikilecekti. Gazete ilanı için yazacağı metni düşünürken bir kız ve yanında küçük bir çocuğun sesini duydu.
- Merhaba beyefendi. Kendi yazdığım kitaplar, almak ister misiniz?
Ahmet sese doğru baktı. Kızın lacivert gözlerinin içine gömüldü. Lacivert gözler, dedi.
- Efendim anlayamadım. Ne dediniz?
- Gözleriniz matmazel lacivert renk ve saçlarınız matmazel kır çiçeklerini kıskandıracak kadar yumuşak ve güneşi kıskandıracak kadar ışıklı.
- Kitaplar beyefendi. Kitap satmaya çalışıyorum. İltifatlarınızı isterseniz bundan hoşlanacak olanlar için saklayınız.
- Oooh kitaplar matmazel, saçmalık… Almıyorum.
Kız öfkeli gözlerle Ahmet’in yanından ayrılırken Ahmet gülüyordu. Yanındaki de herhalde çocuğu diye düşündü. Otuz yaşlarında vardır, fakat işsiz, güçsüz, avare gibi sokaklarda dolaşıyor ve kitap satmaya çalışıyor. Ooo çok duygulandım. Kibritçi kız ve annesi. Kahkahayı patlattı. Ahmet’in genelde yoksul insanlara karşı acıması yoktur. Bu dünyaya gönderilen herkes bir planın sıra taşlarını oluşturur sadece o kadar. Bir plan dahilinde bu dünyaya gönderiliriz. Ve Tanrı’nın fikrine göre bazılarımız yoksul olup hizmet ederken diğerleri onlara hükmeder ve işte o hükmedenler de zenginlerdir. Tanrı’nın isteği ve dileği bu olduğuna göre sıra taşlarını yerinden oynatmaya gerek yok. Büyük sıra taşları yerlerinde durmalıdır ve küçük sıra taşları da yine yerlerinde durmalıdır. Adaletsiz olan dünyayı Tanrı yaratmadı mı o hâlde taşları yerinden neden oynatalım ki? Ahmet’in zihni lacivert gözlü kızı görünce bu fikirlerle yeniden örülmüştü. Fakirler, ah şu fakirler hahaha… O sırada caddenin kenarına sıfır lüks markalı otomobili yanaşmıştı. Şoför araçtan seri bir şekilde atlamış Ahmet’in girmesi için kapıyı açmıştı. Ahmet hızlı adımlarla arabasının yanına vardı, açılan kapıdan içeriye girdi. Arabanın sağ tarafında oturan Suzan Hanım’ı görünce ‘‘Ooo babaanneciğim bu ne sürpriz böyle. Beni almaya mı geldin?’’ dedi.
- Kızın elindeki kitapları almalıydın Ahmetçiğim. Sana uzatılan yardım isteyen bir eli geri çevirmemelisin.
- Suzancığım o kız yardım istemiyordu ki. Kitap satmaya çalışıyordu. Hahaha. Üstelik kendi yazdığı kitaplarmış.
-  Alsaydın işte çocuğum. Okurdum ben. Oğlumu, gelinimi toprağa verdim. Yüz bir yaşındayım ölemiyorum yahu. Ölemiyorum. Günlerim boş ve sıkıcı geçiyor. Yeryüzündeki tüm kitapları okumuşum gibime geliyor. Görmediğim hiçbir yer kalmadı. O kitapları alsaydın çocuğum. Bir proleterin yazdığı kitapta neler anlatılıyor merak ettim doğrusu.
- Hahaha. Bırak Tanrı aşkına. Ne yazabilir onlar. Sen yine bildiğinden şaşma.
- Ahmetçiğim senin hâline çok üzülüyorum. Bir çocuk sahibi olamadın. Bunca servet heba olup gidecek diye üzülüyorum. Senden bir torunu kucağımı almadan ölmek istemiyorum.
- Merak etme, o işi çok komik bir yöntemle çözeceğim. Kiralık anne tutacağım.
- Aman Tanrı’m. Ne diyorsun Ahmetçiğim?
- Üzülme Suzan yahu. Gazeteye ilan vereceğim, vereceğim ilanda sekreter, temizlik elemanı alınacaktır diye yazacak. Böylelikle doğacak olan bir proleterin de hayatı kurtulacak. Annesi için aynı şeyi söyleyemesem de. Kızların yaşları on sekiz ila yirmi beş yaş arasında olacak. Üst sınır yirmi beş, bir ay bile büyük olmayacak. Gelen kızların en güzelini sen seçeceksin. Sonra da gen araştırması yapılacak. Doğrusu soyuma farklı bir genin karışmasını istemiyorum.
- Korkulur senden yahu. Sonra ne olacak? Evlenecek misin alt sınıftan bir kızla?
- Ne evlenmesinden bahsediyorsun Tanrı aşkına. Evlenmeyeceğim tabii ki. En güzel kızları seçtikten sonra gen araştırmasını da geçen kız kiralık anne olacak.
- Kız kabul edecek mi bakalım?
- Öyle büyük bir servet sunacağım ki ona kabul etmemesi diye bir şey söz konusu olamayacak.
- Çocuğu doğurunca ne olacak peki? Ya hak iddia ederse çocuk üzerinde?
- Çocuğu doğurur doğurmaz öteki aleme göç etmiş olacak. Tatlı uykusundan hiç uyanamayacak.
- Üzerine yaptığın onca servet de tabii proleter kiralık annenin ailesine kalacak. Korkunç bir durum Tanrım.
- Suzan niçin böyle meseleleri kafana takıyorsun? Nasıl diyordu şu yoksullar ‘‘Eşeğimi sağlam kazığa bağlayacağım. Yoksa arabayı mı direğe bağlıyorlardı?’’ Her ne ise canım her neyi nereye bağlıyorlarsa sağlam bağlıyorlar demek ki. Kiralık anne olacak kız banka hesabına büyük bir servetin yattığını zannedecek. İstediği zaman istediği kadar parayı çekebilecek. Banka ile muhasebecim ile ve hukuk danışmanlarım ile bu konuyu tartıştım ve bir çözüm yolu buldum. Kız ölünce bir şanssızlık eseri doğal yollarla öldüğü zannedilecek. Ailesi varsa eğer biraz gözleri korkutularak üç beş milyon verilebilir.
- Üç beş milyon problem olmaz çocuğum, verebilirsin. Banliyöde yaşayan kesim için oldukça büyük bir meblağ.
Sıfır markalı lüks araç bebek sahilindeki yalının önünde durdu, açılan çift kanatlı kapıdan bir kuş gibi hafif muhteşem güzellikteki bahçeye süzüldü. Ahmet havuz başına çekilirken, Suzan evin içine sonradan ilâve yaptırılan asansör ile üst kata çıktı.
Ahmet havuz başında oturmuş dinleniyordu. Kendisine doğru yaklaşan bir çift bacak gördü.
- Hoş geldiniz efendim. Yemek yiyecek misiniz? Yoksa soğuk bir içecek mi tercih edersiniz?
Ahmet hizmetçi kızın bacaklarına bakarak konuştu.
- Soğuk bir viski getir bana.
- Emredersiniz efendim.
Kızın arkasından bakan Ahmet hizmetçide fiziksel bir tuhaflık sezinlemişti. Tableti eline alarak kiralık anne için önceden kafasında tasarladığı bir metin yazdı ve e-posta olarak asistanına gönderdi. Kız viskiyi getirmiş, servis etmişti.
- Dur bir dakika. Sen de bir tuhaflık var bugün. Kilo mu aldın Esra?
- Hayır efendim. Belirttiğiniz kilonun üzerine kesinlikle çıkmıyorum. Bugün biraz rahatsızım.
- Tamam izinlisin. Gitmeden önce tartıl. Müge kilona baksın ve not etsin. Sonra da hizmetime gelsin. Şimdi git.
Kızı belli bir süre nazarlarıyla takip eden Ahmet ‘‘Zavallı kız,’’ dedi. ‘‘yıllardır yanımda çalışıyor. Aslında kiralık anne aramayıp çocuğu bu kızdan edinebilirim. Bana âşık olduğunu biliyorum, hiç itiraz etmeyecektir. Ama işte benim kötü ruhum durmuyor ve ağlarını örüyor. Kiralık anne ölecek. Doğrusu on sekiz yaşında daha yanıma ve hizmetime girmiş bu kıza acıyorum. Ölmesin. Üstelik onun bana baktıkça ızdırap çektiğini görüyorum ve bundan haz duyuyorum. Böyle bir güzelliğin nasıl yaşlanacağını görmek de çok hoşuma gidecek doğrusu. Bana âşık olduğu için evlenemez de zavallı. Ah şu aşk. Ah büyük ses. Yok oluş. Ah içimizdeki haykırış. Hahaha.’’

Esila ile Peymân Beyoğlu semtine girdiklerinde akşamın karanlığı köhne sokakların üzerine sinsice inmekteydi. Esila Peymân’a işaret çakarak eski ahşap bir evin söveli kapısının içine saklandı. Peymân’a verilen görev basitti. Yoldan geçen adamın cebini boşaltan Peymân hızla kaçarak oradan uzaklaştı. Adam cebinden cüzdanın aşırıldığını hissedince ‘‘Ulen köpeoğlusu deyyus!’’ diyerek olduğu yerin ekseninde dönelendi. Dumura uğrayan adamın yanına varan Esila ‘‘O çocuğu tanıyorum beyefendi Kutsal Haç Kulesi yakınlarında oturur isterseniz sizi oraya kadar götürebilir, evini gösterebilirim.’’ dedi. Adam polisi arayacağım diyerek cebinden telefonunu çıkarmıştı, arama kısmına girdi, polisin numarasını tuşluyordu fakat telefonu çekmiyordu. Esila adama bakarak ‘‘İsterseniz sizi götürebilirim beyefendi, hem gideceğimiz yer biraz tepede olduğu için telefonunuz da çekecektir.’’ dedi. Adam Esila’nın lacivert gözlerine bakar bakmaz sanki bu dünyadan kopmuş, kızın kışkırtıcı çekiciliğine kapılmıştı. Birlikte yürümeye başladılar. Büyük Hendek Caddesi’ne vardıklarında akşamın sihirli rengi sokakların ruhuna işliyordu. Kutsal Haç Kule kapısı önüne geldiklerinde adam lacivert gözlerin hükümranlığı altına girmiş, sessizce Esila’nın dudağından çıkacak olan gizemli sözcükleri bekliyordu. Ampir üsluplu kapının önünde durdular. Esila buğulu bir ses ile ‘‘Beatam ianuam aperi.’’dedi. Açılan kapıdan içeriye girdiler, adam ve Esila taş merdivenlerden yavaşça iniyorlardı. Taş merdivenlerin bittiği noktada Pertev onları karşıladı. Esila’nın omuzlarına kırmızı kadife renkli pelerini geçiren Pertev adamı alarak oradan uzaklaştı. Esila duvarın üzerinde beliren dairenin içine adımını attı. Önüne açılan sonsuz karanlıkta parlayan yıldızların arasında belli bir süre yürüdü.  Hâfız’ın tahtının önüne gelmişti. Hâfız, Esila’yı görünce ayağa kalkarak tahtından indi. Kızını koluna taktı, boşlukta uzanan altın kaplı merdivenlerden çıkmaya başladılar.
Merdivenlerin onları büyük düzlüğe çıkardığı noktada hava da aydınlandı. İspir elmas oymalı at arabasıyla onları almaya gelmişti. Hâfız en sevdiği kızıyla bugün Kara’nın sürgün yıldönümünün kutlanacağı şölene katılacaktı. Esila Hâfız’a buğulu sesiyle kuş gibi şakıdı.

- Ulu babacığım saçlarımı güneşi kıskandıracak kadar sarı yapmalısın. Ve gözlerimi babacığım geceyi kıskandıracak kadar lacivert. Vücudumu babacığım yeryüzündeki suları kıskandıracak kadar berrak, tenimi babacığım yeryüzündeki karları hasede düşürecek kadar beyaz yapmalısın ki Ahmet beni sevsin. Bugünkü karşılaşmamızda benden hiç etkilenmedi bilesin. Ve sesimi babacığım sesimi senin evrenindeki gibi buğulu ve gizemli hâle getirmelisin ki benim sözüm ona tesir etsin.
- Ahmet bir insandır çocuğum. Benimle konuştuğun perdeden onunla konuşman mümkün değildir. Buğulu sesinin bir küçücük zerresini işitse Ahmet’in aciz olan vücudu bu durumu kaldıramaz ve un ufak olur, toprağa karışır. Sana insan suretinin girebileceği en mükemmel şekilde bir güzellik verilmiştir. Bahsettiğin harikaların zerrelerinden senin üzerine dağıtacak olsam seni o hâlinle yeryüzüne gönderemem. Burada Esilacığım gözümün önündesin; parlayın evlatlarım; kızlarım ve oğullarım parlayın. Sofralar kurulsun, içkiler dağıtılsın, başlayalım büyük şölenimize.

Gecenin sonunda Esila babasından gerekli icazeti aldıktan sonra Kutsal Hac Kulesi’nden ayrıldı. Beyoğlu’nda bulunan eski bir apartman dairesinin ikinci katındaki evine çekildi. Sabah olduğunda uyku nedir bilmeyen gözleri kapının ardındaki gazetenin paspasa bırakıldığını gördü. Gazeteyi aldı. Üçüncü sayfadaki ikinci sütunun beşinci ilânına baktı. Sekreter ya da hizmetli alınacak….. adlı ilâna göz gezdirdi. Hızlı bir şekilde hazırlandı. Saat on sıraları Bebek’teki yalının önüne varmıştı. Kendisiyle birlikte on kişi gelmişti. Esila yanındaki kızlar gibi yalının ihtişamıyla hiç ilgilenmedi. Kızların konuşmalarına katılmadı. Kızların sorduğu hiçbir soruya yanıt vermedi. Ayrı bir yerde tek başına oturarak Suzan Hanım tarafından çağrılmayı bekledi.
Kızları merak eden Ahmet ise salonda unuttuğunu söylediği ceketini alma bahanesiyle büyük hole seğirttiğinde gözüne ilk çarpan kişi lacivert gözleriyle kendisine doğru bakan Esila oldu. Esila, Ahmet’e bakışlarıyla ben buradayım ve senin çocuğunun annesi ben olacağım der gibi bakıyor, nazarlarından fışkıran her bir sözcük Ahmet’in kalbinin üzerine yazılıyordu. Ahmet sararmış bir yüzle salonu terk etti ve odasına çıktı. İlk gün, ikinci gün ve üçüncü günün sonunda neredeyse şehrin genç kızlarının yarısı yalıya dökülmüş ve fakat içlerinden elemelere sadece yirmi tanesi kalmıştı. Esila seçilmiş olan bu yirmi kızın arasında değildi, çünkü Ahmet’in belirlediği yaş kriterinin dışında kalıyordu. Esila otuz iki yaşındaydı. Ahmet kızların fotoğraflarına baktı, kızlar gen araştırılması için laboratuvara sevk edilsin emri verdi. İçlerinden ırkına en yakın olan kızı seçecek ve çocuğunun annesi o genç kızı yapacaktı. Kızların her birine sağlık kontrollerinden geçirecekleri söylendi ve hastaneye sevk edildiler. Kimse üzerinde çok detaylı incelemeler yapılacağını hatta bu işin gen araştırmasına kadar varacağını bilmiyordu.

Ahmet’in aklı Esila’da asılı kalmıştır. Sürekli olarak kızın lacivert gözlerini düşlemektedir. Purosunu içerken derin düşüncelere dalmış, yüreğinde duyduğu sesi düşünmektedir. Bu sesi Esila’nın gözlerini gördüğü anda içine zuhur ediyor olmasını tesadüfi olarak mı karşılaması gerektiğini bilememektedir.
- Holdinge geçecek misin Ahmetçiğim?
- Efendim.
- Ahmetçiğim nen var kuzum? Birkaç gündür bir tuhafsın. Kiralık anne işinden vazgeçtiysen seni anlayabilirim.
- Buraya gelen kızların kayıtlarını nerede tutuyorsun?
- Niçin sordun çocuğum?
- İçlerinde tanıdığım bir kızı gördüm sanki.
- Nasıl yani daha önceki sevgililerinden miydi yoksa?
- Hayır canım öyle bir şey değil.
- Benim çalışma odama gir, masanın üzerindeki kabarık dosyanın içinde gelen kızların hepsinin kayıtları var.
Ahmet hızlı adımlarla merdivenleri geçti. Suzan’ın çalışma odasına girdi. Masanın üzerindeki dosyayı alarak koltuğa oturdu, bir sigara yaktı. Dosya içindeki özgeçmişleri bir bir geçiyordu. Lacivert gözlü kızın fotoğrafını bulmaya çalışıyor, elleri titriyordu. ‘‘İşte burada.’’ dedi. Kızın özgeçmişinin yazılı olduğu kâğıdı alarak masaya geçti, masa lambasını yaktı. Kızın doğum tarihine baktı. Otuz iki yaşındaydı. Fotoğrafı üzerinde parmağını hareket ettirdi. Kızın gözleri ve dudakları üzerinde kaydı parmağı. Evet bu kız, o gün resim sergisinin yapıldığı bina önünde kendisine kitap satmaya çalışmıştı. Bu kız o kızdı, evet, emindi bundan, kesinkes oydu. Kızın adresi de olmalıydı. Telefonu da olmalıydı. Telefonu yoktu, yazılmamıştı telefonu, e-posta adresi de yoktu. Nasıl söz konusu olabilirdi böyle bir durum? Adres kısmını taradı gözleri, adres kısmında da hiçbir bilgi yoktu, boştu. Ecinni midir nedir? dedi, zoraki gülmeye çalıştı velâkin yapamıyordu. Nasıl bulacaktı lacivert gözlü kızı? Neler oluyor bana, iki kez gördüğüm bir kıza karşı neden bu kadar ilgili davranıyorum diye düşündü. Sıkıntı basmıştı, aşağı indi. Ben dışarıya çıkıyorum, diyerek arabasıyla Bebek sahiline doğru aktı. Sahil kenarında bulduğu uygun bir yerde arabasını park etti. Bir müddet etrafını izledi. Nereden bulacaktı, lacivert gözlü kızı nasıl bulacaktı?
Ayakları onu birkaç gün önce resim sergisinin yapıldığı binanın önüne götürdü. Esila oradaydı. Elindeki kitapları satmaya çalışıyordu. Esila’yı karşıdan görmüş fakat yanına gitmemişti. Esila da onu fark etmiş Ahmet’in yanına gelmesini beklemişti. Ahmet daha fazla bekleyemedi ve Esila’ya doğru hareketlendi. Esila Ahmet’e doğru hiç adım atmadığı gibi sırtını ona dönerek yürümeye başladı. Esila önden Ahmet arkadan yürümeye devam ettiler. Esila deniz kenarında durdu, göğün denizi öptüğü karanlığın içinden seslendi.
- Beni niye takip ediyorsun bayım?
- Sen evime gelen kızsın. Kitap satan kız.
- Evet ne olmuş? Gazetedeki ilan için başvurmaya geldim. Uygun olmadığım belirtilerek geri çevrildim.
- Özgeçmişine baktım. Adres, telefon, e posta bilgisi yok. Sadece Esila Işık diye bir isim belirtilmiş. Doğum tarihi ve mezun olunan okullar kısmı doldurulmuş.
- Bayım benim prensibimdir bu. Sadece beni işe alacağı kesin olan yerlere telefonumu ve adresimi bırakırım.
- Esila.
- Efendim.
- İşe alındın.
- İşin detayını öğrenebilir miyim? Görevim tam olarak ne olacak?
- Yarın öğrenirsin. Yarın yalıya gel.
- Bakın bayım ne diyeceğim size. Ben kiralık anne olamam.
- Nereden duydun sen bunu?
- Seçilen kızların ağzı hiç de sıkı değildi.
- Nasıl olur o kızların hiçbir şeyden haberi yok. Ta ki en uygun aday seçilene kadar da olmayacaktı.
- Bayım o kadar saf olmayın. Yanınızda çalışanlara dikkat edin.
- Kim? Hangisi?
- Şu güzel bacaklı olan.
- Ben yarın gösteririm ona.
Esila Ahmet’e doğru yaklaştı. Lacivert gözlerinin içinde parlayan hareler ile adeta doğaüstü bir varlığı andırıyordu.
- Çok güzelsin.
Esila gülümsedi.

Bir Yıl Sonra
Sencer doğalı üç ay olmuştu. Suzan hanım da hakkın rahmetine kavuşalı yaklaşık bir ayı geçmişti. Rahmetli kadın ölmeden önce muradına ermiş Ahmet’in çocuğunu kucağına alabilmiş ve huzur içinde Tanrı’sına kavuşmuştu. Esila, beyaz ipek geceliği üzerine dökülen saçlarıyla adeta bir peri kızını andırıyordu, paha biçilmez hint halısı üzerinde salınarak yürüdü. Sencer’i beşiğinden aldı. Otel odasının balkonuna çıkmak için eşikten adımını atacağı sırada Ninci yanında belirdi.
- Baban seni bekliyor. İspir dışarıda hazır.
- Ahmet.
- Sen onu bana bırak.
Balkonun demir korkuluğu yanına dayanan at arabasını kullanan İspir ayağa kalkarak Esila’yı selamladı. Esila Kucağında altın saçlı lacivert gözlü küçük Sencer ile arabaya bindi.