Gözlerinin İçinde Başlayan Hikâye 'Anne'
Hayat dediğimiz o karmaşık yolculuk, çoğu zaman başlangıcını unutturan bir telaşla geçip giderken, insan dönüp o hayata bakmayı en çok annesinin gözlerinden öğrenir; çünkü orasıdır her şeyin başladığı yer: gözlerinin içindeki o tarifsiz sıcaklık, konuşmadan da anlaşılan o bakış, varlığımızı ilk fark eden, ilk kucaklayan, ilk affeden ışığın doğduğu yer.
Bir anne, çocuğu daha kendini bilmezken bile onun ne hissettiğini kalbinden okuyabilen bir derinliğe sahiptir; konuşmadan duyar, bakmadan hisseder, sormadan anlar. Anne, yaşanılan mekânın da, geçen zamanın da ruhudur. Onun olduğu yerde hayat kendini daha fazla hissettirir; onun sesiyle sabahlar uyanır, onun adımlarıyla akşamlar sükûna erer.
Gün gelir, insan kalabalıklara karışır, hayallerinin peşinden koşar, büyük yollar seçer, şehirler değiştirir, kararlar alır; ama ne yaparsa yapsın, bir annenin sesi, geçmişin derinliğinden bugüne uzanan bir çağrı misali kişinin kalbindeki yerini korur. Bazen bir seçim anında onun öğüdü belirir kulakta, bazen yalnızlık çöktüğünde onun dizinin dibine oturma isteği belirir gönülde, bazen küçük bir mutlulukta ilk aranmak istenen yine o olur; çünkü ne kadar uzaklaşılırsa uzaklaşılsın, annenin yüreğiyle kurulan bağ çözülmez, esnese de kopmaz; o bağ sadakatle büyür.
Anneler, ömürleri boyunca çocuklarının ihtiyaçlarını kendi arzularının önünde tutmayı alışkanlık haline getirmiş insanlardır; kendi isteklerini ertelemeyi öğrenmiş, önce çocuklarının gözlerindeki ışıltıya bakarak gününü anlamlandırmış, sonra akşam kendi sessizliğinde tükenmeyi göze almıştır. Ama bu tükeniş, hiçbir zaman yakınılan bir yorgunluk olmaz; o, sadece içte yaşanan bir sadakattir. Kimi zaman kalabalığın ortasında bile yalnız hisseden bir çocuğun başını okşayarak ona yeryüzündeki en güvenli yerin bir insan kalbi olabileceğini öğretir anne. Ve bu ders, zamanla yaşanarak öğrenilen bir hayattır.
Anneler Günü, fark edilmemiş iyiliklerin hatırlandığı, gecenin bir vakti sessizce dua eden ellerin göz önüne geldiği, çocukken hissedilen o tarifsiz korunmuşluk duygusunun aslında hangi yorgunluklar pahasına kurulduğunun içten içe anlaşıldığı bir gündür. Ve belki de bu yüzden, bugün kutlanmaz; bu gün hissedilir, bugün omuzlarımızdaki görünmeyen ellerle yürürüz biraz daha dikkatle, biraz daha farkında olarak.
Bugün bir annenin gözlerine bakıp ona söylenecek tek bir cümle bile yeterlidir bazen:
Ben senin sevginle büyüdüm, senin şefkatinle hayata tutundum, senin emeğinle insan olmaya çalışıyorum.
Ve o cümle, yılların susturduğu nice duygunun içimizde yavaşça çözülmesine sebep olur. Çünkü bir annenin sevgisi, kelimelere ihtiyaç duymadan da anlaşılabilen nadir duygulardandır.
Hayat bir yerden sonra sadece ilerlemekle kalmaz, aynı zamanda geriye doğru düşünmeyi de öğretir; insan, yol aldıkça geçmişte bırakmadığını sandığı detayların aslında ne kadar gözden kaçtığını, elinin değdiği her şeyi tutan o annenin ellerinin nasıl da yavaşça inceldiğini, başını okşayan avuçların ne zaman yaşlanıp, solgunlaştığını fark edemediğini anlar; çünkü gençken insan annesini hep aynı kalacak sanır, hiç değişmeyecekmiş gibi sever, hiç yorulmayacakmış gibi bekler, ama zaman kimseyi yerinde bırakmaz ve anneler sessizce yaş alırken, çocuklar sessizce annelerine geç kalır.
O eller ki bir zamanlar ateşli alnımıza soğuk bez olmuş, gecenin bir yarısında üzerimizi örtmüş, okul çantasını hazırlarken kalem kutusundakileri bile tek tek kontrol etmişti; şimdi o ellerin damarları belirginleşmiş, hareketleri yavaşlamış, ama yine de sevgisinden bir şey eksilmemiştir; çünkü bir annenin eli yalnızca tutmak için var olmaz, bir annenin eli taşır, saklar, korur, büyütür, uğurlar ve hep hazır bekler.
Bir annenin yaşlanması; o yılların birikmiş iyiliğidir aslında, başkaları için yaşanmış binlerce günün ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Anneler Günü, yılların içinden süzülen bir vefanın, gecikmiş bir fark edişin, çocuklukla erişkinlik arasına sıkışmış bir minnettarlığın görünür hâle geldiği andır. Çünkü annenin elleri artık bir çocuğu taşımıyor olabilir, ama o eller hâlâ sevgiyle açılıyor, hâlâ dua ediyor, hâlâ çocuklarına yol gösteriyor. Ve insan, annenin elini son kez tuttuğu ana kadar onun büyüttüğü kalpte yaşamayı sürdürüyor.
Bazı sesler vardır ki insan onları duymayı bıraktığında bile duymaya devam eder; çünkü o ses artık dışarıdan gelen bir ses olmaktan çıkmış, içe yerleşmiş, bir hafıza dokusu hâline gelmiş, bir yön tayini, bir iç rehber, bir vicdan çağrısı olmuştur. Bir annenin sesi, işte tam da böyle bir sestir; yalnızca sözcüklerden ibaret olmayan, bazen bir öğüt, bazen bir dua, bazen yalnızca ‘yanındayım’ demenin kimsesiz bir biçimi olan o tanıdık tını…
O ses, çocuklukta bir şarkının melodisi gibi akar insanın içine: ‘Üzülme, geçecek,’ diyen, ‘Yanındayım, korkma,’ diyen, ‘Sen yaparsın,’ diye yüreklendiren, bazen sadece ismimizi seslenerek bizi hayatta tuttuğunun farkında olmayan bir sevginin sesidir. Sabah kalkarken mutfaktan gelen o çatal-kaşık seslerinin arasına karışır, okuldan döndüğünde ‘nasılsın’ diye sorarken ki telaşsız vurgusuyla kalır akılda, gece uyumadan önce kapının aralığından gelen son söz gibi yerleşir kalbe.
Yıllar geçtikçe insan birçok şey duyar; kalabalıklar bağırır, şehir gürültüsü düşünceleri bastırır, kendi iç sesi bile karmaşaya karışır. Ama ne zaman bir karar anı gelse, ne zaman içinde bir boşluk belirse, annenin sesi yeniden yükselir yürekte. İnsan, o anda anlar: bir annenin sesi, yalnızca geçmişin sesi değildir. O ses, bugünü anlamlı kılan ve geleceğe yürürken adımlarımıza eşlik eden içsel bir çağrıdır.
Anneler Günü, çoğu zaman o sesi yeniden duymaya çalıştığımız bir gün olur. Hâlâ yanımızdaysa annemiz, sesini doya doya duymak, gözünün içine bakarak konuşmak, her kelimesini içimize sindirmek isteriz. Artık bizim de sesimiz büyümüştür, ama hâlâ onun sesinde bir çocuk gibi huzur buluruz. Eğer annemiz artık yanımızda yoksa, o gün, onun sesinin içimizde yankılandığı her anı sessizlikle dinleriz. Zihnimizden geçen bir cümle, sanki onun ağzından çıkmış gibi canlanır. Çünkü bir annenin sesi, bedeni yok olduktan sonra da kalır; nefesi kesilebilir ama sevgisi asla susmaz.
‘‘Üşürsün, giy ceketini.’’
‘‘İyi misin gerçekten?’’
‘‘Bak ben buradayım.’’
İşte bu cümleler, bir annenin ardında bıraktığı sonsuz sevgi dolu seslerdir. Biz o seslerin arasında büyür ve o seslerin arasından geçerek hayata doğru yürürüz.
Bir anne, çocuğu daha kendini bilmezken bile onun ne hissettiğini kalbinden okuyabilen bir derinliğe sahiptir; konuşmadan duyar, bakmadan hisseder, sormadan anlar. Anne, yaşanılan mekânın da, geçen zamanın da ruhudur. Onun olduğu yerde hayat kendini daha fazla hissettirir; onun sesiyle sabahlar uyanır, onun adımlarıyla akşamlar sükûna erer.
Gün gelir, insan kalabalıklara karışır, hayallerinin peşinden koşar, büyük yollar seçer, şehirler değiştirir, kararlar alır; ama ne yaparsa yapsın, bir annenin sesi, geçmişin derinliğinden bugüne uzanan bir çağrı misali kişinin kalbindeki yerini korur. Bazen bir seçim anında onun öğüdü belirir kulakta, bazen yalnızlık çöktüğünde onun dizinin dibine oturma isteği belirir gönülde, bazen küçük bir mutlulukta ilk aranmak istenen yine o olur; çünkü ne kadar uzaklaşılırsa uzaklaşılsın, annenin yüreğiyle kurulan bağ çözülmez, esnese de kopmaz; o bağ sadakatle büyür.
Anneler, ömürleri boyunca çocuklarının ihtiyaçlarını kendi arzularının önünde tutmayı alışkanlık haline getirmiş insanlardır; kendi isteklerini ertelemeyi öğrenmiş, önce çocuklarının gözlerindeki ışıltıya bakarak gününü anlamlandırmış, sonra akşam kendi sessizliğinde tükenmeyi göze almıştır. Ama bu tükeniş, hiçbir zaman yakınılan bir yorgunluk olmaz; o, sadece içte yaşanan bir sadakattir. Kimi zaman kalabalığın ortasında bile yalnız hisseden bir çocuğun başını okşayarak ona yeryüzündeki en güvenli yerin bir insan kalbi olabileceğini öğretir anne. Ve bu ders, zamanla yaşanarak öğrenilen bir hayattır.
Anneler Günü, fark edilmemiş iyiliklerin hatırlandığı, gecenin bir vakti sessizce dua eden ellerin göz önüne geldiği, çocukken hissedilen o tarifsiz korunmuşluk duygusunun aslında hangi yorgunluklar pahasına kurulduğunun içten içe anlaşıldığı bir gündür. Ve belki de bu yüzden, bugün kutlanmaz; bu gün hissedilir, bugün omuzlarımızdaki görünmeyen ellerle yürürüz biraz daha dikkatle, biraz daha farkında olarak.
Bugün bir annenin gözlerine bakıp ona söylenecek tek bir cümle bile yeterlidir bazen:
Ben senin sevginle büyüdüm, senin şefkatinle hayata tutundum, senin emeğinle insan olmaya çalışıyorum.
Ve o cümle, yılların susturduğu nice duygunun içimizde yavaşça çözülmesine sebep olur. Çünkü bir annenin sevgisi, kelimelere ihtiyaç duymadan da anlaşılabilen nadir duygulardandır.
Hayat bir yerden sonra sadece ilerlemekle kalmaz, aynı zamanda geriye doğru düşünmeyi de öğretir; insan, yol aldıkça geçmişte bırakmadığını sandığı detayların aslında ne kadar gözden kaçtığını, elinin değdiği her şeyi tutan o annenin ellerinin nasıl da yavaşça inceldiğini, başını okşayan avuçların ne zaman yaşlanıp, solgunlaştığını fark edemediğini anlar; çünkü gençken insan annesini hep aynı kalacak sanır, hiç değişmeyecekmiş gibi sever, hiç yorulmayacakmış gibi bekler, ama zaman kimseyi yerinde bırakmaz ve anneler sessizce yaş alırken, çocuklar sessizce annelerine geç kalır.
O eller ki bir zamanlar ateşli alnımıza soğuk bez olmuş, gecenin bir yarısında üzerimizi örtmüş, okul çantasını hazırlarken kalem kutusundakileri bile tek tek kontrol etmişti; şimdi o ellerin damarları belirginleşmiş, hareketleri yavaşlamış, ama yine de sevgisinden bir şey eksilmemiştir; çünkü bir annenin eli yalnızca tutmak için var olmaz, bir annenin eli taşır, saklar, korur, büyütür, uğurlar ve hep hazır bekler.
Bir annenin yaşlanması; o yılların birikmiş iyiliğidir aslında, başkaları için yaşanmış binlerce günün ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Anneler Günü, yılların içinden süzülen bir vefanın, gecikmiş bir fark edişin, çocuklukla erişkinlik arasına sıkışmış bir minnettarlığın görünür hâle geldiği andır. Çünkü annenin elleri artık bir çocuğu taşımıyor olabilir, ama o eller hâlâ sevgiyle açılıyor, hâlâ dua ediyor, hâlâ çocuklarına yol gösteriyor. Ve insan, annenin elini son kez tuttuğu ana kadar onun büyüttüğü kalpte yaşamayı sürdürüyor.
Bazı sesler vardır ki insan onları duymayı bıraktığında bile duymaya devam eder; çünkü o ses artık dışarıdan gelen bir ses olmaktan çıkmış, içe yerleşmiş, bir hafıza dokusu hâline gelmiş, bir yön tayini, bir iç rehber, bir vicdan çağrısı olmuştur. Bir annenin sesi, işte tam da böyle bir sestir; yalnızca sözcüklerden ibaret olmayan, bazen bir öğüt, bazen bir dua, bazen yalnızca ‘yanındayım’ demenin kimsesiz bir biçimi olan o tanıdık tını…
O ses, çocuklukta bir şarkının melodisi gibi akar insanın içine: ‘Üzülme, geçecek,’ diyen, ‘Yanındayım, korkma,’ diyen, ‘Sen yaparsın,’ diye yüreklendiren, bazen sadece ismimizi seslenerek bizi hayatta tuttuğunun farkında olmayan bir sevginin sesidir. Sabah kalkarken mutfaktan gelen o çatal-kaşık seslerinin arasına karışır, okuldan döndüğünde ‘nasılsın’ diye sorarken ki telaşsız vurgusuyla kalır akılda, gece uyumadan önce kapının aralığından gelen son söz gibi yerleşir kalbe.
Yıllar geçtikçe insan birçok şey duyar; kalabalıklar bağırır, şehir gürültüsü düşünceleri bastırır, kendi iç sesi bile karmaşaya karışır. Ama ne zaman bir karar anı gelse, ne zaman içinde bir boşluk belirse, annenin sesi yeniden yükselir yürekte. İnsan, o anda anlar: bir annenin sesi, yalnızca geçmişin sesi değildir. O ses, bugünü anlamlı kılan ve geleceğe yürürken adımlarımıza eşlik eden içsel bir çağrıdır.
Anneler Günü, çoğu zaman o sesi yeniden duymaya çalıştığımız bir gün olur. Hâlâ yanımızdaysa annemiz, sesini doya doya duymak, gözünün içine bakarak konuşmak, her kelimesini içimize sindirmek isteriz. Artık bizim de sesimiz büyümüştür, ama hâlâ onun sesinde bir çocuk gibi huzur buluruz. Eğer annemiz artık yanımızda yoksa, o gün, onun sesinin içimizde yankılandığı her anı sessizlikle dinleriz. Zihnimizden geçen bir cümle, sanki onun ağzından çıkmış gibi canlanır. Çünkü bir annenin sesi, bedeni yok olduktan sonra da kalır; nefesi kesilebilir ama sevgisi asla susmaz.
‘‘Üşürsün, giy ceketini.’’
‘‘İyi misin gerçekten?’’
‘‘Bak ben buradayım.’’
İşte bu cümleler, bir annenin ardında bıraktığı sonsuz sevgi dolu seslerdir. Biz o seslerin arasında büyür ve o seslerin arasından geçerek hayata doğru yürürüz.