Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Çingene Kızı

28 Mart 2023 - 04:03 - Güncelleme: 28 Mart 2023 - 09:36

Çingene Kızı
At arabasını yavaşça ilerletiyordu. Sıcak bir gündü. Arabanın içindeki çalgıcı phuriler, çengi terniler söyleniyor, çavolar ise tepinip duruyordu. Babası Cevriye’nin yanına, öne geçti. Cevriye engebeli yollardan geçerken kâh atın dizginlerini gevşetiyor kâh biraz gerginleştiriyor, kırbacı ata düzgülü dokunduruyor, hayvanın taşlık yolda rahatça ilerlemesini sağlıyordu. Ramiz’in isteğine uygun olarak önce Ahmet Aga’nın tarlasına uğrayacaklardı. Ahmet Aga’nın çok güzel kızları vardı, fakat Cevriye Çingene diye zavallıya hiç yanaşmazlardı. Cevriye birkaç kez annesi Pakize’nin sözüne aldırış etmemiş kızların yanına gitmişti. Ama nafile, kızlar ona yan bakmazlardı. Bir tek Ayşe biraz konuşurdu, Ayşe de annesi onlardan yana bakış saldığında genç kızın yanından koşarak uzaklaşırdı. Cevriye Ahmet Aga’nın tarlasına yakınlaştıklarını yanında uyuklayan babasına söyledi.
- Geldik Modat.
- Geldik mi?
- He geldik.
Cevriye, at arabasını tarlayı yoldan ayıran hendeğin yanına çekmek için yavaşça hayvanı sola doğru yöneltti. Babası arabadan çoktan atlamış, tarlanın içindeki küçük kulübeye doğru yollanmıştı. Cevriye hendeğin yanında durmak istemiş, tarlanın içinden yola doğru gölge vermiş zeytin ağaçlarının altında çocukları, kadınları biraz olsun güneşten korumaya niyetlenmişti. Ahmet Aga’nın oğlu Hüseyin Çingenelerin geldiğini görünce ayaklandı. Koşarak hendeğin yanına geldi, kallavi bir küfür savurup ardından da defolup gidin diyerek azara devam etti. Kadınların duymazlıktan geldiğini görünce çok öfkelenmiş topraklı kütlenin içinden seçtiği küçük taşları arabada oturanlara fırlatmaya başlamıştı. Bir yaygaradır koptu. Hüseyin taşları arabaya doğru yollandırıyor. Arabanın içindeki kadınlar:
- Ate yapmayasın büle. Biz Ramiz’in tayfasıyız deseler de Hüseyin denileni duymuyor, taşları hakaretli cümleleriyle birlikte gönderip duruyordu. Ne yapacağını şaşıran kadınlar çocuklar hep bir ağızdan:
- Ate yapmayasın büle. Günahtır, biz de insanız be. Bizim de canımız vardır, diyorlar fakat kendilerini bir türlü anlatamıyorlardı. Cevriye dayanamayıp arabanın üzerinde ayaklandı.
- Boyun posun devrilsin Hüsin, Odel senin tepeni delsin, utanmaz, Çingeneyiz de insan değil miyiz? Ne olcak acık burda dursak da gölgelensek, dedi.
Hüseyin Cevriye’nin lafına çok sinirlenmişti. Elini beline koyup adamakıllı efelendi.
- Sen o lafı bana mı dedin pis Çingene karısı?
- Sana dedim Hüsin. Çingeneyim ama pis değilim. Yemedik ya tarlanı. Babam senin babanla konuşuyo, yanımıza gelince gidecez buradan.
- Hayır. Şimdi gideceksiniz. Sizin gibi Çingenler duramaz benim tarlamın yanında.
- O nedenmiş o?
- Sana nesi? Hesap mı vereceğim? Benim tarlamdır, istemiyorum sizi burada. Haydi deh deh!
- Gitmiyoz Hüsin. Gitmiyoz. Babam gelince gideciz zate. Şimdi gitmiyoz.
Hüseyin bu sefer yerden aldığı daha büyükçe bir taşı Cevriye’nin kafasına yapıştırdı. Cevriye gür bir sesle çığlık attı.
- Odel belacığını versin senin meçka, diyerek ağlıyordu. Hüseyin tarlanın içinden bir buçuk metre kadar aşağıda duran arabanın içine atladı. Babası Ahmet Aga Çingenelerle alışveriş ettiğinden Çingeneceyi az çok bilirdi.
- Meçka ha meçka! Ben meçkayım da sen papuruşka mısın? Şıllık seni gidi ya.
- Hüsin defol bak, çek git.
Hüseyin Cevriye’nin suratına tokadı yapıştırdı. Aslında Hüseyin’in geçmişten Cevriye’yle derdi vardı. Bundan iki yıl önce Cevriye’ye askıntı olmuş aklı sıra Çingene kızı diye üç beş kuruş vererek gönül eğlendirebileceğini düşünmüştü. Cevriye istememişti. İlk tokadın ardından kadınlarda patırtı koptu hepsinin sesleri ciyak ciyak çıkıyor, çavolar ayaklarıyla çılgınca arabayı döğüyordu. Phurilerden biri ayaklandı Hüseyin’in Cevriye’nin yüzüne sertçe defalarca inen elini tutmaya çalışıyor lakin muvaffak olamıyordu. En sonunda hırsını alamayan Hüseyin balasından tuttuğu kızla birlikte arabadan aşağı atladı. Şimdi de zavallı Cevriye’yi yolda döğmeye başlamıştı. Kadınlar ve çocuklar da arabadan inmişler, lakin Hüseyin’in elinden kızı kurtaramamışlardı. Yeterince tekme, tokat indiren Hüseyin bela içeren beddualı sözlere aldırış etmemiş, küfredip ‘‘Az bile yaptım pis Çingenler sizi.’’ diyerek yüzü gözü kanlanmış kızı bırakıp patikadan yine tarlanın içine doğru çıkmaya başlamıştı.
- Odel belanı versin Hüsin. Kurşuna gelesin.
- Odelmiş. Hadi len oradan Odel diye biri yok zati. Adi çingeneler. Hüseyin umursamazca tarlanın ortasındaki ulu incir ağacı altında oturan ve hiç sessizce olayı izleyen anası ve kız kardeşlerinin yanına gitti, kafasını anasının kucağına koyarak boylu boyunca gölgeye doğru uzandı.
Kadınlar ceplerinden çıkardıkları mendille Cevriye’nin kanlanmış yüzünü sildiler. Ternilerden biri arabanın içindeki su dolu testiye uzanıp aldı. Cevriye’nin yüzünü yıkadılar. Cevriye olduğu yere çöküverdi, onunla kadınlar da yere iliştiler. Zorlu hayat koşullarına alışmış olan vücutları rahat aramazdı, öylece sert zemine oturdular. Hep birlikte ağlaşıp söylenmeye başladılar.
- Şu Ramiz’e dedik kendin gel bu çukellerin tarlasına diye. Ne gezer, dinlemez bizi.
- Bak aşağa tarlanın şoparlarına Cevriş’i döğerken hepsi gördü, birisi de gelip yardım etmedi. Bu sözü söyleyen kızın adı Okşan’dı. Düğünlerde Ayten’le çengilik yapardı. Yaşlı kadınlardan Hanife ile Zarife ise dümbelek ve zil çalarlardı. Ramiz de davulu şenlendirirdi. Çocuklar iki genç çengi kadınların çocuklarıydı. Cevriye çengilik yapmazdı ama çok iyi para veren olursa arada babasının zoruyla onların deyimiyle dansözlüğü icra ederdi.
- Ate çay, o şoparlar bizi sevmez. Zate biz Çingen’iz onlardan değiliz.
- Bilirim.
Cevriye sakinleşince ayaklandı. Kadınlara ‘‘Arabanın içine çıkın siz!’’ diye bağırdı. Kadınlar önce çocukları arabanın içine aldılar sonra da kendileri bindiler.
- Okşan sen dizginleri tut.
- O neden Cevriş?
- Sana dediğimi yapasın, şimdi bi hesap dürecem. Ben arabaya gelince hazır olup var gücünle beygiri uçuracan.
- Ate Cevriye, gel buraya zate başın beladan kurtulmaz. Bırakalım o baliçho Ramiz’i de naş edelim burdan.
- Ver çifteyi bana.
- Çay netçen çifteyi. Vurmayasın o meçkayı değmez ate.
- Ver dedim sana.
Hanife çaresiz çifteyi uzattı. Cevriye aleti aldığı gibi patikayı çıkmaya başladı. Bir elinde tuttuğu çifteyi arkasına saklamıştı. Hüseyin’in yanına gelince durdu. Kadınlardan biri çıkıştı.
- Hade burdan pis Çingene, murdar şey. Belanı aradın buldun. Defol, dedi. Cevriye kadına bakıp;
- Seninle derdim yok cadaloz, derdim oğlunladır. Senin bu oğlun var ya benim peşimden az debelenmedi. Bunun derdi benimle başka. İstediğini alamayınca böyle hayınlık eder. Ama şimdi ben onun anladığı dilden konuşuk edecem.
- Cevriye çek git. Yetmediyse biraz daha döğeyim ya da.
- Kalk diyom sana.
- Ne diye kalkacakmışım? Burası benim tarlam, benim ağacım.
- Kalk dedim sana. Allah’ını seviyosan kalkarsın benden günah gitti.
Hüseyin gülerek ‘‘A bak sen, Allah’ı biliyosun demek,’’ dedi.
- He bilirim. Bilirim. Biz ona Odel deriz yani Allah. Benim Allah’ım var ama senin yok. Cevriye arkasında sakladığı çifteyi Hüseyin’e doğrulttu. Hüseyin’i gülmeyle birlikte korku da sarmıştı. Ağacın altında oturan kadınlar ayaklandılar. Hep bir ağızdan bağrışıyorlardı. En sonunda gürültüye ancak kulak kesilmiş, rahatsız olmuş olan Ramiz’le Ahmet Aga da kulübeden çıktılar. Hüseyin ayağa kalktı.
- Bırak onu kızım şeytan doldurur bak.
- Ha demek şeytan doldurur. Şeytana gerek yok zate şeytan burada. Ayrıl kadınların yanından. Sana ayrıl derim, az önce erkeklik taslıyodun, ne oldu küçük beyim? Ayrıl derim sana.
Hüseyin kadınların yanından  bir-iki metre kadar uzaklaştı. Ramiz sesleniyordu.
- Cevriye sakın bir delilik yapmayasın be. Koşarak düşe kalka Cevriye’nin yanına gitmeye çalışıyordu. Ahmet Aga da ardı sıra onun peşinden takılmıştı. Cevriye:
- Allah’ını seviyosan kaç, dedi.
Hüseyin tarlanın içinde koşmaya başladı. Ardından da Cevriye. Bir el ateş etmişti amma velakin attığı yeri iyi bildiği için kurşun Hüseyin’e isabet etmemişti. At arabasının içinden phurilerle terniler gülüyordu. Hüseyin’in anası, kız kardeşleri ağlaşıyor, Hüseyin kaçıyor ardından Cevriye kurşun atarak onu kovalıyordu. En sonunda kâfi bu kadar dedi:
- Tuh olsun sana. Meçka gidi ya! Bi daha bana bulaşmayasın, diye gür bir sesle ikaz etmiş, koşturarak hendeğin yanına gelmişti. Arabanın içine atlayınca ‘‘Okşan!’’ diye bağırdı. Ramiz’in koşturmasına aldırış etmeden tozu dumana katarak uzaklaştılar oradan. Az önceki hüzün ve ağlayışın yerini şimdi kahkahalar almıştı.
- Delisin sen, dedi Hanife. Te vallah tam akılda değilsin. Ama ne iyi ettin o küpeoğluna hahaha.
Ramiz tarlada kalmış, türlü çeşit azar ve küfür işittikten sonra yayan yapıldak Çingenliğin yolunu tutmuştu. Yolda bir yanda gidiyor, bir yanda da ‘‘İnsafsız karılar beni bıraktılar, tüm para da Cevriye’de, te bi saat yürücem şimdi,’’ diye söyleniyordu.
- Miday Miday!
- Cevriye sen mi geldin. He ben geldim, düğüncüleri bıraktım geldim.
- Baban nerde?
- Ne bilim ben gelir birazdan. Bak bu düğünden aldığımız para. Kendi payımı aldım buradan. Ben gidiyom şimdi.
- Nereye gidecen?
- Ali’nin yanına gidecem, nereye, te nereymiş?
- Bıkmadın şu zurnacıdan.
- He sen davulcudan ben zurnacıdan bıkmadım. Odel aşkına bırak ya!
- Bana bak kız erken gelesin.
Cevriye evden çıkınca yokuş yukarı Alilerin evine doğru yollandı. Ali’yle yıllardır birbirlerini seviyorlardı, artık Ali’nin de bir yüzük takması gerekirdi. Fakat Ali yüzük takmaya yanaşmıyor, Cevriye’yi oyalayıp duruyordu. Eve varınca nefesini tuttu, Ali’nin anası Yasko’yu hiç sevmezdi. Cadı kadın Cevriye’yle Ali’nin konuşmasını hiç istemez, oğlunu Cevriye’ye layık bulamazdı. Kapının çalındığını duyan Yasko çiçeklerle bezeli camından başını dışarıya doğru uzattı.
- Sen mi geldi yine yelloz?
- He ben geldim koca karı. Kimi bekliyordun şarkıcı Sibel’i mi?
- Ah nerde on günler, nerde o günler! Benim Alişime Sibeller layık. Senin gibi ucuz Çingene kızları değil.
- Ih kokmuş yaşlı bunak. Sen nesin ya Çingen değil misin?
- Değilim tabii. Bugüne bugün ben Romanım bi kere.
- İyi iyi Roman bayan. Ali nerde?
- Boğaz’a eğlentiye gitmiştir.
- Seni duyan da beyimi eğlencenin saybi sanacak. Kokmuş ne olacak. Zurnaya mı gitti.
- Iıı evet. San’atını icra etmeye gitti Alişim.
- Bir iskemle getir aşağı oturacam.
- Yüzsüz ne olacak.
Yasko kızgın kızgın mutfak kapısına dayadığı sandalyeyi aldı, ahşap merdivenlerden hantal vücudunu elindeki sandalyeyle birlikte ağır ağır indirdi.  Cevriye’nin yanına geldi, sandalyeyi verdi.
- İçeri geleydin yüzsüz.
Cevriye sandalyeye otururken Yasko’ya doğru bakarak;
- Miday kızıyor, dedi.
- Ayol senin Alişimle seviştiğini herkes bilir, her gün, her Odel’in günü buraya damlarsın. Şu kapıdan içeri girmezsin haspam.
- Sen karışma cadaloz kadın. Çayın varsa getir.
- Zehir iç.
Karşıdaki evden cama çıkan Okşan, ‘‘Ne de güzel anlaşıyonuz gelin kaynana,’’ dedi.
- Aman bırak Odel yazdıysa bozsun, diyen Yasko ağır ağır çay getirmek için eve doğru yöneldi. Okşan:
- Bana bak kız, benden duymuş olma ama seninki Romanya’ya gidecekmiş ha, bilesin. Az önce benim Osman süledi. Romanya’ya gidiyomuş. Osman’a dün ahşam rakı içerkene sülemiş. Aman demiş sakın kimseye süleme, Cevriye’nin kulağına gitmesin demiş.
- Demek üle.
- Cevriye bana bak kız, sakın izin verme. Giderse gelmez bi daha. Zate oynak oğlanın tekidir.
- Sen ne arıyosun kadın camda gene. Tencere ateşte yanar. Geç içeri. Bunu söyleyen Okşan’ın kocası Osman’dı. Okşan:
- Cevriye dediğimi sakın unutma, bak izin vermeyesin gelmez bi daha. Osman Okşan’ın kolundan çekerek kadını içeriye çekti.
- Ne süledin, demedim mi be sana sülemiyecen diye.
- Sülerim işte sülerim. Arkadaşım o benim.
- İyi halt ettin.
Yasko’nun getirdiği çayı alan Cevriye yaşlı kadına konuyla ilgili tek kelime etmedi, sabırla Ali’nin gelmesini kuru iskemle üzerinde oturarak gece yarısına kadar bekledi. Ali nihayet evin yolunu bulabilmiş bayır yukarı çıkmaktaydı. Cevriye’yi görünce adımlarını hızlandırdı.
- Gülüm gelmiş, hoş gelmiş.
- Hiç hoş gelmedim Ali.
- Ayde ne oldu ki gülüm benim?
- Romaneyaya gidecekmişin?
- Kim dedi, te vallah yalan, te billah yalan.
- Aliş bana yalan atma istersen ben seni bilirim, çocukluktan bilirim seni. Bana doğruyu süle.
- Gidecem canım ama ne için gidecem?
- Ne için gidecen?
- İkimiz için gidecem. Bilirsin züğürdün tekiyim ben. Alamam seni kaç senedir. Bekleyip durursun üle babanın evinde. Kız kurusu oldun çıktın. Para kazanıcam gelip seni alıcam.
- Gelmezsin bi daha. Avrupa’dır orası. Gidince, görünce oraları gelmezsin.
- Mecburum, gidecem. O gece sabaha kadar kapının önünde konuşan iki genç münakaşa edip durmuş ama bir neticeye varamamıştı. Ali gitmekte ısrarlıydı. Cevriye ise gitmesini istemiyordu. Cevriye hemen evlenmek istiyor, birlikte çalışarak hayatı göğüslemek istiyordu ama nafile Ali gitmekte kararlıydı. Cevriye Ali’yi çok seviyordu fakat Ali’nin duyguları çok güçlü olmadığı gibi dar muhiti onu sıkıyor, yenilik ve heyecan arıyor, farklı yerler görmek istiyordu. Cevriye’nin inat ettiğini, ağladığını gördükçe canı sıkılan oğlan artık daha fazla kadın dırdırı ve ağlaması çekemediği ve de çok uykusu geldiğinden kızı başından göndermek istiyordu, ‘‘Peki tamam, gitmeyecem’’ demişti, defalarca sözünün üzerine yemin etmişti. Sabaha karşı gitmeyeceğine ikna ettiği Cevriye’yi evine kadar elinden tutarak götürdü. Kızın alnından öptü, ‘‘Seni bırakıp da hiçbir yere gidemem gülüm,’’ dedi.

 
Bir Hafta Sonra
Cevriye her gün Ali’nin evine gidiyor ve fakat Ali’yi evinde bulamıyordu. Yasko onu şurada burada diye oyalayıp duruyordu. Cevriye Ali’nin Beyoğlu’nda zurna üflediği meyhanelere bile gitmiş, delikanlıyı hiçbir yerde bulamamıştı. Yine akşam vakti ümitsizce Ali’nin evine gitmiş Yasko cama çıkmış Beyoğlu’nda Çamaltı Meyhanesi’nde bu akşam çalışacağını söylemiş, kızı başından savdığını düşünmüştü.  Cevriye bir tek otobüsün çalıştığı anayola doğru koşturarak gitti, eğer şansı yaver giderse son otobüsün içine kendini atabilecekti. Gerçekten de şansı elvermiş, son otobüse yetişmişti. Arabaya doluşan üç-beş sarhoşun yılışık bakışlarına aldırış etmeden elindeki bıçağı adamlara göstererek ön sıralardan birine ilişti. Bıçaklı kızı gören sarhoşlar bir daha hiç Cevriye’ye doğru bakmadı. Beyoğlu’na gelince Cevriye otobüsten indi. Ali’nin bu akşam zurna çaldığını zannettiği meyhanenin kapısı önünde beklemeye başladı. Belki bir on dakika ya da on beş dakika sonra içeriden biri çıktı.
- Kadın sen ne bekliyorsun burada?
- Ali’yi bekliyorum.
- Hangi Ali’yi bekliyorsun?
- Zurnacı Ali’yi.
- Zurnacı Ali mi? Ha şu uyanık Çingene. O gitti yahu.
- Nereye gitti?
- Ne uyanık Çingene o. Kaptı sosyeteden Handan hanımı, Romanya’ya gitti.
- Ne diyorsun sen?
- Gerçeği diyorum hem üstelik sen de kimsin? Dur bakayım yoksa sen yamuklum diye bahsettiği Cevriye misin? Kızım Cevriye bak benim sana bir ağabey gibi tavsiyem şudur ki unut o hergeleyi. Hayırsızın biridir o. Handan sosyetesini kandırmak için çevirmediği dolap kalmadı. En sonunda kadını kafaladı ve onunla çekti gitti. O kadını da en kısa zamanda bırakır. Ali’nin gözü yükseklerde. Sen garip bir Çingene kızısın. Kır düğünlerine gidip göbek atıyormuşsun değil mi köylerde? Ali öyle anlatıyordu. O ise buralarda, Beyoğlu’nda zurna çalıyordu. Hiç mi ayamadın? Demedin mi ki bu oğlanın gözü yükseklerde diye?
- Dedim, dedim ama inanmak istemedim. Ben Ali’ye, onun sözlerine inandım.
- Ah kadınlar! Gel kızım ben seni evine bırakayım. Geç bir vakittir. Bu saatte yollarda kalma.
- Giderim ben.
- Kızım merak etme. Benden sana bir zarar gelmez. Hem bu saatte artık otobüs bulamazsın.
Cevriye hıçkırarak ağlamaya başladı. Koşarak adamın yanından uzaklaştı.

 
İki Ay Sonra
Yağmurun hızlandığı vakitlerde annesi ve babası Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gelmişlerdi. Doktorla konuştuktan sonra kızlarının çıkış işlemleri için danışma kısmında beklemeye başladılar. Cevriye’nin yüzü solgundu, annesine yaslanarak ayakta duruyordu. Çıkış işlemleri tamamladıktan sonra birlikte hastaneden ayrıldılar. O gün Çeribaşı İsmail’in arabasını alan babası Cevriye’yi usulca arka koltuğa oturttu.