Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

DOSTOYEVSKİ YILINDA SUÇ VE CEZA'YI YENİDEN OKUMAK

11 Ağustos 2021 - 15:49 - Güncelleme: 11 Ağustos 2021 - 17:32

DOSTOYEVSKİ YILINDA SUÇ VE CEZA’YI YENİDEN OKUMAK

                                                                                                    Abbas BİLGİLİ
 

Öğrenciliğimde okuduğum Suç ve Ceza’yı bugünlerde yeniden okudum. Eski okumadan belleğimde kalan, olayın sadece polisiye yönüydü. Tefeci yaşlı bir kadını öldüren Raskolnikov’un içindeki sıkıntılar çok da yer etmemişti belleğimde. Oysa Suç ve Ceza Dostoyevski’nin, insan ruhunun dehlizlerinde gezinip en kuytu köşelere dahi uğrayarak yazdığı psikolojik, sosyolojik ve felsefî bir kurgudur.

On dokuzuncu yüzyıl Rus toplumu ve bu bağlamda Petersburg kenti, kurgunun arka planının oluşturur. Yeni düşünce akımlarından sosyalizm ve özellikle de nihilizm fonda yerini kısmen de olsa alır. Esasen romanın ana kahramanının ismi dahi dönemin düşünce yapısı hakkında fikir verecek niteliktedir. Çünkü Raskolnikov, Rusçada “aykırı görüşlü” anlamına gelen raskolnik kelimesinden gelir.[1] Dostoyevski’nin bu ismi özellikle tercih ettiği anlaşılıyor.

Hukuk Fakültesi’nde okumak için Petersburg’a gelmiş bir öğrenci olan Raskolnikov, yoksulluktan dolayı okulu bırakmış idealist ve kendi çapında aydın bir gençtir. Parasızlık günlerinde bazı eşyalarını rehin vererek faizli para aldığı tefeci kadını öldürmeye karar verir. Baltayla kadını öldürürken, hesapta olmayan kadının üvey kardeşi de içeri girince onu da öldürür. O artık bir katildir ama kendini katil olarak görmemektedir. Çünkü bir yüce amaç için öldürmüştür! Kahramanımız, suçla ilgili yazdığı bir makalede, insanları iki gruba ayırmaktadır. Topluma yön ve düzen veren birinci sıradaki büyük adamlar ve sıradan sokaktaki insanalar. Birinci gruptakilerin yüce amaçları için öldürme hakları vardır ve Raskolnikov da kendisini bu gruptakilerden kabul etmekte ve hatta o dönemin gözde ismi Napolyon’a özenmektedir.

Kişilik olarak yardımsever ve merhametli bir portreye sahip olan Raskolnikov, cebindeki üç beş rublenin tamamını ihtiyaç sahiplerine vermekten kaçınmaz. Bu anlamda cömerttir. Ancak, sıradan insanlardan değil de “büyük” insanlardan olduğunu kabul etmek gibi bir bencilliğin de  içindedir. Kahramanımız hem cömert hem bencildir. Raskolnikov’un bencilliği, Nietzsche felsefesindeki “üstün insan” kavramına denk gelir.

Öykümüzdeki tek aksiyon, cinayettir ve o da romanın başlarında gerçekleşir. Cinayet sonrasında ise yoğun bir iç yolculuk, psikolojik bir süreç ve felsefî bir sorgulama var. Çok kişi bu romanı okumuştur ama okumayanlar için belirtelim ki, cinayet sonrasındaki bu süreç zannedildiği gibi sıkıcı değildir. Yazarın anlatım ve sürprizleri merak uyandırdığı kadar akıcıdır da.

Dostoyevski’nin kesin yargı ya da kesin hükümlerden kaçındığı ve bir belirsizlik ortamı yarattığı da gözlerden kaçmıyor. Toplum için kötü olan tefeci birinin öldürülmüş olmasının iyi mi kötü mü olduğu konusunda Raskolnikov bile kesin bir şeyler söylemiyor. Tefeci kadından, toplumu sömüren bir “bit” olarak bahsettiğini gördüğümüzde, onun bir yargıya vardığını zannediyorsunuz ama hemen peşinden kendisi için de “bit” dediğini görerek belirsizlik iklimine giriyorsunuz. Sonya ile konuşurken “Ben yalnızca bir bit öldürdüm, Sonya, yararsız, iğrenç, herkese zararı dokunan bir bit!” diyor. Sonya “Ama bu bir insan!” deyince de “Ben de biliyorum onun bir bit olmadığını” diyor.[2] Yani öldürülen kişi hem bittir, hem değildir. Nitekim cinayeti toplum yararı için ya da ahlâkî, vicdanî bir sebeple öldürmediğini de söylüyor, “Ben öylece öldürdüm; kendim için, yalnızca kendim için yaptım bunu” diyor. Bir taraftan “üstün insan” denilenlerin öldürme hakkını savunan makaleler yazıyor, öbür taraftan böyle bir yüce amaç için yapmadığını söylüyor. Cinayeti toplum için mi kendisi için mi işlediğine karar veremiyor!

Aynı durum, Raskolnikov’un Tanrı inancı için de geçerli. Dostoyevski, Tanrı sorgulamasını derinlikli olarak son romanı Karamazov Kardeşler’de yapmakla birlikte, Suç ve Ceza’da da Tanrı inancı üzerine çelişkili cümleler kurarak yine belirsizlik ortamına yol açıyor. Tanrı’ya inanmayan biri olduğu romanın bir çok yerinde belirtilen Raskolnikov’un “Demin annemle kucaklaşıp ağlaştık. Ben Tanrı’ya inanmam, ama ondan benim için dua etmesini istedim” dediğini görüyoruz.[3]

Romanın cinayet sonrasını oluşturan ana gövdesinde ikincil kahramanlarla tanışıyoruz. Kız kardeşi Dunya ve annesi, Dunya ile evlenen arkadaşı Razumikhin, ayyaş Marmeladov, nerden çıktığı belli olmayan Svidrigailov, cinayeti araştıran görevli Porfiry Petroviç ve özellikle de Sonya! Bu kahramanlarla olan diyaloglar Raskolnikov’un iç hesaplaşmasının ip uçlarını da veriyor. Örneğin, kız kardeşi Dunya’ya kendisinin “Acı çekmeye hazır bir alçak!..”[4] olduğunu söylemesi, onun iç dünyasındaki sönmeyen ateşin ve depremin göstergesi gibi görünüyor. İç çatışmalarını durdurabilmek için intiharı da düşünür ama suçunu itiraf edip cezasını çekmeyi tercih eder.

Kanaatimce eserin ikinci önemli kahramanı Sonya’dır. Belki onu diğer kahramanlar grubundan alıp, ana kahraman Raskolnikov’un yanına oturtmak gerek. Çünkü çelimsiz kız bunu hak ediyor. Dostoyevski hakkında dikkate değer bir bibliyografya  kaleme almış olan E. H. Carr, Sonya için “Temiz orospu” kavramını kullanır.[5] Çünkü Sonya, ailesini geçindirebilmek için fahişelik yapmak zorunda kalan bir toplum kurbanıdır. Tanrı tanımaz Raskolnikov ile Tanrı’ya sağlam bağlarla bağlı olan Sonya arasındaki diyaloglar zaman zaman teolojik boyut kazanmakta ve birbirlerini daha yakın tanımalarına imkân vermektedir. İkisi de Tanrı nazarında suçludur; biri katil, biri fahişe! Raskolnikov, herkesten gizlediği eylemini, yani cinayeti önce Sonya’ya itiraf eder. Sonya ise bu katile öyle bir bağlanır ki, gidip teslim olan, yargılanma sonunda 8 yıl için  Sibirya’ya sürgüne gönderilen Raskolnikov’un arkasından gider.

Kahramanımızın suçunu itiraf etmesi ve Sibirya’da sürgün cezasını çekmeye başlaması, içindeki alevi söndürmez, depremi durdurmaz. Diğer mahkumlarla ilişkileri iyi değildir, onları sevmez, onlar da kendisini sevmez. Çünkü o bir “üstün insan”dır! Arkasından Sibirya’ya kadar gelen Sonya sık sık ziyaretine gelir ancak kıza hiç iyi davranmaz, ona da acı çektirir. Sonya’nın hastalanarak ziyareti aksatması onun dikkatini çeker ancak önemli bir rahatsızlığı olmadığını da öğrendikten sonra bazı gerçekleri fark eder.

Ilık bir bahar sabahı verilen işi yapmak için ırmak kenarına gelir ve bir kütüğün üstüne oturarak, ufukta görülen göçebe çadırlarına dikkat kesilir. Uçsuz bucaksız bozkırda nokta halinde görülen insanların özgürlüğüne imrenir. Bambaşka insanlar var ve zaman sanki durmuştur. Kendi iç dünyasıyla düş dünyası arasında gidip gelir. O anda yanında Sonya belirir. Yüzünde bir aydınlık ve gülümseme görülür. Ürkek bir biçimde Sonya’nın elini tutar. O an “üstün insan” olmadığının farkına varır ve gözleri mutlulukla parlar. Bir zamanlar Sonya’nın kendisine verdiği ve hiç okumadığı kutsal kitabı hatırlar. Kafasında şimşek gibi bir şeyler geçer; “Artık onun inançları benim de inançlarım olamaz mı? Hiç değilse onun duyguları, hevesleri, gönül akışları?...”[6] Yeni bir öykünün kapıları açılmak üzere öykümüz burada bitiyor.

Suç ve Ceza üzerine bugüne kadar çok şey söylendi ve yazıldı. Kahramanın çelişkili davranış ve sözleri farklı yorumlara da neden oldu. Dostoyevski’nin en çok okunan bu romanında; toplum, birey, suç, ceza, vicdan, iyilik, kötülük, inanç, inançsızlık ve Tanrı konusunda düşünecek ve şöyle ya da böyle bir yargıya varacaksınız. 2021 yılı Dostoyevski yılı ilan edildi. Suç ve Ceza’yı okumamış olanların okumasını, okuyanların ise yeniden okumasını tavsiye ederiz. Bu arada Üstad’ı saygıyla andığımızı da belirtmeden geçersek haksızlık etmiş oluruz.

 


[1] Joseph Frank, Dostoyevski Çağının Bir Yazarı, Çeviren: Ülker İnce, Everest Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 514

[2] Dostoyevski, Suç ve Ceza, Çeviren: Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yayınları, 16. Baskı, İstanbul 2014, s. 520

[3] Dostoyevski, age, s. 647

[4] Dostoyevski, age, s. 647

[5] Edward Hallet Carr, Dostoyevski, Çeviren: Ayhan Çerçeker, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2014, s. 192

[6] Dostoyevski, age, s. 686, 687

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum