PENCEREDEKİ İHTİYAR
Biliyorum bu yazıyı okurken şaşıracaksınız. Gerçekten böyle insanlar yaşamış mı diyeceksiniz. Onu tanıyanlar bilenler ise mazinin rüyasına dalacaklar, onun sohbetlerini, öğütlerini ve her daim o bulutlu yüzünü hatırlayacaklardır.
Ah keşke ben de onu tanıdığım zamanlarda daha büyük olsaydım diye hayıflanıyorum bazen. Ya da o mahallenin bizden daha büyük olan gençleri ile sohbet ederken, ona biraz daha sokulsaydım diye dert yanıyorum. Ona galiba daha çok soru sormak isterdim. Bu kadar seneden sonra bu insanı hatırladıkça alacağım cevaplara hâlâ bu gün bile derin bir merak sarıyorum. Sorularım, bütün gizemi ve canlılığıyla bir Mısmılırmak suyu gibi duruyor ve hala yüreğimin acıyla kanadığını hissediyorum.
Şimdi beni en çok teselli eden, güç bela tuttuğum bir nacakla, Yeşil Cami avlusunda onunla odun kırmam, akranlarımla beraber Ünzile Çeşmesi’nin etrafına atılan çöpleri toplamam, ay ışığının cami önüne vurduğu aydınlık gecelerde onun o efsanevi hayatını dinlemem, onunla namaz kılmam, namaz sonrası caminin ortasında yaktığı mangal etrafında seferberlik hikâyeleri dinlemem ve küçük pinliğinde birlikte yumurta toplamamızdır.
Hele Arife günleri arkadaşlarımla memecim giliği gezmesinde kapısına vurarak gilik almam. Kimi bayramlarda şeker leblebi, yumurta vermesi benim gibi çocuk ve bizden birkaç yaş büyük delikanlılar için ne müthiş ve doyulmaz hatıralardır anlatamam.
Bizim nesil Hz Âdemden bu yana kaçıncı kuşaktır bilemeyiz ama Birinci Dünya ve İstiklâl Savaşı’ndan sonra o çetin günleri yaşamış insanların hatıralarını dinleyen, onların vücutlarını delik deşik eden kurşun yaralarının izlerini gören bir nesil olarak bilinçaltımız savaş yıllarından kalma anıların yankılarıyla doludur.
İki kat olmuş bedeni, elinde bastonu ile usul usul camiye doğru yürüyen Memülü Emminin, “Cephede aç kalmadınız, başınız bitlenmedi. Ayakkabı çorbasını da bilmezsiniz, bedeninizde kurşun izin de yok” diye söylene söylene yürüdüğü zamanlar hâlâ gözlerimin önündedir.
İşte Saffet Emmi de asrın en büyük vahşeti olan 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın mahallemize armağan ettiği gerçek insan örneklerinden biridir.
Rus ve Bulgar askerlerinin Yusufeli, Erzurum yörelerinde yaptığı katliamlarda o sırada asker olan mahallemiz eşrafından Karaahmetoğullarından Abdullah Birinci, Saffet Emmi’nin köyünde işgal kuvvetlerinin akıl almaz vahşetiyle karşılaşır. Bu köy Artvin İli Yusufeli’ne bağlı Cimcime köyüdür. Kadınlar, yaşlılar, gençler, çocuklar toplu olarak katledilmiştir. Karaahmetoğullarından Abdullah Birinci, büyükçe bir evin ocaklı odasında ocağın içinde bir yaşında ağlayan çocuğu görür. Çocuğu kucağına alarak komutanına götürür. Komutanından bu çocuğu evlatlık almak istediğini söyler ve kendisine izin verilince, çocuğu Sivas’a Hacı Zahit Mahallesine getirir.
O tarihlerde Hacı Zahit Mahallesi şehrin mesire yeridir. Şehrin hemen hemen her düzeyi ile muhatap olan mahallede kökleşmiş bir gelenek ve dayanışma vardır. Sakinlerinin çoğu çiftçi, sanatkâr ve kamu görevlisi olan mahallede bu meslek dallarının yarattığı seviyeli bir komşuluk iletişimi içinde yardımlaşma kültürü de oluşmuştur. O yıllarda geçim sıkıntısını en az çeken mahallerden olan Hacı Zahit Mahallesi, Sivas’a gelen savaş mağdurlarına yardımını merhametini esirgemez.
Bir yaşında getirilen Saffet Emmi, mahallemizde yaşıtlarının çoğu ile sütkardeşi olmuştur. Kavaklı Sokak’tan Harmanlık’a kadar, bir yaşında annesi babası, kardeşleri savaşta katledilmiş bir çocuğun mahallemize getirildiğini duyan mahallemizin anneleri, onu emzirmeye koşarlar. Saffet Emmi, hayatı boyunca mahallemizde birçok aile ile bu yolla akraba, herkesin çocuğu ve mahallelinin büyüğü olmuştur. Ancak bu sütannelik onun dramatik evliliğini de etkileyecektir.
Saffet Emmi, uzun boylu, zarif, ince yapılı, yüzünde insanı etkileyen sürekli bir sakinlikle gezinen, son derece hoşgörülü bir insandı. Onun küfrettiği, yalan söylediği, bağırdığı, kötü bir davranış içinde olduğu görülmemişti. Çoğu kez ezana yakın Ünzile Çeşmesi’nin başında otururken iç dünyasında huzur ve sükûnetin büyüleyici sessizliğini yaşayan bir dervişi andırırdı. Yavaşlatılmış bir film gibi gayet estetik hareketlerinde insana güven ve huzur veren bir eda vardı.
Koskoca mahalle sanki ona teslim edilmişti. İstediği evin kapısını rahatça çalabilir, herkes onun kapısına rahatça gidebilirdi. Uzun yıllar, Öğretmen Mahmut AYRAL’ın kavaklıkları, salatalık bahçeleri ona emanet edilmişti. Kimse onun erdeminden, ahlâkından şüphe etmezdi. Kimin çocuğu doğsa, Saffet Emmi ilk kutlayanlardan olurdu. Onun çocuklara karşı sevgisi olağanüstüydü. Hele camiye gelen çocukların tamamı onun şekerlerinden, leblebilerinden nasiplenirdi. Ramazan günlerinde ise çocukların bir kısmı oruçlarını onun horoz şekerli çörekleri ile açarlardı.
Mahallemiz camiinde görev yapan imamların en büyük yardımcısı Saffet Emmi’ydi. Seher vaktinin tabiatı canlandırdığı uhrevi saatlerde, acaba, sokakların yalnızlığıyla kendi yalnızlığını bütünleştiren Saffet Emmi’den başka bir insan dünyaya gelmiş midir? Büyüklerimiz derdi ki, kuşlar, köpekler günün başladığını Saffet Emmi’nin gün daha ağarmadan evinin kapısından çıkıp Kavaklı Sokak’ın taşlı yollarında hiç kimseyi rahatsız etmemek için ayakuçlarına basarak yürüyüşünden anlarlardı. Horozlar ondan sonra öter, serçeler ondan sonra yuvalarından çıkardı. Çoğu kez de sabah ezanını Saffet Emmi okurdu. Mahallemizde mevlit okunduğunda, mevlit şekerini o dağıtırdı. Ölenin mezarını o eşerdi. Caminin bütün tabutlarının ustası o idi. Doğana beşik ölene tabut yapmak, onun karşılıksız yaptığı işlerdendi. Herkese “Eşik-Beşik-Keşik”ti. Acı günlerde başsağlığı dileyenleri o karşılar, kahveleri o dağıtırdı. Düğünde dernekte kendisine düşen bir görev olursa hiç erinmeden, yüksünmeden, teklif beklemeden koşar gelirdi.
Kavaklı Sokak’ta tek katlı iki odalı toprak bacalı bir evde yalnız yaşardı. Odalarının birinde ona adeta arkadaşlık eden horozları, tavukları vardı. Geçimini yumurta satarak, kışlık odunları keserek sağlardı. Hacasanların (Manavoğulları) bahçelerini ekip biçtiği yıllarda yetiştirdiği domates ve patates tohumları ünlüydü. Bu tohumları Nevşehir ve Kırşehir gibi illerden gelerek alanlar olurdu.
Temiz yürekli Saffet Emmi’nin evliliği de hayatı gibi dramatikti. Kendisine âşık olan kızla nişanlanmıştı. Nişan sonrası kızın kendisiyle sütkardeş olduğu dedikodusunu çıkarmışlardı. Saffet Emmi’yi kızın sütkardeşi olmadığı konusunda ikna etmişlerdi ancak evlendikleri gün konu tekrar alevlenince, Saffet Emmi nikâhlı eşiyle bu yüzden beraber olmamış, durumu öğrenen kız tarafı ise evliliği sonlandırmıştı. Bundan sonra da mahalleli Saffet Emmi’yi evlendirmek istemişse de o artık evlenmek istememişti.
Yalnızlık ve yoksulluk içinde geçen ömrünün sonuna doğru Saffet Emmi ortalıkta görünmez oldu. Amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Mahalleli onu hiç yalnız bırakmadı. Biz gençler de devamlı ziyaret ederdik, bizi görünce sevinir tatlı bir gülümsemeyle yüzümüze bakardı. Sonbaharda evinin toprak bacasını loğlamak artık bizim görevimiz olmuştu. Mahalledeki her aile onun sevdiği yemekleri götürür, genç kızlar evini silip süpürürdü. Ancak bir sabah Yeşil Cami’den verilen sala ile onun vefat ettiğini duyduk. Sanki kendine hazırlamış gibi kendi elleriyle yaptığı tabuta koydular. O gün mahalle büyüklerinin ağızlarından çıkan sadece iki kelime vardı. “Saffet Emmi evliya gibiydi”.
Yıllar sonra bile şöyle dönüp geriye bakınca Saffet Emmi’nin bizim kuşak gençlerinde unutulmaz bir iz bıraktığı ayan beyan ortadadır. Hayatı, Sivas’ın Hacı Zahit Mahallesi’nde, Karaahmetoğulları ailesinin himayesinde geçen bu kimsesiz ve yoksul adam, belki hiç yaşayamadığı çocukluğunu bizim çocukluğumuzla yaşadı ve bizim için gerçekten çok önemli bir kişiydi. Kur’an bilmeyenlere Kur’an öğretirdi. Bugün Kur’an-ı Kerim okuyabiliyorsam, bunda onun da hakkı vardır. Bu kadar zaman sonra onun için bir yazı yazacağımı hiç ama hiç düşünmemiştim. Büyüklerimden duyduğum söz gerçekten çok doğruymuş, çocukluktan kalan hiçbir şey unutulmuyor,
Nur içinde yat Saffet Emmi…