A. Yağmur TUNALI

A. Yağmur TUNALI

[email protected]

MEDYA SANATIN DÜŞMANI

22 Kasım 2020 - 22:11

Tarık Buğra,“ Gazetecilik sanatın düşmanıdır” derdi. Bugün yaşasa, yeni yaygınlaşan kavramı kullanacak ve “Medya sanatın düşmanıdır” diyecekti. Muazzam bir tesbittir. Çok keskin bulanlar olacaktır. Ancak, düşününce doğruluğuna şaşılacak bir vecizedir.

Medya dediğimiz geniş yayın alanı, büyük ölçüde günlük tüketime çalışır. Medya okur-yazarlığı terimlerine göre söylersek, muhatabı “genel okuyucu ve seyirci”dir. Püf noktası burasıdır. Genele hitab etmenin bir yığın kaydı vardır. “Acaba anlaşılır mı?”, “şu kesim anlar mı, bu kesim ne der?..” gibi pek çok ayak bağı sanatçıyı yavaşlatır. Tatsız bir durumdur.
Gerçi sanat, cendereye girmektir. Boğularak can bulur, can verirsiniz. Bu, bile-isteye girilen bir disiplindir. Medyada yazmaya benzer bir kısıtlama değildir. Sanattaki bir aşk zorlamasıdır. Güzele ulaşmanın yolu ve güzelin istediğidir. Görünüşe bakılırsa, medyada yolun zorluğu hafifler ama sanatçının yaratıcılığı yara alır. Estetik tatmin kaybolur, en azından düşer. Medyada yazmak, “bağlanma hürriyeti”ne dokunur ve zedeler. Daha ileri giderek söyleyelim, bazen o duyguya terstir. İşte Tarık Buğra, hürriyetini bu kadar kısıtlayan şartlardan bunalmış, kahırlı zamanlar geçirmiş olmalıdır. Birike birike hafakanlara yol açan bu durumu alınganlık ve öfke sınırına kadar götürdüğü için “sanatın düşmanı” demiştir.

Senaryo sanat değildir

Öyledir. Sözü ondan açtık, yine Tarık Buğra’dan örneklemeye devam edelim. Eğer Tarık Buğra, geçinmek için gazetelere fıkra yazmak zorunda kalmasaydı, muhtemelen ondan bize daha çok ve yüksek değerde sanat eseri kalacaktı. Galiba, açıklayıcı olacak ve herkesçe kabul edilecek bir misâli hatırlatmanın yeridir: Osmancık’ı televizyon senaryosu olarak düşünmüş ve öyle romanlaştırmıştır. Diğer romanlarının çok altında bir yazış değeri olduğunu erbâbı farkedecektir. Sebebi açıktır: Medya için filme çekilmek üzere düşünülmüş, senaryo gibi çok teknik bir türün kıskacı sanatkârı daralttıkça daraltmıştır.

Senaryo sanat eseri değildir. Sinema perdeye akseden haliyle sanattır. Yani, sinemada birçok unsurun bir araya gelmesiyle oluşan eser tektir ve sanattır. Tek tek o unsurlar, resim, fotoğraf, çevre düzenlemesi, iç mekân tasarımı, giyim kuşamın belli dalları ve benzerleri içinden bazıları sanat kabul edildikleri halde, sinemada ana sanata yardımcılık ederler.

Çünkü, o büyük yapıda, hiçbir sanat kendisi kalamaz ve filmin gerektirdiği ölçüde rol alır. Çok zaman değişerek ve değiştirilerek faydalanılan bir elemandır. Tıpkı çok elemanlı bir yemek gibidir. Pek çok şey bir araya gelerek ve ekseriyetle değişerek bir yemeği oluşturur. Drama öyledir: Gerçeği bile değiştirerek kullanması onun verilmiş ruhsatı ve kabul edilmiş hürriyeti içine girer. Bu keyfîlik sayılmaz. Romanla gerçek hayat arasındaki fark gibidir. Bozar gibi görünürken bir başka düzen kurar.

Medya gevşetir

Bir kademe daha ilerleyelim: Gazete yazıları da, çeşitli sinema ve televizyon metinleri de sanat eseri değildir. Sanat, o tür metinler için birçok malzemeden biridir. Şüphesiz önemli bir kaynaktır. Bir istisna gibi söyleyeceğimiz de şudur: Sanat zemînine oturan ve estetik ölçülerde tadılan gazete ve televizyon yazıları elbette vardır.

Televizyon metinlerinin niçin sanat sayılmaması gerektiği senaryoda saydığımız sebeplerle ilgilidir. Sanat eserinin bir önemli özelliği, kendi başına var olmasıdır. Bu bütünlüklü(komple) ve o ölçüde karmaşık (kompleks) işlerde, çok unsurlu bileşeni olan sanat yapımlarında o özellik kalkar. Tek başına var olan sinema -televizyon filmidir ve sanattır. Diğer televizyon metinleri ve hatta televizyon sanat kategorisinde değerlendirilmez. Sanatla iç-içe, sırasında onun yardımcısı, tanıtıcısı, yayıcısıdır; bir tarafıyla sanatın düşmanıdır. En azından yazarlık açısından öyledir.

Radyo ve televizyon doyumsuz obez

Çok şahsî bir tecrübeyi söylemenin de yeri geldi: 2000 civarında televizyon programı yapmışım. Bunların içinde sanata yaklaşan belgeseller vardır. Ancak, apaçık görünen şudur: Bu binlerce iş, sanatımdan çalınmış uzun bir zamanın eseridir. Buna yansam yeridir. Çok faydalı olması durumu değiştirmez. Önemli bir hizmet gördüğüm duygusu da bunu değiştirmez. Kâğıda basılsa boyumu aşacak senaryo ve metinler içinde sanat eseri denebilecek pek azdır. Bunların küçük bir bölümünde yüksek yazış estetiği ve edebî değer bulunabilir. Hemen hepsinde düzgün bir yazışı gözetmişimdir. Güzel de bulunmuştur. Ancak gerçek ortadadır: Bunlar asıl sanattan epeyce uzağa düşer, başka şartların etkisi altında birçok tavizle yazılmış eserlerdir. Dolayısıyle, bir tesbiti daha yenileyelim: Yazı bakımından düşünürsek, sanatın tecellî yeri sayılan radyo ve televizyon da aslında edebî sanatın düşmanı görülebilir.

Elbette bir tarafından tutarak değerlendirmek olmaz. Bütünüyle ele alındığında görülene bakmak lazım dersem de gerçeği es geçmiş olurum. Bunlar çetrefil meselelerdir. Meselâ, radyo, televizyon, gazete, sinema dediğinizde, akla gelebilecek ilk algının sanat olması şaşırtıcı değildir. Gelin görün ki asıl problem de belki burada başlar. Yanıltır ve yanıltması da normaldir.

Bizde gazete sanatçılarla başladı

Bir zamanların matbuatı sanatçılar eliyle ve sanatla oluştu. Bizi bugünlere gelişte yanıltacak önemli bir husus budur. İlk Türk gazeteleri de, dergiler gibi edebiyat tarihine mal olmuş isimlerle çıkardı. Bu gelenek, devam eder göründü. 1950’lere gelirken Hürriyet’le bir ihtilal yaşandı. Artık, magazin ve dedikodu, haberle beraber öne çıktı. Onu, magazin ve moda dergileri ve bulvar gazeteleri takib etti. Fikir gazetesi havasında direnenler, yine sanatçılara dayanan yazarlığa belli ölçüde ağırlık verdiler. Şu var ki, devir değişmişti ve onlar da başka türlü yazmalıydılar.

Peyami Safa, en çarpıcı örnek isimdir. Gazete yazıları her teldendir. Modadan antika merakına, kenar mahalle hayatına, Maçka’nın dullarına kadar her şeyden bahseder. Başka türlü devamlı yazamaz, çünkü okunmaz. Gazete bunu ister. Bir romancı, bir sanatkâr olarak yapacağı, gazeteci dil ve üslubuyla ama kendi cümlesini hatırlatan düzgün metinler çıkarmaktan ibarettir. Bunlar elbette güzeldir. Epeycesi kitaplaşmıştır ve zevkle okunmaktadır. İyi de, bu onların sanat eseri olduğunu göstermez ki? Bunlar bir sanatçının herkese okutabilmek üzere kurduğu metinlerdir. Sanatından izler taşır. Farkı ve güzelliği oradadır.

Medya ister ve alır

Bir başka dikkati de söylemek lazımdır: Yazarlarımız içinde gazeteye, radyoya, televizyona ve sinemaya hayır diyecekler ender çıkmıştır. Medyanın dayanılmaz çekiciliği vardır. Kendi kuralları içinde sanatçıyı şekle sokmasına bile itiraz edilmez. Seve seve o kalıba girerler. Şöyle bir gazete koleksiyonlarını karıştıran kişi, yazarların geçit resmini görür. Radyo ve televizyon da öyledir.

Niçin böyle olduğuna bakmak lazımdır. Varacağımız esaslı sebeplerden biri bu sorunun cevabındadır. Sanatçı, görünmek, bilinmek ve sevilmek ihtiyacını en fazla duyandır. Öne çıkma, farkedilme imkânı medyadadır. Diğer taraftan, sözü, derdi olan kişinin bu fırsatı değerlendirmemesi düşünülemez. Sanatçılar mazurdur. Medyada yer alacaklardır. Mesajlarını verecekleri gelişmiş zemin orasıdır. Biri bine katlayan güç odur. Bütünüyle algılar orada şekillendirilir ve yönlendirilirken, araya sanatın ve sanatçının girmesi ne kadar hafifletilirse hafifletilsin, bir güzellik çeşnisidir. Beş duyusuyla yaşamaya alıştırılmış kalabalıklara başka bir boyutu hatırlatır.

Şimdi yalın kat hayatlar peşindeyiz. Duymuyor, düşünmüyoruz. Görüntüler o kadar sık değişirken, durup düşünmek ve dura-dinlene tadına bakılmak gereken sanat derinliği ihtiyaç listelerinde sonunculuğa oturuyor. Bazı dostlara, sanatın ve sanatçının medya yolculuğunu yeni bir dilenciliğe döndüren şartları söylüyorum. Evet, sanat, hayatımızda ve medyamızda olmazsa olmazlar sırasında değildir. Dünün medyası sanatla anılırken, bugünün medyasının sanat dediği popüler çerezlerdir.

Medyanın yazara kazandırdıklarını söylemeyi de ihmal etmemek gerek. Yazar, yaygın medya organlarında kalem oynatırken başka türlü bir yazış terbiyesine girer. En çarpıcı değişme, kısa ve anlaşılır cümleler kurma mecburiyetini duymasıdır. Büyük bir iştir. Sanat eserlerine de yansır. Yazarı, okuyucuya yaklaştırır. Dikkat edin, sanatçılar arasından en anlaşılır metinler kuranlar gazetecilik edenlerdir. Üzerinde durulacak esaslı bir meseledir.

Seviye kalabalıklara göre değildir

Sanatçının sanatından fedakârlık ederek kurduğu, vazgeçilmez olduğu eski zaman medyasından bugüne geldik. Kabul edelim ki seviye kalabalıklar için değildir. Elitler arası bir paylaşmadır ve esintileri geniş halk tabakalarına yansır. Bugün, sanat elitinin barınacağı yer kalmadığını söylemek ağır bir hükümdür. Ancak, kimselerin derinleşme ihtiyacı duymadığı bir yeni zamana doğru yol alıyoruz. Hızlı değişmeler ortasında ters yumruk almış gibiyiz.

Bu durum sürdürülebilir değildir. Mutlaka bir dönüş olacaktır. İş ki o dönüşe yol açacak dirençli sanat erbâbını ayakta tutabilelim. Çekirdek kalsın. Nüve, her türlü tohumu atar ve tohum düştüğü toprağında yeşerir. Yeter ki, zincir kopmasın.

O kadar kötü durumda da değiliz. Dergiler, hâlâ sanatın yeşerdiği fidanlıklar olma özelliğini koruyor. Biz varız. Bunu yazabiliyor ve söyleyebiliyoruz. Soru soranlar ve cevabını merak edenler var. Yayınlayanlar var. Biraz daha, biraz daha meselemize eğilelim. Sanatı üzerinde düşünenlerimiz olsun. Yollar mutlaka açılacaktır.

Bu kısır dönemde, yine medya ile iç-içe olacağız. Onsuz olmaz. Orada görünür hale geleceğiz. Bu beraberlik iki yönlüdür. Hem can attığımız ve vazgeçilmez kabul ettiğimiz bir alandır, hem de çekişeceğiz. Hayatın her alanında olduğu gibi bir mücadele yürüyecek. Eksik bulacağız, şikâyet edeceğiz, gerçek sanat değerlerine yer vermediğinden bahsedeceğiz. Değiştirmek için uğraşacağız. Ne çare, seviye medyaya yine uzak düşecek. Olsa olsa onun kokusunu alacağımız dokunuşlar, küçük haberler duyacağız.

Bu durumun en anlaşılır örneği müziktedir. Klasikler ve o çizgide devam edenler yazılı, görüntülü, sesli basının gözdesi değildir. Onlar popüler çizgide yayın yaparlar. Saman alevi gibi yanıp sönecek olanlar en çok kullanmak istedikleridir. TRT ve Kültür Bakanlığı gibi yüzlerce sanatçıyı kadrosunda bulunduran kurumlar için de durum aynıdır. Belki ilk önce değiştirilmesi gereken budur ve devlet kurumlarının pür sanata yakın pozisyon almaları yönünde baskının güçlendirilmesi yapılabilecek en iyi şeydir. Bundan bütün sanatlar için bir seviye arayışına geçilecektir. Çünkü, bu kurumların müzikte bulundukları seviye, diğer sanatlardakinden farklı değildir. Sadece TRT ve Kültür Bakanlığı’nın maaşlı elemanlarına koyduğu seviye şartını uygulaması ve bunu belli bir ıskalada tutması çok şeyi değiştirecektir. Kültür Bakanlığı’nın dağıttığı teşviklerin bir bölümünün aynı anlayışa hizmet eden serbest sanatçılara gitmesi ise büyük bir sıçrama getirecektir. Özel sektörün yüksek sanata ilgisi de bu devlet ilgisinden ileri derecede etkilenecektir.

Devletin sanattan elini çekmesi fikrine şartlı olarak evet diyebilirim. Bu başka bir yazı ve tartışma konusudur. Esasen, bu son cümlelerim de esas konuya kenar düşer gibi görünse de değildir. Tesbit, teşhis ve şikâyetten yapılabileceklere geçmedikçe durumu iyileştirmeye hizmet etmeyen davranışlara gireriz. O zaman medya da bütünüyle kalabalığa uyar.

Vesselam, sanata itibar kazandırmanın önceliği asla akıldan çıkarılmamalıdır. Medya, kör değildir. O itibarı da değerlendirir.

-------------------------------------------------------------------------------
Bu yazı Külliye Dergisi'nin Kasım 2016 sayısında yayımlanmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum