Vatansızlıktan Devletsizliğe Uzanan Bir Yol - Yazar: Merve ERDOĞAN
Ahıska, Güneybatı Kafkasya’da Gürcistan sınırlarında, Mesheti bölgesinde (Meshetya) yer almaktadır. Bu nedenle birçok yerde Ahıska Türkleri’ne Meshet Türkleri denir. Ancak bu halk kendisine Meshet dememektedir. “Biz Türkoğlu Türk’üz. Bizim Sovyet kaynaklarında bile Türk olduğumuz belirgindir. Bu adı kim uydurdu, bu durum bizi derinden yaralamaktadır.” ifadelerini kullanmaktadırlar.Ahıska Türkleri ise 1944 yılında Stalin tarafından Sovyetlerin Mesheti Bölgesi’nden Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’a sürülen vatansız bir azınlıktır.
Gorbaçov’ın politikalarından olumsuz etkilenen bu topluluğun tarihi göç ile şekillenmiştir. Günümüzde, toplam nüfusu yaklaşık 350-400 bin olan Ahıska Türkleri, dünyanın dokuz farklı ülkesinde yaşamaktadır (Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Türkiye, Ukrayna, Özbekistan ve ABD) ve yaşam koşulları yaşadıkları yerlere göre farklılık göstermektedir.
Bir zamanlar Evliya çelebinin de zevkle anlattığı eşsiz güzelliği olan bir Türk yurdu Ahıska,Çıldır savaşıyla idaresi altına girdiği Osmanlı’dan 1829’da Rusya’yla imzalanan Edirne Antlaşması’yla koparılmıştır. Ahıska halkı savaş tazminatı yerine, Ruslardan başkasına yaşama hakkı tanımayan, ezme ve eritme projelerinin temelini oluşturan tek devlet, tek millet ve tek din ideasına sahip olan ve milletler zindanı olarak da bilinen Rusya’ya bırakıldı. Böylelikle acıdan da öte büyük bir zulüm başlamış oldu. Ahıska artık beti benzi solmuş,bereketi gitmiş,sönük bir arı kovanı gibi işleyen kasabaya döndü. Bir süre sonra Ermenilerin gelip topraklara yerleşmesiyle Türk kimliğini de kaybetme tehlikesinde kalan Ahıskalıların kaderini adeta felaketler zinciri örmüştü.Sıradaki felaket önce savaş sonra sürgün…
1.Dünya Savaşı döneminde SSCB yönetiminde ortaya atılan “güvenilmeyen ya da cezalandırılmış uluslar” yaklaşımı hayata geçirilmeye başlamıştır. Bu tanım SSCB’de 1980’li yıllarda muhalif aydınlar tarafından kullanılmıştır. Bu kavram içerisine anavatan dışında yaşayan miller de dâhildi. Ahıska Türkleri söz konusu düşüncenin ilk örneklerinden biri olmuştur.
Yıllar boyu Rus hükümetinin elinde acımasızca yönetilen bu halkın 40 bin evladı, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman cephesine gönderildi. Daha bu yiğitler savaştayken hem çekilen sıla hasreti hem evlat özlemiyle takatsiz kalan yaşlıların ve kadınların ellerine kazma ve kürekler tutuşturulup Ahıska-Borcom demiryolu inşasında çalıştırıldı. Özlemle yürekleri dağlanan bu analar, yapacakları bu tren yolundan yavrularının geleceklerini ümit ederek, o sıcacık yüreklerindeki evlat ve eş özleminin biteceğini tasavvur ederek o zayıf kalan vücutlarına rağmen var gücüyle kazma ve küreklerle çalıştılar. Oysa döşedikleri her ray onları vatanlarından ayıracaktı. İnşa ettikleri demiryoluyla evlatlarına kavuşmayı düşlerken hiçbiri kendi elleriyle inşa ettikleri bu yolla sürgüne gönderileceklerini, hafızalarından silinmeyecek yolculuklarının başlayacağını tahmin dahi edememişlerdi.Savaştan dönenlere gelince, gaziler köylerine döndüklerinde kimseyi bulamadılar. Boş evler, kimsesiz sokaklar, başıboş köpekler, yabanileşmiş kedilerle karşılaştılar. Onlar vatan için savaşırken, kanlarını canlarını verirken, vatanları, ana yurtları Ahıska’da, köylerinde bıraktıkları anneleri, babaları, çocukları, kadınları sürgün edilmişti. Böylece savaştaki ödüllerini almış oluyorlardı! Artık vatan yoktu.
Ahıska Türklerinin yüzyıllarca yaşadığı köy ve kasabaları Gürcü ve Ermeniler doldurdu. Sürgüne gönderilenlerin bir kısmı, sürgün yerlerine varamadan hayatlarını yitirdiler. Sağ kalanlar da tarihin en gaddar kahrına uğrayarak, vatanından ilinden ırak, akraba ve konu komşudan uzak bilinmez köşelerde, her biri bir yerde, esaret cehennemine mahkûm edildiler.
Ahıska köyleri bir gece içinde boşaltıldı. Askerî kamyonlar halkı demiryoluna getirdi. Askerlerin kontrolünde gerçekleştirilen sürgün, halkın önceden hazırlanmış vagonlara bindirilmeleri ile tamamlandı. Beş hanenin eşyalarıyla beraber otuzu aşkın kişi bir vagonda gidiyordu. Kapıyı günde bir defa açıyorlardı. Âdeta tekerlekler üzerinde birer mezardı vagonlar. İdrar kesesi patlayarak ölen kadınlar vardı. Çünkü tuvalet yoktu. Vagonun döşemesini delmek zorundaydılar. Bu ise firar etmek olarak cezalandırılacak bir suçtu! Tuvaletsiz, susuz vagonlarda hayvan gibi götürülen bu insanların suçu neydi? Ölüleri defnetmek imkânsızdı. Askerler her istasyonda vagonları açarak cesetleri teslim alıyorlardı. Sonra yine yola devam… Nerede o cesetler? Mezarları nerede? Şimdi bile kimse bilmiyor.
Sürgün Ahıska Türkleri, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan başta olmak üzere eski Sovyetler Birliği ‘nin muhtelif bölgelerinde yaşamaktaydılar. 1989 yılında Özbekistan ‘ın Fergana Vadisi ‘nde çıkan olaylarda da büyük kayıplar verdiler. Ahıskalılar, yeni sürgünler yaşadılar ve uçsuz bucaksız Rusya Federasyonu topraklarının değişik yerleşim birimlerinde hayat mücadelesi vermek zorunda kaldılar. Türk kamuoyu günümüzde de aynı durumda olan bu insanlarımaalesef ki yeteri kadar tanımamaktadır.
Ahıska Türklerinin temsilcileri, 1957’de Moskova’ya gelerek vatana dönmek için ilk müracaatlarını yaptılar. Kendilerine “Siz Azerîsiniz! O hâlde Azerbaycan’a dönebilirsiniz…” diye cevap verildi. 1958’de bazı aileler bunu kabul ederek kendi vatanlarına yakın gördükleri Azerbaycan’a geldiler. Buradan Ahıska’ya geçmek kolay olur diye düşünüyorlardı. Nitekim bunlardan birkaç yüz aile -bazı kaynaklarda 245 aile- 1960 Temmuz’u ile 1961 Şubat’ında Ahıska bölgesine geçmeye teşebbüs ettiler. Fakat sonuç istedikleri gibi olmadı. Gürcistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri WasiliMzhavanadze tarafından geri çevrildiler.
SSCB’de hürriyet mücadeleleri sırasında, 80’lerin sonunda Fergana vadisinde Özbeklerle Ahıskalılar arasında bir kavga başladı. 1989’da bir pazar yeri kavgasıyla başlayan bu etnik gerilim olayları sonucunda Ahıskalı Türkler büyük bir şiddete uğradı vebirçok insan şehit edildi.
SSCB’nin dağılmasıyla Gürcistan 1999’da bağımsız oldu ve Avrupa Konseyi’ne üyelik için başvurduğunda, Konsey “Ahıskalılarla ilgili olarak, bu insani ve milli yarayı 6 sene içinde bir kanunla sarılması ve Ahıskalı halkın vatanına geri getirilmesi şartıyla” Gürcistan’ın üyeliğini kabul etmiştir. Gürcistan bu şartı kabul ettiği halde Ahıskalılar için gerekli çabayı göstermemiştir. Gürcistan 2007 yılında bir kanun çıkarmıştır ve geri dönüş müracaatlarını sınırlı tutmuştur. Bu kanunla binlerce insanın dönmesini sağlanmıştır. Ancak bu süreç Gürcistan’ın gönülsüzlüğü ve halkın sahipsizliği yüzünden tam işlememiştir. Ahıska ulusal arenada arkasında herhangi bir devlet, etkin ve etkili bir sivil toplum kuruluşu ve benzeri güçler olmadığı için sahipsiz kalmıştır.
2007’de çıkarılan kanun ilk defa Ahıskalılara hak sağlamış olsa da son derece yetersizdir. Bu kanunun eksiklikleri vardır ve vatandaşlık hakkı problemine sebep olmaktadır. Çünkü dönüşü kabul edilenlerden derhal geldiği ülke vatandaşlığından ayrılması istenmektedir. Fakat Gürcistan’ın vatandaşlık vermesi garanti değildir. Bu durumda dönüş yapacak halkın vatansız duruma düşme tehlikesi kesin olarak söz konusudur. Bu durum vatanına dönmek isteyenler için caydırıcı etki yapmaktadır.
Yakın zamana kadar Türkiye Ahıska Türkleri gerçeğinin farkında değildi. Ermeni diasporasına verilen öneme dikkat çekerek, “Ermeniler için verilen önem Ahıskalılar için verilmedi” diyebiliriz. Çünkü Osmanlı, zamanında kendi bölgesinde huzursuzluk çıkaran Ermenileri Erzurum-Van’ dan alıp yine kendieyaleti olan Suriye’ye götürmüştür. Ancak Ahıskalılar Ruslar tarafından gerçekleştirilen sürgünle tamamen bir yok edilme stratejisi ile karşı karşıya bırakılmıştır.
1992’de Türkiye’de Ahıska Türklerinin ülkemize kabulü ve iskanına dair bir kanun çıkarıldı ve 150 aile getirilerek Iğdır’a yerleştirildi. Kanun hala yürürlüktedir ancak tam olarak işlediği söylenemez. Bugün 40-50 bin civarında Ahıskalının serbest göçle Türkiye’ye geldiği bilinmektedir.
Ahıskalılar, elbette ki kendi vatanları olan Ahıska (şimdiki Meshetya) bölgesine dönmek istemektedirler. Ancak Gürcistan, Ahıska Türklerinin umutlarını kıracak bir tutum izlemekte ve elindeki toprağı gerçek sahiplerine vermeye yanaşmamaktadır. Özellikle bu bölgede restorasyon çalışmaları altında Ahıska Türklerinin son izleri de silinmiş durumdadır. Ahıska Türkleri bu kadar zulüm, baskı ve yokluk karşısında bile direnmeyi başarır, öz kimliklerini muhafaza eder, Sovyet coğrafyasında kendi Türk kimliğiyle nüfus kâğıdı alan yegâne halk olarak tarihe bir kez daha kazınır.
Ahıska Türkleri, hiçbir zaman bulundukları devlete asi olmayan, çığlıklarını içlerine gömen, şehitlerini koyunlarında saklayan, açlıkla, soğukla, siyasal oyunlarla savaşan, her türlü zulme karşı Türk kimliğini koruyan asil bir halktır. 72 yıldır yaraları sarılmayan, ellerinden tutulmayan, hakları tanınmayan hala dünya coğrafyasında sürgün yaşayan bir halk. Ahıskalıların hikâyesi vatansızlıktan devletsizliğe uzanan koskoca bir yol.
…..
BEN AHISKA’YIM
Ben Ahıska’yım, ben Ahıska’yım!
Tarihin en parlak sayfalarına sor;
Ben Ahıska’yım, yüz yılın mahkûmuyum!
Şimdi gör beni, şimdi gör.
Bir zamanlar El’im vardı, tuğum vardı!
Türküler söylerdim, sesim soluğum vardı…
Kafkas ellerinde düşman çatlatan
Mutluluğum vardı.
Bey geldim Al-i Osman’a, paşa kaldım,
Tez geçti baharım, bir bitmez kışa kaldım;
Şimdi ne bilir kimse, ne anar beni,
Derdimle ızdırabımla baş başa kaldım.
Moskof geldi, kahramanca dikildim!
Uğursuz bir günün seherinde yandım yıkıldım.
Bilmezsiniz, âh bilmezsiniz,
Kaç defa burcumdan bedenimden söküldüm.
Yurdum yuvam ele kaldı, virân oldu,
Azgur, Ahılkelek, Koblıyan talan oldu…
Zaman geçti, yüz yıl oldu;
Tarihim şerefim kardeş indinde yalan oldu.
Bayraksız direğim, ezansız minarem,
Kâfir yaman etti, olmadı çârem…
Susmakta şimdi Kars, Erzurum, Ardahan,
Ki her biri eski ciğerpârem.
Ben Ahıska’yım, ellerin hasıyım,
Orta Asya çöllerinde sürgünler sevdasıyım!
Tütmeyen ocaklarda elleri koynunda,
Binlerce ananın kara yasıyım.
Özbek ülkesinde dökülen kan benim!
Fergana vadisinde figan benim!
Kardeş hanesinde ansızın hançerlenen
Gözü yaşlı, gönlü yaralı mihman benim.
Şimdi gurbetten gurbete sürülen benim!
Öz yavrularına çok görülen benim…
Dost hain çıktı, düşman zalim
Ümitleri örümcek ağında örülen benim.
Sağır mısın ey Çoruh, Kür, Aras !
Duy beni Ağrı, dinle beni Erciyes!
Hürriyet istiyorum, hürriyet istiyorum!
Yol ver bana Hazar, al beni Kafkas…
Şiir: Yunus ZEYREK
…..
Yazar: Merve ERDOĞAN
….
“Tebriz Araştırmaları Enstitüsü” (TEBAREN)
FACEBOOK YORUMLAR