Üçüncü Nobel'imiz: Daron Acemoğlu

Acemoğlu şöhret merdivenlerini tırmanırken Türkiye ile bağını hiç koparmadı. Türkiye’nin çıkarları ve ne yapması gerektiği üzerinde düşündü, çalıştı ve bize anlattı.

Üçüncü Nobel'imiz: Daron Acemoğlu
18 Ekim 2024 - 09:21

İskender ÖKSÜZ

 

Haftaya iki güzel haberle başladık. Biri millî takımın İzlanda’da, İzlanda’ya ve buzlu sahaya karşı galibiyetiydi. Bu haber bir başka güzel haberin yanında küçük kaldı. Bir Türk bilim adamının, Daron Acemoğlu’nun, Nobel Ekonomi Ödülü’nü alması. Orhan Pamuk ve Aziz Sancar’dan sonra ödülü alan üçüncü Türk.

Acemoğlu şöhret merdivenlerini tırmanırken Türkiye ile bağını hiç koparmadı. Türkiye’nin çıkarları ve ne yapması gerektiği üzerinde düşündü,  çalıştı ve bize anlattı. Buyurun, Bilkent Üniversitesinde son kitabı Dar Koridor hakkında yaptığı konuşma:
 

Kapsayıcı ve istihraççı

Acemoğlu’nun dikkatleri üzerinde toplayan ilk kitabı, James A. Robinson’la birlikte yazdığı ve Türkçesi 2022’de yayımlanan Ulusların Düşüşü idi. Ulusların Düşüşü, 2012’de ABD’de, Yılın İş Dünyası Kitabı olmuş. Ben, Niçin (Geri Kaldık)? (2013 Bilge Kültür ve sonra 2017, Panama) kitabımda eseri eleştirmiştim. Düşüş’te dünyadaki bütün toplumlar ikiye tipe ayrılıyor: Kapsayısı (inclusive) ve istihraççı (extractive). Birinciler; gelirin, servetin bütün topluma yayıldığı, devletin halkıyla birlikte kalkındığı toplumlar. İkinciler; üretilen değerin devlet büyükleri tarafından emilip, devşirilip devletteki o birilerinin zenginleştiği, buna karşılık halkın sömürüldüğü toplumlar. “İstihraççı” benim bulduğum kelimeydi. Türkçe teknik terminolojide maden çıkarmak, madenden istenilen kısmı çıkarmak anlamında kullanılan bir kelimedir. Kapsayıcı toplumlar güçlenip yükselirken istihraççılar yerinde sayıyor ve sonuçta düşüyor, yıkılıyordu. 

Acemoğlu ve Robinson, dünyadaki bütün toplumları inceleyip gözlemlerinden sonra bu sonuca varmışlar gibi gelmedi bana. Sanki önce teorilerini kurup sonra o toplumda da ötekinde de bu teorileri nasıl doğrulanıyor diye bakmışlar. Bu sosyal bilimlerde sık yapılan bir hata. Marks ve taraftarlarının, bütün dünyayı, Avrupa özelinde gözlediği mekanizmalara göre açıklamaya kalkışlarındaki hata gibi. 

Ulusların Düşüşü’nde, Osmanlı için söylenenler 11 yıl önce bana ters gelmişti ve biraz sertçe tenkit etmiştim. Kitapta söylenenler şöyle: 

Endüstri Devrimi ve onun açığa çıkardığı teknolojiler Mısır’a yayılmadı çünkü bu ülke Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı ve Osmanlılar Mısır’a, Mübarek Ailesi’nin daha sonra yapacağı muameleyi yapıyordu… Ülke İngiliz kolonializminin emrine girdi ki onlar da Mısır’ın refahını ancak Osmanlılar kadar umursuyordu… Mısırlılar Osmanlı ve İngiliz İmparatorluklarından kurtulup 1952’de de kraliyeti devirdiler fakat (bu devrimciler de)… ortalama Mısırlının refahı ile ancak İngiliz ve Osmanlı kadar ilgiliydi. Toplumun yapısı değişmedi ve ülke fakir kaldı.

Mısır’ı sömürdük mü gerçekten?

Benim itirazım da şöyleydi:

Osmanlı Mısır’a soyulacak kaz gözüyle bakmış ve alabilecekleri verginin azamisini alıp halkı yoksulluğa mahkûm etmiştir. Öyle mi? Buyurun genç bir tarihçinin yakın zamanda yayınlanan çalışmasından bir pasaj (Muhammet Yıldırım, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2001- o da Uzunçarşılı’dan almış): 

“Hadım Süleyman Paşa’nın Beylerbeyliği ile Mısır’da yeni bir huzur ve refah devri başlamıştı. Mısır vakanüvisleri hep bir ağızdan kabul ediyorlar ki, o memleketi gayet iyi ve adil bir şekilde idare etti. O zamana kadar, Mısır’dan, başkent İstanbul’a hiçbir vergi gönderilmemişti. Hadım Süleyman Paşa bunu gönderen ilk Beylerbeyi oldu. Süleyman Paşa Beylerbeyi tayin edilirken Emir Canım Havzavi adlı bir şahıs “defterdar” olarak Mısır’a gönderilmişti. Yola çıkmadan önce Kanuni Sultan Süleyman, Havzavî’ye devlet personelinin maaşlarını dağıtıp, öbür masrafları da karşıladıktan sonra, geri kalan parayı defterlere kaydedip, başkente göndermesini ve hiçbir suretle Şeriata aykırı davranışlarda bulunmamasını ısrarla tenbih etti. Mısır’a varınca, o merkez hazinesine iki taksit olmak üzere 9 [2 x 9 = 18] yük altın gönderdi. Bu sırada Süleyman Paşa 1534 (H.914) de görevinden alınmış ve yerine Hüsrev Paşa getirilmişti. Onun cesur, korkusuz ve şuursuz olduğu ve bu yüzden “Deli Hüsrev” adıyla meşhur olduğu söyleniyor. Bu şahsi özellikleri, hiç olmazsa Mısır’da barış ortamının kurulmasına sebep oldu. Bu dönemde halk evlerinin kapılarını açık bırakıp dışarıya gidebiliyordu ve eşyalarına kimse göz koymuyordu… Havzavî 12 Yük fazla olan vergi hakkında şüphelendi ve mesele aydınlatılıncaya kadar bunun hazineye yatırılmasını durdurdu. Fikrine göre bu para zorla toplanmıştı. İfade vermeye çağrılınca, Mısır Beylerbeyi Hüsrev Paşa, bu rakamın baskı yapılarak toplanmış olmadığını, aksine daha evvelki sene Hazinei Hümâyûna’a hiç varidat gönderilmediği, gönderilmemesi yüzünden o seneye ait tahsil edilemeyen para olduğunu bildirdi. Sultan bu ifadeden tatmin olmadı ve Şeyhülislama müracaat edip, mezkur … varidat hakkında kalbine şüphe uyanması yüzünden bu parayı bir sadaka olarak harcayabilmesi hakkında dinin hükmünü sordu.”

Ne dersiniz? Devletluların halkı sömürdüğü bir topluma benziyor mu? 

Fakat bu tenkidim, Ulusların Düşüşü’nü bütün bütün silin anlamına gelmez. Birçok ülkede tezin geçerliliği görülüyor. Fakat Osmanlı için doğru olmayabilirmiş. 

Üçüncü Nobel’imiz kutlu olsun. 


Kaynak: 17 Ekim 2024,millidüşünce.com
 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum