Türkiye'de Mülteci (Göç) Sorunu. Ensar, Muhacir Kimlerdir, Anlamları Nedir? / Abdullah Tosun

Türkiye'de Mülteci (Göç) Sorunu. Ensar, Muhacir Kimlerdir, Anlamları Nedir? / Abdullah Tosun
25 Ağustos 2021 - 09:47

Göç olayı insanlık tarihi kadar geçmişi olan can yakıcı, acı çektiren bir olgudur. Yer kürede, insanın olduğu her yerde göç olayından bahsedilirken; " tarih bize kavimler-etnisiteye-dayalı göçlerden " uzunca ve derinlemesine bilgiler vermektedir.

Bu bağlamda yürekleri yakan acılarla dolu göç olayları insanlığın ders alması gereken ciddi olgulardır. Kafkasya'dan, Balkanlar dan, Orta Doğudan gelen göçmenlerin dramatik, trajedileri soylu Türk Milletinin yüreğini yaktığı gibi, acılarını, ıstıraplarını da derinden yaşamışlardır. ENSAR yardım eden MUHACİR göç eden göçmen anlamındadır. Dünyanın her yerinde göçler, bilinen tarih olan 5 bin yıldan (Sümerler dönemi) günümüze dek, çok değişik nedenlerle süre gelmektedir.


NEDENLERİN BAŞINDA İSE;

1-zâlim yönetimlerin, acımasız, zorba Firavun'i baskıların halk üzerinde egemen olma duyguları sınırsız saltanat hırsları,

2-yöneticilerin kendileri dışında olanları "ötekiler "görüp, halkı sürü, tebaa daha da ötesinde köle görmesi, oysa; insanlık bu zinciri kırıp, özgür iradeye sahip birey ve Millet olma şerefini kazanmak için 3 bin yıl mücadele etmiştir. Hiçte kolay olmamıştır. Bu şerefin kaybedilmesi mal-mülk, onur, haysiyet ve tüm değerlerin kaybedilmesi anlamına gelir. Doğumuzda, çevre ülkelerdeki savrulmalar, kargaşa ve kaoslar, iç savaşlar birey ve Millet olamamanın acı sonucudur.

3- büyük bir mücadele, azim ve kararlılıkla 3 bin yıl öncesinden (kölelik dönemi) modernimenine bir zorunluluk olarak önümüze koyduğu MİLLET olma duygusundan ÜMMET olma duygusuna savrulmak, devlet olma bilincini de kaybetmek anlamına gelir. İleride Ümmetin ne anlama geldiğini anlatacağım. Bilinmelidir ki; Millet olmanın sağlayacağı toplumsal kaynaşmanın üzerine "ÜMMET OLMA “duygusunu geliştirmeye engel hiçbir durum bulunmamaktadır. MİLLET olmadan ÜMMET olacağım söylemleri ne İslam tarihinde ne de Genel tarihte tutarlılığı olmayan hamasetten başka bir şey değildir. Din ve ÜMMET anlayışı Arap yarımadasında gündem olduğunda Arap ırkının ya da Arap Milletinin olmadığından söz edilebilir mi.?

Anlaşılacağı üzere ÜMMET olgusu Millet kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bilir bilmez absürt tavırlarla kimse ÜMMET kavramının içini boşaltıp siyasal dinin istismar maşası yapmasın. Bunun içindir ki, Türk Milleti kavramı bu topraklarda ödün verilemeyecek bir kavram olarak mukaddes vatanımızın bağrına bir mühür gibi kazınmıştır. Devşirmeler, dönmele2.Cumhuriyetciler, kriptolar, çakma aydınlar, bilumum liboşlar TÜRK MİLLETİ kavramından nefret edebilirler ise de Kervan yoluna kuşkusuz devam eder.

4-ekolojik dengenin bozulmasıyla, çöl iklimine ve kuraklığa bağlı olarak göçlerin başlaması,

5-sürdürülebilir su kaynaklarının yok edilmesi,

6- ekonomik kaynakların bir avuç tröstlerin, tekelci grupların eline geçmesi ve ulusal kaynakların % de doksanına sahip olmaları fakirin daha fakir, zenginin doyumsuz iştahı ve daha zengin olma hırsı,

7- vahşi kapitalizmin doğası gereği yeraltı ve yerüstü zenginliklerin hakça paylaşılmaması. Adaletli paylaşım olsaydı, fakir kalmaz, herkesin yüzü gülerdi.

8-üretimin azalması, servetin belirli ellerde yoğunlaşması, buna karşın tüketim ekonomisinin teşvik edilerek; yoksulluğun artırılması göçleri artırmıştır. Şair Tevfik’in dizilerinde dile getirdiği gibi kargalar yani bugünkü yağmacılar, talancılar, vurguncular tarlaya yani hazineye dadanmış ise; yoksulluk daha da artacaktır. Göçmen kervanlarından insanlık kurtulamayacaktır.

Bu nedenlerle, göç (Göçmen) hareketlerini anlaya biliriz. Önemli olan kaynakların hakça paylaşılmasıdır. Şair N.Tevfik'in dediği gibi:

Ekmek herkese yetecekti aslında. /Tarlaya karga dadandı, ambara fare. / Fırına hırsız, memlekete haremi. /

Geldikleri gibi gitmediler. /Kimi itini bıraktı Kimi bitini Kimi de piçini. /yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil...!

Oysa; büyük liderler göçü önlemek üzere, devlet kaynaklarını halkıyla adaletli bir paylaşımı ön görmüşlerdir. Paylaşım O denli önemli ki, biri İslâm tarihinden, diğeri Cumhuriyet tarihinden olmak üzere; iki çarpıcı örnek uygulamayı dikkatlerinize sunmak isterim. Hz. Muhammed ölüm döşeğinde yatarken; eşi İaşeye sorar.! " an itibariyle servetimiz nedir?"

-İaşe 40 dirhem para, henüz hasatı yapılmamış hurmalar.

-Hz. Muhammed: Derhal 40 dirhemi ihtiyaç sahiplerine, hasat edilecek hurmaları da fakirlere dağıtın. Dünya malıyla Allah'ın huzuruna çıkmak istemiyorum. -

İnandığı peygamberin bu soylu davranışından 14 Asır sonra, Türk tarihinden bir başka lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyecektir.!

" mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları asil milletime geri vermekle ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar, insanın serveti kendi şahsiyetine olmalıdır...!

Bu iki örnek hadise, biri İslâm'ın lideri Hz. Muhammed’in diğeri ise, Türk dünyasının lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün davranışlarının devlet erkini kullananlara örnek teşkil etmesini isterim. Liderlik bu gibi asil davranışlarla olur ve kabul görür. Sloganlarla ne ülke, nede dünya lideri olunmaz.! Umarım günümüzdekilere kapak olur.!

Göç olaylarını ve nedenlerini genelde kriter ettikten sonra, özelde de Türkiye'de ki göçmen ya da sığınmacı sorununu bilimsel ve tarihi düzlemde ele alalım. Böylece ateş topu gibi can yakan göçmen sorununda sağlıklı sonuca varabiliriz.

Batı, emperyalist güçler ve onların bugünkü temsilcileri sıkı sıkıya göçmenlere kapılarını kapatmış, "sığınmacılar Türkiye'de kalsın " istiyorlar. Batının talepleri tarihin hiçbir döneminde Türk Milletinin hayrına ve lehine olmamıştır. Peki bu ısrar niye.?? Türkiye'nin demografik yapısını bozup, ileriki yıllarda bir iç çatışmayı planlıyor olabilirler. % de 1 ihtimalde olsa uyanık ve dikkatli olmak zorundayız. Bu ihtimal var iken, danışman kılıklı biri 1000 yıldan beri bu kutsal toprakları kanıyla, canıyla, irfanıyla vatan yapan Asil Türk Milletine " Orta Asya'nın yolunu gösteriyor. " Bir başka densiz ve hadsizde " Türk diye bir kavim yoktur " diye biliyor.Galiba balık baştan kokuyor. Bu hadsizlerde cesaret sergiliyorlar. Büyük Türk Milletinin vergilerinden aldıkları maaşı hiç ediyorlar ve Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk Devletinin simgeleri olan yıldızlar, bu bedhahlara Hun İmparatorluğundan 2220 yıldan bugüne dek, Türk varlığını anlatmaya yeterlidir. Bu gerçeği bilmiyorlar ise, cehaletten biliyorlar ise, ihanetten kaynaklandığı ve bunca o danışmanlık makamlarında aldıkları maaşa karşın tam bir nankörlükten beslendikleri tarihe not düşmek üzere bilinmelidir, unutulmamalıdır.

Şu hususun altını önemle çizmek isterim.! Bu mukaddes Türk topraklarında yaşayan dönmeler, devşirmeler, bil-umum kriptolar bunca yıl Türkün ekmeğini yemelerine karşın, ortalama bir Türk'ten daha konforlu yaşamalarına rağmen Türkün görkemli çınar misali ağacına zehirli hançer vurmaktan hiç utanmamakta, ar-hayanın kalıntısı bile bulunmamaktadır. Birazcık onur, utanma duygusu olsaydı kahir ekseriyeti Türk olan bu topraklarda anlamsız lakırdıları söyleyemezlerdi.

Bu kişileri Türk Milleti yakinen tanıyor ve biliyor. "sap döner keser döner gün gelir hesap döner "Türk Milletinin varlığı üzerinde hiç kimsenin akla, bilime, gerçeğe ve tarihi süreçlere aykırı olarak, siyasal rant devşirmeye dönük tepinmesine gerek olmadığı gibi oy uğruna Kimi çevrelere şirin görünmek adına Türklüğü hırpalamaya da hakkı yoktur.

Cumhuriyet'ten hınç almaya çalışanlar bugünlerde gerçek dışı, bilincini kaybetmişçesine Beştepe de saraydan bir ses yükselir Kalın İbrahim'den. " CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI YARATMIŞTIR. " Hayır.! Kalın İbrahim bilmelisiný666⁶⁶ ki,400 yıl Arap coğrafyasında sömürgeci olmadık. Anadolu'nun gelirlerini O coğrafyanın imarına harcadık. Sizin gibilerin kutsadığı, öykündüğü Osmanlı'nın Bursa'dan-Habur sınır kapısına dek bir tek eserini gösteremezsiniz.! Yaklaşık 1000 km bu Anadolu topraklarında cami, medrese, han, hamam, köprü ve sebil gibi mimari eserlerin tamamı Selçuklu Türklerine aittir. Osmanlı'nın mimari eserleri Bursa'da sona erer, Samda yeniden başlar. Öykündüğünüz Osmanlı Haremin hatırına Balkanlar’a (üsküfte mimari eserler, İstanbul’daki eserlere denkti). Kavme-i necip telakki ettiği Arabi Türklerden ayrıcalıklı sayarak; Araplara hizmet götürmüşlerdir. Kurucu unsurların Türk olduklarını unutarak; kendi yıkılışlarını hazırlamışlardır. Ayrıca;1. Dünya savaşının en can alıcı döneminde İngiliz ordularıyla, Edward Lawrence komutasında nasıl kılıç sallayıp, diri diri çöldeki kumlarda

Mehmetçiğin can verdiklerini sana hatırlatırım. Bir akademisyen olarak bunları bilmen gerekmez mi. Cumhuriyetin Arap düşmanlığı değil, son yüz yıldan beri Arabın Türk'e ve O'nun kurduğu Cumhuriyete düşmanlığı söz konusudur. Galiba şaşırıp, düşmanlıkları ters yerde konumlandırdınız. Zira bir akademisyen bilim ve tarih adına bu kadar fâhiş hata yapamaz. Şayet Cumhuriyetten rahatsızlığınız varsa açıkça söylemelisiniz. Bu kamuflaj söylemle Osmanlının yaptığı gibi Türk’ü yok sayarak; Cumhuriyete rövanşsa tutum almak istiyorsanız, bunu da bilmek hakkımızdır. Bu konuda itirazlarınız yükselebilir. Ama; TÜRKLÜK bu topraklara silinmemek üzere bir mühür gibi kazanmıştır.

"Türk diye bir kavim yok. Türkler Asya'ya gitmeli, Cumhuriyet Arap düşmanlığı yaratmıştır" gibi söylemler, içlerinde sakladıkları faşist ve şoveniz duyguların dışa vurumcudur. Batı siz Osmanlı’sınız, Türk yok diyerek imparatorluğu yıktılar. Bugünde siz Osmanlısınız, NEO-OSMANLICILIĞI hayata geçirmelisiniz havlamalarıyla Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak istedikleri konusunda asla kuşkunuz olmasın.

Burada Şeyh-ül müverrihin, tarihçilerin kutbu büyük tarihçi Ord.Prof Halil İnalcık Hocanın şu muhteşem tespitini sizlerle paylaşmak isterim.

"Osmanlı'da Türklere şu denilirdi, aman Türk'üm deme, sonra devletin parçalanır. Türk bu korkuyla kendi kimliğinden korkar ve ondan kaçar oldu. Ama; devlet diğer etnik gruplara hoş görülüydü, her türlü etnik hürriyeti tanıdı. Devlete ısınırlar sandı. Türkler Osmanlıyız veya Müslümanız derken, diğer gruplar Arap, Rum, Ermeni, Yahudi vs. kendi kimliklerini geliştirip; bilinçlendiler. Ama ne zaman ki; devlet tökezledi ve beklenen O büyük gün geldi, hepsi devlet içinde devlet olmuş halde birer birer Türkün karşısına dikildiler. Türk hazırlıksız, şaşkın ve kimliksizdi. Kendisine anlatılan din kardeşliği ezberi de bozulmuş bir halde yara bere içinde Anadolu’ya sıkıştı. Sonra oralara gelip, gırtlağına sarıldılar. En son Halifenin de kendisine yabancı olduğunu fark eden Türk 1920 itibariyle Mustafa Kemal'in etrafında kenetlenip; yeni bir kimlik inşasına girişecekti. Bu Türk tarihinde ERGENEKONDAN ÇIKIŞTAN DAHA ZOR BİR HAMLE İDİ.ÇÜNKÜ ÇOK GEÇ KALMIŞLARDI. VE BU GİRİŞİME FETVALARIYLA KARŞI DURAN GÜÇLÜ BİR ULEMA SINIFI VARDI.

Tarihçilerin kutbu merhum İNALCIK 'ıh bu muhteşem tespiti bugünkü siyasal kadrolarca güncellenmek mi isteniyor. Yorulmayın başarılı olamayacaksınız...!

Türk'ün asaletinde misafir perdelik, ekmeğini bölüşmek, yardım severlik, hoşgörü tarih boyunca süre gelmiştir. Buna karşın Türk Milletine nankörlük dolu sözler edenlerin bilmeleri gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti kapasitesi oranında sığınmacılara daima kapılarını açmıştır. Ancak, bunun kontrollü, denetimli belirli iskân bölgelerinde yapılması Devlet olmanın gereğidir. Sınırlarımız kevgire dönüşmemeli. “Saldım çayıra mevtam kayıra "politikaları ileride telafisi imkânsız problemler yaratacağı bilinmelidir. Türkiye'yi sığınmacıların deposu gibi gören Batı, üstelik birde aşağılayıcı rüşvet önerisi gibi 5 yıla sâri "size 3 milyar avro verelim, göçmenleri tutun" önerisi aşağılayıcı ve kabul edilir bir yanı yoktur. Tehlike ve tuzakları önceden sezinleyip; gerekli önlemleri almak milli bir mecburiyettir.

Siyasi ve diplomatik nezaketten yoksun Batının bu önerisi şunları hedefleye bilir.

a) Türk demografik yapısını bozmak istiyor olabilir.

b) Kontrolsüz girişlerle IŞiD TALİBAN, El Kaide, PKK, PYD, YPG, boka-haram ve benzeri terör örgütlerinin elemanları burada hücre evleri oluşturabilirler.

c)emperyalizmin Vahşi haydutları ileride bir iç çatışma planlarıyla Türkiye'nin DEMOGRAFİK yapısını bozup, haçlı zihniyetinin düşünce ve arzularını 10 Asır sonra yeniden bu topraklarda inşa etmek olabilir. Çünkü silahsız, ordusuz sömürgeleştirmenin bir yolu da budur. Sömürgecilere bu yol ve yöntem en ucuz olanıdır.

İleride, olası bir iç kalkışmada bunları ve bölücüleri ileri karakol gibi kullanma arzuları dikkatlerimizden kaçmamalı. Merhum Mareşal Fevzi Çakmak'ın hatıratında anlattığı ve bugünkü kuşaklara ders niteliğindeki sözleri beyinlere kazınmalıdır. “Kurtuluş savaşında etnik azınlıklar, dinsel bölücüler, siyasallaşmış tarikatlar İngiliz’lerine ön karakolu olmuşlardır."

Kahraman komutan Mareşal 'in bu tespitini güçlendiren ipuçlarını şimdiden görmekteyiz.

Suriye Teali cemiyeti Başkanı Ahmet’i Şerifi ne diyor.??

"Biz bu topraklarda T.C. nine hegemonyasını yıkmak için bulunmaktayız. Bizi Allah gönderdi. Bugün 5, yarın 10 milyon Suriyeli.TC bu gerçeği er ya da geç kabullenmek durumundadır."

Pusulasını kaybetmiş bu Arap uşağının istihbarat birimlerince derhal yakalanıp, hesabı sorulmalı. Bu kişinin kimliği, provokatör olup olmadığı saptanmalı ve ivedilikle gereği yapılmalıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında bunların benzerlerini soylu Türk Milleti gördü ve yaşadı. Adları ise; "Teali İslâm Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti" kılıflarına bürünerek; İngiliz güdümünde Kuvve-i Milliyetin önünü kesmeye çalışıyorlardı.

d) Geçmişte, Endülüs'ün Selçuklunun, Osmanlı'nın yakın siyasî tarihimizde Irak'ın, Yemen'in, Libya'nın, Sudan'ın ve nihayetinde Suriye'nin parçalanması bu yöntemle

yapılmıştır.

Batının bu konudaki sicili çok bozuktur. Sığınmacılar konusunda bize verecekleri hiçbir husus bulunmamaktadır. Sığınmacılar konusunda tarihimize bir göz atalım.

OSMANLI DÖNEMİNDEKİ GÖÇLER...!

1) 1492.onbinlerce Yahudi sığınmacı İspanya'dan Osmanlı Türk topraklarına taşınmışlardır.

2)1672.Macar Kralının ve Kimi Macar’larına Osmanlı Türk toprağına göçü,

3)1709.İsveç Kralının, Kimi İsveçlilerin yine Osmanlı Türk topraklarına göçü,

4)1830.Bugunkü Polenez köyünde kurucusu olan Adam ve Polonyalıların Türk topraklarına göçü,

5)İstatistiki bilgiler olmamakla birlikte 1856-1864 yılları arasında Rus ordusundan kaçan 1.500 000 bin Kafkas nüfusu (Ahbaz, Çerkez, Gürcü, Tatar ve diğerleri) Anadolu Türk topraklarına göç ettiler.

6) Nihayet Ekim/1917 Bolşevik ihtilaliyle 150.000 bin çeşitli etnik topluluklar Osmanlı Türk topraklarına göç ettiler.

Denilebilir ki, Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti toprakları çeşitli etnisiteye mensup toplulukların göç yoluyla harmanlandığı böylece; uygarlıkların da beşiği olduğu savı öne çıkarılabilir. Bu sav doğruda olabilir. Burada temel sorun, asimile olmayan, Türk Milletiyle kaynaşmayan azınlıkların alçakça Türk varlık ve irfanına saldırmaları asla kabul edilemez.

Avrupa kıtasında da benzer göç hareketleri olmuştur. Ancak, kısa bir sürede göçmenlerin adeta sıkılıp suyu çıkartılarak, Alman, İngiliz, Fransız, Avusturyalı kimlikleriyle O topraklarda ülkelerine sadık birer vatandaş olmuşlardır. Türk topraklarında ise, zehirlerini kusarak; kimi densizler "Türklerin Asya'ya sürülmesinden “kimi nankörler ise, “Türk diye bir ırkın olmadığını" söyleyerek, ihanetlerini alenileştirmişlerdir.

Bunlardan daha vahim ve acı olanı bu gibilere siyasette, görsel ve yazılı medyada, STK lorda adam yerine konup, değer verilmesi kuşkusuz Türk Milletini derinden yaralamaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDEKİ GÖÇLER...!

Cumhuriyet döneminde devlet Arşivleri Kayıtlarına göre 1922-1938 yılları arasında Yunanistan 384 bin kişi,

1923-1945 yılları arasında Balkanlar'dan 800bin kişi,

1988 yılında Iraktan 51.542 kişi,

1991yılında körfez savaşında Iraktan 567.489 kişi,

1989 yılında Bulgaristan'daki 345 kişi,

1992-1998 yılları arasında Bosna'dan 20 bin kişi,

1999 yılında Kosova'dan 27.746 kişi,

2011 nisan-2019 Mart ayları arasında iç savaş nedeniyle Suriye’den 3,6 milyon kişi Türkiye topraklarına gelmişlerdir.

Burada diğer göçlerin kayıtları tutulmasına karşın, Suriye'den gelenlerin kayıtları, meslekleri, enisteleri, cinsiyetleri, terörle bağlantılarının bulunup bulunmadıkları kayıtlara geçirilememiştir. Daha sonraki aylarda gördük ki, bunlar "öfkeli gençler " diye kamuoyuna sunuldu. Sonrası malum. Grupların içine sızan teröristler, hedef gözetmeksizin patlattıkları bombayla Ankara Garda 103 kişi hayatını kaybederken, 500'ün üzerinde kişi yaralandı. Ankara-Kızılay’da 13 Mart/2016 da yapılan terör olayında 4'ü çocuk 36 kişi hayatını kaybetti. 17 Şubat/2016 da Genelkurmay merasim sokakta 29 kişi hayatını kaybetti.

Bunca yaşanmış olaylardan ciddi ders alınması ve terörün kökü kazınacak biçimde önlemler alınmalıdır. Sınır güvenliği sağlanarak, çözümler üretilmelidir. Eko terör -can ve mala yönelen terör bu kapsamdaki terör olaylarıdır. Devlet olmanın ilk temel koşulu can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır.

Tarihi süreçte göç olayları incelendiğinde 1923’den günümüze dek,10 milyona yakın göçmen Türk vatanında barınmaktadır. Ancak, bunların çoğu mülteci statüsünde olmadıkları için BM mülteci fonundan da yararlanamamaktadır. Bu bağlamda her türlü yük, Türk Milletine ödetilmektedir.

Türk Milletinin bunu daha fazla taşıma gücü kalmamıştır. Israrcı olmak örtülü zulümdür. Mültecilerin vergi muafiyeti, sağlık giderleri, ucuz emek gibi konular toplumsal ahengi yaralamaktadır.

Göçmen -göç tartışmalarının en can alıcı olanı ENSAR MUHACİR kavramlarının yerinde ve anlamına uygun kullanılmamasıdır. Her iki sözcük Arapçadır. Yazımın başında belirttiğim gibi ENSAR yardım eden, MUHACİR ise, göç eden ya da göçmen anlamındadır. Terim anlamıyla ise, İslam tarihinde M.622 yılında şartların, zorlamasıyla Hz. Muhammed’in Mekke'den-Medine'ye göç etmesiyle, İslâm'ın başkenti site devlet olan Medine'de uygulama alanı bulmuştur.

Bu kavramlardan hareketle:

MUHACİR kimdir, koşulları nedir, sığındıkları yerin durumu nedir, MUHACİR devlet ve birey ilişkisi nedir, MUHACİR in vatanı, yurdu nasıldır, devlet Başkanının MUHACİR ilişkisi ne olmalıdır, MUHACİR-ÜMMET kavramları yerinde mi kullanılmaktadır.?? Bunlara sağlam bir düzlemde yanıt vermeye çalışalım. MUHACİR, doğup büyüdüğü yurdundan göçe zorlanan, göç edenlere denir. Hz. Muhammed 53 YIL YAŞADIĞI Mekke'den göç etmek zorunda kalmıştır. Öğle ki en yakını olan Araplar, Küreyiş 'in ileri gelen azılı zalimleri kendisine ölüm tuzakları kurmuşlardır. Yolu kesilmiş, evi taşlanmış, insanlık dışı ne varsa kendisine reva görülmüştür ve göçe (hicret) zorlanmıştır. Göç ettikten sonrada M. 23 Mart/625 Uhut savaşında

Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, anası Hint'in komutasındaki vahşi ve cani Arapların attıkları okla azı dişini kırmışlardır. Hicret sonrasında da vahşi ve cani Arapların zulmü kesintisiz devam etmiştir. Anlaşılacağı üzere; burada bir devlet terörü, zorlaması yoktur. Kişiden kişiye, aşiretten kişiye, Mekke'de ekonomik gücü elinde tutan zorbaların baskısı ve dayatması söz konusudur. O yıllarda Mekke’de gücü elinde tutan varlıklı kişilerin dışında örgütlü, kurum ve kuruluşları olan bir devlet söz konusu değildir.

Yerleşmeyi, göç etmeyi planladıkları Medine’de de durum aynıdır. Göçle birlikte daha sonraki yıllarda Hz. Muhammed 48 maddeden oluşan Medine sözleşmesiyle (Anayasası) Medine'de uzlaşmanın, diğer unsurlarla birlikte yaşamanın temelini atmıştır. Hal böyle olunca tarihsel ve coğrafi anlamda MUHACİR ve ENSAR kavramlarının bugün yaratılmak istenen algıyla zerre kadar bağdaşık bir yanı yoktur.! Yığın yığın gelen göçmenlerin vatanı, bayrağı, devleti olan bir yerden sömürgeci güçlerin de plan ve teşvikleri sonucunda T.C. topraklarına kasıtlı ve bilinçli taşınması söz konusudur. Eski deyimle HURUC HEREKÂTI yapılmaktadır. Göçmenler bu eylemin piyonlarıdır.

Onlara düşen görev kendi topraklarında vatanlarını son kanlarına dek savunmaktır. Bu meyanda göçmenlere MUHACİR demek; İslâmî terim ve sözcükleri siyasal istismara, politik çıkarlara çanak tutmaktır. Amaç ise, TÜRKLÜK mayasını ve irfanını bozmaktır. Demografik yapıyı tanınmaz hâle getirmektir. İşgalci coniler, lejyonerler, gurkalar işgal ettikleri devletlerin öncelikli tapu, nüfus kayıtlarını, arşivlerini bu nedenle talan edip; yok ederler. Sonrasında tanınmaz hâle gelen bireyler birbirlerini kesmeye başlarlar. Suriye, Yemen, Irak, Bosna-Hersek, Yugoslavya bunun acı ve somut örnekleridir. Tanık olduklarımız Haçlı zihniyetinin 21.yüzyılın ilk çeyreğinde yeniden hortlamasıdır. İslam dünyasının yöneticileri diplomasiyi, bilim ve aklı kullanamadıkları sürece Batının hain ve sömürgeci benzer plânları devam edecektir. Böl parçala, birbirlerini tanıyamaz hale getir, sonrada seri katiller gibi kitleleri öldür ve yok et...! Arkasından demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemleriyle kafa bul. Arınmış İsrail toprakları, bir bölümü Ermeni toprakları, PKK, PYD, YPG ye garnizon devlet oluşturmak için her türlü yardımdan geri durma. Bunları demokrasi sosuyla yutturmaya kalk. Anlaşılıyor ki, emperyalist kodamanlarda alçaklığın limiti yok.

Büyük ve asil Türk Milleti şunu sormalı...! Neden Türkiye’nin dışında Avrupa devletleri, sınırdaş Arap ve Müslüman devletler göçmenleri kabul etmeyip, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti topraklarında barınmaları ısrarla istenir. Dünyanın jandarmalığını yapan sömürgeci, işgalci ABD göç almamak için Meksika sınırına kmlerce duvar çeker, elektrikli tellerle sınırlarını örer.?? Bunlar uyanmamız ve ayağa kalkmamız için yeterli sebep değil mi. Türkiye Batının makul olmayan arzuları doğrultusunda 5 yıla sâri 3 milyar avro yardımı karşısında göçmen yığınlarının çöplüğü olamaz, olmamalıdır. Teolojik anlamda ve de tarihsel süreçte toprak yönüyle ve sosyolojik anlamda günümüz koşullarında hiçbir bilimsel realitesi olmayan-ENSAR-MUHACİR hamaseti yapılmamalıdır dönemde ve O topraklarda kurulmuş bir devlet yoktur. Bugün ise, kendi devletinin toprağından mukaddes vatanımızın bağrına göç değil, göçmen ithalatı yapılıyor. Hızla nüfus dengeleri bozuluyor.

İslâm tarihi incelendiğinde, M.622 yılında ortaya çıkan ve Hz. Muhammed tarafından kullanılan MUHACİR olgusunda henüz devlet olmadığından, Muhacir’e yardım yani MUHACİR-ENSAR ilişkisi kişiden kişiyedir. İlamı kabul etmiş, Medine’nin yerli zenginlerinin Mekke'den göç eden göçmenlere yardımları söz konusudur. Günümüzde yapıldığı gibi devlet olanak ve kaynaklarının göçmenlere harcanması değildir...!

Muhacir’e yardım yani Ensar’ın tavırda bu doğrultudadır. Gönüllülük esasına dayanan yardımlaşma sosyolojik bir gerekliliktir. Aynı zamanda Devlet Başkanı olan Hz. Muhammed’in zorlaması olmayıp, yapılan yardımların kıymetini bilip, nankörlük yapmamaları konusundaki Muhacirlere öncülük etmiştir.

Medine'de oluşan etimolojik ve sosyolojik yaşam bağlamında ÜMMET kavramı kullanılırken; yalnızca Müslümanlar değil, Medine topraklarında yaşayan Hıristiyanlar, Yahudiler, Paganlar, diğer etnik unsurlar da bu kavramın içinde ele alınmıştır. Amaç, bir uzlaşı ve hoşgörü kültürü yaratmaktır, birliğin teminidir.

Adı da "ÜMMET "birliğidir. Arapça da ümmet ulus, millet ise, din anlamında kullanılmaktadır. Böylece; tek bir topluluk olarak, hepsinin payına düşen haklar ve sorumluluklar oluşturuldu. Sonraki yıllarda ise; ÜMMET kavramı genişletilerek, bütün İslâm toplulukların genel adı haline getirilmiştir.

ENSAR KİMDİR.??

Sözcük anlamında yardım eden kimse, terim olarak ise, M.622 de, Mekke’den göçe zorlanan göçmenlere Medine 'lif Müslümanların gönüllülük esasına dayalı yardımları, barınmaları, iskânları, iâşe-ibâtelerinin karşılanmasında yardımcı olanlardır. Hz. Muhammed bu uygulamalarda rol model olarak; teşvik ve yol gösterici olmuştur. Bireyden bireye bu yardımlarla gönül ve kardeşlik bağı güçlendirilmiştir. Ötekisi ise; bugünün moda deyimiyle zorbalığa ve çökmeye girer.

ENSAR-MUHACİR kavramlarını kriter ettikten sonra günümüzde boğazda, sahillerde nargile içenleri, piknik alanlarında saygısızca davranışlarda bulunup, mangal devirenleri, metroda, tramvayda, vapurda vs. toplu taşımda etrafı rahatsız eden saygısız Arap uşaklarını MUHACİR mi kabul edeceğiz. Referanduma gidelim, aziz Türk Milletine soralım denildiğinde karşıt muhataplar ağız birliği ile insan hakları Referanduma götürülemez diyorlar. Hicret yıllarında olduğu gibi bireyden bireye yardım edin denildiğinde ise, halayıdır. Buncuda kabul etmeyiz. TÜRK Milleti zamanı belli olmayan nice sürelerde "göçmenleri sırtlayıp, cefasına katlansın" diyorlar. Bu hikâyeye Türk Milleti yabancı değil. Dedeleri Osmanlı'da Türker’e böyle davranırdı.

Mukaddes vatanımıza akın akın göçmenlerin gelmesine karşın, Suriye'den gelen göçmenlerin öncelikli ve ayrıcalıklı hâle getirilmesinde siyasi erkin yadsınamayacak rolü olmuştur. Âdeta göçmenlik onların yaşam koşullarıyla özdeş hâle getirilmiştir. Ancak; görünen tabloda Suriyeli göçmenler bir mağduriyetin sonucu değil, bu topraklar onların keyif çatma, kamp kurma, toplumu rahatsız edici edinimlerden kaçınmayan tavırların odak noktası olmuştur. Kendilerinde asla bir mahcubiyet, utanç duygusu yoktur. Hatay, Kilis, Gaziantep illerinde yerleşik nüfusa "sizler buradan gidiniz burası bizimdir "cüretkâr söylemleri sabır ve dayanma gücünü zorlamaktadır. Güvenlik birimlerinin gerekli önlemleri almalarını öneririm.

Kimi bedhahlar da "Onlar olmasa ekonomi çöker " Kimi aymazlarda "Çalışma hayatımızı ve sanayimizi onlar ayakta tutuyor " gibi açıklamaları önünü göremeyen köhne zihniyetin bilinçsiz Arap seviciliğinden başka bir şey değildir...!

Şu hususun altını önemle çizmek isterim. Ne Arabın nede Arapçanın diğer ırk ve diller üzerinde bir milim üstünlüğü yoktur. Üstünlük Arapça inen Kur’an’da ve kendisine indirilen Hz. Muhammed’in manevî şahsiyetindedir. Ayrıca, bugünkü Arapçanın Kur'an Arapçası olmadığı gibi, Hz. Muhammed üzerinden bugünkü Arapları kutsamak en büyük yanlıştır. Çünkü Hz. Muhammed’in kavgası din kavgası değildir. O'nun en büyük kavgası emperyalizm le yani sömürgecilerle olan kavgasıdır. Bu kavganın merkezinde Araban kendisi vardır. Hz. Muhammed'in 53 yıl yaşadığı, büyüdüğü, barındığı, yaşanmış nice hatıralardan koparılıp, sürgüne, göçe zorlayan vahşi ve hain Arabın kendisidir.

Tarih boyunca yapılan en büyük yanlışlardan biri topyekûn Arap ırkını kavm-i necip (temiz ırk) görüp, cehaletinden Arap kültürünü de din zannetmesidir. Oysa; inandığımız peygamber devrimleriyle bir ömür Arap Bedevi kültürünü yıkmaya çalışmıştır. Ömrü bunu tamamlamaya yetmemiştir. M.680 Kerbela olayıyla Bedevi kültürü yeniden hortlamıştır. Ne Arap kültürü ne de zorba Muaviye'nin dini inandığımız Kur'an dini değildir. Onların dini kendilerinin olsun, bize Kur'an yeterlidir. Ebu Süfyan'ın, Ebu Cehil'in, Ebu Leheb'in, Muaviye'nin, Yezid'in bugünkü versiyonları Osmanlı Türk askerlerine 1.Dünya savaşında reva gördükleri ve hiçbir savaş hukukunda olmayan işledikleri vahşeti, katl-i amları unutmak mümkün mü.?? UNUTANLARIN nasıl aşağılık olduklarını anlamak için mitokondrilerine, genetik yapılarına, geçmişlerine bakınız. Kim olduklarını anlarsınız.

1852 İstanbul doğumlu Suudların dedesi Şerif Hüseyin, İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence’nin yedeklediği kişi sırtlanlar gibi saldırıp, Osmanlı Türk askerlerine karşı 1916-1918 yılları arasında hücum emri verirken; “, hücum esir almak yok, ölüm vardır.” diyerek havlıyordu.

Çünkü, Araplara göre Türkler, MEVÂLİDİR. Sonradan Müslüman oldukları için mevâli olarak tanımlanır. Bu nedenle İslâmı temsil edemezler, Müslümanların başına asla Halife olamazlar, Mevali kavramını Emeviler, Abbasî lir siyasal İslam'ın ve istismarın kaldıracı gibi kullandılar. Tarihin hiçbir döneminde Araplar Türklerin İslam liderliğini ve egemenliğini tanımadılar.

Bu yüzyılda 2020 yılında Suudi müftüsü "Türkler mevalidir, İslami temsil edemezler " diye fetva verdi. Ebu Cehil versiyonu, faşist, ırkçı bunun gibi olan Araplar bilmezler mi.? Ölçünün “Allah katında en soylu insanların takva sahibi (kötülüklerden sakınan) olanlardır. " Hucurat suresi 13.Ayet.Kur'anı kendi şalvarına, donsuz kılıklı donuna, sarığına eteğine dolayıp, yorum yapanlar Müslüman olmayı bırakın, insan bile olamazlar. Kur'an yaşayan hayattır, yaşayan hayatta Kur’an’ın ta kendisidir. Kur’an ne saç sakalda, nede sarıkta cübbede.! Bunların en pahalısını en lüksünü zengin oldukları için peygambere nefes aldırtmayan Ebu Cehil'lerde, Ebu Süfyan'larda oğulları Muaviye ve Yezit'lerde fazlasıyla vardır. Ölçü Kur'an Müslümanı olmak, kısacası önce adam gibi adam olmak...!

Arap yöneticiler hiçbir zaman diliminde Türkleri kendileriyle eşit Müslüman saymadılar. Anımsayacaksınız! Suudi Kralı resmi bir ziyaret için Ankara'ya geldiğinde, SWİS otelde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ı ayağına çağırıp, protokol kurallarını yok sayarak, kendi fotoğrafı altında utanç pozları vermişti. Tepki gelince " yaşından dolayı gittik " demişlerdi. Yaklaşık 4000 km çölden gelebiliyor, 300 metre ilerideki Cumhurbaşkanlığı Makamına nasıl gidemiyor.?? Asil Türk Milletinin gururu incinmiş, kurallar tepelenmiş, Türk Devletinin onuruyla oynanmıştı.!

Arap kültürüne göre MEVÂLİNİN iktidarı meşru sayılmıyor. Bu nedenle ayağına çağırmış olabilir. Realitelerden uzak, siyasal ümmetçiliğin birliği sağlayacağını sanıp, Ebu Cehil'in bugünkü versiyonlarını, tarih, bilinç ve kültürden yoksun olarak kendilerine güldürdüler.

Türk-Arap ilişkilerini daha iyi anlamak için yaşanmış bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.

1.Dünya savaşının en kanlı yılları 1918.İngiliz'lere esir düşen

150 bin askerimizin bir kısmı İskenderiye şehri yakınlarında bulunan “Seydibeşir-usâre "kampına hapsedildi. Kampın tarihi kayıtlardaki tam adı "Seydibeşir-Kuveysna Osmani useray el Harbiye " idi.

Yıl 1918.Filistin cephesinde esir düşen 16.tümenin 48.alayına bağlı Osmanlı Türk askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920 yılına dek, iki yıl boyunca her türlü işkenceye maruz kaldılar. Osmanlı askerlerinin içindeki Devşirme ve Ermenilerin kışkırtmalarıyla, Türkçe bilen Ermenilerin yalan yanlış çevirileriyle kampın İngiliz komutanı azılı bir Türk düşmanı olmuştu. Türkleri insan olarak görmüyordu.

Savaş bitmişti. Ağır koşullar nedeniyle ölen askerlerin dışında sağ kalan askerleri teslim etmemek için toplu katliam planladılar. Bu amaçla askerlerimiz, "mikrop kırma bahanesiyle "süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak; suya normalin çok üzerinde "KRİZOL" maddesi katılmıştı. "Mehmetçik, benim can Mehmet’im" suya daha ayağını soktuğunda aşırı KRİZOL maddesi nedeniyle, haşlanıyordu. İngiliz askerleri dipçik darbeleriyle askerlerimizin havuzdan çıkmasına engel oluyorlardı. Mehmetçikler bellerine kadar gelen zehirli suya başlarını sokmak istemediler. Bu kez İngiliz'ler ateş etmeye başladılar. Askerlerimiz ölmemek için çömelerek; başlarını suya soktular. Başını zehirli sudan kaldıran artık ömür boyu göremeyeceklerdi. Çünkü gözlerini kaybetmişlerdi. Dışarıdaki askerlerimizin direnişi de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.

Bu vahşet daha savaş yıllarında Gazi Mustafa Kemal paşanın önderliğinde 25 Mayıs/1921 de BMM sinde görüşüldü. Fâillerin cezalandırılması istendi. Ancak, kurulmakta olan devletin bin türlü derdi vardı. Hesap sorma BMM since yapılamadı.

Araplar üzerinden başlayan ve 15 bin askerimizin kör olmasına neden olan seri katil Ermeni’lerine hınç ve intikam duyguları bugünde kesintisiz devam etmektedir. Hâlen 100 bine yakın kaçak Ermenilerin bu topraklarda barınması da işin cabası.!

Bugüne gelince, Filistin müdafaası için Mehmetçik bunca ölüm, zulüm işkencelere maruz kalmışken, şeyi düşük Abbas bir gün Yunanistan'da, diğer bir gün Kıbrıs Rum kesiminde “Türk askerlerinin Kıbrıs’ta işgalci olduğunu “söylemektedir. Kimilerimizde kırmızı halıyla şeyi düşük Abbas'ı karşılamakta, diplomasideki

"MÜTEKÂBİLİYET " kuralı Arap seviciliği uğruna heba edilmektedir. Bunlar Arap ihanetinin örgütleyicisi, Şerif Hüseyinleri güdüleyen O çağın büyük ajanı Thomas Edward Lawrence torunları olabilir mi? Vicdanlarınıza soruyorum gün yaşananlarla bugünü değerlendirdiğimizde Mehmetçiğin asil kanı bu kadar ucuz olabilir mi.?

Şeyi düşük Abbas, etekli, donsuz Suudi prensler mavi vatan Akdeniz’deki menfaattarımıza karşı Rumlarla, İsrail'e, ABD'nin piyonları PKK, PYD, YPG ile aynı platformda buluşurken; Suudi yöneticilerinin PKK ya yılda 300 milyon dolar yardımını devlet katında nasıl değerlendireceğiz? Hani biz ümmet idik. Bu topraklarda tarih ve coğrafya bilincinden yoksun, ümmet birliğinden, Arap kardeşliğinden bahisle Türk Milletini hamasetle uyutmaya mı çalışacağız.?

Büyük Türk Milleti uyanmadıkça, Arap seviciliği, ümmet istismarcılığı yapılarak, bu uğurda ekonomik kaynaklarımız, sosyal ve demografik yapımız berhava edilecektir.

Büyük Türk Milleti Araban kendi peygamberine bile rahat nefes aldırtmadığını, sıradan bir ırk olduğunu, Arapça dilinin ve Arabın asla kutsallığının olmadığını bütün İslâm dünyasıyla birlikte öğrenip, reddetmesi halinde ayağa kalkabilir. Bunları yazıyor olmamız ırkçılığımızı göstermez. Bilakis gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktır. Bunun böyle anlaşılmaması halinde ENSAR-MUHACİR kavramlarını bilmeden, yada kasıtlı olarak; soslayıp, siyasal dincilerin empati pozlarına bürünmesi, yabancı fonlardan beslenen besleme yazarların, insan haklarından dem vurması, dönme ve devşirme aydınların, mülteci istilasına uğrayan ülkemizde bunun göç olmaktan çıkıp, bir istilâ hareketi olduğunu haykırmaması, liboşların, kriptoların,TESEV gibi Soros bağımlısı, emperyalist senaryonun kuklası bil-umum derneklerin, kalemlerini satan tetikçi kimi medya mensuplarının doğruları tersyüz etmesi, nedenleriyle kumpaslarına maruz kalmaktan ve bedel ödemekten kurtulamazsınız anlamına gelir.!

Bunun benzerini dinsel kulvarda emperyalist güçler ve onların piyonları FETÖ alçak terör örgütüyle denediler. Amaçlarına ulaşamadılar. Şimdi ise, yığın yığın göçmen akımıyla kontrolsüz, denetimsiz, zorunlu barınma bölgeleri seçilmeksizin, Türkiye’nin 81 vilayetine canlı bomba gibi salı verilmesi ciddi bir tehlike oluşturmaktadır.

Yaşananları, tarihi, unutursak, coğrafyamızı başkaları belirler. Göçmen konusundaki uygulamalar, birilerinin göz diktiği coğrafyamızın geleceğini sarsmaktadır.

Hamasetten uzak, Millet ve devlet olmanın en büyük şeref, en görkemli paye olduğu bilinmelidir. Ne Şam'ın şekeri, nede Arabın yüzü için Ulusal birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, güvenliğimizi, huzur ve esenliğimizi, geleceğimizi asla heba edemeyiz...!

A.Tosun. Ağustos/ 2021

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiyede-multeci-goc-sorunu-ensar-muhacir-kimlerdir-anlamlari-nedir-468654h.htm


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum