Türkçenin en eski bilgiliği: Dîvânu Lugâti't-Türk

Türk kültürü için eşsiz bir konumda yer alan Dîvânu Lugâti’t-Türk birçok yönden ilk olma vasfını üzerinde bulunduruyor. Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, eseri “Türkçenin en eski bilgiliği” olarak tanımlıyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yer alan bilgilerin dünya mirasının bir parçası olduğun altını çizen Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın da eserin tüm dünya dillerine çevrilmesi gerektiğini söylüyor. Millet Yazma Eser Kütüphane Müdürü Melek Gençboyacı ise Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bugün dünya çapında tanınan bir kültür hazinesi hâline gelmesinde, Kaşgarlı Mahmud’un ilmî birikimi kadar, Ali Emîrî Efendi’nin şahsî gayretlerinin de büyük bir payı olduğunu hatırlatıyor.

Türkçenin en eski bilgiliği: Dîvânu Lugâti't-Türk
16 Nisan 2025 - 11:26


Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut

 

Tarihimizin en önemli ilk yazılı kaynaklarından olan Dîvânu Lugâti’t-Türk, yazılışından muhtevasına, bulunmasından satın alınıp milletimize armağan edilmesine varıncaya kadar, her yönüyle ve bütün hikâyesiyle dikkat çekici ve öğretici bir eser. Türkçenin zenginliğini ortaya koymak gibi büyük bir iddia ile yazılan kitap, aynı zamanda birçok ilki bünyesinde barındırıyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk, Türkçenin ilk sözlüğü olduğu gibi Türkçenin ilk atasözleri kitabı, ilk şiir güldestesi ve ilk ağız atlası olmasıyla Türk kültüründe eşsiz bir konuma yerleşiyor. Eserdeki madde başı yaptığı 6 bin 689 kelimeyi bizzat sahada, farklı Türk coğrafyalarında dolaşarak geniş Türk coğrafyasının birikimini derleyip toparlayan Kaşgarlı Mahmud yine ilk Türk haritasını bu kitap ile dünyaya sunuyor. Geçtiğimiz yıl, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün yazılışının 950., Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Diyârbekirli Ali Emîrî Efendi’nin vefatının ise 100. yılıydı. Bu tarihlere binaen; Dîvânu Lugâti’t-Türk, İslâm ve dünya bilim ve kültür tarihi için taşıdığı önem dolayısıyla, Türkiye’nin öncülüğünde Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ın teklifi, Macaristan, Moritanya ve Fas’ın desteği ile UNESCO tarafından 2024-2025 yılı anma programına alındı. Ayrıca 2025 yılı da Türk Devletleri Teşkilatı nezdinde “Dîvânu Lugâti’t-Türk Yılı” olarak kabul edildi. Bizler de Yeni Şafak Kitap olarak bu ay, Kaşgarlı’nın başta Türkler olmak üzere tüm dünyaya miras bıraktığı bu kıymetli eserin hakkını vererek onu gündemde tutmaya devam ediyoruz. Dîvânu Lugâti’t-Türk’e dair en güncel ve kabul gören bilgileri onunla yıllarca mesai yapmış olan kıymetli akademisyenlerimiz Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, Prof. Dr. Mehmet Ölmez, Prof. Dr. Sadık Yazar ile Dr. Faruk Öztürk ve bugün hâlâ Ali Emîrî Efendi’nin milletine bıraktığı Dîvânu Lugâti’t-Türk’e Millet Yazma Eser Kütüphanesinde 23 yıldır ev sahipliği yapan Melek Gençboyacı ile konuştuk.

 

TÜRK DİLİ KONUŞURLARIN BAŞ UCU SÖZLÜĞÜ

20 yılı aşkın birikimiyle Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün son tercümesini ortaya koyan ve eserin Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları tarafından çıkarılan tıpkıbasımın 2. baskısını hazırlayan Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, 1069’da Kâşgar’da Kutadgu Bilig ve Bağdat’ta Dîvânu Lugâti’t-Türk ile yeni bir edebiyat başladığını açıklıyor. “Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün taşıdığı ehemmiyet birçok yönden ilk olma vasfını üzerinde bulundurmasındandır. Türetmeleriyle beraber 6 bin 689 dolayında kelimeyi içermesi ve 246 manzume ile 300 kadar ve atasözünü barındırması bakımından Türkçenin bir hazinesidir” diyor. Veri zenginliği açısından Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün, Eski Uygurca eserlerle birlikte her çalışmada ilk elde kullanılan kaynak olduğunun altını çizen Prof. Dr. Mehmet Ölmez ise “Dîvânu Lugâti’t-Türk, bugün ayrımsız olarak, her dilden, her dinden, her inançtan Türk dili konuşurlarının baş ucu sözlüğüdür” ifadesinde bulunuyor.

DÖNEMİ TÜRKÇEYİ ÖĞRENMEYİ GEREKTİRİYOR

Malazgirt Zaferi ile Türkler’in adeta İslamın kılıcı haline geldiklerini söyleyen Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, bu güce karşılık, “İslam dünyasında Türklerin gücüne, önemine karşılık dillerinin ve kültürlerinin önemsiz ve sıradan görülmesi başta Kâşgarlı Mahmud olmak üzere halifenin yönetimi altındaki bütün Türkler için son derece incitici geliyor olmalıydı. Daha da incitici olan kimsenin Türkçe öğrenmekle ilgilenmemesiydi” ifadesinde bulunuyor. Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü kaleme alan Kâşgarlı Mahmud’un Hz. Muhammed’in kıyamet belirtilerinden ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkışından söz ederken “Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir” hadisini temel aldığını açıklayan Akalın, “Kaşgarlı, bu hadis sahih ise Türk dilini öğrenmenin Hz. Peygamber’in buyruğu ve dinî bir gereklilik olduğunu; sahih değilse de dönemin şartları göz önüne alındığında aklın Türk dilini öğrenmeyi buyurduğunu söylüyor” diyor. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü mükemmel bir Arapça dilbilgisi ile kaleme aldığının altını çizen Dr. Faruk Öztürk, “Türkçenin Arapçadan geri olmadığını göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’te ünsüz köklerine göre madde başı 2251, toplam olarak 17.879 kelime; Kaşgarlı’nın Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü yazarken örnek aldığı ilk Arapça sözlük olan Kitâbü’l- Ayn’da ise ünsüz köklerine göre madde başı 1664, toplam olarak 5.771 kelime vardır” karşılaştırmasını yapıyor.

 

TÜRK DİLİNİN KAHRAMANI

Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bugün dünya çapında tanınan bir kültür hazinesi hâline gelmesinde, Kaşgarlı Mahmud’un ilmî birikimi kadar, Ali Emîrî Efendi’nin şahsî gayret ve feragatinin de büyük bir payı olduğu aşikâr. Ali Emîrî Efendi’nin kişisel çabaları ve ilmî sorumluluk anlayışı sayesinde ilim dünyasına kazandırılan bu eserin temini sürecinde yaşadığı maddi güçlükler, dost yardımları ve içsel tereddütleri onun kültürel mirasa duyduğu derin bağlılığın somut göstergeleri olarak değerlendiren Millet Yazma Eser Kütüphane Müdürü Melek Gençboyacı, “Böylelikle Dîvânu Lugâti’t-Türk, yalnızca yeniden bulunmakla kalmamış; insanlığa mal edilmiş, gelecek kuşaklara aktarılacak bir kültürel miras olarak güvence altına alınmıştır” diyor. Kitabın değerinin kısmen de olsa aslında Alî Emîrî’ye gelmezden evvel bilinmiş ve tayin edilmiş olduğunu açıklayan Prof. Dr. Sadık Yazar, “Ancak imparatorluğun en uzun asrının derin acıları çekilirken ve Osmanlı’nın payitahtı adeta açık bir kitap pazarı hâline gelmişken kültürel hafızanın korunması yönünde ne gereken güçlü bir hassasiyet ne de bunun için gerekli bir bütçe bulunmaktadır. Böyle bir ortamda, kadim kültüre hayranlıkla bağlı, maddî ve manevî kültürel mirasın korunması ve ülke içerisinde muhafaza edilmesi noktasında yaşadığı dönemin çok ötesinde bir şuur ve hassasiyet sahibi olan Alî Emîrî gibi bir kahraman devreye girerek tamamıyla ferdî bir gaye neticesinde eserin değerini anlayıp vatan içerisinde kalmasını sağlamıştır” açıklamasını yapıyor.

Millet Yazma Eser Kütüphane Müdürü Melek Gençboyacı

 

Kültürel bir miras olarak güvence altında

Dîvânu Lugati’t-Türk’ün Ali Emîrî Efendi tarafından keşfi ve kütüphaneye vakfını kısaca sizden dinleyebilir miyiz?

Bu büyük keşfi gerçekleştiren Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Ali Emîrî Efendi, çocukluk yıllarından itibaren kitaplara büyük bir ilgi duymakta, okumakta ve toplamaktadır. Memuriyetle geçen çalışma hayatı boyunca Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinde görev yapmış; gittiği her yerden kitaplar temin etmeye çalışmıştır. Parası yetmediğinde veya kitap sahibi kitabı satmak istemediğinde, o eseri istinsah ederek bir nüshasını elde etmektedir. Hatta zaman zaman bir kitaba ulaşabilmek için görev yerini bile değiştirmektedir. Bu yönüyle, kitaplara olan düşkünlüğü ve ilim sevgisiyle sıra dışı bir kişilik olduğunu bizlere sergilemektedir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bulunma süreciyle ilgili anlatılar, çoğunlukla Kilisli Rıfat Bilge’nin Yeni Sabah gazetesinde yayımladığı hatıratına dayanmaktadır. Ancak, Ali Emîrî Efendi’nin kendi çıkardığı Tarih ve Edebiyat Mecmuası’nın 13 Teşrinievvel 1338 (13 Ekim 1922) tarihli 3. sayısında kaleme aldığı “Millet Kütüphanesi Ne Suretle Teşekkül Eyledi” başlıklı yazısı, bu sürece farklı bir bakış açısı kazandırmakta ve konuyu birinci ağızdan anlatmaktadır. Bu yazı, yalnızca bir kitabın bulunma hikâyesini değil, aynı zamanda Ali Emîrî Efendi’nin ilme ve kültüre duyduğu sarsılmaz bağlılığı ve söz konusu keşfin yalnızca tarihsel bir olay değil, aynı zamanda kültürel hafızanın yeniden inşasına yönelik bilinçli bir irade olduğunu da gözler önüne sermektedir. Eserin daha önceki sahibi, eski Maliye Nazırı Vânîzâde Nazif Paşa’dır. Paşa’nın vefatının ardından ailesi, ekonomik zorunluluklar nedeniyle eseri satışa sunmuştur. Bu süreçte kitap, Burhaneddin Efendi aracılığıyla dönemin önemli şahsiyetlerine ve kurumlarına ulaştırılmaya çalışılmış; hatta Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye de sunulmuştur. Ancak Maarif Nezareti, kitabın değerini yeterince takdir etmeyerek yüksek fiyat gerekçesiyle satın alma teklifini geri çevirmiştir. Böylece, eser koruma altına alınma fırsatını kaybetmiş ve süreç farklı bir yöne evrilmiştir.

SORUMLULUK ANLAYIŞIYLA KORUNDU

Bu serüven hakkında kısaca bahsedecek olursam; Ali Emîrî Efendi, eserden ilk kez Diyarbekir Kıraathanesi’nde Burhaneddin Efendi ile yaptığı tesadüfî bir görüşme sırasında haberdar olmuştur. Burhaneddin Efendi, elinde çok değerli bir kitap bulunduğunu ve eserde Türk dili, edebiyatı, atasözleri, haritalar ve eski yazı örnekleri gibi unsurların yer aldığını anlatmıştır. Başlangıçta bu anlatıya kuşkuyla yaklaşan Emîrî Efendi, eserin her bir Türkçe ifadesinin yanında da Arapça karşılıklarının da bulunduğunu öğrenince, metnin uydurma olamayacağını fark etmiş ve eseri görmek istemiştir. Akşam kıraathanede saatlerce beklemesine rağmen kitap kendisine ulaştırılamamış; ancak ertesi gece, soğuk bir kış akşamında Burhaneddin Efendi elinde kitapla çıkagelmiştir. Emîrî Efendi, eseri incelemiş ve yalnızca dil açısından değil, tarihî ve kültürel bakımdan da benzersiz bir kaynakla karşı karşıya olduğunu hemen anlamıştır. Kitabın temini sürecinde Emîrî Efendi çeşitli zorluklar yaşamıştır. Maarif Nezareti’nin ilgisizliği neticesinde Burhaneddin Efendi, daha önce Emîrî Efendi’ye verdiği sözü hatırlayarak tekrar ona başvurmuştur. Ancak bu sırada Emîrî Efendi’nin elinde sadece yirmi lira bulunmaktadır. Gerekli olan otuz lirayı tamamlamak için çeşitli girişimlerde bulunmuş; bir Rum sarrafa başvurarak borç istemiş ancak yüksek faiz nedeniyle bu yoldan vazgeçmiştir. Umutsuzlukla evine döndüğü esnada, Burhaneddin Efendi kitabı beraberinde getirmiştir. Maddi yetersizlik içinde bulunan Emîrî Efendi, “param yok” demekten çekinmiş; tam bu sırada tesadüfen gelen dostu Faik Reşad Bey’in desteğiyle eksik olan on lirayı temin etmiş ve böylece kitabı otuz lira karşılığında satın almıştır. Satın alma işlemi ilmühaber ile resmîleştirilmiş, daha önce vaat edilen üç liralık bahşiş ise taksitlendirilerek ödenmiştir. Kitabın temini sürecinde yaşadığı maddi güçlükler, dost yardımları ve içsel tereddütler, onun kültürel mirasa duyduğu derin bağlılığın somut göstergeleri olarak değerlendirilmektedir. Böylelikle Dîvânu Lugâti’t-Türk, yalnızca yeniden bulunmakla kalmamış; insanlığa mal edilmiş, gelecek kuşaklara aktarılacak bir kültürel miras olarak güvence altına alınmıştır. Ali Emîrî Efendi’nin eserin bulunuşunda gösterdiği özverili çabası, sadece bir metnin değil, bir milletin tarihî ve kültürel mirasının da gelecek kuşaklara aktarılmasına vesile olmuştur.

TÜRK DÜNYASININ TEMEL KAYNAKLARDAN

Dîvânu Lugâti’t-Türk, yalnızca Türk dilinin ilk sözlüğü olması bakımından değil; aynı zamanda Türk milletinin tarihî, kültürel ve coğrafi birikimini yansıtan çok yönlü yapısıyla, yüzyılları aşan bir anlam ve değer taşımaktadır. Eser, içerdiği dilsel malzemenin yanı sıra zengin kültürel, etnografik ve sosyolojik bilgilerle de dikkat çekmektedir. Bu yönüyle Dîvân, Türk dünyasının hafızasını şekillendiren temel kaynaklardan biri olarak kabul edilmektedir. Eserin müellifi Kaşgarlı Mahmud (1008–1105), çalışmasına 25 Ocak 1072 tarihinde başladığını ve 10 Şubat 1074’te tamamladığını bizzat belirtmiştir. Halife Ebü’l-Kâsım Abdullah bin Muhammed el-Muktedî Biemrillâh’a ithaf edilen eser, yazarın kendi ifadesiyle, “Bana sonsuz bir ün ve bitmez tükenmez bir kaynak sağlaması dileğiyle” Tanrı’ya sığınılarak yazılmış ve “Dîvânu Lügâti’t-Türk” adıyla isimlendirilmiştir. Ancak Kaşgarlı’nın halifeye bizzat sunduğu müellif nüshası günümüze ulaşmamış; eser, yüzyıllar boyunca kayıp kalmıştır. Günümüzde şimdiye kadar bilinen tek nüsha, Müdürü olduğum İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan Millet Yazma Eser Kütüphanesi Ali Emîrî Arabî Koleksiyonu’nda 4189 numarada kayıtlıdır. Bu nüsha, 27 Şevval 664 (1 Ağustos 1266) tarihinde Muhammed bin Ebî-Bekr bin Ebi’l-Feth es-Sâvî tarafından, müellif nüshasından istinsah edilmiştir. Yüzyıllar boyunca gözlerden uzak kalan bu kıymetli eser, 1915 yılında İstanbul’da dolaşan bir kitap olarak Ali Emîrî Efendi’nin dikkatini çekmiş; onun çabalarıyla yok olmaktan kurtarılmış ve kendi bağışlarıyla kurduğu Millet Kütüphanesi’ne kazandırılmıştır.

319 yapraktan oluşan bu eser, 6 bin 689 madde başı içermektedir. Türetmelerle birlikte değerlendirildiğinde oldukça geniş bir kelime hazinesine sahip olan Dîvânu Lugâti’t-Türk, aynı zamanda XI. yüzyıl Türkçesinin ses ve yapı özelliklerini belgeleyen önemli bir dil bilgisi kaynağı olarak da öne çıkmaktadır. Eserde yalnızca dil verileri değil; Türk boylarının yerleşim alanları, inanç sistemleri, gelenek ve görenekleri, dönemin tıbbî bilgileri, doğa anlayışları ve toplumsal değerleri gibi çok boyutlu bilgiler de yer almaktadır. Oğuz Türkçesinin, diğer lehçelere göre daha “yeğni” yani sade ve zarif bir dil olarak tanımlanması; Türkmen, Yağma, Çiğil gibi boyların dil özelliklerine dair ayrıntılı açıklamalar eserin lehçe karşılaştırmaları açısından da önemli bir kaynak olduğunu göstermektedir. Eser, aynı zamanda Türk edebiyatının en erken örneklerini içermekte; aşk, tabiat, destanlar, ağıtlar, baharın gelişi ve mevsimlerin karşılıklı konuşmaları gibi temalar etrafında şekillenen şiirlerle sözlü kültür mirasını da yazılı olarak kayda geçirmektedir.

Eserin içinde yer alan önemli bölümlerden biri de, Kaşgarlı Mahmud tarafından çizilen haritadır. Bu harita, dönemin Türk topluluklarının yaşadığı coğrafi bölgeleri göstermenin ötesinde, Çin Seddi, Kadınlar Şehri, vahşi hayvanların yaşadığı alanlar ve aşırı soğuk nedeniyle yaşanılamayan bölgeler gibi ayrıntılarla dikkat çekmektedir. Kaşgarlı, Japonya’yı “Cabarka” adıyla doğuda bir ada olarak göstermiştir. Harita, dönemin dünya görüşünü dairesel biçimde yansıtmakta ve Kaşgarlı Mahmud’un ifadesiyle “yeryüzünün şekli gibi yuvarlak” çizilmiştir. Bu ifade, 11. yüzyılda Türklerin dünyanın yuvarlak olduğunu bildiklerini göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir.

UNESCO DÜNYA BELLEĞİ’NE DAHİL EDİLDİ

Millet Kütüphanesi, bu çok kıymetli eserin tek nüshasına ev sahipliği yapıyor. Bu kıymetli eser nasıl muhafaza ediliyor?

Millet Yazma Eser Kütüphanesinde eser, dünya standartlarına uygun 7/24 güvenlik, hırsızlık ve yangın alarmları olan ayrıca yangın, deprem vs. den etkilenmeyecek şekilde rutubet, kurt, böcek vs. den arındırılmış bir alanda muhafaza edilmektedir. Eserin bakım ve onarımı da yapılmaktadır. Hatta birkaç yıl önce eserin 11b-12a sayfalarında yer alan haritanın zaman içinde gelişen nem sebebiyle karşı sayfaya yapışan kısımları, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığımız, Kitap Şifahanesi ve Arşiv Dairesi Başkanlığında, restorasyonu yapılarak ait oldukları yere yeniden monte edilmiştir.

Millet Kütüphanesi, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ile ortak olarak bu kıymetli eserin mahiyetine dair programlar düzenliyor, yayınlar yapıyor. Biraz bu faaliyetlerden de söz edebilir misiniz?

Her yıl Ali Emîrî Efendi’nin Fatih Camii Haziresinde kabri başında dini vecibelerimizi yerine getiririz. Eser, insanlığın ortak hafızası olarak 2017 yılında UNESCO Dünya Belleği’ne dâhil edilmiş, geçtiğimiz yıl ise ülkemizin önerisi ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın desteğiyle 2024 yılı “Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün yazılışının 950. yıl dönümü olarak UNESCO tarafından “Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri” programına alınmıştı. Konu ile ilgili şimdiye kadar birçok makale de yazmıştım. Ocak ayından itibaren de müdürü olduğum Millet Yazma Eser Kütüphanesinde Türkiye Yazma Eser Kurumu Başkanlığımız tarafından çeşitli konferanslar düzenlenmiş, vefatının yüzüncü yılında Ali Emîrî Efendi ve Dîvânu Lügâti’t-Türk ile ilgili sergi hazırlanmış ve bu sergi kütüphanenin müze bölümünde halen devam etmektedir. Ayrıca Millet Yazma Eser Kütüphanesi dışında da Dîvânu Lügâti’t-Türk ile ilgili sempozyum, seminer, söyleşilere katıldım. Kurum Başkanımız Sn. Dr. Coşkun Yılmaz ve ben çeşitli TV ve belgesel programlarına da katıldık. Geçtiğimiz yıl Aralık ayında Paris’teki UNESCO merkezinde düzenlenen “Türk Halklarının Entelektüel Tarihinde Dîvânu Lügâti’t-Türk” konulu uluslararası sempozyuma Türkiye Yazma Eser Kurumu Başkanlığımız tarafından “Ali Emîrî Efendi ve Dîvânu Lügâti’t-Türk” konulu bir bildiri sunmak üzere görevlendirildim. Bunların dışında üniversite öğrencileri ve Milli Eğitim Bakanlığının isteği ve okullardan gelen talepler üzerine bazen ayda birkaç kere lise düzeyinde İstanbul ve çevre illerden gelen öğrencilere kütüphane ziyaretleri düzenlenmekte ve eser hakkında seminerler verilmektedir. Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün 2024 yılında yazılışının 950’nci yılı münasebetiyle Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığımız tarafından ekleme ve güncellemelerle zenginleştirilmiş yeni bir yayımı hazırlanmıştır. Bu baskıda eserin tıpkıbasımı, inceleme kitapçığı ve sertifika ile milletimizin istifadesine sunulmuştur. Bu tıpkıbasım eserin evrensel boyuttaki değerini ilim âlemine bir kez daha teyit etmiştir. Ayrıca eser hakkında çıkan yeni yayınların tanıtımı da kütüphanemizde yapılmaktadır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bugün dünya çapında tanınan bir kültür hazinesi hâline gelmesinde, Kaşgarlı Mahmud’un ilmî birikimi kadar, Ali Emîrî Efendi’nin şahsî gayret ve feragatinin de büyük payı bulunmaktadır. Bu eser, bir dilin ve kültürün taşıyıcısı olarak yüzyıllara meydan okurken, onu kurtaran ve milletine vakfeden Ali Emîrî Efendi’nin adı da Türk ilim ve kültür tarihinde daima hayırla anılacaktır.

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın

Tüm dünya dillerine çevrilmeli

11. yüzyılın dünyasında Türk toplulukları arasında yaşayarak onların söz varlığını yazıya geçiren Kaşgarlı Mahmut’un böyle bir çalışmaya neden ihtiyaç duymuş?

Kâşgarlı Mahmud, XI. yüzyıl Türk dünyasının dili, edebiyatı, yaşayışı ve âdetleri üzerine uzun süredir topladığı verilerle muhtemelen 1070’lerin başında, belki de Sultan Alparslan’ın Malazgirt Zaferi’nden hemen sonra Bağdat’a gelmişti. Kâşgarlı’yı böyle bir eser yazmaya yönelten Bağdat’a geldiğinde tanık olduğu siyasal ve toplumsal durum idi. Abbasi halifesi, gücünü çevresindeki Türkler sayesinde koruyordu. Hilafet ordusundaki muzaffer askerlerin çoğu ve kumandanların büyük bir bölümü Türkistan’dan gelmiş Türklerdi. Daha VIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren halifeler Buhara ve Nişabur’daki köle pazarlarından Türk köleler almaya başlamışlar, bir yandan ordularına asker kaynağı sağlarken muhtemel isyanlarda kendilerini koruyacak, güvenebilecekleri seçkin muhafız alayı oluşturmuşlardı. Aslında X. ve XI. yüzyılda İslam dünyasının hemen her bölgesinde durum böyleydi. Samani devletinde Türkler devletin en üst makamlarına kadar yükselmişti. Mısır’daki Fatımiler ise hızla Memlûklerin, bir başka deyişle Türklerin oluşturduğu Kölemenlerin egemenliği altına giriyordu. Malazgirt Zaferi ile Türkler İslamın kılıcı hâline gelmişlerdi. İslam dünyasında Türklerin gücüne, önemine karşılık dillerinin ve kültürlerinin önemsiz ve sıradan görülmesi başta Kâşgarlı Mahmud olmak üzere halifenin yönetimi altındaki bütün Türkler için son derece incitici geliyor olmalıydı. Daha da incitici olan kimsenin Türkçe öğrenmekle ilgilenmemesiydi. Bağdat’ın yerlileri Türk dilini kaba saba askerlerle kentin yoksullarının dili olarak görüyorlar; Türk dilinin edebiyat ve kültür dili olabileceğini düşünemiyorlardı. Kâşgarlı Mahmud’un eserinin ilk sayfalarında Allah’ın devlet güneşini Türk burçlarından yükselttiğini, bütün feleklerin Türklerin hükümranlığıyla döndüğünü, bu halka Allah’ın Türk adını verip hükümran kıldığını, dönemin egemen gücü yaptığını, dönemin insanlarının yönetimini onların eline verdiğini yazması Bağdat’ta tanık olduğu duruma âdeta soylu ve onurlu bir karşı duruştu. Türkleri doğruluğa yönelten Allah’ın, Türklerle birlikte olanları, birlikte çalışanları ve onlara katılanları aziz kıldığını, Türkler sayesinde onları isteklerine eriştirdiğini, yağmacıların kötülüklerinden onları koruduğunu anlatır Kâşgarlı Mahmud…

DÖNEM ŞARTLARINDA TÜRKÇE ÖNEMLİ

Türklerin oklarından korunmak için akıl sahibi olanların, Türklere katılması gerektiğini yazan Kâşgarlı Mahmud, en doğrusunun Türklerin gönlünü almak olduğunu, derdini dinletebilmek için onların diliyle konuşmaktan başka çıkar yol bulunmadığını ifade eder. Bu görüşlerini kanıtlamak amacıyla Buharalı ve Nişaburlu iki ayrı imamdan işittiği hadisi tanık gösterir. Her iki imam da Hz. Muhammed’in kıyamet belirtilerinden, ahir zamandaki azaplardan ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkışından söz ederken “Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir” buyurduğunu Kâşgarlı Mahmud’a anlatmıştır. Bu hadis sahih ise Türk dilini öğrenmenin Hz. Peygamber’in buyruğu ve dinî bir gereklilik olduğunu yazan Kâşgarlı Mahmud, sahih değilse dönemin şartları göz önüne alındığında aklın da Türk dilini öğrenmeyi buyurduğunu söyler. Kısacası, Türklüğün ve Türk dilinin öneminin daha da arttığı bir dönemde Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapça ile at başı beraber yürüdüğünü, onun kadar zengin bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla Kâşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü yazmıştır.

ARAŞTIRMALARININ SEYRİNİ DEĞİŞTİRDİ

Yaklaşık bin yıllık mirasımız olan Dîvânu Lugâti’t-Türk, bugün hâlâ neden önemli?

Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserinin Ali Emîrî Efendi tarafından bulunmasıyla Türk dili araştırmalarının seyri değişmiş, aydınlatılamayan pek çok konu aydınlatılmış, Türk kültür değerlerinin kökleri ortaya çıkarılmıştır. Bence her şeyden önce eserin adı bugün de varlığını sürdüren bir tartışmaya ışık tutuyor: Sovyetler Birliği dağıldığında bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlere “Türkî” mi diyelim, “Türk” mü diyelim, “Türkgil” mi diyelim; bu ülkelerdekilere de “Türk dilli halklar” mı diyelim tartışmaları yaşamıştık. Kâşgarlı Mahmud Karahanlı, Uygur, Oğuz, Türkmen, Kırgız, Argu, Çiğil vb. Türk soylu toplulukların dili, edebiyatı, tarihi, kültürü ile ilgili bilgiler barındıran söz varlığını topladığı eserine Dîvânu Lugâti’t-Türk adını vermiştir. “Türk” adını bir üst kimlik, bir büyük uygarlık adı olarak kullanmıştır. Eserinin sözlük bölümünde sözcüklerin tanımlarının, anlamlarının yanı sıra verdiği ansiklopedik bilgiler Türk uygarlığının, kültürünün ve sanatının özelliklerini de ortaya koyan verilerdir. Kâşgarlı bu yolla Türklerin dilinin anlatım gücünün yanı sıra yüksek kültür ve uygarlığının genişliğini, derinliğini göstermiştir. Kâşgarlı’nın ortaya koyduğu bu söz varlığı, bugün yirmi yazı dili, bir o kadar da konuşma diline sahip Türk dil ailesinin köklerini ortaya koymaktadır. Aradan geçen bin yıllık bir dönemde bu yazı dilleri, lehçeler farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerle etkileşim sonucunda değişimler yaşamışlarsa da beslendikleri ana kaynak, ana dil Türk dilidir. Bunun da XI. yüzyıldaki yegâne kaynağı Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür. Bugün farklı gibi görülen dillerimizin köklerine indiğimizde ortak olduğunu anlıyoruz. Dîvânu Lugâti’t-Türk bize bu mesajı vermektedir. Batı dilleri yeni kavramlar, yeni terimler türetmek için nasıl Latince, Eski Yunanca kaynaklara gidiyorsa bizim için de başlıca kaynaklardan biri Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür. Kültür değerlerimizin kökleri de Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yaşamaktadır. Örneğin bars maddesinden12 hayvanlı Türk takviminin tarihçesini, ütüg maddesinden Türklerin XI. yüzyılda ütüyü kullandıklarını, ületü maddesinden de erkeklerin gerektiğinde burunlarını silmeleri için ceplerinde ipek mendil taşıdıklarını öğreniyoruz.
Binyıl Önce Binyıl Sonra Kaşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugâti’t-Türk isimli çalışmanız İngilizce, Rusça ve İtalyanca okura sunuldu. Aynı zamanda geçtiğimiz günlerde Çince olarak 3. baskısı yapıldı. Bu anlamda bir dünya mirası olarak Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü nasıl görmeliyiz?

Kâşgarlı Mahmud’un 2008 yılında 1000. doğum yılını kutlamıştık. UNESCO da o yılı etkinlikleri arasına almıştı. Bir insanın bininci doğum yılı çok anlamlıdır. Hele bu Dîvânu Lugâti’t-Türk gibi bir eseri dilimize, kültürümüze, uygarlığımıza miras bırakan bir insansa… O yıl Kâşgarlı Mahmud’u ve eserini tanıtan kılavuz bir kitap hazırladım. Aslında kitap Türk Dil Kurumunda (TDK) başlattığımız Türkçeye Emek Verenler dizisinin üçüncü kitabıydı. Binyıl Önce Binyıl Sonra Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugâti’t-Türk adıyla hazırladığım bu kitap TDK tarafından yayımlandı. Kâşgarlı’yı dünyaya da tanıtmak amacıyla İngilizce, Fransızca, Rusça çevirilerini de TDK yayımladı, Türkmenistan’da özeti basıldı. Ama bence en değerli olanı kitabımın Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmî yayınevi Minzu Çubanşe tarafından 2009 yılında Çince ve Uygurca çevirilerinin Pekin’de yayımlanmasıydı. Uygurca çevirisinin bildiğim kadarıyla sonradan dört kez yeni basımı yapıldı. Çince çevirisinin de geçen yıl yeni basımının yapıldığını haber aldım. Tanıtım amaçlı bu kitabımın yanı sıra asıl Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün kendisinin bütün dillere çevrilmesi gerekiyor. Evet, başta İngilizce olmak üzere çeşitli dillere çevirileri yapıldı ama bu yayınlar yalnızca akademik çevrelerle sınırlı kaldı. Bugün kitapçılarda, kitap sitelerinde mevcudunu bulamazsınız. Oysa Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yer alan bilgiler dünya mirasının bir parçası. Bence kitabın aslının bütün dillere çevrilmesi yararlı olacaktır.

Prof. Dr. Mustafa Kaçalin

Değindiği her konuda Türkçenin en eski bilgiliği

20 yılı aşkın bir çalışma ile Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü Türkçeye kazandırdınız. Böyle kapsamlı bir eserin mahiyeti hakkında neler söylemek istersiniz?

Budist geleneği olan ve çok sayıda yazılı metin bırakmış bir edebiyat 850’li yıllardan sonra sekteye uğradı. İki yüzyıl sonra 1069’da Kâşgar’da Kutadgu Bilig ve Bağdat’ta Dîvânu Lugâti’t-Türk ile yeni bir edebiyat başladı. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün taşıdığı ehemmiyet birçok yönden ilk olma vasfını üzerinde bulundurmasındandır. Dîvânu Lugâti’t-Türk türetmeleriyle beraber 6689 dolayında kelimeyi içermesi ve 246 manzume ile 300 kadar ve atasözünü barındırması bakımından Türkçenin bir hazinesidir. Eser Türkçe madde başlı, Arapça açıklamalı, kapsamlı bir sözlük olarak değerlendirilse de yalnızca bir sözlük değildir. Türkçenin XI. yüzyıldaki dil hususiyetlerini belirtmesi bakımından ses ve yapı bilgisine ışık tutan bir dil bilgisi kitabı, Türk dünyasının kelime dağarcığını içeren sözlük, kişi, boy ve yer adları kaynağı, halk bilimi ve halk edebiyatı seçkisi, tarihe ışık tutan bir kitap, coğrafya ve kavimler bilgisi dallarında bir bilgi dağarcığı, çağın cemiyet yapısını, siyasi ve iktisadi çehresini tanıtması bakımından içtimaiyat ve iktisat dergisi, kâinat anlayışını yansıtan bir kitap, dönemin tıbbı ve tedavi yöntemlerinden bilgi veren bir kaynak, kısaca değindiği her konuda Türkçenin en eski bilgiliği olması dolayısıyla ilkliğini korumaktadır.

İKİNCİ BASKIYA ÖZEL TASHİH VE EKLEMELER

Ali Emîrî Efendi’nin vefatının 100. yılı münasebetiyle, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün Türkiye Yazma Eserler Kurulu Başkanlığı tarafından ikinci özel baskısı yayımlandı. Bu baskıdaki yenilikler nelerdir?

Birinci baskıda Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bulunma ve yayımlanma hikâyesi, sadece Kilisli Muallim Rıfat’ın tefrika hâlinde yayımlanan hâtıratından iktibas yoluyla verilmişken ikinci baskıda bu hikâyenin kahramanı olan Ali Emîrî Efendi’nin tanıklığı öncelenmiş ve Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün tespiti, satın alınması ve baskı sürecinin başlaması ile ilgili Ali Emîrî Efendi’nin Osmanlı Târîh ve Edebiyyât Mecmuası’nda yazdıkları dâhil edilmiştir. İlk defa Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yer alan Türk boylarına ait damgaların çizimleri, daha sonra eserden istifade ile bunları anlatan Bedrüddîn Aynî’nin Arapça el-Ikdu’lCûmân fî Târîhi Ehli’z-Zamân adlı eserinin nüshalarından tespit edilerek ikinci baskıya eklenmiştir. Türk boylarının anlatıldığı ve damgalarının çizildiği bu kısım, TSMK Emanet Hazinesi Nr. 1372’de kayıtlı Ikdu’l-Cûmân Tercümesi’nden transkribe edilmiş ve ilgili varakların görselleri kitapçığa eklenmiştir. Bu ikinci baskıda, Ali Emîrî’nin doğum tarihi tashih edilerek hayatı daha ayrıntılı anlatılmış; özellikle eserleri ve yazıları ile neşirleri daha geniş bir şekilde ele alınmıştır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün Besim Atalay tarafından hazırlanıp TDK tarafından basılan neşrine kadar diğer ilim adamları tarafından Dîvânu Lugâti’t-Türk’e dair yapılan istinsah, tercüme ve dizin çalışmalarından örnek sayfalar ikinci baskıda EKLER kısmına konulmuş ve böylece bu esere hizmet eden diğer şahsiyetlerin çalışmaları ilim camiasına tekrar hatırlatılmıştır. Bu minvalde Kilisli Muallim Rıfat’ın nezaretinde Matbaa-i Âmire’de basılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün ilk nüshasının 8 Ağustos 1331’de Kilisli Rıfat tarafından Ali Emîrî Efendi’ye takdim edilen imzalı iç kapağı ve bu baskıdan örnek sayfalar; aslî nüshanın baskı esnasında zarar görme ihtimaline binâen Kilisli Rıfat tarafından istinsah edilen ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi Nr. 1355’te muhafaza edilen nüshası ile yine Kilisli Rıfat tarafından 22 defter hâlinde yapılan tercümesinden örnek sayfalar eklenmiştir. Ayrıca Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün diğer hizmetkârlarından olan Tevfik Demiroğlu’nun hazırladığı dizin ile Abdullah Âtıf Tüzüner ve Abdullah Sabri Karter tarafından yapılan Dîvânu Lugâti’t-Türk tercümelerinden örnek sayfalar okurların nazarlarına ve dikkatine sunulmuştur. Eserin daha geniş kesimlere duyurulması amacıyla da Dîvânu Lugâti’t-Türk ve Ali Emîrî hakkında yazılan inceleme yazısı bu ikinci baskıda müfid ve muhtasar şekilde özetlenerek tarafımdan İngilizceye tercüme edilmiştir.

Prof. Dr. Mehmet Ölmez

Türk dili konuşurlarının başucu sözlüğü

Dîvânu Lugati’t-Türk’ün yazıldığı dönemdeki Türkçeyi anlamamız açısından en dikkat çekici yönü sizce nedir?

Eserin dönemine ait dil verilerini değerlendirirken vurgulanan iki özelliği özellikle önemlidir:

İlk olarak; Türk dilleri arasında ses değişikleri, fonetik farklılıkların çok iyi gözlemlenmesi, bu farkların ayırt edici şekilde gösterilmesidir. Bir örnek vermek gerekirse, “Oğuz, Kıpçak, Yağma” lehçelerinde ayıg sözü ‘ayı’ demekken, ‘öteki’ lehçelerde adıg denmektedir. Buradan Kaşgarlı Mahmut’un Eski Türkçedeki d sesinin hangi dillerde y sesine dönüştüğünü çok iyi gözlemlediğini anlayabiliriz. Yine “men, Oğuzlar dışındaki Türklerce ‘ben’ için kullanılır” derken Oğuzların ben dediğini, b- > m- değişimini vurguladığını anlarız. İkinci olarak; Kaşgarlı Mahmut’un vurguladığı özelliklerden birisi de sözvarlığına ilişkin farklardır. Aslında bu tek bir dil değil de bir den fazla dilin, ‘lehçe faklılıkları’nın güzel bir örneğidir: “bart Oğuz lehçesinde ‘su içilen bardak (kūz)’.” Demek ki öteki Türkler su içilen bardağı başka bir sözle adlandırıyorlarmış. Başka bir örne: “adruk Oğuz lehçesinde ‘başka (ğayr).’ Öbür Türk kabileleri bunun yerine adın derler.”

Atasözleri ve o günkü toplum hayatını yansıtması açısından önce örneklere yer verelim:

kuş kanatın er atın “Kuş kanadıyla er atıyla” denir

im bilse er ölmes “Parolayı bilen insan ölmez.”

ermegüke ėşik art bolur “Tembele eşik, geçit olur.”

öküz adakı bolgınça buzagu başı bolsa yég “Öküz ayağı olmaktansa buzağı başı olmak daha iyidir.”

avçı neçe al bilse adıg ança yol bilir “Avcı ne kadar hile bilse ayı da o kadar çare bilir.”

Birinci örnek dönemin Türkleri için atın gündelik hayatta ne kadar önemli olduğunun çok iyi bir göstergesidir, atsız insan, ‘er’ olmazmış, tıpkı kanatsız kuş olmayacağı gibi.

İkinci örnek, askerî örgütlenmedeki düzenlerini, eskiliklerini, daha 1000 yıl önce orduda parola sistemin var olduğunu gösterir. Elbette bu sistem daha da eski olmalı, devlet, imparatorluk geçmişi çok eskilere giden dillere, kavimlere özgü olmalı.

Üçüncü örnek toplumun çalışanı ve çalışmayanı ayırt edecek gözlem gücünü işaret etmektedir. Dört ve beşinci örnekler de yine toplum hayatına ilişkin gözlem gücü için birer örnektir.

Kaşgarlı Mahmud’un eserinde yer verdiği deyimler, atasözleri ve kültürel öğeler, o dönemin Türk toplumuna dair bize ne gibi ipuçları sunuyor?

Kaşgarlı Mahmut’un eseri, Türk dilleri için daha eski bir başka bir dil, sözlük, hatta gramer çalışması olmadığı için; ikincisi verdiği örnekler dolayısıyla neredeyse bugünkü Türk dillerinin tamamı için en önemli veri bankalarından birisi olmaktadır. Elbette “rekonstrüksüyon” esaslı, “ana” ve “ilk” dil tasarlayıcısı, etimoloji merkezli çalışmalarda yetersiz diye düşünen olabilir. Ancak Kaşgarlının yer verdiği örnekler Yakutça dahil, bütün Türk dilleri için ilk sırada kullandığımız hazine değerindeki bir eserdir. Elbette runik harfli, Köktürk ve Yenisey yazıtları da çalışmalarda çok önemlidir, ancak veri zenginliği açısından Kaşgarlı Mahmut, Eski Uygurca eserlerle birlikte her çalışmamızda ilk elde kullandığımız kaynaktır. Bugünkü Çuvaşça ve onun dayandığı Orta Bulgarcaya, Eski Bulgarcaya, Ana Bulgarcaya ait neredeyse hiçbir verinin olmaması bunu değiştirmez (herhalde bu konuda solak ‘dalak’ örnek verilebilir), var olan veriler Çuvaşçanın çözümlemelerinde de önemli bir katkı sunar. Sonuç, Dîvânu Lugâti’t-Türk, bugün ayrımsız olarak, her dilden, her dinden, her inançtan Türk dili konuşurlarının baş ucu sözlüğüdür.

Prof. Dr. Sadık Yazar

Ali Emîrî eserin vatan içinde kalmasını sağlamıştır

Bir sahafta bulunan kıymeti pek de anlaşılmayan bir eserken Ali Emîrî Efendi, Divanu Lugati’t-Türk’ün değerini nasıl fark etti?

Her ne kadar mevcut bilgilerimize göre –her an değişmeye elverişli bilgilerimiz- tek nüsha ile 19. yüzyılın başına kadar geldiği düşünülse de Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün daha evvel Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin (ö. 745/1344) Kitâbü’l-İdrâk li-lisâni’l-Etrâk’inde, İbn Muhammed’in Tâcü’s-sâdât ve 'unvânü’s-siyâdât’ında (telifi 1363), Bedreddin el-Aynî’nin (ö. 855/1451) 'İkdü’l-cümân fî târîhi ehli’z-zamân’ı ve kardeşi Şehâbeddin Ahmed ile birlikte yazdıkları Târîhu’ş-Şihâbî adlı eserlerinde yararlanılan bir kaynak olduğu bilinirken Kâtip Çelebi de eseri madde başı olarak zikretmiştir. Alî Emîrî’nin bu kaynaklardan haberdar olup olmadığını, dolayısıyla da esere karşı hazırlıklı olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak onun Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü gördüğü andan itibaren önemini farketmesi, bu esere yönelik bir farkındalığının oluşmasını iki açıdan izah etmek istiyorum. Öncelikle kimi kaynaklarda açıkça veya zımnen ifade edilmeye çalışıldığı üzere Alî Emîrî “bibliyoman” sıfatı ile nitelenmeye asla layık biri olmayıp sadece kitap biriktirmeye düşkün biri değildir. Muhtar Tevfikoğlu’nun da ifadesiyle Ali Emîrî kütüphanesindeki kitapları basit bir koleksiyoncu gibi sayıyı çoğaltmak için “olsun da ne olursa olsun” zihniyetiyle değil, bir mütehassıs gözüyle tek tek seçerek, her birinin değerini takdir ederek biriktirmişti. Çocukluk yıllarından başlayarak çok okuyup araştırmalar yaptığı için de önüne gelen kitapların değerini isabetle tayin etmiştir. Öte taraftan Kemal Paşazâde’nin Osmanlı Tarihi örneğinde olduğu gibi, daha evvel belirlediği kimi kitapları ya da bir alana yönelik kitap koleksiyonunun da peşinde olduğu görülmektedir. Nitekim kendi başına çıkardığı Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası isimli dergisinde kütüphanesinde bulunan önemli yazmaları tanıtıp bunların öneminden bahsetmiştir.

İSTANBUL FİYATI 2 AVRUPA FİYATI 20 LİRA

Olaya bu açıdan bakıldığında Alî Emîrî’nin eserin önemini farketmesini kitabı iyi tetkik etmesine bağlamak mümkündür. Nitekim bizzat kendi ağzından anlatıldığı üzere kitabın keşif hikâyesi de böyledir. Ali Emîrî, Dîvânü Lugâti’t-Türk adlı eseri duyma ve satın alma serüvenini Tarih ve Edebiyat Mecmûası’nın üçüncü sayısında anlatmaktadır. Buna göre, geçmiş Mâliye nâzırı Vanizâde Nazif Paşa’nın mülkiyetinde bulunan bu kitap zarûri bir ihtiyaç üzerine aile üyeleri tarafından satılmak üzere Burhaneddin Efendi adında bir kitap sarrafına tevdi edilir. Kitap Meclis-i A’yân reis-i sâbıkı Mustafa Âsım Efendi’ye götürülür; kendisi eseri tedkik ettikten sonra dokuz yüz senelik nâdir bir eser olduğunu ve eserin hemen Maârif nazırı Emrullah Efendi’ye götürülmesi gerektiğini ifade eder. Burhan Efendi, eseri Emrullah Efendi’ye götürür. Emrullah Efendi, kitapçıları toplar ve eseri tedkik ettirir. Kitapçılar eser için şunları söylerler: Eğer eserin İstanbul fiyatını soruyorsanız fiyatı iki lira eder. Eğer Avrupa’ya göndermek şartıyla satarsanız yirmi lira kızıl altına alırız. Durumu Emrullah Efendi’ye anlatmak için Maârif Nezâreti’ne giderler ancak Emrullah Efendi’yi bulamazlar. Bu bilgiler dikkate alındığında, acı da olsa bir şeyi itiraf etmek gerekir: Kitabın değeri kısmen de olsa aslında Alî Emîrî’ye gelmezden evvel bilinmiş, tayin edilmiştir ancak imparatorluğun en uzun asrının derin acıları çekilirken ve Osmanlı’nın payitahı adeta açık bir kitap pazarı hâline gelmişken kültürel hafızanın korunması yönünde ne gereken güçlü bir hassasiyet ne de bunun için gerekli bir bütçe bulunmaktadır. Böyle bir ortamda, kadim kültüre hayranlıkla bağlı, maddî ve manevî kültürel mirasın korunması ve ülke içerisinde muhafaza edilmesi noktasında yaşadığı dönemin çok ötesinde bir şuur ve hassasiyet sahibi olan Alî Emîrî gibi bir kahraman devreye girerek tamamıyla ferdî bir gaye neticesinde eserin değerini anlayıp vatan içerisinde kalmasını sağlamıştır.

ESERİN DEĞERİNİ BİZZAT OKUYARAK TETKİK EDER

Bizzat kendisinden dinlediğimize göre Alî Emîrî’ye kitabı ilk defa haber veren sahaf Burhâneddîn Efendi’dir. O kitabı Emîrî Efendi’ye haber verirken eserin Türklere dair bilgi verdiğini de ifade etmiştir. Alî Emîrî önce buna pek inanmamıştır ancak aslen Arap olan Burhâneddîn Efendi eserdeki Türkçe bilgilerin Arapça olarak da yer aldığını söyleyince bu bilgilerin uydurma olamayacağına da inanır. Bu ön bilgiden sonra Emîrî Efendi nihayet kitapla karşılaşır ve içeriğini şu şekilde ifade eder: “Bir de bakayım Türk lisânına, Türk eş‘ârına, Türk durûb-ı emsâline, Türk illerinin kürevî haritasına, Türk bayraklarının resmine, Türk kadim yazısına dâ’ir Hulefâ-i Abbâsiye zamanında yazılmış bir kitap. Ve hatta Amerika’nın keşfinden dört-beş yüz sene kadar evvel te’lîf olındığı halde Cebelika namıyla Amerika’da mevcut. Sevincimden adeta çıldıracağım. Fakat asla temkinimi bozmuyorum. Bayağı bir kitap mütâlaa ediyorum vaziyetinde bulunuyordum.” Dolayısıyla her şeyden evvel çocukluk yaşlarından itibaren okuma ve araştırmaya derin bir merakı olan Alî Emîrî, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün değerini bizzat eseri okuyarak tetkik ederek anlamıştır demek gerekir. Meselenin bir diğer vechesini de keşfin gerçekleştiği dönemin ruhu ile izah etmek mümkündür. Malum olduğu üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinden kurtarılması için “Osmanlıcılık”, “İslamclılık” gibi kimi fikrî kurtuluş çareleri önerilmiş ve denendikten sonra, özellikle II. Abdülhamid’in tahttan indirilip II. Meşrutiyeti müteakiben “Turancılık” hâkim ideoloji hâline gelmiştir. Özellikle Köprülüzâde Mehmed Fu’âd’ın etkisiyle, henüz temelleri atılmakta olan akademik sahada da bu ideolojinin etkileri görülmeye başlanmış, gerek yurt içi gerekse de yurt dışında Türklüğe dair önemli araştırmalar ve keşifler yapılmaktadır. Yaşadığı dönemde azınlık durumuna düşen, “eslâf”a ve “kudemâ”ya hürmeti mücadelelerinin merkezine alan bir neslin bayraktarlarından olan Ali Emîrî daha ziyade “Osmanlıcı” ve “İslamcı” bir anlayışa sahip olmasına karşın II. Meşrutiyet’i takip eden yıllarda kendisini bu etkisinden alamamış gibidir. O da Türklüğe dair bu araştırmalardan etkilenmiş olsa gerek ki bir taraftan Köprülüzâde Mehmed Fu’âd’ın şahsında “Turancılık” fikrine karşı çıkarken bir taraftan da bu modaya kapılmaktan kendisini alamamıştır. Osmanlı hanedanının şeceresini ele alan Câm-ı Cem-Âyîn /Silsilenâme-i Osmânî gibi bir eseri bu bağlamda neşrettiği gibi bu yönde değerli gördüğü eserlere de dikkat çekmiştir. İşte Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün değerini anlayıp onu vatan topraklarında tutmak için gösterdiği çabayı ve heyecanı dönemin bu şartları içerisinde de değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

BİR KAHRAMAN OLARAK ANLATILMALI

Bu kıymetli eser halen bağışlandığı Millet Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor. Bu anlamda Divanu Lugati’t-Türk’e Ali Emîrî Efendi’nin ilgisi hakkında neler söyleyebiliriz?

Miladi yedinci yüzyıldan başlayarak İslam medeniyetinde çok sayıda kitap yazılmış, bunların nüshaları çoğaltılıp geniş bir coğrafyada dolaşıma sokulmuştur. İslam öncesi dönemde Göktürk ve Uygur dönemlerinde eserler kaleme alan Türkler de 10. yüzyıldan itibaren İslam medeniyetine eklemlenip farklı dillerde ve her türlü ilim sahasında çok sayıda eserler kaleme almışlardır. Yazma kültüründe üretilip çoğaltılan ve dolaşıma sokulan bu eserlerin nesilden sele aktarımı hayli zorlu olmuştur. Kimi eserler çok sayıda nüshası ile günümüze ulaşma bahtiyarlığına kavuşmuşken kimi eserler ancak bir veya birkaç nüshası ile günümüze ulaşabilmiştir. Ayrıca başta afetler ve savaşlar başta olmak üzere türlü sebeplere binaen birçok eser ise günümüze ulaşamamıştır. Böyle bir bağlamda, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün Alî Emîrî’nin kurduğu ve hayatı boyunca türlü zorluklara katlanıp biriktirdiği kitaplarını vakfettiği Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde bulunması tarifi mümkün olmayan ve değerine asla paha biçilmeyen büyük bir nimettir. Öncelikle bu nimeti bağışlayan Allah’a hamd etmek, sonrasında ise bu eserin bu topraklarda kalması için her türlü fedakarlığı gösteren, bunun karşılığında hiçbir maddi beklenti içerisinde olmayan Diyarbakırlı Alî Emîrî Efendi’ye kıyamete kadar nesilden nesile teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. Türklüğün sadece dil yönüyle değil her manada kültürel hafızası olan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü, çok ciddi maddi menfaatler sağlaması mümkün olduğu hâlde, diğer kitapları gibi Türk milletine armağan etme lütfunda bulunan Alî Emîrî, bir vatan kahramanı olarak nesillere anlatılmalıdır. Kanaatimice, Alî Emîrî’nin Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü keşfedip bu topraklarda tutmasının değeri pek anlaşılmış değildir. Halbuki bu olay, özellikle vuku bulduğu dönemin şartları dikkate alındığında, bir vatan toprağını savunmaktan çok farklı değildir. Emîrî Efendi’nin bu övgü kalıplarına sığmayan âlicenaplığı, çocuklarımıza vatan sevgisini, maddî ve manevî kültür mirasa sahip çıkma şuurunu anlatmak için aranıp da bulunmayacak bir örnektir. Bu sadece Alî Emîrî’nin ölüm yıl dönümünde yalın bir anlatımla değil hikâye, roman ve sinema gibi farklı bağlamlarda bu ülkenin çocuklarına, insanlarına anlatılmalıdır. Öte taraftan bu keşfin kahramanı Alî Emîrî’ye de daha fazla sahip çıkmalı ve ilkokul döneminden başlayarak eğitim-öğretimin her aşamasında örnek bir şahsiyet olarak tanıtılmalıdır.

Dr. Faruk Öztürk

 

Mükemmel bir Arapça bilgisiyle Türkçeyi anlatmıştır

Doktoranızı “Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün Arap Sözlükçülüğüne Göre İncelenmesi” başlıklı teziniz ile Dîvânu Lugâti’t-Türk üzerine hazırladınız. Bugün eserin müellifi hakkında neler biliyoruz?

Kaşgari olarak bilinen Hüseyin oğlu Kaşgarlı Mahmud, aslında bugün Kırgızistan sınırları içerisinde bulunan Issık Köl yakınlarındaki Barskan’da doğmuş, çocukluğu Kazakistan sınırları içerisinde bulunan İla nehri boyunda geçmiştir. Babasının yurdu Barskan’ın adını açıklarken bu adın Afrasiyab’ın oğlunun adından geldiğini, kurduğu şehre kendi adını verdiğini yazan Kaşgarlı Mahmud, Barskan’ın tarihiyle ilgili farklı bir bilgiyi değerlendirirken bu adın Uygur kağanının Barskan adındaki seyisinden geldiğini yazmaktadır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki bazı parçalar Kaşgarlı Mahmud’un soylu bir aileden olduğunu göstermektedir. Kaşgarlı Mahmud’un kendi ülkesinden ayrılmadan önce çok iyi bir eğitim gördüğü, İslâm bilimlerini öğrendiği anlaşılmaktadır. Kaşgarlı Mahmud, gençlik yıllarını geçirdiği Opal’da Hamidiyye ve Saciyye medreselerinde tanınmış hocalardan ders almıştır. Kaşgarlı Mahmud bir yandan ana dili olan Türkçeyi birçok ağızlarıyla bildiği gibi öbür yandan da Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmekteydi. Eserinin ilk sayfalarında kendisinden söz ederken babasının adının Hüseyin, dedesinin adının ise Muhammed olduğunu belirten Kaşgarlı Mahmud, daha sonra Uygur adının açıklamasını yaparken sözü atalarına getirir. Atalarına Hamîr dendiğini, bu adın amîr ‘emir’ sözüne dayandığını, Oğuzların amîr diyemediği için ön seste /h/ türemesi sonucunda yaşanan bir ses değişikliği ile ailesinin Hamîr adıyla tanındığını ifade eder. Soylu bir Türk ailesinden geldiğini belirten Kaşgarlı Mahmud’un verdiği bu bilginin doğru olduğu ve Doğu Karahanlı hanedanı soyundan geldiği bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmud’un soy kütüğü, İslam dinini seçen ilk Türk kağanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’a çıkmaktadır.

SÖZLÜĞÜNDE ARAP İMLA DÜZENİNİ UYGULADI

Kaşgarlı Mahmud’un eserinde Arap imlâ düzenini uygulamasının sebebi nedir?

Kaşgarlı Mahmud sözlüğünde Arap imlâ düzenini uygulamıştır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’’ün girişinde izlediği yöntemi şöyle belirtmektedir: “Sözlüğü baştan sona sekiz bölüme ayırdım. Her bölümü de kendi içinde adlar ve fiiller olmak üzere ikiye ayırıp adları fiillerden önce yazdım ve sonra fiillere yer verdim. Her birini kendi sırasına göre konulara ayırdım ve öne gelmesi gerekeni öne alıp sona bırakılması gerekeni sona bıraktım. Konu adları olarak herkesçe bilindiği için Arap dilinin adlandırmalarını kullanmağı tercih ettim. el-Halîl b. Ahmed’in Kitâbü’l- Ayn’da yaptığı gibi yaparak kullanılmakta olan ve terk edilip kullanılmayan, unutulmuş kelimeleri bir arada yazmağı düşündüm. Bu yol daha kapsamlı olurdu, ancak benim tuttuğum yol; kestirme olduğu ve insanlarca benimsendiği için daha doğrudur. Ben de sözü kısa tutmak, uzatmamak için kullanılanları alıp kullanılmayan, unutulmuşları bıraktım.” Hem el-Halîl b. Ahmed hem de Kaşgarlı Mahmud kelimelerin açıklamalarını şiirlerle desteklemişlerdir. Kaşgarlı Mahmud’un alıntı yaptığı Arap şiirleri on dörttür. Yine el-Halîl b. Ahmed gibi hadislerden de alıntılar yapmıştır. Bu hadis alıntılarının sayısı ise üçtür. Ayrıca on dört yerde Arap atasözü kullanmıştır. Her iki müellif de Kur’an-ı Kerim’den tanık getirmiştir. Her iki eserin de başında müellifler kendi dillerinin yapısına değinmiştir. Bugün elimizde bulunan Dîvânu Lugâti’t-Türk, Saveli Ebu Bekir oğlu Muhammed tarafından yazılışından 192 yıl sonra 1266 Ağustos 1 Pazar günü çekimlenmiş tek örnektir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün başka nüshasının olup olmadığı bilinmediği gibi elimizde başka nüshası da bulunmamaktadır. Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti't-Türk'ü yazarken örnek aldığı Kitâbü’l- Ayn’ın ise günümüze üç nüshası ulaşmıştır. Türkçenin Arapçadan geri olmadığını göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü Kâşgarlı Mahmud, mükemmel Arapça bilgisiyle yazmıştır. Bu eserini yazarken son eklemeli Türkçeyi bükümlü bir dil olan Arapça ile açıklamaya çalışmış, Türkçe madde başı kelimeleri Arapça biçim bilgisi kurallarından yararlanarak sıralamıştır. Sonuç olarak bir karşılaştırma yapmak gerekirse; Dîvânu Lugâti’t-Türk’te ünsüz köklerine göre madde başı 2251, toplam olarak 17.879 kelime; Kitâbü’l- Ayn’da ise ünsüz köklerine göre madde başı 1664, toplam olarak 5.771 kelime vardır.

Çalışmanızı Kırgızistan Manas Üniversitesi’nde tamamladınız. Ülkemiz dışında Türk coğrafyasındaki Dîvânu Lugâti’t-Türk çalışmaları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Dîvânu Lugâti’t-Türk üzerine yapılan çalışmalar maalesef sınırlıdır. 1960-1967 yılları arasında Özbekistan’da Fen Bilimleri Akademisi tarafından Salih M. Mutallibov’un Özbekçe çevirisi 4 cilt olarak yayınlanmıştır. 1981-1984 yılları arasında Urimçi’de Şincan Halk Neşriyatları arasında Abdusalam Abbas, Abdürahim Ötkür, Abdurahim Habibullah, Damulla Abdulhamit Yusufi, Halimi Salih, Hacı Nurhacı, Osman Mehmed Niyaz, Sabir Ruzi, İbrahim Muti, Emin Tursun ve Mir Sultan Osmanov tarafından hazırlanan Uygurca çeviri, üç cilt olarak yayınlanmıştır. 2005 yılında ise Kazakistan Almatı’da Rusça çevirisini Z.-A. M. Auezovoy’un yaptığı dizinini de R. Ermersa’nın hazırladığı R. B. Suleymanova Oryantal Araştırmaları Merkezi ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaklaşa yayın yapılmıştır.


Not: Yazı ilk olarak 15/04/2025, Salı, tarihinde Yenişafak gazetesi kitap ekinde yayınlanmıştır.https://www.yenisafak.com/hayat/turkcenin-en-eski-bilgiligi-divanu-lugatit-turk-4695537


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum