TÜRK-İSLAM TARİHİNİN PARLAK YILDIZLARI: YAVUZ SULTAN SELİM

TÜRK-İSLAM TARİHİNİN PARLAK YILDIZLARI: YAVUZ SULTAN SELİM
02 Haziran 2025 - 15:55 - Güncelleme: 02 Haziran 2025 - 16:05

TÜRK-İSLAM TARİHİNİN PARLAK YILDIZLARI: YAVUZ SULTAN SELİM

                                                                                                Necdet CURA

 

Osmanlılar, bugün hala pek çok açıdan irdelenmektedir. Sorunsallar üzerinden gidecek olursak Osmanlıların Kuruluşu Meselesi, Gerileme Paradigması gibi meseleler teorik noktada Tarihçilerin üzerinde durduğu mühim konulardır.  Bu gibi teorik noktalar hiç şüphesiz ki, saatlerce konuşulmayı  ve sayfalarca yazılmayı da haklı olarak beraberinde getirir. Tarihin tartışmalı bu alanları üzerine Cemal Kafadar’ın İki Cihan Aresinde, Ahmet Demirhan’ın Kuruluş Sarmalından Kurtulmak ve Mehmet Öz ile Oktay Özel’in derlediği Söğüt’ten İstanbul’a gibi çalışmaları koyalım ve yazımızın başlığını teşkil eden pek çok hocam ve meslektaşım tarafından  büyük Türk-İslam sultanı olarak görülen Yavuz Sultan Selim’in yolculuğuna odaklanalım. 

II. Beyazid’in henüz daha şehzade olduğu dönemde 1470 yılında doğduğu düşünülmektedir. Trabzon’da şehzadeliği süresince devlet tecrübesini öğrendiği gibi komşu devletlerdeki potansiyel tehdit ve tehlikelerin farkına vardı. Saltanatında Doğu üzerinde bu denli ağırlık göstermesi ve İran içlerine kadar girme niyetinin planlanması açıktır ki, şehzadelik yıllarıdır. Şehzadelik yıllarında yürüttüğü istihbarat ve askeri faaliyetler iktidarı süresince pekişmiştir. Gürcülere karşı yaptığı seferle ilgileri üzerine çekti ve padişah tarafından dahi takdirle karşılandı. Bir şehzadenin bu denli geniş bir etki gücüne sahip olması demek padişah olduğunda ise neler yapabileceğini göstermesi bakımından önemliydi. Sıkıntılı ve hala tartışılmakta olan saltanat makamını ele geçirmesi hadisesi ile beraber kardeşlerini dedesi Fatih’in kanunnamesine göre  ortadan kaldırdı.

 Selim Han, gerçekten de padişah olduğunda Osmanlı kuvvetlerini o denli kullandı ki ordunun hem Van-Tebriz hattında hem de Doğu Akdeniz ve aşağısındaki Mısır bölgesinde kullanılabilmesi büyük bir askerlik örneğidir. Bu bakımdan yalnızca Osmanlı ya da Türk-İslam tarihi değil ‘’Dünya Tarihi’’ için dahi büyük bir strateji ve kumandanlık başarısıdır. 23 Ağustos 1514 tarihinde Şii inanç sisteminde kendini nev-i şahsına münhasır bir yere konumlandıran Şah İsmail ile girdiği savaşta büyük bir zafer elde etti. Zaferin elde edilmesinde taktiksel harp bilgisi ve Osmanlı topunun muzafferiyetteki payı yüksektir. Bu zaferin sonucu Anadolu Türklüğü’nü derinden etkilemiştir.

Mercidabık(1516) ve Ridaniye(1517) ile Ortadoğu’da büyük etkisi olmuş, Baybars gibi bir komutan, devlet adamını yetiştirmiş ve Mısır’da hala izleri görülebilen Memlükleri tarihten silmiştir.

Yavuz Sultan Selim, Osmanlılar için son derece büyük ve kritik bir padişahtır. Bu denli büyük olmasının sebepleri arasında devletin sınırlarını olağanüstü derecede genişletmesi ve devletin karakteristik kimliği olan İslam’ı müdafaa etmesi yatmaktadır. Bu müdafaa Safevilere karşı düşündüğü ‘’sapkınca fikirleri ortadan kaldırma’’ iken Memlüklere karşı ise ‘’Haremeyn’i korumak’’ olacaktır. Sultan Selim, Memlük Devleti’ni ortadan kaldırmakla beraber Mekke ve Medine gibi yerleri elinde bulundurduğu için Evliya Çelebi’ye göre ‘’hatibe hâdimü’l-Haremeyn’’ ünvanı  hutbede imam tarafından kullanıldığını duyunca Yavuz buna dayanamamış ve gözyaşlarını tutamamıştır. Devletin sınırlarına Hicaz’ı katmakla kalmamış aynı zamanda üç din için de kutsiyet taşıyan Kudüs’ü de Osmanlı mülkü haline getirmiştir.

Vezirleriyle ve yakın musahibi Hasan Can ile kurduğu diyaloglar neticesinde vefatı sırasında “Selamün kavlen min Rabbi’r-Rahim’’(Yasin/58) okuduğu kaynaklarda ifade edilmektedir.

Şirpence rahatsızlığı bu büyük cihangiri 21-22 Eylül 1520 tarihinde Osmanlı mareşalini dünyadan aldı. Çorlu’da yaklaşık 40 gün kadar tedavi görse de hastalığına şifa bulunamamıştır.

Vefatıyla beraber Manisa’da bulunan Şehzade Süleyman, tahtın tek varisi olarak payitahta geçmiş ve padişah olmuştur. Yavuz, ölmeden önce Süleyman’a potansiyel rakip olabilecek kimseyi geride bırakmamış ve oğluna güçlü bir hazinenin yanı sıra, geniş sınırlar bırakmıştır. Oğlu da bu büyük mirasın kendi tasarrufunda kullanmıştır.

Yavuz, sıkıntı ve problemlerle dolu hayatı boyunca henüz daha tahta çıkmadan önce bile Trabzon ve çevresindeki seferlerle Osmanlı nizamını çevredeki ülkelere kanıtlamış ve tahta çıktığında ise otoritesini Anadolu, Suriye, Mısır gibi geniş ölçekli coğrafyalarda hissettirmiştir. Bu bakımdan değerlendirildiğinde bana göre  ‘’cihanşümul devlet stratejisi’’ni Fatih ile beraber büyüten ve hedef koyan iki büyük padişahtan biri olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu denli kısa saltanatı boyunca eşi benzeri bir padişah gelmemiştir.  Toplamda 8 yıllık saltanatına 80 yıllık iş sığdırdığı genel bir kanaattir.  Sert karakteri ve kişiliğinden ötürü Yavuz ünvanı ile anılmış ve asırlar geçmesine rağmen öyle bilinmeye devam etmiştir. 

Yavuz Sultan Selim’in bazı yerlerde boy gösteren görsellere bakıldığında küpe takıp takmadığı meselesi vardır ki bu konuda Milli Savunma Üniversitesi rektörü sayın Prof. Dr. Erhan Afyoncu hoca başlı başlı bu meseleyi taşıyan, popüler bir çalışmaya imza atmıştır. -Yavuz’un Küpesi isimli çalışmaya bakılabilir.-  Oğlu Süleyman ile henüz kurduğu ilginç diyalog hatırlatmaktadir ki, gösteriş ve şatafattan uzak bir hayat sürmüştür. Şatafatı ve gösterişi ön planda olmayan bir sultan için ise küpe takmak biraz uç ve zor görünmektedir.

Yan profilden görülen o kişinin kafasındaki börkten ötürü Şah İsmail olma ihtimaline sıcak bakılmaktadır.

Sultan Selim dönemindeki büyük cihangirlik faaliyetlerinin yanı sıra kültür, sanat anlamında da devletin bu kadim birikimi artarak devam etmiştir. Döneminde Selimnameler isimli eserler genel bir ad ile yazılmıştır ve bu gelenek oğlu Süleyman ve torunu  Selim (II) devrinde de devam ettiği görülmektedir. Celalli ve atik karakterine karşılık etrafında farklı ilim adamlarını toplaması ve hürmet etmesi gerçeği karşımızdadır. Kemalpaşazade, Zembilli Ali Cemali Efendi ilk akla gelenlerdendir.

Ehl-i sünnet ulemaya saygı duyan ve itikadını bunun üzerine koyan Yavuz Sultan Selim Han, hem Sünni Memlüklülerle hem de Şii Safevilerle mücadele etmiştir. Bu durum eleştiri oklarını üzerinde toplasa bile Osmanlı nazarında  İslam’ı sapkın bir hale getiren ‘’Rafizi gruplarla’’ yani Şii Safevilerle olan mücadelesinin dini meşruiyeti ve temelleri çok basittir. İbn-i Kemal’in görüşlerine bakılırsa bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Anadolu’nun Şiileşmesini engellediği gibi İslam dünyasında da Osmanlılara olağanüstü derecede bir prestij katmıştır. Bu bakımdan torunlarına ideolojik bir miras olarak Safevilerle olan mücadeleyi de vermiştir. Kanuni olarak bildiğimiz oğlu I.Süleyman ve torunun oğlu III.Murad dönemlerinde son derece çetin muharebeler verilmiş; İran içlerine kadar girilmiştir. Yukarıdaki örnekler söylemektedir ki, Osmanlılar bu büyük atalarının mirasını sürdürmüşlerdir.

Vefatından sonra gelen oğlu Süleyman da Osmanlılara en parlak dönemi yaşatacak ve bir devre adını verecek Kanuni Sultan Süleyman olarak anılacaktır.

Yavuz’un ölmeden önce güçlü bir donanma tertip ettirme arzusu ve Avrupalı devletlerle kurduğu münasebetler göstermektedir ki hem Akdeniz, hem de Orta Avrupa üzerine muhtemelen bir sefer arzusu vardı. Saltanatının son yıllarında güçlendirdiği donanma sayesinde oğlu Süleyman, Rodos gibi müstahkem bir kaleyi fethetmiş ve akabindeki süreçte Osmanlı Donanması, Akdeniz için büyük bir güç olmuştur.

Hocalarımızın hocası Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nün büyüklerinden rahmetli Prof. Dr. Faruk Sümer, ‘’Büyük ideallerin adamı olan Selim Han’ı ne ümerası, ne uleması ve ne de askerleri anlayabildi. Büyük işler yapmak ve başarmak için yaşayan bu büyük ülkücü hükümdar gayesine ulaşamadan öldü” demektedir.

Son zamanlarda Yavuz ile ilgili Osmanlı tarihçileri arasında büyüyen bir tartışmadan söz etmeden olmaz.  Amerikada yaşayan Osmanlı tarihçisi Alan Mikhail tarafından yazılan Tanrı’nın Gölgesi Yavuz Sultan Selim(Epsilon, 2022) ve dilimize Seda Özdil tarafından  tercüme edilen çalışma epeyce bir tartışma yarattı. Eğer spesifik anlamda bu konuya yoğunlaşmak, tartışmaları öğrenmek istiyorsanız bakınız.

Yavuz ile ilgili yaşanan bir diğer tartışma ise ‘’Hilafet’’ meselesidir. Bu konuda ise Osmanlılara hilafetin Yavuz ile gelmediği, halife ünvanın Yavuz öncesinde de kullanıldığı yönünde fikirler bulunmaktadır. Hilafet, temelde siyasi ve sembolik bir makam olduğu için bu konuda Lise Tarih müfredatının dışında yapılan yorumlar popüler okuyucuyu şaşırtsa bile işin özüne girince daha pek çok fikrin varlığı karşımıza çıkacaktır.

Çok açıktır ki, Yavuz Sultan Selim üzerinden geçen onca asra ve olaya karşı Ortadoğu’yu anlamak için üzerinde durulması gereken bir sultan olarak kalmaya devam edecek.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum