TÜRK İSLAM EDEBİYATINDA IYDİYYE TÜRÜ - Yazan: Selim UMUTLU

TÜRK İSLAM EDEBİYATINDA IYDİYYE TÜRÜ - Yazan: Selim UMUTLU
23 Mayıs 2020 - 22:24 - Güncelleme: 23 Mayıs 2020 - 22:36

TÜRK İSLAM EDEBİYATINDA IYDİYYE TÜRÜ

1. Bayram ve Şiir

            Bayramlar, toplumu oluşturan bütün bireyler için geçmişten bugüne özel anlamlar atfedilen günlerdir. Bu günlerde birçok geleneğin icra edildiği özel merasimler düzenlenir. Müslümanların Ramazan ve Kurban olmak üzere iki tane yıllık bayramları vardır. Bunlardan ilki Şevval ayının başından itibaren üç gün, ikincisi ise Zihhicce ayının onundan itibaren dört gün olarak kutlanır. Her ikisi de hicretin ikinci yılında bayram kılınmıştır.

            Hz. Peygamber'in bayramlarda yapılan folklorik gösterilere izin verdiği, Hazret-i Âişe ile birlikte bu gösterileri izlediği, bunun yanında Hz. Âişe'nin yanında cariyelerin def çalıp oynamalarına izin verdiği şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Bu bayramlara ek olarak ilkbaharın başlangıcı münasebetiyle Nevrûz ve kışın başlangıcı olarak kabul edilen Mihrican bayramları da İslam toplumlarında kutlanmıştır (Altunay, 2006, s.333).

            Bayra-m ve bayra-k kelimeleri arasındaki benzerlik bu kelimelerin "badra-/bayra-" şeklindeki bir fiilden türediğini düşündürmektedir. Öte yandan kelimenin Farsça mesire yeri anlamına gelen "bedh-râm"dan ortaya çıktığı da iddia edilmektedir (Gülensoy, 2019, s. 71). Kaşgarlı Mahmud kelimenin aslının "bedhrem" olduğunu, bu kelimeyi Oğuzların "beyrem" şekline dönüştürdüğünü ifade eder. Bayram yerinden ise çiçeklerle süslü, gönül açan bir mekân olarak bahseder. Hun Türklerinde ve Göktürklerde Gök Tanrı için kurban kesme merasimleri yapılmıştır. Göçebe Türk boyları için büyük meşakkatlerle geçen kış mevsiminin ardından gelen bahar bayram olarak kutlanmıştır. İslamiyet'in kabulünden sonra bu bayramlar Nevrûz olarak adlandırılsa da Türk bayramlarındaki bazı unsurlar ve yarışma türü eğlenceler İran bayramlarında bulunmamaktadır. Örneğin İran bayramlarında örsün üzerinde demir dövme ritüeli yoktur (Koca, 2006, ss.1-12).

            Klasik edebiyatımızda bayramın yerine kullanılan Arapça "ıyd" kelimesi, avdet (dönmek) kelimesiyle aynı köktendir. Bu bağlamda ıyd, her yıl dönüp gelen, tekrarlanan Müslümanların sevinç günleri anlamındadır. Eski edebiyatımızda, bir ay süren oruç günlerinin ardından iftar etmenin (yemek yeme anlamında) serbest olduğu Ramazan Bayramı için "ıyd-ı fıtr" ifadesi kullanılmıştır. "Kurbanlık" anlamındaki "adhâ" kelimesinden hareketle oluşturulan "ıyd-ı adhâ" ifadesi ise Kurban Bayramı anlamındadır. Şemseddin Sami, Kurban Bayramı için "Hacılar Bayramı" ifadesini de kullanmıştır. Zilhicce ayının 9. günü, yani Kurban Bayramı'nın bir gün öncesi Arafat'ta vakfe yapıldığından bu güne "yevm-i arefe (arefe günü)" denmiştir.[1] Bu ifade zamanla anlam genişlemesine uğramış ve Türkçede Ramazan Bayramı'nın ve önemli gün ve olayların öncesindeki günler anlamında kullanılmaya başlanmıştır (Aras, 1991, s. 351).

            Bayramların yanında eski Türklerde "sığır" adı verilen sürgün avları, "şölen" adı verilen genel kurban törenleri yapılırdı. Dini olmayan genel ziyafet ve eğlencelere ise "toy" adı verilirdi. Bu törenlerde kam, şaman, baksı, oyun, ozan adı verilen şâirlerce kopuz eşliğinde koşuklar okunurdu. Aşk, kahramanlık, baharın gelişi gibi temaların işlendiği koşuklar, insanlardaki neşe ve coşkuyu yansıtması, günlük hayat ile şiirin iç içeliği açısından önemlidir.

            Osmanlı Dönemi'nde Dîvan şâirleri, devlet büyüklerinin bayramlarını tebrik etmek maksadıyla "'îydiyye" olarak adlandırılan şiirler yazmışlar ve karşılığında 'Îdâne adı verilen hediyeler veya câizeler almışlardır. İlk örneklerini 15. yüzyılda gördüğümüz 'ıydiyyelerin sayısı 16. yüzyıldan itibaren önemli oranda artmıştır. Bayram günlerinde icra edilen eğlenceler, kutlamalar ve gelenekler bu şiirlerde yerini bulmuştur. Ramazan ve Kurban bayramlarının yanında Nevrûz bayramı da şairler için şiir yazma vesilesi olmuştur.

            Dîvan şiirindeki 'îydiyyelerin yanı sıra; Ramazan ayında davulcuların söyledikleri maniler, teravih namazlarında icra edilen ilahiler, sahur vakti minareden okunan temcitler de yaşanılan anın kutsiyetini hissettiren ve bu günleri özel kılan terennümlerdir.

2. Iydiyye Türünün Tanımı

            Klasik Edebiyatımızda Ramazan ve Kurban bayramları münasebetiyle yazılan şiirler genel olarak "ıydiyye" olarak adlandırılmaktadır. "ıyd" kelimesi Arapça bayram anlamına, "ıydiyye" ise "bayramlık, bayram hediyesi, bayram bahşişi" anlamlarına gelmektedir. Bu tür "bayramiye" olarak da isimlendirilmektedir.

            Divan şairleri arasında büyüklere ithafen kaside yazmak için değerlendirilen fırsatlardan biri de ıyd-i fıtr (ramazan bayramı) ve ıyd-i adhâ (kurban bayramı) günleriydi. Dinî bayram olmamakla beraber nevruz da bu günlere dâhil edilmiş, ancak yazılan şiirler ayrı bir adla "nevruziyye" olarak anılmıştır (Uzun, 1999, s.222).

            Kasideler Nesib veya teşbib bölümlerinde işlenen konuya göre sınıflandırılırken bu bölümde bayramdan bahseden kasideler "Iydiyye" olarak adlandırılır. Iyd kelimesinin tamlamalar içinde kullanılmış çeşitli şekilleri de şairlerin çağrışım dünyasında yerini alır: Bayram yeri (Iyd-gâh), Ramazan Bayramı (Iyd-ı fıtır), Kurban Bayramı (Iyd-ı âdha) gibi...

            Iydiyye olarak adlandırılan şiirler esasında birer bayram tebriği olarak nitelendirilebilir. Şairler böylece çok defa hamileri olan büyüklerin bayramlarını manzum birer tebrikname ile kutlar,  karşılığında da câize alarak bayram harçlıklarını çıkarırlardı. Necati Bey, Hayalî Bey, Şeyhülislam Yahya, Nef'î, Nâbî, Nedim, Enderunlu Fâzıl, Keçecizade İzzet Molla bu türde şiir yazan şairlerimizden bazılarıdır (Canım, 2014, s. 90).

 

3. Iydiyye Türünün Özellikleri

            Çoğunlukla kaside halinde yazıldıkları için bu şekle ait bütün genel özellikleri taşıyan ıydiyyeler, muhteva itibariyle teşbib (doğrudan bayramı konu alan ilk bölüm), methiye ve dua olmak üzere üç bölümden meydana gelir ve divanların baş tarafındaki "kasâid" kısmında yer alırlar. Nev'î''nin on dört beyitlik şiiri gibi bazı istisnalar dışında ortalama otuz kırk beyit civarında bir uzunluğa sahip ıydiyyeler arasında Nefî''nin Sultan Ahmed için yazdığı yetmiş bir beyitlik manzumeler de görülmektedir. İlk örnekleri ya "Fi Medhi Sultan... "veya "Kaside-i lydiyye" gibi kalıplaşmış başlıklar altında yahut da başlıksız olarak yazılan ıydiyyelerin XVI. yüzyıldan itibaren gittikçe uzun Farsça başlıklar taşıdıkları görülmektedir. "Der Vasf-ı lyd-i Adhâ".,"Der lyd-i Fıtr" gibi ibareler yanında özellikle son devirlerde ıydiyyenin kimin için yazıldığını belirten cümlelere yer verilmiş ve "lydiyye Serây-ı Sultân-ı Zamân ... ". "Der Hakkı Vezîriâzam... ". "Bâ Sitâyiş-i Ulemâ-yı Zevi'l-ihtirâm... ", "Kaside-i lydiyye Serây- ı Molla-yı Devran... ". "Der Sitâyiş-i Paşa-yı Kârnrân... "gibi başlıklar kullanılmıştır. Bu kalıplaşmış adların yanında Divan Şiirinin XVI. yüzyıldaki en büyük temsilcilerinden olan Nev'î''nin Karamânî Mehmed Efendi için yazdığı ıydiyyenin başına koyduğu" Berây-ı Karamânî Mehmed Efendi üstâd- ı Merhum Nev'î Efendi Der Vasf-ı Hilâl- i lyd-i Sâid" şeklindeki istisnai başlıklara da rastlanmaktadır (Uzun, 1999, ss.222-224).

4. Iydiyye'nin Bölümleri

       Iydiyyelerin teşbib bölümünde konu doğrudan bayramdır. Eğer söz konusu olan Ramazan Bayramı ise hilalin görünüşüyle ilgili mazmunlara sıkça yer verilir. Sünbülzâde Vehbî'nin şu mısraları şâirlerin bayramı başlatan Şevval hilalinden çıkardıkları ince mazmunlara güzel bir örnektir:

"Hilâl-i ıyd kıldı cebhe-i afakı nurânî

 Yine yâd etti âşıklar hâm-ı ebrû-yı cânânı

 

 Nice yâd etmesinler kim nezâketle eder îmâ

 Hilâlin kûşe-i ebrûsu zevk-ı vasl-ı hûbânı" (Sünbülzade Vehbî)

            Mihrî Hâtun da  Kasîde-i Sultân Süleymân başlıklı, "'îd" redifli kasidesine güçlü bir bahar tasviriyle başlamış, baharı tabiatın bayramı olarak düşünmüştür:

Her gülsitânda lâle vü nesrîn ü yâsemen

Her bir çemende serv ile eyler çenâr 'îd

            Iydiyyelerin medhiye bölümünde genellikle ilk bölümden daha fazla sayıda beyit yer alır. Bu bölümde övülen kişinin kişisel özellikleriyle bayramlar ve bayram gelenekleri arasında telmih, istiare, hüsn-i talil gibi sanatlarla çeşitli ilgiler kurulur.Bu bağlamda söylenen girizgah beyitleri dikkat çekicidir Örneğin Tâcizâde Cafer Çelebi'nin ıydiyyesinde yer alan girizgah beyitleri şu şekildedir:

"Giydi rengîn câme şi'rimden benim kim bir nazar

 Kendisin arz ede şâha şâhid-i ra'nâ-yı ıyd

 

 Hüsrev-i kişver- küşâ-yı ahd Sultan Bayezid

 Kim cemâli nûrudur subh-ı cihân- ârâ-yı ıyd"

            Mihrî Hâtun ilk bölümdeki tabiat tasvirinin ardından konuyu övgüye getirmiş ve övdüğü kişinin şeref burcunu bayrama çevirdiğini söylemiştir. Medhiye bölümünde de bayramla ilgili mazmunlar çerçevesinde padişahı övmeye devam etmiştir:

Hüsni münevver itse cihânı 'acep midür

Burc-ı ı şerefde eyledi ol şehriyar 'îd

  Ol kâm-yâb Şâh Süleymân'a sıdk ile

Kim ola k'itmeye dil ü cânı nisâr 'îd

 

Her cân ki vaslı 'îdine kurban olur anun

Bulur sa'âdeti vü olur bahtiyar 'îd

            Iydiyyelerin son bölümünü dua ile ilgili beyitler teşkil eder. Örneğin Nev'î'nin ıydiyyesinin son bölümü şu şekildedir:

"Nev'iyâ eyle duâ vakt-i sabâh-ı ıyddir

 Çün olur derler duâ makbûl- i hazret subh-dem

 

Hak Teâlâ rûze vü ıydin mübârek eylesin

Bu duâ-yı devlete kılsın icâbet subh-dem". (Nev'î) (Uzun, 1999, ss.222-224)

            Mihrî Hâtun'un ıydiyyesinin son bölümü şu şekildedir:

 

Olsun hemîşe 'îd ile nev-rûz her güni

Görsün cihânda devlet ile sad-hezâr 'îd

 

Ol meh-likâyı gördi nice hande olmasun

Yıllarla çekdi görmek içün intizâr 'îd

 

Yâ Râb kıl anı taht-ı sa'adetde ber-karâr

Bâkî degülse neyleyelüm bî-karâr 'îd

 

Her dem devâm-ı devletüne Mihrî kıl duâ

Tâ haşr olınca eyleye ol tâc-dâr 'îd

 

Olsun İlâhî sâye-i devletde müstedâm

İtsün müdâm o sâye-i Perverdigâr 'îd  (Arslan, 2007, s.210)

 

            Kasîde nazım biçimindeki ıydiyyelerin yanından dîvan şâirleri gazel ve şarkı gibi başka nazım biçimlerinde de bayramdan bahsetmişler veya bayramla ilgili çeşitli mazmunlar oluşturmuşlardır. Örneğin Nedîm'in "Iyd'dır çık nâz ile seyrâna kurban olduğum" nakaratlı şarkısının ilk bendi şu şekildedir:

 

"Sevdiğim cânım yolunda hâke yeksân olduğum 
Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum 
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum 
Iyddır çık nâz ile seyrana kurban olduğum" (Nedîm)

            Hatâyî mahlasıyla şiirler yazan Şah İsmail, "gelmişlerdeniz" redifli bir gazelini şu şekilde bitirmektedir:

Ey Ha­tâ­yî 'ıyd-ı ek­ber­dir ce­mâ­li dil­be­rin

Biz bu 'ıyd-ı ek­be­re kur­bâ­ne gel­mi­şlerdeniz (Hatâyî Divanı, s. 380)

            Bilindiği üzere arefe günü cumaya tekabül eden hac mevsimi "Hacc-ı Ekber" olarak adlandırılır. O yılki kurban bayramına da "'Iyd-ı Ekber" adı verilir. Âşık için sevgilinin yüzünü görmek en büyük bayramdır. Çünkü âşığın hayallerinde yücelttiği, gerçekleşmesini sabırla beklediği vuslat anı, salt sevinçten oluşan bir kendinden geçme sahnesidir. Bu anın coşkunluğu içinde âşık, canını kurban etmeye hazırdır. Beytin arka planında "mümessili olduğu dava için kurban olmayı göze alma" anlamını da düşünmek gerekir.

            Şair, başka bir gazelinin makta beytinde de kaş-hilâl, yüz-bayram benzetmesinden yararlanarak âşık ile bayramın kurbanını şu şekilde özdeşleştirmiştir:

Bu Hatâyî tâ hilâl-i kaşlarun gördi senün

Şol mübârek tal'âtun 'ıyduna kurbân olmuşam (Hatâyî Divanı, s. 427)

            Tasavvufta ıyd denilince akla, amellerin tekrarlanmasıyla kalbe tekrar gelen, avdet eden tecelliler gelmektedir. Yani kulun yaratıcıyı kalbinde hissettiği her an onun için en büyük bayram, yani "ıyd-ı ekber"dir. Tekrar eden ibadetler de buna vesile olur. Bu durum Hacı Bayram-ı Veli'nin mısralarında şu şekilde ifade bulmuştur:

"Bir âşık erişse sana

Ol iyd-i ekberdir ona

Budur murad ondan sana

Rabb'im meded, mevlâm meded

 

Bayramım imdi, bayramım idi

Bayram edersin yâr ile şimdi

Hamd u senâlar hamd u senâlar

Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm" (Hacı Bayram-ı Veli)

 

            Hükümdar şairlerimiz arasında çok sayıda şiir yazmasıyla maruf olan Muhibbî, haccın ve bayramın bir gereği olarak kesilen kurbanı, aşkta samimiyet ve vuslat sevinci bağlamında gazeline şu şekilde taşımıştır:

 

'İyd-i kurban oldı ben kurbân-ı cânân olmışam

Herkesün bir şuglı var ben yâra hayran olmışam

 

Geydüm ihramı harîm-i kûyına vardum bugün

Terk idüp varlık libâsın cümle üryan olmışam (Muhibbî Divanı, s. 1122)

            Bu mısralarda geçen "iyd, kurbân, harim, ihram" gibi kelimelerle bir hac atmosferi oluşturulmuştur. Sevgilinin huzuruna varan söyleyici özne, varlık elbisesinden, dünya derdinden sıyrılmakta; tıpkı ihramlarına bürünüp Allah'ın evini ziyaret eden hacıların duyduğu sevinci ve coşkuyu hissetmektedir.

 

5. Iydiyye Türünün Tarihçesi

 

            Türk edebiyatında ıydiyye yazılmasına ne zaman ve hangi şair tarafından başlandığı bilinmemektedir. Ancak XVI. yüzyıl şairlerinin divanlarında pek çok ıydiyye bulunduğuna göre bunların XV. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başladığı ve bu yüzyılın tanınmış şair-devlet adamı Bursalı Ahmed Paşa'nın divanındaki biri "ıyd" redifli iki ıydiyyenin bu türün bilinen ilk örnekleri olduğu söylenebilir.

 

            XV. yüzyılın sonu ile XVI. yüzyılın başında yaşamış ünlü şairlerden Tacizade Cafer Çelebi'nin divanında yer alan:

 

 "Yine arz edip cemalin şâhid-i ra'na-yı ıyd

 Âlemi şevke getirdi hüsn-i bezm-ârâ-yı ıyd"

 

 matla'lı Ramazan Bayramına dair kırk bir beyitlik başlıksız ıydiyye de ilk örnekler arasında sayılabilir. Bayrama göre farklı özellikler göstermekle birlikte her ıydiyyede genellikle önce o günlere kavuşmanın şükrü üzerinde durulmakta, bayramı büyük bir coşku ve neşe içinde eğlenerek geçirmek gerektiğinden bahisle mevsimine göre yapılması uygun olan işler ifade edilmekte ve yapılanlar fevkalade tasvirlerle anlatılmaktadır.  Bayram yerlerinin, törenlerin ve eğlencelerin ön plana çıkarıldığı bu tasvirler yalnızca divan şiirinin yerli malzemesini, mahalli ve millî unsurlarını taşımakla kalmaz, bu şiirin hayatla olan sıkı irtibatını da gösterir. Başlangıçtaki ıydiyyelerde bu tür tasvirlerin yerine haklarında kaside yazılan kişiler için çok defa kalıplaşmış ve divan şiiri dünyası içinde geliştirilmiş ifadeler kullanılırken özellikle XVIII. yüzyıldan sonraki örneklerde malzemenin bu kalıpların dışına taşırılarak mahallî ve yerli unsurlarla gittikçe zenginleştirildiği görülür (Uzun, 1999, ss.222-224).

 

6. Iydiyyelerde Sosyal Hayat

 

            Iydiyyeler Dîvan şiirinin sosyal hayatla olan sıkı irtibatını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Sarayda yapılan bayramlaşma töreninden bayram geleneklerine kadar sosyal hayatın her yönüyle şiire yansıdığını görmek mümkündür. Ramazan'ın sona erip bayramın gelmesiyle harâbat müdavimlerinin, tiryakilerin, ramazan sofularının çektiği sıkıntıların son bulması şairlerce nükteli ve sanatlı bir söyleyişle dile getirilmiştir. A. Talat Onay bu durumu şu cümlelerle anlatır:

 

  "Bir ay zevk u safâdan, ıyş u nûşdan mahrum kalanlar için Ramazan Bayramı büyük bir hadise sayılırdı. Daha arefe akşamı ufukta hilâl gözleyenler olurdu. Hatta daha sabahtan meyhânelere koşanlardan, meyhânecinin ilk müşteri için hazırladığı hediye dibâ şalı alanlar olurmuş. " (Onay, 2013, s. 340)

 

            Aşağıdaki beyitlerde bayramlarda kurulan işret meclislerinin yansımalarını görmek mümkündür:

 

"Rind olan meyhâne bâmında durup şebgâh-ı ıyd

Elde câm-ı mey tutar gözler ufukda mâh-ı ıyd" (İznikli Kurbî)

 

Görüp câm-ı hilâl-i ıydı âlem gerçi işretde

Benim amma ki ıydım ol hilâl-ebrûyu rü'yetde (Şeyhî Mustafa)

 

            Bunun yanında ramazanı büyük bir manevi coşku ve ibadetle geçirip bayrama kavuşmanın huzurunu yaşayan dindar insanların sevincine de şairlerce değinilmiştir.

 

"Îd geldi âlem-âra kim cihânı şâd eder

Rûze dârân-ı gamı endûhtan âzâd eder" (Sâbit)

 

            Bayram tarih boyunca hep bir vuslat zamanıdır. Ayrılığın bittiği, sabrın selamete erdiği, uzakların yakın olduğu demdir. İnsanların memleketlerine gittiği, çoluk çocuğuna kavuştuğu, bir arada olmanın verdiği neşeyle anlam bulan bu günler şairler için de ilham kaynağı olmuştur. 19. yüzyılda yaşamış mutasavvıf şairlerimizden Alvarlı Efe'nin şu mısraları bayramın manevî coşkusunu dile getirmekte, mesrûr gönüllere tercüman olmaktadır:

 

"Can bula cânânını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola.

 

Hüsn ü keder def ola
Dilde hicap def ola
Cümle günah affola
Bayram o bayram ola  (Alvarlı Efe)

 

            Ziyaretler, alınıp verilen hediyeler, mevsimine göre gidilen mesireler büyüklerin bayram günlerinin değişmez özellikleridir. Saraydan başlayarak çeşitli devlet kademelerinin teşrifatında yer alan bayramlaşma merasimlerinde her sınıf halk arasında yaygın bir gelenek teşkil eden el öpmeler, bahşiş vermeler ve hediyeleşmeler de önemli motifler olarak ıydiyyelere girmiştir. Bu motifleri işleyen örnekler arasında Nedim'in III. Ahmet için kaleme aldığı bir ıydiyyedeki ifadeler dikkate değerdir:

 

 "Sarây-ı şehriyâr-ı âlem oldu meşrik-ı ikbâl

Gelip hep hâkbûse devlet-i ulyânın erkânı" (Nedim)

 

            lydiyyelerde yer alan bayram mûsikisine dair unsurların başında mehterlerin bayramın başlangıcından itibaren nevbet vurması, davul ve köslerin çalınması gelmektedir ki bunlar bayram günlerindeki musiki faaliyetlerinin en belirgin akisleridir. Nedîm bayram sabahında gökleri inleten kös sedalarını şöyle anlatır:

 

"Sabâh-ı ıyd kim âlem olup feyz ile nurânî

 Sadâ-yı kûs-ı şevket eyledi pür çerh-i gerdûnı" (Nedim)

 

            Bayramın dinî musiki icrası bakımından ayrı özellikleri vardı; bayram salâsı sadece bu günlerde verilir, günün belli dilimlerinde temcîd ve ilahiler okunarak halkın dini hisleri coşturulurdu. Sâbit'in ıydiyyesinde yer alan şu mısralarda bu durum nükteli bir biçimde anlatılır:

 

"Ale's-sabâh salâlar verildi hîç değil

Sabûh-ı ıydde mazlûm-ı tevbe oldu şehîd

Sabâh olunca ilâhîye soktular rindi

Müezzinn-ı şeb-i ıyd verdiler temcîd". (Sâbit)

 

            Bayram günlerinde fakir fukaranın gözetilmesi ve onlara yapılan çeşitli yardımlarla bayram sevincini toplumun her katına yayma faaliyetlerinin bir parçası olarak mahpusların affedilip zindanların boşaltılması da şiirlere aksetmiştir. Bursalı Ahmed Paşa II. Bayezid vasfında yazdığı ıydiyyede padişahın bayram dolayısıyla af ilan ederek zindanları boşalttığı sırada gönlünün padişahı olan sevgilinin neden kendisini zindana attığını sorar.

 

"Doldurup neyler ruhun çâh-ı zenahdânına dil

 Çünki şeh lutfuyla boşaltır bugün zindânı ıyd " (Ahmed Paşa)

 

            Özellikle istanbul'un Eyüp, Kâğıthane. Sâdâbâd, At Meydanı, Vefa, Tophane, Üsküdar gibi gözde mesireve seyrangâhları bahar ve yaz aylarında insana bayram üstüne bayram (ıyd ber ıyd) ettirecek vasıflara sahip eşsiz bayram yerleri olarak özenle tanımlanmışlardır. Nedim İstanbul'daki bayram yerlerini şu şekilde anlatmıştır:

 

 "Binip sad izz ü nâz ile semend-i şûh-reftâra

Güzeller At Meydanı'nda alır şimdi meydânı

 

Hususa Hazret-i Eyyûb ile meydân-ı Tophâne

Birer takrîb ile elbette cezbeyler cüvânânı

 

Firâz-ı Üsküdâr'ın bu'du vardır gerçi ammâ kim

Yine inkâr olunmaz hak bu kim onun da seyrânı

 

Ya Sa'dâbâd-ı dil-cûnun efendim sorma hîç vasfın

Kulun bir vechile ta'bîre kâdir olmazam anı" (Nedim)

 

            Nedim'e göre bayram, gam orucunun bozulması, işret ve gezme vaktinin gelmesi anlamına gelmektedir:

 

Iyd oldu rûze-yi gama iftar vaktidir

Devr-i piyâle, geşt-i çemen-zâr vaktidir (Nedim)

 

            Çocukların sevinçleri ise bayramlık elbiseler, el öpme bahşişleri, bayram yerleri, salıncaklar, dönme dolaplar, hokkabazlar, atlıkarıncalar, at ve araba safaları, karagöz ve orta oyunu seyirleriyle ıydiyyelere yansıtılmıştır (Uzun, 1999, ss.222-224).

            Bayramlarda çocukların bindikleri, atlıkarıncaya benzeyen bayram dolapları Nâilî'nin şiirinde şu şekilde yansımıştır:

"Olur sûret-nümâ-yı mihr ü meh devrinde uşşâka

Felek dûlâb-ı gerdân oldu gûyâ ıyd-ı tıflâna" (Nâilî)

 

Günümüz Türkçesiyle: Bayram dolabı döndükçe içindeki kız ve erkek çocukların görünüşü gibi, felek de her dönüşünde ay ve güneşi göstermektedir. Sanki bu hâliyle felek çocuklara bayram dolabı olmuştur. (Akt. Onay, 2013, s. 145).

7. Kurban Bayramıyla İlgili Iydiyeler

            Arapça "yakınlık" anlamına gelen kurban kelimesi, özel anlamda kulun Allah'a yakınlaşmak için, onun yolunda kestiği hayvan anlamına gelmektedir.[2] Bilindiği üzere Allah için ilk kurban kesen Hâbil'dir. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmesi hadisesi Sâffât suresinde şu şekilde anlatılır:

Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik:'Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.'  Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık[3] )Sâffât 37/102-107.

 

            Kurban Bayramı vesilesiyle yazılan ıydiyyelerde bayramın neşe ve coşkusunun yanında bütün nüktelerin kurbanla ilgili olduğu görülür.

"Sana kurban olan sürsün safa-yı kebş-i ismail

Cenabın Merve'si erbâb-ı hâcâta medâr olsun" (Nev'î)

 

"Kabe-veş mestûr olan dilberler oldu aşikar

Nûr görmüş hacı-veş uşşâkı nâlân eyledi" (Hayalî Bey)

 

"Visâlin ıydının cân ile kan hayrânıyız cânâ

Bıçaktan geçme ol harâm demin kurbânıyız cânâ"   (Sünbülzâde Vehbî)

 

            Âşıkların ezelî düşmanları olan  "rakîb"ler de kurban mazmunlarından payına düşeni almıştır. Âşık için rakîbden daha güzel bir kurban mı olur?

"Öldürürdüm yar eşiğinde râkib-i kâfiri

Câiz olsa Kâbe'de hınzırı kurban eylemek" (Lâedrî)

 

            Bu noktada sevgiliden ayrı olan âşık için bayram sevinç değil, hüzün getiren bir özelliğe sahiptir. Çünkü herkes sevgiliyle bayramlaşıp bahtiyar oldukça âşığın gamı artmaktadır:

Gayrılar vaslınla şâd olsa ziyâd olur gâmım

Mâtem ehlinin sürûr-ı ıyd yasın artırır (Aşkî)

 

            Nef'î de bayramın gam götürüp neşe getiren özelliğine değinirken aşk acısı çekenlerin oruçlarına değinir. Öyle ki daima gam makamında olan âşıklar için bayram sevinci (vuslat) söz konusu değildir:

 

"Günü günüden yeğ olsun rûze-dârân-ı gâm-ı aşkın

Demezler kim bizim de îdimiz nevrûzumuz vardır" (Nef'î)

 

             Bayramda herkesin kendi durumuna uygun bir hediye vermesi de bir gelenektir. Bu hediyeye "ıydâne" denir. Şairler bu vesileyle sık sık kendi canlarını sevgiliye kurban ettiklerini hatırlatırlar.

"Yılda bir kurban keserler halk-ı alem ıyd için

 Dembe-dem saat-be-saat ben senin kurbanımam" (Fuzûlî)

 

" Iyd-ı adhâdır ki dil cânânına can gösterir

 Her kişi bu demde kassâbına kurban gösterir" (Fehîm-i Kadîm)

 

            Çocukların alnına kurban kanının sürülmesi geleneği de Fehim'in mısralarına şu şekilde yansımıştır:

 "Sürh-pûş olmuş serâpâ kana girmiş dilberim

Gayri tıflân gerçi ancak cephede kan gösterir".(Fehîm-i Kadîm)

 

            Bayramlarda kadın ve kızların eline kına yakması geleneği de şiirimizde yerini bulmuştur:

"Mader-i dehr yine tıfl-ı mehin parmağını

 Rûz-ı ıyd erdi deyü eyledi hınnâ ile âl"

 

"Şafak-ı mâhı gören şöyle sanır kim zen-i dehr

 Pâyına yaktı kına sâkına taktı halhal" (Necâtî Bey)          (Uzun, 1999, ss.222-224)

 

            Mesihî, kurban kesme ritüelini mizahî bir üslupla şiirine şu şekilde taşımıştır:

"Ben lâgarı öldürmeğe yeter bir işaret

Bir kuru kemiğe çalıp tîgını yuyma"

 

Günümüz Türkçesiyle: Ben gibi arık (zayıf) insanı öldürmeye bir işaret yeter. Kılıcını bir kuru kemiğe çalıp nafile yere silme. Kılıcını berbâd etme. (Akt. Onay, 2013, s. 270).

            Balıkesirli Zâtî, sevgilinin kurbanını kıskanır. Çünkü o, canını âşıklardan önce feda ederek aşk yolunda daha yüksek bir mertebe kazanmıştır:

"Bulsavuz dipdiri yerdik ol şehin kurbânını

Bizden öndin ana kurbân ettiğiyçün cânını" (Akt. Onay, 2013, s. 270).

 

8.Bayramla İlgili Çeşitli Mazmunlar

"Hilal-i ıyd kıldı cebhe-i âfâkı nûrânî

 Yine yâd itdi âşıklar ham-ı ebrû-yı cânânı

Nice yâd itmesünler kim nezâketle eder imâ

Hilâlün kûşe-i ebrûsı zevk-i vasl-ı hûbânı" (Vehbî)

 

            Vehbî, Ramazan hilalinin görünmesinden bir mazmun ortaya çıkarmıştır. Ramazanın bitişi Şevval ayına ait hilâlin ufukta görünmesinden anlaşılır. Vehbî de sevgilinin kaşlarının tıpkı Ramazan hilali gibi kavuşmayı müjdelediğinden bahsediyor.

"Iyd-ı Kurbân erdi halkı yine şâdân eyledi

Gonca-leb dilberleri gül gibi handân eyledi

Sanmanuz gülgûn şafak oldu ufuktan âşikâr

İyd içün çerh-i felek sevrini kurbân eyledi" (Hayalî)

 

            Hayalî ise ufuktaki kırmızılığın güneşin doğuşundan değil de bayram için çerh-i feleğin boğa burcunu kurban etmesinden ortaya çıktığını söylüyor.

"Sefîd câme-i ıydiyye giydi pîr ü cüvan

 Cihan tarîkat-ı Bayramiyn'a oldu mürîd" (Sâbit)  (Uzun, 1999, ss.222-224)

            Sâbit, bayramla halkın giyinip kuşanma, süslenme ve bayram adabına göre hareket etmesi arasındaki ilgiyi, genç ihtiyar bütün halkın Bayramiyye tarikatına mürid olması şeklinde tevriyeli bir ifadeyle dile getirmiştir.

 

"Kebş-i cân ey gamzesi tîr ü kaşı müşgîn-kemân

Şevk ile kurbânun olsun ıyd-ı adhâdur bu gün" (Mezâkî)

                                                                                            

            Sevgilinin oka benzeyen yan bakışları ve misk kokulu kaşları karşısında mest olan şâir, kurban bayramı olduğunu hatırlatarak can koçunu sevgiliye kurban edeceğini söylüyor (Kam, 2008 s. 116).

"'Iyd hüsnüñde görüp kaşuñ hilâlin hüsrevâ

  Hürrem olsun dâimâ sâyeñde bu  halk-ı cihân"(MD. k.9/24)

            Mihrî de tıpkı hilalin bayramı müjdelemesi gibi sevgilinin kaşının vuslatı ve saadeti müjdelediğini dile getiriyor. Aynı mazmunu Hatâyî (Şah İsmail) de bir gazelinde "Iyd içün men bahdugum kaşı hilalündür" ifadesinde kullanır.

            Ramazan ayının vazgeçilmez tatlısı olan baklava da şiirlerdeki yerini almıştır. Bursalı Rahmî, Ramazan ayında gökyüzündeki ayın çevresinde olan hâleyi tepsiye, hâle içindeki ayı ise baklava olarak hayal etmiştir:

"Baklava sûretidür tepsi ile hâlede mâh

Hazrete tu'me içün mâ-hazar eyler rûze" (Akt. Tökel, s. 126)

 

            Baklavaya özel bir gazel yazan Edirneli Nazmî, bir şiirinde, oruçluyken baklavanın sözünü etmenin dahi ağızları tatlandırmaya yeteceğini şöyle ifade ediyor:           

"Oruc güninde vasf-ı baklavâ itse bir ehl-i dil

Döner bir tûtîye ol demde ol kim yer şeker gûyâ" (Akt. Tökel, s. 126)

 

Günümüz Türkçesiyle: Bir gönül dostu oruçluyken baklavadan bahsedecek olursa o kişi aniden şeker yiyen tatlı dilli bir papağana dönüşüverir.

            16. yy. şairlerinden Cinânî, Razaman ayını vesile kılarak bir devlet büyüğünden baklava ricasında bulunmuş, bunun için 18 beyitlik bir kaside yazmıştır (Tökel, s. 131). Ramazan'ın uzun günlerinde zor şartlarda oruç tuttuklarını ifade eden şair, baklava adında bir tatlının adını duyduğunu fakat tadına hiç bakmadığını şu mısralarla ifade eder:

"Geldi hengâm-ı siyâm oldı niçe günlerdir

Tûl-ı eyyâmı ile şiddete be-gâyet sermâ

 

İderüz emr-i Hudâvende ita'ât dâim

Tutaruz savmı gıdamuz yoğ iken müstevfâ

 

Baklava neydügini zâika zevk itmedi hîç

Tatludur dirler anı gerçi işitdük zürefâ"

 

            Edebiyatımızdaki rint-zahid karşıtlığı bayram ve ramazan içerikli mazmunlarda da kendini gösterir. Rint şairler, kaba soruluğu yermek için bayramı fırsat bilmiştir:

 

"Alınur mı Ramazan sûfilerinden câmi

Kimi mahfilde müezzin, kimi mihrâba imam" (Seyyid Vehbî)

 

"Gündüz çıkarır zevkini rindân Ramazan'ın

İftar safâsın dahi ehl-i şikem eyler" (Neş'et)

 

9. Nevrûziyye

            Yeni gün anlamına gelen nevruz güneşin koç burcuna girdiği gün olup bugünkü takvimle 21 Mart olarak bilinir. Nevruz, İran'da eskiden beri güneşin koç burcuna girdiği, Cem'in Azerbaycan'a tahtını kurduğu, yine Cemşid tarafından şükür ve ibadet günü olarak ilan edildiğine inanılan özel bir gündür. ( Pala, 2002, s.371)

Burhân-ı Katı'a göre nevrûz ikidir: Âmme, Hâssa

Âmme: Güneşin Hamel burcuna girdiği gündür. Âlem ve Âdem bugün yaratıldı. Yıldızlar bugün devrana başladı. Cemşîd, Azerbaycan'da başında tâc ile o gün tahta oturdu. Her sene o gün bayram yapma İranlılarca âde oldu.

Hassa: Mîlâdî Mart'ın yirmi sekizinci günüdür.Cemşîd bugün tahta çıkmış, teb'asına kânûn ve nizâmlara riayeti, memurlarına halka adâlet etmelerini ve o gün bayram yapmalarını emretmiş.

            Nâilî Nevrûzun anlamını şu beytiyle çok güzel anlatır:

"Cülûs edince hamel tahtgâhına hurşîd

Berât-ı işreti tecdîd olundu rindânın" (Nâilî)

 

Mânâ: Güneşi hamel burcuna cülus edince rindlerin berâtları tecdîd olunmuştur. Çünkü pâdişah yenidir, devir yenidir, sikkeler, fermanlar, berâtları da yeni olmak lazımdır. (Eskiden padişah değişince imam, hatip gibi dinî vazife sahiplerinin bile beratları tecdîd edilirdi.)

            Dîvan şiirinde nevruz baharla ilgili özellikler içinde verilir ve bir bayram olarak kabul edilir. Nevrûziye yazmak bir gelenek halini almıştır.

"Ey müneccim ruh u zülfün görücek dilberimin

Iyd-i nevrûza bulaşmış şeb-i yelda göresin" (Ahmet Paşa)

 

"Yılda bir olur bu dem-i ferhunde aceb mi

Olmazsa her eyyâmda ger âlem-i nevrûz" (Nef'i)

 

"Ârâyiş-i nevrûz ile oldu cihân bağ-ı İrem

Gülşende sâz u söz ile ârifler etsin def-i gam" (Nâdirî)

 

            Teşbîb bölümü nevrûzdan bahseden kasîdelere nevrûziye adı verilir. Nevrûziyeler Nevruz günü sunulmak üzere yazılırlar. Nevrûziyelerde Nevrûz'u kutlanan kişi övülür ve genellikle bahar tasvirleri yapılırdı.

"Erişdi bahâr oldu yine hemdem-i nevrûz

Şâd etse nola dilleri câm-ı Cem-i nevrûz" (Nef'î)

 

            Nevrûziyyenin bir anlamı da Güneş hamel burcuna girdiği anda yenilmek üzere yapılan; kokulu, kuvvet verici yedi maddeden mürekkep macun şeklindeki tatlıdır. Bu mâcunlar yaldızlı kâğıt külâhlarda, şişeler içinde şekerci dükkânlarında, câmi avlularındaki sergilerde satılır, çok da rağbet görürdü.( Onay, 2013, ss.317-318)

10. Osmanlı Sarayında Bayram

            Osmanlı sarayında bayramlar asırlar boyunca coşkulu törenlerle kutlanmıştır. Ramazan ve Kurban bayramlarında Has Oda'da Enderûn Ağalarıyla "Muayede-i Havas", devlet erkânı ile de Babüs-saade önünde "Muayede-i Umûm" denilen törenler yapılırdı. Bayramın birinci günü, Babüs-saade önünde taht kurulur, önce padişahın hocası el öper, sonra Kırım hanzâdeleri etek öperlerdi. Sonra nâkibü'l eşraf, şehzade hocaları, üzengi ağaları, kapıcıbaşılar, sadrazam, vezirler, Rumeli ve Anadolu Beylerbeyleri, kazaskerler, başdeftardarlar, Anadolu defterdarı, Reisü'l Küttâb, defter emini, tersane emini, rûznameciler ve mimarağa padişahın bayramını tebrik ederdi. Daha sonra Şeyhülislam'a haber edilir, ilmiye sınıfı ile birlikte padişahın bayramı tebrik edilirdi.[4] İlmiyeden sonra yeniçeri ağası, sekbanbaşı ve seyfiye ricali tebrikâtta bulunurdu. Daha sonra Bayram Alayı ile Sultanahmed Camii'ne gidilirdi. Bu alay ve cami içindeki teşrifat, cami dönüşü, Ayasofya'da namaz kılıp padişahtan önce saraya döneceklerdir. Sarayda yapılacak karşılama töreni teşrifat defterlerinde belirtilmiştir (Canım,2014,ss.91-92).

11. Osmanlı Sarayında 'Îdâne (Bayramlık) Verme Geleneği

            'Îdâne veya 'iydiyye adıyla bayramlarda para, çoğunlukla da ipek ve yünlü câme (hil'at) verilen şâirler grubu, padişahın sarayına mensup bir grup olmalıdır. Şâirler bayramlarda muntazaman elbise/kumaş bağışı aldıkları gibi ortaya çıkan bazı yeni olaylar, meselâ şehzadelerden birinin ölümü için yazdıkları mersiyeler için de in'âm alırlardı.  Bayramlarda 'îdâne(bayramlık) alanların listesi, belli bir tarihte gözde olan şâirleri göstermesi açısından ilginçtir. Bunların 909-911 yıllarındaki bir listesi şu şekildedir:

909 Şevval

909 Zilhicre

12 Şevval 910

19 Zilhicce 910

7 Şevval 911

'Azîzî

'Azîzî

'Azîzî

'Azîzî

'Azîzî

Mâ'îlî

Mâ'îlî

Mâ'îlî

Mâ'îlî

Mâ'îlî

Rûhî

Rûhî

Rûhî

Rûhî

Rûhî

Kâtibî

Kâtibî

Kâtibî

Kâtibî

Kâtibî

Sâ'ilî

Sâ'ilî

Sâ'ilî

Sâ'ilî

Sâ'ilî

Şehdî

Şehdî

Şehdî

Şehdî

Şehdî

Hamdî

Hamdî

-

Hamdî

-

Sa'yî

Sa'yî

Sa'yî

Sa'yî

Sa'yî

La'lî

La'lî

La'lî

La'lî

La'lî

Sabâyî

Sabâyî

Sabâyî

Sabâyî

Sabâyî

Keşfî

Keşfî

Keşfî

Keşfî

Keşfî

-

Refikî

Refikî

Refikî

Refikî

-

 

Hânî

Hânî

Hânî

 

             İki yıl içinde bayramlık alanların listesine iki yeni şâirin, Refîkî ve Hânî'nin eklendiğini görülmektedir. Şâir Hamdî, 910 bağış listesinde görülmüyor, fakar 910 Şevvâl'inden iki ay sonra 19 Zilhicce 910'daki bayramda listeye alınıyor ve ertesi yıl yeniden çıkarılıyor.

            Şevvâl 917'de câme(hil'ât) ve/veya elbiselik, yünlü yahut ipekli kumaş verilenler şunlardır: Sabâyî, 'Âzizî, Mâ'ilî, Mesihî, Sâ'ilî, Nasîbî, Keşfî, Zâtî, Edîbî, Sinânî; bunlara çeşitli elbiseler(câme) veya bir elbiselik yünlü veya ipekli kumaş verilmiştir. Ayrıca 23 Şevvâl'de ilâve olunan Firdevsî'ye hem para hem de ipekli elbise bağışlanmıştır. Firdevsî'nin Cemâze 915'tei ser-hazîn eliyle pâdîşâha Süleymânnâme adlı eserini sunduğunu ve 3000 akça ve ipekli bir elbiseyle ödüllendirildiği de bilinmektedir. Demek ki Firdevsî, bu muhteşem eseri dolayısıyle şâirlere verilen bayramlık listesine alınmış ve yeniden bir bağış yapılmıştır (İnalcık, 2010, ss.80-81).

12. Türk Kültüründe Bayramlar

            Bayram; millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günlerdir. Bayramlar hayatın törensel tarafını ifade ederler. Hayat, bu özel günlere göre düzenlenir. Kendine has bir kültürü vardır. İster millî, isterse dinî bayram olsun, törensel yön, bayramın hem bireysel, hem de toplumsal açıdan yaşandığının bir göstergesidir. Bu günlerde musikiden yemek âdetlerine,  törenlerden eğlencelere kadar her şey özeldir.

            Kelimenin aslı Kaşgarlı Mahmut'ta "bezrem/bezrâm" şeklinde olup "sevinç ve eğlence günü" olarak geçmektedir. Bayram ya da Beyram telaffuzu Oğuzlara aittir. Arapça "Iyd-'îd" şeklindedir. Toplumsal hayatımızda "kutsiyet" ifade ettiğimiz ve bizim için büyük önem arz eden bayramlara dair duyguların, düşüncelerin, mutluluğun, sevincin dile getirildiği, millî ve dinî değerlerin idrakine varıldığı, anıların yâd edildiği ve daha çok lirizmin ön plana çıktığı şiirlere tür olarak "Bayram-name" diyebiliriz. Bayram-nâmelerde içinde bulunulan bireysel ve toplumsal ruh hali çoğunlukla lirik bir tarzda tarihî ve dinî olaylara göndermelerde bulunularak dile getirilir.

            Bayramlarla ilgili dilimize yerleşmiş kavramlar, deyimler, atasözleri çokçadır. "Bayram hediyesi, bayram koçu, bayram yeri, bayram tebriği, bayramdan bayrama, bayramda seyranda, düğün bayram etmek gibi kalıp söz ve deyimleri sıça kullanmaktayız. " Bayramda borç ödeyene ramazan kısa gelir, At ölür, itlere bayram olur; el ile gelen düğün bayram; ben derim bayram havası, o anlar mangal tahtası gibi dilimizde bayramı içeren birçok atasözü bayram kültürünün dile yansımış örnekleridir.

            Tarihimizin her döneminde; Türk Halk Edebiyatı, Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı, divan edebiyatı, çağdaş Türk edebiyatı ve folklorumuz içerisinde değerlendirebileceğimiz "Bayram-nâme" niteliği taşıyan veya "bayram"la ilgili kavramların kullanılması aracılığıyla oluşturulan imgelerin yer aldığı nazım örnekleri verilmiştir. Bunlardan birkaçını şu şekilde örneklendirebiliriz:

Bayram İlahîleri: Cami ve tekkelerde cemaatle kılınan teravih namazlarının her dört rekatı arasında okunan ilâhilerdir. Ramazan ilahileri beş ayrı makamdan seçilen beş ilahiden meydana gelen bir takım halindedir. On üçüncü yüzyıldan itibaren görülmektedir. Bu ilahilerin güfteleri genellikle; Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Üftâde, Aziz Mahmud Hüdâyî, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi mutasavvıf şairlere aittir. Ramazan'ın ilk 10 gecesinde;

"Merhaba ya şehr-i Ramazan/Hoş geldin!

Ya şehr-i mağfiret ve'l Gufran/ Hoş geldin!

 

Ya şehr-i nüzül-i sûre hurmetine/ Hoş geldin! gibi mısralarla başlayan ilâhiler okunur. İkinci 10 gecede bu ay hürmetine rahmet ve merhamet dilenir. Üçüncü 10 gecede de "Elvedâ ya şehr-i Ramazan/Elvedâ ya şehr-i saadet elveda" gibi mısra ve nakaratlarla başlayan ilâhilerle bitirilirdi.19. yy.ın ikinci yarısından sonra dinî ve tasavvufî öğütler veren eserler de Ramazan ilahisi olarak okunmaya devam edilmiştir. Ayrıca Ramazan ayı içinde ekseriyetle sahur zamanı oruçlu olanları uyandırmak için özel davulcular tarafından söylenen Ramazan manileri de kültürümüzde önemli yere sahiptir. (Güzel, 2009, ss.309-312)

13. Ramazaniyeler ve Ramazan Ayında Sosyal Hayat

            Ramazaniye Türk Edebiyatında Ramazan'dan bahseden eserlerin genel adıdır. Bu konudaki kavram kargaşasını önlemek adına ramazan içerikli şiirlere "ramazaniye", Dîvan şairlerinin Ramazan Bayramı münasebetiyle yazdıkları şiirlere ise "ramazan ıydiyyesi" demek yerinde olacaktır.

            Müslümanlar için mübarek bir ay olan Ramazan, Türk İslam Edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Eskiden Ramazanlarda günlük hayat öğleden sonra başlardı. İkindiye doğru mesai terk edilerek camilere gidilir, camiler cemaatle dolup taşar, hafızla mukabele okur, vaizler kürsülerden dinî nasihatler yapardı. Camilerin avlularında sergiler kurulur, buralar mahşer yeri gibi kalabalık olurdu. Caddelerde halk sel gibi akar, iftar zamanına yakın herkes evinin yolunu tutar, fırından simitlerini, halkalarını alan halk iftarı ilan eden top atılmadan önce eve yetişme telaşı içine girerdi. İftar sofrasında türlü iftarlıklar ve nimetler olur, sofra herkese açık bulunurdu. Bir Müslüman tanımadığı bir Müslüman'ın evinde çorba içebilir, hatta büyük ailelerin evinde birkaç sofra birden kurulduğu olurdu.

            Camiler Ramazan'da en hareketli mekânlardı. Vaazlar, mukabeleler, salât ve temcitler, ilâhiler, teravih namazı Ramazan'da ibadet hayatını canlandıran özelliklerdi. Camiler Ramazan'da kandiller ve mahyalarla donatılırdı. Teravihten sonra herkes kendi zevkine, alışkanlığına göre kahve, karagöz, orta oyunu ve diğer eğlence yerlerine gider yahut evlerde özel sohbetler yapılırdı. Gece yarısına doğru eve dönülür, sahura kadar yatmak veya beklemek bir alışkanlık işiydi.

            Ramazan ayının başlangıcı ve Ramazanın ilanı da ayrı bir tören ile olur; ay gözetlenir, ayın görülmesi iki şahit ile ilan edilir, kadı da bu vesileyle Ramazan'ın geldiğini ilan ederdi. Ramazan'dan sonra gelen ve üç gün süren Ramazan Bayramı ile bundan iki ay on gün sonra gelen Kurban Bayramında resmî merasimle bayram başlar, daha sonra eş, dost ve akraba ziyaretine gidilirdi. Çocuklar hediye ve bahşiş alır, bayram neşe içinde geçer, çocuklar için eğlence yerlerinde salıncaklar kurulur, eğlenceler yapılırdı.

            İşte sosyal hayatın Ramazanla ilgili bölümlerini anlatan eserlere Ramazaniye adı verilmiştir. Ramazaniyeleri iki grupta toplamak mümkündür. Ramazan'ı daha çok dinî bakımdan ele alan eserlerde daha çok ayet ve hadislerden, Ramazanın feyz ve bereketinden bahsedilmiştir. Diğer eserlerde ise değişen günlük hayat zengin bir folklorik malzeme olarak gözlemlenmiş, olaylar alaylı ve tezatlı yönleri ile ele alınarak anlatılmıştır.

            Ramazaniyelerin konuları, yevm-i şek, Ramazan sofuları, tiryâkiler ve davranışları, değişen ve renklenen günlük hayat, camiler, mahyalar, kandiller, vaazlar, mukabeleler, iftar, teravih, gece eğlenceleri ve sahurdur (Çıplak, 2014, s.125).

            Müslüman şairler, bin aydan daha hayırlı bir gece olduğuna inandıkları Kadir gecesinin ihtiva ettiği kutsiyeti şiirlerine farklı şekillerde taşımışlardır:

 

"Bil kadrini zira ki bu şehrin şeb-i Kadri

Bîşek sebeb-i mağfiret-i âlemiyândır." (Enderunlu Vasıf)

 

"Görürüz zülf-i perîşân içinde ruhunu

Leyletü'l kadr'de hurşidi nümâyân buluruz" (Vecdî)

 

"Gün gibi tulû' etti bu şeb necm-i hidâyet

Iyd etti şeb-i kadre erip ehl-i velâyet" (Şeyhülislam Yahya)

 

Dün gece mihmânım ol mâh-ı cihân-efrûz idi

Nûr-ı hüsnünden dünüm kadr ü günüm nevrûz idi (Ahmed Paşa)

 

"Her kimin fikri saçınla ruh-ı gül-fâm oldu

Gecesi kadr anın gündüzü bayram oldu" (Emrî)

 

            Ramazan ayında şairlere ilham veren unsurlardan birisi de bayramı başlatan hilaldir:

 

"Zann itme mâh-ı nev görinür bâb-ı cûdına

Gelmiş elinde keşkûli var bir gedâ-yı 'îd" (Sâbit)

 

"Ey hilâl-i iyd gâliptir sana ebrû-yı yâr

Hüsn-i sûret sende bir var ise anda iki var" (Fuzûlî)

 

"Sanasın şâhun kılıcıdur asılmış 'arşda

Gûşe-i tâk-ı felekte görünür enver hilâl" (Mesihî)

 

"Canumnı 'ıyd-ı vasluna kurbân idem revan

Bir gün ola ki kaş u hilâlin görem senün" (Hatâyî)

 

 

            Hilalin şiirlerde benzetildiği şu varlıklar dönemin zihniyeti açısından dikkat çekicidir: o dönemlerde kola bağlanan muska, elinde tas tutan bir bayram dilencisi, oruç tutarak zayıflayan, başını sevgili yolunda feda eden veya eğilerek selam veren bir kişi, merhabalaşmak üzere uzatılmış bir el, kaş, kadeh, hançer, kılıç, çevgan, gümüş kilit... (Eyduran, 2008, s. 52).

            İlk Ramazaniye eserlerine 16. yüzyılda rastlanmaktadır. En güzel eserler 17. ve 18. asırlarda görülür. Başlıca Ramazaniye yazarları ise Sâbit(ö.1726), Nazım (ö.1730), Enderunlu Fazıl (ö.1810), Enderunlu Vasıf (ö.1824), Şeyh Galip (ö.1799), Koca Ragıp Paşa (ö.1763) gibi şairlerdir (Çıplak, 2014, s.125).

            Aslında bayramlar şairler için sanatının karşılığında takdir görebilmek için bir fırsattır. Bayramiye, ıydiye, nevruziye, vb. edebî türlerde görünüm kazanan bu iletişim sürecinde sanatı ile kimlik kazanan şairin emeğinin karşılığında takdir bekleyen bir tavır içerisinde olması kaçınılmazdır.(Önal, 2008, s.106)  Bâkî bir bayram gününün coşkusunu dile getirdiği gazelinde bu duruma şöyle vurgu yapar:

"Âşıka ihsân ise maksûd elünde dostum

Dest-bûsundur muhassal Bâkîye ihsân-ı îd"

 

            Dinî, tarihî, sosyal, coğrafî ve folklorik yönlerden Ramazan manilerinin de ayrı bir yeri vardır. Ramazan'ın ilk gününden başlayarak her gün için ve bayram için değişik konularda olmak üzere bekçi veya davulcu tarafından söylenen manileri toplayan eserler de konunun Türk edebiyatındaki yaygınlığını gösterir (Çıplak, 2014, s.125).

Son Söz

            Bayramlar, insanlarda sevgi, saygı, merhamet, iyilik gibi güzel duyguların uyandığı sevinç ve neşe vakitleridir. Sınırlı bir ömür içerisinde, her yıl tekrar eden bayram günlerine kavuşabilmek her Müslüman'ın en samimi arzusudur. Bu yüzden temenniler daima nice güzel bayramlara erişebilmek üzerinedir. "Iydınız said, ömrünüz mezid olsun" şeklindeki bayram tebriği bu arzunun en veciz ifadesidir. Bayramın içinde barındırdığı geleneklerle birlikte toplumsal bir hadise olması ve insanlarda güzel duygular uyandırması onu tarih boyunca şiire yaklaştırmıştır. Başka bir deyişle şairler için bayram, şiir yazma vesilesi olmuştur. Çünkü böylesine ender bulunan ulvi duyguların ve derin sevinçlerin dile dökülebilmesi ancak şiirle mümkün olmuştur. Şairler, bayrama ait imaj ve kavramları geleneğin potasında eriterek birer şiirsel imgeye dönüştürmüşler. Böylece hem kendi meramlarını daha etkili anlatmışlar hem de yaşadıkları toplumun değerlerini yazılı edebiyatın korunaklı dünyasına taşımışlardır. Bu imgelerden bazıları, sevgiliye kurban olmak, sevgilinin kaşlarını bayramı müjdeleyen hilale, vuslatı ise bayrama benzetmek gibi yüzeysel ve kolay anlaşılır boyuttadır. Bazı imgelerse gökyüzünde parlayan ayı tepsi içindeki baklavaya benzetmek yahut bayramlarda kurulan dönme dolaplarda bir görünüp bir kaybolan çocukları ay ve güneş olarak hayal etmek gibi incelikleri haizdir. Sonuç olarak sadece ıydiyye türünde yazılmış şiirlere bakmak bile Divan şiirinin halktan uzak, soyut bir şiir olduğu ön yargısının doğru olmadığını anlamaya yetecektir. Öte yandan bu vesileyle klasik şiirimizin bayrama dair mazmunlarını ortaya çıkarmak ve gündeme taşımak her bayram dilimize doladığımız "Nerede o eski bayramlar?" sorusuna cevap olacaktır.

Selim Umutlu

Yararlanılan Kaynaklar

Altunay, R. (2006). Emevîlerde günlük yaşam. Ankara: Ankara Okulu Yayınları

Aras, M. Özgü (1991). Arefe. Diyanet vakfı İslâm ansiklopedisi C. 3.  (ss. 351-352). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Arslan, M. (2007). Mihrî Hâtun divânı. Ankara: Uyum Ajans

Boks, Abdullah (1991). Arafat. Diyanet vakfı İslâm ansiklopedisi C. 3.  (ss. 261-263). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Canım, R.(2014).Divan edebiyatında türler. Ankara: Grafiker Yayınları.

Çıplak, M.Şakir. (2014). Türk İslam edebiyatı. Çorum: Horosan Yayınları

Eyduran, A. (2008) Klasik Türk Edebiyatında İdiyye Şiirleri, Erdem dergisi, S.52, ss.125-136.

Gülensoy, Tuncer (2019). Köken Bilgisi Sözlüğü.İstanbul: Bilge Kültür-Sanat Yayınları.

Güzel, A. (2009). Dinî-tasavvufî Türk edebiyatı el kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları

Hatâyî /Şah İsmail. (2017) Hatâyî Divanı. Hz. Prof.Dr. Muhsin Macit. İstanbul: TYEK Yay.

İnalcık, H.(2010). Şâir ve Patron. Ankara: Doğu Batı Yayınları

Kam, Ömer Ferid (2008). Divan şiirinin dünyasına giriş- Âsar-ı edebiye tetkîkâtı. (Haz. Halil Çeltik). Ankara: Birleşik Dağıtım Yayınevi.

Koca,S.(2006).Eski Türklerde Bayram ve Festivaller. Ç.Ü. Makale Bilgi Sistemi

Onay, Ahmet Talat(2013).Eski Türk edebiyatında mazmunlar ve izahı. (Haz. Cemal Kurnaz) Ankara: Akçağ Yayınları.

Önal, Sevda(2008). Edebî metinlere yansıyan yönüyle Osmanlı toplumunda hediyeleşme, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,11,103-113

Pala, İskender(2002). Ansiklopedik divan şiiri sözlüğü. İstanbul: Leyla ile Mecnun Yayıncılık.

Sami, Şemseddin, Kâmus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1978.

Tökel, Dursun Ali (2019). Divan şairi diyor ki. İstanbul: Ketebe  Yayınları.

Uzun, M. (1999). Iydiyye. Diyanet vakfı İslâm ansiklopedisi  C.19. (ss. 222-224). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.


[1] "arefe" kelimesi Arapça "bildi, anladı" anlamına gelmektedir. Arefe/Arafat kelimelerinin etimolojisi ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Adem ile Havva'nın yeryüzüne indikten sonra burada buluşup birbirlerini tanımaları/bilmeleri,  kendisine haccın nasıl yapılacağına aktaran Cebrail'e Hz. İbrahim'in areftü (anladım) demesi,  çeşitli ülkelerden gelen insanların burada (Arafat'ta) tanışmaları, Hz. İbrahim'ın tekrar  tekrar  gördüğü rüyanın hak olduğunu bilmesi/anlaması söz konusu açıklamalardan birkaçıdır. (Bkz. DİA, Arafat maddesi).

[2]  Bu noktada Ali Şeriati'nin kurban ibadetinin ruhunu ve özünü anlatan şu satırları kayda değerdir: "Ve şimdi Mina'dasın, İbrahim'sin, İsmail'ini kurban yerine getirdin. Senin İsmail'in kimdir veya nedir? Makamın mı? Onurun mu? Mevkiin mi? Statün mü? Mesleğin mi? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? Sevgilin mi? Ailen mi? İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi? Ruhaniyetin mi? Canın mı? Ruhun mu? Gençliğin mi? Güzelliğin mi? Ben nereden bileyim? Bunu sen kendin bilirsin. Her ne ve kim ise onu sen kendin Mina'ya getirmeli ve kurban için seçmelisin." Bkz. Ali Şeriati, Hacc, Fecr Yayınları, İstanbul, 2009, ss. 131-133.

[3] Tevrat anlatımına göre kurban edilmek istenen oğulun İsmail değil, İshak'tır. Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme adlı eserinde bu kıssayı insan ile tanrı arasında cereyan eden bir hadise olarak imtihan ve kader bağlamında ele almıştır. Ona göre tanrılara isyan eden ve insanlık için onlardan ateş çalan Prometheus bir "trajik kahraman", Allah'ın emrine itaat eden İbrahim ise bir "iman şövalyesi" olmuştur.

[4] Bayramlaşma esnasında Şeyhülislam'ın padişahın elini öpmeyip sadece yakasını öpmesi ilmiye sınıfına verilen önemin göstergesidir.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum