Türk edebiyatının 'Kaptan'ı: Attilâ İlhan
Ben sana mecburum bilemezsin... "Şiir gelir ve kendini yazdırır" diyen Türk edebiyatının 'Kaptan'ı Attilâ İlhan’ın vefatının 19. yılı.
"Elimden tut yoksa düşeceğim / Yoksa bir bir yıldızlar düşecek / Eğer şairsem beni tanırsan / Yağmurdan korktuğumu bilirsen / Gözlerim aklına gelirse / Elimden tut yoksa düşeceğim / Yağmur beni götürecek yoksa beni..."
Şair, yazar, gazeteci, senarist ve eleştirmen Attilâ İlhan, savcı Bedrettin Bey ile Memnune Hanım'ın ilk çocuğu olarak 15 Haziran 1925'te İzmir'in Menemen ilçesinde dünyaya geldi. Aynı zamanda divan şairi de olan Bedrettin Bey emekli olduktan sonra avukatlık yapmak üzere ailesiyle İzmir'e taşındı.
İlhan, ilk öğrenimini Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu ile Karşıyaka Ortaokulu'nda tamamladı. Babasının vasıtasıyla henüz öğrencilik yıllarında edebiyata ilgi duymaya başlayan İlhan, 3. sınıftayken "İlkbahar" başlıklı ilk şiirini kaleme aldı, ortaokulda ise roman yazmaya başladı.
İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfta okurken mektuplaştığı bir kıza gönderdiği Nazım Hikmet şiirleri nedeniyle 1941'de 16 yaşındayken komünizm propagandası yapmaktan tutuklanan İlhan, okuldan uzaklaştırıldı, 3 hafta gözetim altında, iki ay hapiste kaldı.
Attilâ İlhan'a Türkiye'nin hiçbir yerinde okula gidemeyeceğine dair bir belge verildi. Babasının hukuk mücadelesinin ardından İlhan, Danıştay kararıyla 1944'te okuma hakkını tekrar kazanarak, İstanbul Işık Lisesi'nde eğitime başladı.
İlk ödülünü "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriyle aldı
İlhan, lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı, birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı, üçüncülüğü ise Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın aldığı CHP Şiir Armağanı'nda "Cebbaroğlu Mehemmed" adlı şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı.
Liseden 1946'da mezun olan şair, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite yıllarında "Gün" ve "Yığın" adlı dergilerde çeşitli şiirler kaleme aldı.
Attilâ İlhan, 23 yaşındayken toplumsal duyarlılıkla yazdığı ilk şiir kitabı "Duvar"ı, 1948'de kendi imkanlarıyla okurla buluşturdu. Özgürlük, yurtseverlik, özveri, barış, insanlık temalarını ele alan şiirlerinde, İkinci Dünya Savaşı'nın gerilimi, sıkıntıları ve çöküntülerini anlattı.
Aynı yıl Fransa'nın başkenti Paris'e gitmeye karar veren İlhan, 6 senesini İstanbul, Paris ve İzmir arasında geçirdi. İlhan, Paris'te kaldığı zaman sosyal-siyasal gözlemler yaptı ve bu gözlemlerini ileride çıkaracağı romanlarında ve şiirlerinde kullandı.
İlk romanı "Sokaktaki Adam"ı 1953'te yayımladı
Usta edebiyatçı, Türkiye'ye döndükten sonra, 1951'de "Gerçek" gazetesinde yazdığı bir yazı nedeniyle hakkında soruşturma açılınca yeniden Paris'e gitti. Türkiye'ye kesin dönüş yapan, üniversite eğitiminin son senesinde okuldan ayrılan İlhan, 1953'te "Vatan" gazetesinde sinema eleştirmenliği yapmaya başladı.
Yazar İlhan, ilk romanı "Sokaktaki Adam"ı 1953'te yayımladı. Daha önce yazdığı 10 romanı yayımlamayan İlhan, yaptığı bir açıklamada, çok akıllıca bir sebebi olduğunu belirterek, "Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatır. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." ifadeleriyle açıklamıştı.
Erzincan'da 1957'de vatani görevini yaptıktan sonra sinema çalışmalarına ağırlık veren İlhan, Yeşilçam için çalışmaya başladı. Metin Erksan ve Fikret Hakan gibi isimlerle yaptığı uzun sohbetlerde, "Toplumcu sinema nasıl olmalı?" sorusunun cevabını arayan İlhan, Ali Kaptanoğlu takma adıyla "Kartallar Yüksek Uçar", "Yarın Artık Bugündür" ve "Sekiz Sütuna Manşet"in de aralarında bulunduğu 15 kadar senaryo kaleme aldı.
Yönetmenliğini Lütfi Akad'ın üstlendiği, Attilâ İlhan'ın yazdığı, kardeşi Çolpan İlhan ve Sadri Alışık'ın başrolünde yer aldığı "Yalnızlar Rıhtımı", özgün atmosfer denemeleriyle dikkati çekti.
Babasının vefatından sonra 8 yıl İzmir'de kalan şair, burada "Demokrat İzmir" gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Biket İlhan ile 1968'de evlenen İlhan'ın bu evliliği 15 yıl sürdü ve boşandıktan sonra Ankara'ya yerleşti. Burada Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını yürüten İlhan, "Yaraya Tuz Basmak", "Sırtlan Payı" ve "Fena Halde Leman" romanlarını kaleme aldı.
Türk edebiyatının "Kaptan"ı
Daha sonra İstanbul'a taşınan ve "Gelişim Yayınları"nda görev alan usta şair, Milliyet, Güneş, Yeni Ortam, Söz, Meydan Gazetesi ve Cumhuriyet gazetelerinde uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı.
Bir dönem müstear isimlerle edebiyat hayatını sürdüren, senaryolarında "Ali Kaptanoğlu" takma adını kullanan İlhan, Türk edebiyatında "Kaptan" lakabıyla anıldı, "Beteroğlu" takma adıyla da "Yücel" dergisinde şiirlerini yayımladı.
Toplumcu, gerçekçi şiir akımını başlattı
Attilâ İlhan, şairliğinin başlarında halk şiirleri ve yaklaşık 200 gazel kaleme alırken, daha sonra Nazım Hikmet'tin üslubundan etkilendi.
Seçilmiş Hikayeler, Kaynak ve Ufuklar dergilerindeki yazılarında "Bobstil ve alafranga" olarak adlandırdığı "Garipçiler"in karşısında yer alan İlhan, 1952-1956'da çıkardığı "Mavi" isimli derginin etrafında toplanan yazar Orhan Duru ve Ferit Edgü gibi isimlerden oluşan edebi topluluğunun çalışmalarıyla "Mavi" ya da "Maviciler" adıyla tanınan toplumcu, gerçekçi şiir akımını başlattı.
"Şiir gelir ve kendini yazdırır"
Şiirlerinde yeni bir ses düzeni oluşturarak, kendine has bir üslup geliştiren Attilâ İlhan, bir röportajında şunları aktarmıştı:
"Şiir gelir ve kendini yazdırır. Bu işin zanaatkarlığını da zaten aşağı yukarı 50 yıldan beri yaptığım için şiir yazmakta o kadar zorlanmıyorum. Bu bakımdan şiir benim hayatımda çok yer tutmuyor. Benim hayatımda daha çok yer tutan başka şeyler vardır. Bunların içerisinde bir defa astronomi merakım vardı. Liseyi bitirdikten sonra matematik astronomiye gitmeye hevesli bir gençtim fakat o zamanlar buna imkan vermedi. Biraz da babam istemedi. O zamandan bu zamana astronomi, astrofizik konularıyla çok yakından, merakla ilgilenirim ve uzayda olan olaylar, birinci derecede ilgi çevreme girer. Bu yüzden de bilim kurgu dediğimiz edebiyat eserleri benim merakla beklediğim eserlerdir.
Bunun dışında çocukluğumdan beri çok yakından sinemayla ilgilenen birisiydim. Tabii bu sonunda beni senaryo yazmaya götürdü. İmzamla olmayan 15 kadar senaryom film olmuştur. Kendi imzamla yazdığım 5 veya 6 senaryo, büyük televizyon kanallarında gösterilmiş. En son 'Sokaktaki Adam' romanımın senaryosunu yazdım, o film olarak çekildi."
Gazetecilikte muhabir, sekreter, köşe yazarı, başyazar ve genel yayın müdürü görevlerini yürüten İlhan, "Yağmur Kaçağı" ve "Ben Sana Mecburum" adlı şiir kitaplarıyla genç şairleri etkiledi.
Tarih onun için önemliydi
Roman konularını daha çok yerel ve kırsal olayların üzerine kuran yazar, Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içinde işledi.
Attilâ İlhan, romanlarında çizdiği karakterlerle Batı kültürünün Türkiye'ye olumlu ve olumsuz etkilerini, Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içinde irdeledi. "Sokaktaki Adam" ve "Zenciler Birbirine Benzemez" romanlarında tarihsel konulara ağırlık veren yazar, "Öz Türkçe" akımına karşı çıkan bir tutum sergiledi.
Yazar, "Aynanın İçindekiler" adlı roman serisinde "Bıçağın Ucu", "Sırtlan Payı", "Yaraya Tuz Basmak", "Dersaadet'te Sabah Ezanları", "O Karanlıkta Biz", "Allah'ın Süngüleri-Reis Paşa" ve "Gazi Paşa" eserlerinde, Türkiye'nin tarihi olaylarını, politik ve sosyal dengeler üzerinden ele aldı.
Fransız romancı Andra Malraux'un "Kanton'da İsyan" ve "Umut" kitapları ile Fransız şair Louis Aragon'un "Basel'in Çanları" adlı kitabını Türkçeye çeviren usta kalem, Cumhuriyet gazetesindeki "Söyleşi" köşesinde kaleme aldığı yazıları ve TRT 2'de "Zaman İçinde Yolculuk" başlığıyla yayımlanan programının konuşmalarından derlenen yazılardan oluşan 5 kitabı okuyucuyla buluşturdu.
Yaşamı boyunca birçok ödül alan İlhan, "Tutuklunun Günlüğü" isimli kitabıyla 1974'te "Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü"nü, "Sırtlan Payı" isimli romanıyla da 1975'te "Yunus Nadi Roman Armağanı"nı ödülünü aldı.
Ölüme yaklaşmış veya ölümü hissetmeye başlamış "ben"
Attilâ İlhan Tutuklunun Günlüğü'ndeki "Zincirleme Rubailer" ile tabiatı ve zamanı yorumlamaya, insanın tabiat içerisindeki yerini araştırmaya başladı. Bu, ölüme yaklaşmış veya ölümü hissetmeye başlamış "ben"in, kendini yeniden tanımlaması ya da metafiziğin "ben"i etkisi altına alması şeklinde yorumlanıyor. Aynı şiir damarını Böyle Bir Sevmek'te "Gözlüklü Hamdi'nin Notları", Elde Var Hüzün'de "Rubaiyat", Korkunun Krallığı'nda "Yalnızgezerin Notları", hatta Ayrılık Sevdâya Dâhil'in "Şairin Not Defteri" bölümlerinde izlemek mümkün. Bunlara divan şiiri etkisiyle yazılmış Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı ve Ayrılık Sevdâya Dâhil'de bulunan "Serbest Gazeller" adlı bölümleri de eklenebilir.
"Batı medeniyet adı altında Osmanlı milletini kendine özgü geçmiş değerlerinden uzaklaştırıyor"
Attilâ İlhan, kültür tanımını “evrensel” ve “ulusal” başlıkları üzerinden yapar. Evrensel kültürü; “Yahudi/Hristiyan tabanlı Batılı emperyalizmin dünyaya evrensel diye cebren ve hile ile kabul ettirmeye uğraştığı Yunan/Latin kökenli Batı kültürü-kendi kültürü” olarak değerlendirir. Kültür emperyalizminin işte bu noktadan başladığını belirtir. Batı toplumlarının medeniyet adı altında kendi kültürlerini Osmanlı toprağına taşıdığını, böylece etki altına aldıkları milleti, kendine özgü geçmiş değerlerinden uzaklaştırdığını açıklıyor.
Attilâ İlhan, 1985'te kalp krizi geçirdi ve kardiyolojik sorunları 2004'e kadar devam etti. 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu 80 yaşında vefat eden sanatçının cenazesi Aşiyan Mezarlığı'na defnedildi.
Sanatçının adına, 2007'de kurulan "Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı" tarafından edebiyat alanında her yıl çeşitli ödüller veriliyor.
Kaynak: Yazı ilk olarak 10.10.2024 tarihinde https://www.trthaber.com/dosya-haberler/ yayınlanmıştır.
FACEBOOK YORUMLAR