Türk edebiyatında kötücül kadın imgesi

“İlk dönem romanlarımızda en kötücül kadın İntibah’taki Mehpeyker’dir. Romanda Mehpeyker’in bir taraftan dönemin toplum yapısı tarafından onaylanmayan hafifmeşrep bir kadın olması, diğer taraftan ise Namık Kemal’in yazar olarak babanın yasasını koruyan sübjektif tavrı kötücül imgenin daha da belirginleşmesine neden olmuştur. Erkek karakterlere ise genel olarak bir ‘kıyılamama’ durumu söz konusudur. Kötücül kadınlar romanın sonunda ölümle cezalandırılırken, erkekler hayatlarına devam etmektedir.”

Türk edebiyatında kötücül kadın imgesi
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 08 Mart 2020 - 15:10

Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olan Şahika Karaca’nın Kötücül Kadın/ Türk Edebiyatında Kötücül Kadın İmgesi isimli kitabı Akçağ Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Kitap, kötücül kadın imgesinin belirginleştirilmeye çalışıldığı edebiyat, psikanaliz ve felsefeyi içeren disiplinlerarası bir çalışma. Karaca, söz konusu imgeyi Tanzimat dönemi, Servet-i Fünûn dönemi ve Cumhuriyet dönemi Türk romanının seçilmiş örnekleri üzerinden inceliyor.  

Kötücül imge nedir ve kadının simgesel alandaki varlığı bununla nasıl ilişkilendirilmiştir?

Kadın imgesinin simgesel yani toplumsal alanda kurulumu bir taraftan kutsal (annelik) diğer taraftan korkutucu (dişillik) yönüyle iki eksende gerçekleşir. Kadın ataerkil sistem içerisinde kutsal ve kötüyü bünyesinde taşıyan, büyülü ama korkulan bir imgeyle karşımıza çıkar. Kadınlar Neden Her Yazdıkları Mektubu Göndermezler? başlıklı kitabında Derian Leader, kadın olmanın tek anlamlı bir kavram olmadığını, kadınlığın bir özünün ve insan ruhunda önceden programlanmış bir kadın temsilinin bulunmadığını belirtir. Dolayısıyla kadın kimliğinin bulunduğu yerde bir gedik vardır ve kadının ne olduğuna dair verilecek bir cevap yoktur sözleriyle Leader, kadının tanımlanamazlığını vurgular. Bu sebeple kadının simgesel alandaki varlığının tanımlanamazlığı, ihlale yol açacağı korkusuna sevk eder ve simgesel alanın içerisine bütünüyle girmesine izin verilmez. Simone de Beauvoir, İkinci Cins’te kadının simgesel alana bütünüyle girememesini erkeğin biyolojik üstünlüğü etrafında değerlendirir.   

Madam Bovary ve Anna Karanina da kötücül kadına dünya edebiyatından iyi iki örnek. Kadının özneleşme süreci romana ne oranda yansıyor peki?

Toplumsal alandaki ataerkil yapının devamlılığı için kadının kötücül imgeye büründürülmesi, dişilliğiyle devam eden düzeni parçalayacağı endişesinden kaynaklıdır. Bu sebeple kadın Julia Kristeva’nın Korkunun Güçleri isimli eserinde değindiği gibi murdarlıkla özdeşleştirilir. Kristeva, ne kadar edilgen olarak tanımlanırsa tanımlansın kadının varlığının yine de dişilliği nedeniyle erkek tarafından kendi iktidarına tehdit olarak algılandığını ve sürekli olarak kontrol altında tutmaya çalışıldığını belirtir. Madam Bovary ve Anna Karanina da dişilliğiyle simgesel düzeni parçalayan iki belirgin örnek olarak karşımıza çıkıyor. Dünya edebiyatında da Türk edebiyatında da kadının özneleşme süreci romana elbette ki yansıyor. Çünkü roman gerçeklik ekseninin yansımasıdır aynı zamanda. Kadının toplumsal alanda yaşadığı değişimler de romanın kurgusal dünyasında karşımıza çıkar. Roman gerçeklik eksenindeki boşlukların doldurulması için bir çabadır da. Dolayısıyla kadının temsili gerçeklik eksenindeki gediği kapatma çabası olarak da romanda devam eder. Bunun için de kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz bir deneyim olarak kadının özneleşme süreci romanda yer alır. Bu durum ise toplumdaki cinsiyet ayrımının belirginliğine ve yazarın bu duruma bakış açısına göre değişkenlik göstermektedir. 

Edebi metinlerde çoğu zaman erkek iktidarını dişilliğiyle parçalayan kadınların kötücül imgeyle karşımıza çıktığı tespitini yapıyorsunuz. En belirgin kötücül kadınlar hangileri?

Evet. Edebî metinlerde dişilliğini kullanarak eril iktidarı parçalayan ölümcül kadın tipleri özellikle modernleşme dönemi romanlarımızda sıklıkla yer almaktadır. Namık Kemal’in İntibah’ın da Mehpeyker, Nabizade Nazım’ın Zehra’sında Zehra, Fatma Aliye’nin Muhadarat’ın da Calibe, Enin’de Nebahat, Emine Semiye’nin Bikes’inde Gülşen, Muallime’de Meşhude, Gayya Kuyusu’nda Cilve karşımıza kötücül kadın tipleri olarak çıkmaktadırlar. Halit Ziya ise kötücül olarak nitelendirilebilecek kadın kahramanlarını kötülüğe sevk eden nedenleri psikolojik derinleştirmeyle vererek okuyucu nazarında affedilebilir hale getirerek kötücül imgeden kurtarır. Örneğin Aşk-ı Memnu’da Bihter, Ferdi ve Şürekâsı’nda Hacer, Sefile’de Mazlume’nin kötücül imgeye dönüşümleri determinist eksende işlenerek bütünüyle kötücül kadın tipi olarak karşımıza çıkmazlar. Aynı durum Halide Edip Adıvar’ın kötücül olarak değerlendirilebilecek kadın kahramanları için de geçerlidir. Örneğin Halide Edip’in en çok etkilendiğim ve defalarca okuduğum romanlarından biri olan Handan’da Handan’ın yaşadığı aşk acılarıyla ölüme giden süreci simgesel düzeni bozan kötücül imgesini geri planda bırakmıştır. Yine Seviyye Talip’te de Seviyye aşkı bittiğinde evliliğini bitirmek isteyen ve kocasının kendisini boşamayarak intikam alma girişimlerine boyun eğmeden âşık olduğu adama kaçan bir kadın olarak karşımıza çıkar. Toplum kurallarını altüst etmesine rağmen Seviyye eril iktidarın karşısında mağdur olan kadın kimliğiyle bütünüyle kötücül imgeye bürünmemiştir. 

En kötücülü peki?

İlk dönem romanlarımızı göz önünde bulundurduğumuzda bana göre en kötücül kadın İntibah’taki Mehpeyker’dir. Romanda Mehpeyker’in bir taraftan dönemin toplum yapısı tarafından onaylanmayan hafifmeşrep bir kadın olması, diğer taraftan ise Namık Kemal’in yazar olarak babanın yasasını koruyan sübjektif tavrı kötücül imgenin daha da belirginleşmesine neden olmuştur. Romanda iyi bütünüyle iyi, kötüyse bütünüyle kötüdür. 

İyi kadın karakterin olmazsa olmazı nedir?

Berna Moran, edebiyat yapıtlarındaki kadın karakterlere yönelik eleştirinin ortaya çıkardığı gerçeklerden birinin de erkek yazarların yarattığı klişe iki karşıt tipin varlığı olduğunu belirtir. Evdeki melek tipi ve karşıt ucunda şeytan/canavar kadın tipi. Kadın karakter ataerkil sistem içerisinde erkeğin kafasında ideal olarak yaşattığı kadın tipidir ve erdemleri arasında namusluluk, alçakgönüllülük, uysallık ve masumiyet başta gelmektedir. Yine Türk edebiyatında bana göre melek kadın tipini en iyi örnekleyen kadın İntibah’taki Dilâşûb’tur. Öncelikle Namık Kemal’in sübjektif bir tavırla Dilâşûb’tan övgülerle bahsetmesi, Dilâşûb’un özneleşmenin/özgürlüğün karşıt ekseninde köle olarak kurgulanması, bu sebeple de hak ve özgürlükler noktasında hiçbir isteğinin olmaması, Ali Bey’i onun için canını feda edecek kadar sevmesi ve romanın sonunda da gerçekten Ali Bey’i kurtarmak için kendi canını düşünmeden feda etmesi… Tüm bunlar ataerkil yapı içerisindeki iyi kadın tipinin özellikleridir.

Bu sadece erkek yazarların metinlerinde karşımıza çıkmıyor üstelik...

Evet. Çok doğru. Bu anlamda Fatma Aliye’nin romanları iyi bir örnektir. Özellikle Muhadarat’ta kötücül kadın Calibe tıpkı İntibah’taki Mehpeyker gibi kendi hazlarına ulaşmak için çeşitli hile ve entrikalarla romanın melek kadın tipini örnekleyen Fazıla’ya birçok kötülük yapar. Fazıla ise romanda Jacques Lacan’ın baba-nın adı olarak adlandırdığı simgesel alanın kastre edilmiş kadın tipini karşılıyor gibidir. Ancak metnin derinliklerinde Fazıla’nın kendi istekleri doğrultusunda hayatını yönlendirmeye çalıştığı dikkatleri çekmektedir. Mesela kocasının kuma getirmesine katlanamayarak baba evine dönmek ister. Ama baba evi üvey anne tahakkümünden dolayı kendisine açılmaz. İntihar etmeye karar verir ancak son anda kendini öldürmekten vazgeçer ve esir pazarında kendisini cariye olarak satarak Beyrut’ta bir evde çalışmaya başlar. Sonra da evin oğlu Şebib’le birbirlerine âşık olarak evlenirler. Fatma Aliye’nin Muhadarat’ta olduğu gibi diğer romanlarında da melek kadın/kastre edilmiş kadınlar alttan alta özneleşme çabası içerisindedirler. Fatma Aliye’nin kızkardeşi Emine Semiye’nin romanlarında da baba-nın adına tabi olan kastre edilmiş kadın kahramanlar ön plandadır. Emine Semiye’nin ablası Fatma Aliye Hanım’a göre kadın hakları noktasında daha radikal bir çizgisi olmasına rağmen metinlerde ataerkil sistemin devamlılığını sağlayan bir söylemin nedeni dönemin toplumsal yapısı ve kadınlığın durumuyla ilgilidir. Dolayısıyla ataerkil söylem henüz ilk kadın yazarlarımızda varlığını en azından edebî metnin görünür olan üst yüzeyinde devam ettirmektedir. Halide Edip’te ise durum farklılaşır. Çünkü Halide Edip edebî hayat içerisinde ilk eserlerini vermeye başladığında kadın hakları noktasında belli bir mesafe kat edilmiştir. Bu sebeple Halide Edip’in romanlarında ana kadın kahramanlar fallik kadın olarak karşımıza çıkarlar.

Erkek karakterde kötücüllüğün tezahürü hangi durumlarda oluyor?

Aslında bu konu da oldukça ilgi çekici. Edebî metinlerde kötücül imgeyle karşımıza çıkan erkek kahramanlar üzerinde düşündüğümüzde yine kötücül kadın imgesiyle ortak olan birtakım özelliklerden bahsedebiliriz. Simgesel alanın parçalanmasına neden olan erkek kahramanlar da romanlarda karşımıza kötücül bir imgeyle çıkmaktadır. İntibah’ın Ali Bey’i toplum tarafından onaylanmayan bir kadına/Mehpeyker’e duyduğu aşkla gittikçe geleneksel hayattan, ailesinden uzaklaşmaya başlar. İlk dönem romanlarımızda babasını kaybeden erkek kahramanlara sıklıkla rastlanır. Babalarının yokluğunda ve eğitimsiz annelerin babasız oğullarını yeterince yönlendirememesinden dolayı oğullar tıpkı Ali Bey gibi şehvetlerinin kurbanı olurlar. Baba-nın adından çıkarak simgesel alanı parçalarlar. Zehra’da da Suphi art arda yanlış aşklara düşer ve sefahat âlemleri içerisinde ailesinin felaketine yol açar. Tüm bunların nedeni oğulların bir şekilde baba otoritesinden çıkmasından kaynaklıdır.  

Bir de erkek kahramanlara kıyılamama durumu var…

Evet. Bu durum da oldukça ilgi çekici. Kötücül kadınlar romanın sonunda ölümle cezalandırılırken, erkekler hayatlarına devam etmektedirler. Bu anlamda en ilgi çekici örnekler Aşk-ı Memnu’da Bihter, Behlül’le yaşadığı yasak aşkın ortaya çıkmasıyla intihar ederken Behlül sadece konaktan uzaklaşır. Zehra’da Suphi önce cariyesi Sırrı Cemal’in intiharına sebep olur. Sonra metresi Urani’yi öldürür. Annesi yine Suphi’nin yüzünden sokaklarda ölüp kalır. En son da Zehra, Suphi’ye kurduğu tuzaklardan pişmanlık duyarak üzüntüden hastalanıp ölür. Suphi ise Urani’yi öldürdüğü ispatlanamadığı ancak cinayetten dolayı şüpheli durumda olduğu için Trablusgarp’a sürgüne gönderilir. Örnekler çoğaltılabilir. Ama dikkat çekici nokta çoğunlukla ilk dönem romanlarımızda erkek kahramanların cezası mekândan uzaklaştırılmakla geçiştirilmektedir. Kötücül kadınların hemen hemen hepsi ya intihar etmekte ya da hastalanarak ölmektedirler. Bu durum da geleneksel yapı içerisinde kadına ve erkeğe bakış açısındaki farklılıklar noktasındadır. Zaten simgesel alanın kenarında tutulan kadın bu alana müdahil olarak düzeni parçalamaya çalıştığında atıklaştırılmakta yani ölümle cezalandırılmakta, erkek ise simgesel alanının kurucusu olduğu için görmezden gelinmektedir.

1950’lerden bugüne ciddi bir değişimden söz etmek mümkün mü? Var ise kontra örnekleri duymak isteriz?

Kadın kahramanların durumu önceki döneme göre farklılaşır. Artık cinsiyetçi söylem ilk dönem romanlarındaki gibi en azından metnin üst yüzeyinden takip edilememektedir. Diğer taraftan edebiyatımızda kadın yazarların sayısı hızla artar. Kadın yazarların romanlarında cinsiyetçi söyleme eleştirel yaklaşım da epeyce dikkatleri çekmiştir. Bu noktada özellikle kadın yazarlarımızın eserlerinde kimi zaman açıkça kimi zaman ise metnin derinliklerinde kötücül kadın imgesini parçaladıkları dikkatleri çekmektedir. Örnek tabii çok fazla ama en çok dikkatimi çekenler, Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi’nde Aysel, İnci Aral’ın Ölü Erkek Kuşları’nda Suna, LatifeTekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünde Dirmit, Pınar Kür’ün Yarın Yarın’ın da Aysel... 

08.08.2019 tarihli Star gazetesinden HALE KAPLAN ÖZ'ün yazısı

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum