Toplumsal Hafıza Çalışmalarına Bir Örnek: 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi Yalova Sözlü Tarih Çalışması

Toplumsal Hafıza Çalışmalarına Bir Örnek: 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi Yalova Sözlü Tarih Çalışması
01 Mart 2023 - 15:13 - Güncelleme: 01 Mart 2023 - 15:15
Toplumsal Hafıza Çalışmalarına Bir Örnek: 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi Yalova Sözlü Tarih Çalışması
Çağhan SARI [1] 
 
Mariam MESABLISHVILI
[2]  
Noah BERK KILIÇ[3]


GİRİŞ

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi hakkında YÖK Tez veri tabanında dördü doktora, biri Tıpta Uzmanlık olmak üzere toplam 59 lisansüstü tezinin hazırlanıldığı görülmüştür. Psikoloji, Eğitim, Mimarlık, İnşaat Mühendisliği, Jeoloji Mühendisliği, Jeofizik Mühendisliği, Gazetecilik, Kimya, Sosyal Hizmetler, Sosyoloji, Halk Sağlığı, Çevre Mühendisliği, Ekonomi, Çalışma Ekonomisi, Şehircilik ve Bölge Planlama, Kamu Yönetimi, Deprem Mühendisliği, Jeodezi ve Fotogrametri, Coğrafya ve Hemşirelik alanlarında hazırlanan bu çalışmalara henüz Tarih biliminde çalışmalar dahil olmamıştır.
Bu hususta etkili olanın bir olayın tarihe intikal etmesi için üzerinden geçen süre ilkesi olmalıdır. Tarihçi Prof. Dr. Fuat Köprülü, yirminci yüzyılda, bir olayın tarih sayılabilmesi için asgari olarak olaydan 100 yıl geçmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ahmet Zeki Velidi Togan da bu görüştedir (Togan, 2019: 28). 20. Yüzyılda teknolojik ilerleme hızının göz önüne alınarak olayların tarihe intikali ile ilgili kesin süreler biçmek yerine olayın bütün sonuçlarının tamamlanmasının göz edilmesi ilkesi kabul görmüştür (Öztürk, 2014: 98). Bu nedenle Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, üzerinden 50 yıl geçen belgeleri araştırmacılara sunmaya başlamıştır (Yalçın, 2010: 45). Bu uygulama da yeterli gelmeyerek bugün üzerinden otuz yılı dolduran belgeler de açılmaktadır. Prof. Dr. Fatma Acun’un “Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi” isimli eserinde Türkiye’deki arşivlerin -Cumhuriyet Arşivi, Türk Tarih Kurumu
Arşivi- 15-20 yıl öncesine ait evrakların da araştırmacılara sunulduğunu vurgulamaktadır (Acun: 2017: 10). Depremin üzerinden 23 yıl geçmesiyle toplumsal ve siyasi sonuçlarının tespit edilmesinin Tarih bilimi metodolojisi ile hazırlanacak çalışmalarla elde edileceği kuşkusuzdur.

YÖNTEM
Sözlü Tarih çalışması izlenerek, dört depremzede ile mülakat yapılmıştır. Deprem sırasında lise öğrencisi olan Hasan Usta, 72 saat göçük altında kalmıştır. Bankacı Şafak Özkan 30 saat göçük altında kalmış ve kurtarıldıktan sonra dört ameliyat geçirmiştir. Mülakat yapılan isimler arasında o dönem emekli olan Ayşe İleri mülakat yapılan isimler arasında en yaşlı katılımcıdır. Dönemin Yalova Belediye Başkanı Yakup Bilgin Koçal, depremzede olmasının yanında deprem bölgesindeki yerel idarecilerin karşılaştıkları sorunlar ve çözüm yolları üzerinde sorulara yanıt vermiştir. Dört katılımcıya, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin öncesinde 16 Ağustos gündüz saatlerinden başlayarak depremin 24 saati
sorulmuştur. Akabinde göçük altında kalan katılımcılara, enkazda kaldıkları süre zarfında hatırladıkları anlar ve sonrasında yaşadıkları sağlık sorunları sorulmuştur. Belediye Başkanına, yerel idareci olarak karşılaştığı güçlükler etrafında sorular şekillenmiştir. Mülakat kısımlarında soruyu yönelten araştırmacıların isimleri baş harfleriyle gösterilmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde 17 Ağustos ile ilgili detaylı bilgiler verilirken, ikinci bölümde mülakatlara yer verilmiştir. İlk üç mülakat, katılımcıların yaşlarına göre sıralanırken, yerel idareci ile mülakatımız sorularla ayrı bir kategoriyi teşkil ettiği için son bölümde verilmiştir. Birinci bölümde telif eserler ve makaleler kaynakçayı oluşturmaktadır. İkinci bölümde metnin insicamını bozmamak adına açıklamalar dipnotlarda verilmiştir. Ekler bölümünde proje raporunda sınırlı sayıda fotoğrafa yer verilirken diğer görseller ve görüşme video kayıtları
sistem üzerinden sunulmuştur.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve Türkiye’nin Deprem Tarihine Kısa Bakış
İnsanlık tarihinde yer alan doğal afetler arasında, depremler teknolojik gelişmeler karşısında oluşumlarının engellenememesi ve ne zaman olacakları sorusuna yanıt verilememesiyle önemlidir. Türkiye, deprem kuşakları üzerinde bir coğrafyada bulunmaktadır. Belli başlı üç deprem bölgesine ayrılan Türkiye’de en çok kırılmanın yaşandığı Kuzey Anadolu Fay hattıdır (Fırat, 1996: 420). Doğuda Van, Varto ve Erzincan’dan başlayarak Batıda Çanakkale’ye kadar uzanan bu fay hattının birinci kuşağı 1400 km. uzunluğundadır. İkinci kuşak, Ege bölgesinde, üçüncü kuşak, Antakya’dan uzanarak Bingöl
Karlıova’da birinci kuşakla birleşmektedir (Fırat, 1996: 420). Tarihten günümüze irili ufaklı birçok depremin meydana geldiği Anadolu coğrafyasında, depremlerin beraberinde can ve mal kayıpları yaşanmıştır (Kolukırık ve Tuna, 2009: 287). Marmara bölgesindeki etkili olan depremlerin tarihine bakıldığında arşiv kayıtlarıyla sabit bilinen en eski deprem, 16 Ocak 1489 yılında meydana gelmiştir (Ürekli, 1999: 9). 22 Ağustos 1509 tarihinde meydana gelen deprem, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’da büyük hasarlara yol açmıştır (Ürekli, 1999: 9). 24 Mayıs 1719 tarihli depremde, Kocaeli’nde ve İstanbul’da ciddi hasarlar olmuş, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin kubbesi çökmüş, Yedikule ve Ahırkapı arasındaki surlar tahrip olmuştur (Ürekli, 1999: 13). Marmara bölgesinde 19. Yüzyılda yaşanan en büyük deprem 1894 depremidir. Bu deprem için bazı kaynaklarda “1894 İstanbul Depremi” başlığının atılmasına rağmen dönemin araştırmalarında depremin merkez üssü tespit edilemediği için İletişim Yayınları, Fatma Ürekli’nin kitabına “1894 Depreminde İstanbul” başlığını uygun gördüğü notunu düşmüştür. 10 Temmuz 1894’te meydana gelen depremin ardından D. Eginits ve H. Kiepert’e rapor ve haritalar hazırlatılmıştır.[4] Bu raporlarda depremin birinci bölgesi Çatalca’dan Adapazarı’na olan ve İzmit Körfezi yakınındaki Katırlı ve Maltepe köylerini de içine almaktadır (Ürekli, 1999: 17). Birinci bölgede etkilenen yerleşim yerleri; Adapazarı, İzmit, Gebze, Kartal, Adalar, Üsküdar,
İstanbul, Büyük ve Küçük Çekmece, Çatalca, Maltepe, Bozburun, Yalova, Karamürsel ve Sapanca’dır (Ürekli: 1999, 18). Cumhuriyet dönemine gelindiğinde 27 Aralık 1939 yılındaki Erzincan depremi sonuçları itibariyle en büyük depremler arasındadır.[5] 19 Ağustos 1966’da 6,9 büyüklüğünde Varto depremi, 2394 kişinin yaşamını yitirmesine neden olurken, 1967’de 7,2 büyüklüğünde Mudurnu, 1970’te yine 7,2 büyüklüğünde Gediz depremleri yaşanmıştır. 24 Kasım 1976 tarihinde Van Muradiye’de 3840 kişinin yaşamını yitirdiği depremde can kaybını yükselten bir diğer faktör, hava sıcaklığının -17’ye kadar düşmüş olmasıdır.[6] 30 Ekim 1983 yılında Erzurum’da meydana gelen depremde 1150 kişi yaşamını yitirmiş, 1142 kişi yaralanmış, 3241 konut ağır hasar almış veya yıkılmış, 3007 konut orta hasar, 4085 konut hafif hasar görmüştür (Fırat, 1996: 422). 13 Mart 1992’de deprem bir kez daha Erzincan’ı vurmuştur. 653 kişi yaşamını yitirmiştir. 1 Ekim 1995 yılında meydana gelen Afyon Dinar depremi, 6.2 büyüklüğüne yaşanmış, 90 kişinin yaşamını yitirmesine yol açmıştır.[7] 1924 yılından 1996 tarihine kadar Türkiye’de 5.0 şiddetinden büyük 102 deprem meydana gelmiştir. Bu depremlerde yaklaşık 60.000 insan hayatını kaybetmiş, 330.000’den fazla yapı yıkılmıştır (Fırat, 1996: 423-424).

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi
Türkiye, 18 Nisan 1999’da yerel ve genel seçimlere gitti. Genel seçimlerde Demokratik Sol Parti %22,2 oranıyla 136 milletvekili, Milliyetçi Hareket Partisi %18,0 oranıyla 129 milletvekili, Fazilet Partisi %15,4 oranıyla 111 milletvekili, Anavatan Partisi %13,2 oranıyla 86 milletvekili, Doğru Yol Partisi de %12,0 oranıyla 85 milletvekili kazandı (Günal, 2009: 381). Genel seçimler sonucunda DSP, MHP ve ANAP’ın ortaklığında koalisyon hükümeti kuruldu (Aydın ve Taşkın, 2015: 447). Aynı gün yapılan yerel seçimlerde Kocaeli Belediyesi Başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi adayı Sefa Sirmen oldu. (Turan, 2008: 421). Sakarya Belediyesi FP adayı Aziz Duran olurken Yalova Belediyesi Başkanlığına ANAP’tan Yakup Bilgin Koçal seçildi.[8] 1999 yılının Ağustos ayına yaklaşırken siyasi gelişmeler bu şekildedir.
17 Ağustos 1999’ün ilk saatlerinde Türkiye, yirminci yüzyılın en büyük doğal afetlerinden birini yaşadı. Gece yarısından sonra saat 03.02’de merkez üssü Kocaeli Gölcük olan deprem, 7,4 şiddetinde 45 saniye sürdü (Gürsel, 2003: 631). Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir ve Zonguldak’ta ciddi can ve mal kayıpları yaşandı. TEM otoyolu ile İzmit-Arifiye tren yolunda kısmi hasarlar meydana geldi. Ülke genelinde elektrik kesintileri yaşanırken, telefon hatları çöktü. Depremin, Türkiye nüfusunun ve sanayisinin en yoğun olduğu bölgeleri vurması, afetin boyutlarını felakete götürdü. Depremin ilk yirmi dört saatinde 300’den fazla artçı sarsıntı yaşandı. Depremin hemen ardından uluslararası yardım kuruluşları ve farklı ülkelerden yardım ekipleri Türkiye’ye doğru yola çıktı. Türkiye’nin en büyük rafinerisi Tüpraş’ta depremin etkisiyle bir bacanın yakıt tankına düşmesiyle çıkan
yangın, 20 Ağustos günü anca kontrol altına alınabildi (Gürsel, 2003: 632). Depremin yarattığı facia boyutlarının bu denli yüksek olmasının nedenleri şöyle açıklanabilir: Depreme uygun olmayan mimari ve/veya taşıyıcı sistem, yapım (uygulama) hataları, kalitesiz ve eksik malzeme kullanımı, mevzuat eksikliği ve denetimsizlik (Altındal ve Konak, 2002: 147). Uluslararası kuruluşlar ve elliden fazla ülkenin yardım elini uzattığı süreçte, Türkiye, ön hazırlığın olmaması nedeniyle afet bölgelerine ilk 24 saat erişim güçlüğü yaşadı. Birkaç sivil gönüllünün oluşu Arama Kurtarma Timi (AKUT) başarılı bir sınav vererek ön plana çıktı. Organizasyonsuzluktan ötürü Marmara bölgesinde otoyollarda yardım konvoyları, ulaşımın aksamasına neden oldu (Özuğurlu, 2000: 331). 19 Ağustos’ta, yaz mevsiminin de etkisiyle enkaz altında hayatını kaybedenlerin bir salgına neden vermemeleri endişesiyle toplu defin kararı alındı. Ailesi veya yakını bulunamayan naaşlar, fotoğraflanıp numaralandırılarak defnedildi. Bu işlemler, depremden sonra resmi can kayıplarının ötesinde kaybolan naaşlar iddiasına neden oldu.[9] Depremde resmî açıklamalara göre 17.840 kişi hayatını kaybetti, 43.953 kişi yaralandı (Gürsel, 2003: 632). Sonrasında düzenlenen son araştırmalar neticesinde resmi rakamlar, can kaybı sayısı 18.374, yaralı sayısı 36.948 oldu. Ağır hasarlı konut 93.618 olarak belirlendi (Aktürk ve Albeni, 2002: 2). Depremde en çok hasar alan illerin başında Kocaeli, Sakarya ve Yalova geldi. Yalova, birinci dereceden deprem bölgesinde yer alıyordu (Turan, 2009: 38). Yalova depremin merkez üssüne 59 km. uzaklıktaydı (Turan, 2009: 46).[10] Depremin Yalova’daki hasar bilançosu şöyle oldu: 2504 kişi hayatını kaybetti, 9.462 ev, 727 işyeri ağır hasarlı, 1036 işyeri orta hasarlı, 12.685 ev ve 1881 iş yeri hafif hasarlı olarak kaydedildi (Turan, 2009: 48). 17 Ağustos depreminin akabinde 12 Kasım 1999’da Düzce’de de 7.2 şiddetinde depremle sarsılan Türkiye, kırılganlıkların olduğu ekonomiye ağır darbe vurdu, ekonomik planlamaları sekteye uğrattı (Ahmad, 2019: 181).

17 Ağustos 1999 Marmara Depreminde Yalova’daki Depremzedeler ile Gerçekleştirilen Sözlü Tarih Çalışması
Depremin üzerinden geçen seneler içinde birçok anma etkinliği yapılmıştır. Toplumsal hafızanın dinamikleri arasında en önemli unsur olan mekân, özellikle deprem anma törenlerinde ortaya çıkmıştır (Erdem, 2019: 151). Anıtların yanında toplumsal hafızanın bilgi aktarım yolu olan sözlü anlatımlar burada devreye girmektedir. Depremzedeler ile gerçekleştirilen mülakatların tam metinleri kayıtlardan deşifre edilerek hazırlanmıştır. Görüşmeler sırasında 17 Ağustos ve 6 Kasım 2021 tarihlerinde Yalova Deprem Anıtı ziyaret edilmiştir.

Depremzede Hasan Usta ile Mülakat
Hasan Usta ile 17 Ağustos 2021 tarihinde depremin yıl dönümü anma programından bir saat önce görüşülmüştür. Deprem sırasında 17 yaşında bir genç olan Usta, elli sekiz saate yakın bir süre enkaz altında kalmıştır. Görüşmenin tam metni şöyledir:[11]
Soru: Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Hasan Usta: 1982 doğumluyum ismim Hasan Usta’dır. 1996 yılında İstanbul’dan Yalova’ya taşındık.
Soru:16 Ağustos 1999 günü hakkında ne hatırlıyorsunuz?
H.U.: 16 Ağustos’tan önce 10 Ağustos’ta çok şiddetli bir fırtına oldu. 16
Ağustos’ta ise aşırı bir sıcak vardı sıcaktan uyuyamıyorduk. O gece aşırı derecede gök yüzünde yıldız vardı.
Soru: 12 Ağustos 1999 günü yaşanan güneş tutulmasını hatırlıyor musunuz?
H.U.: Evet hatırlıyorum hatta izlemek için dışarı çıktık ancak bizzat göremedim.
Soru:17 Ağustos 1999 Deprem gününü anlatır mısınız?
H.U.: Deprem zamanı henüz 17 yaşındaydım. Tek başıma kalıyordum evde. Deprem olduğu sırada yarı uyanık haldeydim. İlk darbede yerimden zıpladım. Eve hırsız girdiğini sandım, ardından bir uğultu başladı, çok kuvvetli bir uğultu. 46 saniye sürdüğünü söylediler ama bana daha uzun geldi. İlk vurma darbesinden sonra (Depremi ilk hissettiği an) kafama bir şeylerin döküldüğünü hissettim. Küçüklüğümde bana anlatılan vefat ettikten sonra gelen sorgu melekleri tarzı şeyler aklıma gelmeye başladı ölüm psikolojisine girmiştim. Alt katımda oturan Musa isimli bir arkadaşım vardı, beraber oyunlar oynadığımız bir arkadaşımdı onun bağrış seslerini duydum. Deprem sırasında onun üzerine kolon düşmüştü, 20 saat buyunca onun acılar içinde bağrışını duydum, onunla iletişim kurmaya çalıştım ancak acısından herhalde bana cevap veremiyordu.
Soru: Enkaz altında kaldığınızı nasıl anladınız? O şoku nasıl atlattınız?
H.U.: Artçı depremler olmaya başladı, o depremler oldukça sıkıştığım alan daralmaya başladı. Tabi enkaz altında kalınca etraf toz içinde bende arkadaşım Musa’ya seslenirken boğazımın kurumaya başladığını hissetim, bunun için kendimce önlemler aldım. Ben mutfak ile odamın duvarları arasında kaldım, annemin hazırladığı çilek reçellerini gördüm. Onlara ulaştım elimle ve alabildiğim kadar ağzıma götürdüm ancak reçel beni çok susattı. Uyumam gerektiğini düşünüp uyudum ama ne kadar uyuduğumu hatırlamıyorum bana çok derin uykular gibi geldi ama belki de 30 dakika veya daha kısa sürmüşte olabilir çünkü o ara zaman algım kayboldu dediğim gibi öleceğim psikolojisindeydim.
Soru: Yani deprem olduktan sonra ne kadar bir süreden sonra bilincinizin yerine geldiğini bilmiyorsunuz?
H.U.: Evet hatırlamıyorum sadece uyandıktan sonra dilimin olmadığını hissine kapıldım. Yavaş yavaş ölüme gittiğimi düşünüyorum. O sırada istemeyerek reçeli ağzıma götürüyorum istemiyorum çünkü susatıyor ancak istiyorum da yani kısaca ne yapacağımı bilemiyorum panik halindeydim. Sonra arkadaşımla iletişimim kesildi kendisinin vefat ettiğini sonradan öğrendim. Bizim binaya kepçe sokmuşlar kepçenin manevralarının beni daha daralttığını hissettim. Zaten enkaz altında kalan birçok insan kurtarılma esnasında kepçelerden dolayı can verdi. Benim dayım kepçeyi engellemiş binaya daha fazla girmesin diye. Sonradan yavaş yavaş dışardaki sesleri algılamaya başladım enkaz altında kalınca zaten kulağımın içine sıva parçaları girmiş onlar çıktı kulağımdan. Elimin kesildiğini hissettim ampul kırıklarından.
Soru: Enkazda ne kadar kaldınız, çıkarıldıktan sonra ne hatırlıyorsunuz?
H.U.: 54 ya da 58 saat kaldım enkazda. Çıktıktan sonra ilk hatırladığım dayımın elini gördüm, elinde tırnağının olmadığını gördüğüm. Yani gözümü tam açamıyorum ama buğulu bir şekilde artık bana ulaşmak için çıplak elle mücadele ettiğini ve bu yüzden tırnaklarının kalmadığını gördüm. Böbreğimin bir tanesini alacaklarmış susuzluktan ve çok toz yutmaktan. Musa ile iletişime geçmek beni çok yordu ama başka tutunabileceğim dalım yoktu, tek umudum onunla kurmaya çalıştığım iletişimdi sonra öğrendim ki Musa’nın tüm ailesi vefat etmiş benim kadar şanslı değillermiş maalesef kiriş kolonun altında kalmışlar, ben ise duvar arasında kaldım yataktan düşüp nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde resmen yaşam üçgeni gibi bir alana itildiğimi hissetim, yatağımın üstüne dokunduğumda beton tabliye vardı belki düşmesem bende arada ezilecektim.
Soru: Peki sizi kurtaran ekip ile olaydan sonra bir tanışma veya bir temas oldu mu?
H.U.: Olmadı, ben çıktıktan sonra bir tek dayımın tırnağını gördüm ve beni helikopterle hemen GATA’ya kaldırdılar. Helikopterdeyken böyle bir kafamı uzatmaya çalıştım ve o zaman daha ilk defa binmiştim helikoptere zaten yaşadığım olay ve ilk defa helikoptere binmenin verdiği panikle hatırladığım aşağıya baktığımda her yerin enkaz olduğuydu. Burada ilerde bir fırın var Öncü Fırın orda yangın çıktığını gördüm helikopterden, sonradan duyduğum kadarıyla da orda insanlar yanarak can vermiş. Orası hala ekmek fırını olarak hizmet veriyor o olaydan çok etkilenmiştim çünkü orada da bir arkadaşım vefat etti. Beni ameliyat edecekler ama sonradan böbreğimin fonksiyonlarının çalıştığını fark ediyorlar ve ciddi iğneler yedim.
Soru: Taburcu olduktan sonra depreme dair ilk bilgileri nasıl aldınız? Dayınız mı söyledi yoksa anne babanızdan mı duydunuz?
H.U.: Taburcu olduktan sonra ilk gittiğim yer Hacımehmet Ovası oldu, oraya gitmek istedim çünkü orada da arkadaşlarım vardı. Üstümde atletle hemen oraya gittim. Oraya gittiğimde gördüğüm her yerin darmadağın olduğuydu, içimi bir korku sardı, ben buradan mı çıktım diye. Ardından teyzemin ve kızlarının Gölcükte vefat ettiğini öğrendim. Bizim akrabalardan 6 kişi vefat etti. Çok enteresan onlar 9. katta vefat etti ben 2. katta üstüme 4 kat çöktü ve kurtuldum onlar kurtulamadı. Teyzemin kızlarından biri öd patlamasından vefat ediyor diğeri ise nişanlısı asker, askeriyeden sesini kaydedip kaset olarak göndermiş yatarken onu açıp dinlerken yatakta vefat ediyor.
Soru: Depremden öncesine kadar deprem hakkında herhangi bir bilgi veya okul tarafından verilmiş bir bilginiz var mıydı?
H.U.: Hayır herhangi bir bilgim yoktu. 12-13 yaşlarındayken İstanbul’da çok fazla kar yağmıştı o zaman bir deprem olmuştu hepimiz o karda dışarı çıkmıştık. (Usta’ya o senenin hatırlatması yapılıyor) Evet muhtemelen ama çok büyük bir şey olmamıştı ilk deprem algısı o zaman oluştu çocukken. Bizim için eğlence gibi olmuştu o yaşta çünkü normalde annem indirmiyordu karda depremle beraber Kadıköy’de dışarı çıkmıştık eğleniyorduk karda herkeste panik vardı ama biz çocuk olduğumuz için bize eğlence gibi geldi.
Soru: Depremin ilk yıl dönümü hakkında ne hatırlıyorsunuz?
H.U.: Birinci yıl döneminde dedemlerin bahçesinde çadır kurmuştuk dedemin kiracıları ile çadırda kaldık. Yalova’ya kısmi gelişlerimiz oldu o arada Yalova’ya çadır kentler kuruldu prefabrik evler kuruldu bizde o evlerde kaldık Yalova’da 1, 1,5 sene kaldık yazları çok sıcak oluyordu hortumla evleri suluyorduk soğusun diye. Çiftlikköy Sultaniye taraflarına da kuruldu oralara hatta özel halk otobüsleri koydular.
Soru: Depremden sonra hakikaten bu olaydan dolayı oldu dediğiniz karakterinize etki ne oldu?
H.U: Korkusuzluk, çok korkaktım depremden önce hatta lambayı kapatmadan uyuyamazdım ama o olaydan sonra ne lamba ne insan arar oldum. Hiçbir korkum kalmadı hatta korkularımın üzerine gitmeye başladım. Sorular:17 Ağustostan sonra 22 sene geçti sizin 17 Ağustos’ta yaşadığınız kayıplar bunları duyduğunuzda aklınızda canlanan ilk hatıralar nelerdir? H.U.: Okul zamanlarındaki arkadaşlarım, teneffüslerdeki yaramazlıklarımız, küçük sevgilim... Eda diye bir kız vardı, aşıktım. O zamanlar küçüklüğün verdiği tatlı panik vardı onun da vefat ettiğini öğrendim. İki sene onu düşündüm, neden benim kurtulduğumu onun vefat ettiğini düşündüm.
Soru: 22 seneyi geride kapattık birazdan anıta gideceğiz projenin ilk röportajı böyle özel bir güne yıldönümüne denk geldi birazda duygusal olacak ama sizce 17 Ağustos artık unutuldu mu?
H.U.: Unutuldu, çünkü geçen sene hiç beklemediğim kadar az kalabalık vardı, hatta kendi kendime mırıldandım yani bu kadar mıydı diye. Umudum 30 dakika sonra bu kalabalığın geçen seneye göre daha fazla kalabalık olması.
Soru: Sizce unutturulmamak adına neler yapılmalı?
H.U.: Şu an 22. yıl dönemi zaman geçtikçe unutuluyor, bunun sebebi de bence depremi yaşayan insanların buralardan göç etmesi. Unutturulmamak adına mesela bugün (17 Ağustos 2021) seminerler verilebilirdi, stantlar kurulabilirdi. Mesela Yalova’nın kurtuluşunda yapılan etkinlikler böyle toplumun ortak acılarının olduğu günlerde de etkinlikler yapılabilir. Özellikle böyle büyük bir AFAD’da yani ben dünyanın yok olduğunu zannettim o uğultu o titreşim inanılır gibi değildi yani bir daha öyle bir şey yaşarsam nasıl atlatırım bilemiyorum. Bu kadar büyük bir acı yani ben inanmıyorum sadece o kadar kişinin vefat ettiğine yani şöyle söyleyeyim bizim sınıf 35 kişiydi 8 kişi kaldı sadece bizim sınıfta bile bu kadar kayıp varken ben vefat eden sayısının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Ben şuna da inanıyorum birazdan gideceğimiz anıtın olduğu bölüm eskiden denizdi biz oralarda çok vakit geçiriyorduk. Yalova’daki enkazın yarısını oraya döktüler doldurdular orayı ve ben inanıyorum ki o enkazların içinde çokça ceset vardı ve kaybolan bulunamayan ciddi bir rakamın o enkazın o anıtta (enkazla yapılan doldurulma sonucu) olduğunu düşünüyorum. Benim teyzemin kocası bulunamadı hala. O dönemde orayı doldururken oraya çok enkaz taşındı orası çok büyük bir alan.
Soru: Hasan Bey sorularımıza verdiğin cevaplar için çok teşekkür ederiz. Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?
H.U.: Eklemek istediğim orda kaybettiğim arkadaşlarımın yaşamalarını bugünlerini görmeyi hala iletişimde olmayı. Hep içimde ukde kalmıştır o dönemden çocukluk arkadaşlarımın kalması...

Depremzede Şafak Özkan ile Mülakat
Şafak Özkan ile 30 Ocak 2021 tarihinde görüşülmüştür. Görüşmede öncelikle kendisinin tanıtması rica edildikten sonra depremin meydana geldiği saatlerin öncesi ve deprem anı ilk deprem sonrasındaki yaşanılanlar sorulmuştur.[12] Çınarcık’ta depremi yaşayan ve göçük altından kurtarılan Özkan’la görüşme tam metni şöyledir:

Soru: Kendinizden biraz bahseder misiniz?
Şafak Özkan: Tamam. 52 yaşındayım, 1970 doğumluyum. Bilecik’te doğdum ama 17 yaşımdan beri Ankara ve İstanbul’da yaşıyorum. Şu anda iki kızım var. Biri üniversiteyi bitirmek üzere bu sene, diğeri lise birinci sınıf. Emekliyim. Devlet kurumundan emekli oldum. Vakıflar Genel Müdürlüğünden, iki yıl önce emekli oldum. 1991 yılında Hacettepe Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezun oldum. Şu anda da emekli, evdeyim.
Soru: 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin öncesine 16 Ağustos gündüz saatlerine gidelim. O güne dair neler hatırlıyorsunuz?
Ş.Ö.: O güne dair neler hatırlıyorum… Yani korkunç bir gündü o gün. Korku, yalnızlık, çıkamama korkusu yani ben 33 saat göçük altında kaldığım için artık ümidimi de kaybetmiştim zaten. Yani, bir daha yaşanmamasını diliyorum. Hiç kimse yaşamasın bunu, çocuklar hele hiç yaşamasınlar onu istiyorum yani. Ya hatırladığım o, korku. Ağır yaralı çıktım zaten oradan. Hani hala devam eden sağlık problemleri, hala şey yapabiliyor, beni rahatsız edebiliyor bazı şeyler. Operasyon falan geçirmiştim zaten belimden. Bu yüzden hatta geçenlerde yine doktora gittiğimde yine ameliyat olmam gerektiğini söylediler. O şekilde, hani yıllarca ölünceye kadar gidecek bir şey bıraktı, arıza bıraktı bende.
Soru: Peki, enkaz altında kaldığınız anlara dair neler hatırlıyorsunuz?
Ş.Ö.: Yani, şimdi zaten ben Çınarcık’ta yakalandım depreme. İki gün olmuştu daha gideli. İkinci gecesinde yakalandım. Öncelikle zaten bir gitmek istemedim. Her zaman gittiğim yazlık yerdir Çınarcık. Her sene gittiğim bir yerdir ama o sene ne hikmetse hiç canım gitmek istemedi. Zoraki gittim gibi oldu. O akşam bir olağanüstülük vardı aslında. Hani evren, insanlara bir mesaj gönderiyor belki almasını bilmiyoruz. Ya aşırı bir sıcak vardı zaten. Çınarcık sıcak olur ama o kadar olmaz. Benim büyük kızım o zaman 3 aylıktı. O bile o saate kadar 02.30’a kadar içeride uyanıyor, balkona çıkartıyorum uyuyor. İçeriye götürüyorum uyuduktan sonra tekrar ağlıyor. Böyle içerde durmak istemiyordu yani üç aylık bebek. Tam işte 02.30, 03.00’e çeyrek kala falan yatağına yatırmıştım. Bu yüzden hemen ağlar diye de balkonda oturuyorum. Ondan sonra çok sıcaktı. Gökyüzü çok aydınlıktı ne hikmetse bir bağlantısı var mı bilmiyorum. Öyle ablamlarla sohbet ediyorduk. Saat 03.00’e doğru önce bir ışıklar gitti, geldi. Sonra tekrardan bir ışıklar gitti ama bu sefer büyük bir gürültü duydum. Gürültü duyunca dedim ki deprem oluyor. Deprem oluyor dememle, ben kızıma doğru bir adım attım içeriye; o anda zaten sallantı başladı ve nasıl diyeyim, çok kısa bir sürede herhalde 52 saniyelik bir depremdi ama onuncu saniyesinde falan sallantıyla yere düştüm. Bina üzerimize yıkıldı yani öyle oldu. O şekilde, sonrasında da işte vücudumun yarısı zaten bir enkaz altında gibiydi. Yarısı boştaydı. Tavan inmişti aşağıya. Oradan kendimi kurtardım. Ondan sonra düz bir şekilde karanlıkta yattım. O şekilde oldu.
Soru: Peki bu enkaz altında kaldıktan sonra bölgeye sevk edilen yardımlar nelerdi?
Ş.Ö.: Yani yardım için nasıldı… Şey yaptık, çok seslendim yani bağırmıştım. Hatta yanımda o zaman 14 yaşında yeğenim vardı. O orda yatıyordu çünkü. İkimiz aynı anda salonda enkaz altında kaldık. Yani bir zaman mefhumu kaybediyorsun zaten de bir süre sonra bağırdığımda “tamam size yardıma geliyoruz” dediler. Ancak bir çalışmalar oldu bam güm sesleri duyuyoruz. Hah diyorum yeğenim de 14 yaşında ya: “bak geldiler kurtarmaya endişelenme” diyorum. Ondan sonra baya bir uğraştılar, ettiler sonra sesler kesildi. Kesilince, o zaman işte yeniden seslendim hiç şey yok, hani yardıma gelen yok. O da bir ümitsizliğe kapıldı tabii. Sonra tekrardan bir can havliyle yeniden seslendik ama tabi aradan 25 saat geçmiş. Biz saatin o kadar geçtiğinin farkında değildik aslında. Sabah 07.00’ymiş orda. Sessizlikte herhalde sabahın yedisinin olmasının verdiği sessizlikte, oradan geçen birisi duyuyor sesimi. Ona istinaden zaten tekrardan yardım geliyor. Ondan sonra işte 5-6 saatlik bir çalışma yapıldı. O çalışmanın sonrasında da çıktık biz. O şekilde oldu, çıkartıldık.
Soru: Enkazdan kurtarıldıktan sonra hangi sağlık sorunları ile karşılaştınız?
Ş.Ö.: Bir bel ameliyatı oldum, yüz toparlama ameliyatı oldum, iki de estetik oldum. Dört diyebiliriz, dört ameliyat.
Sorular: Peki sizin yaşadığınız depremin üzerinden 23 sene geçmiş. Sizce Türkiye’de bu deprem gerçeğine yaklaşım değişti mi o günden bugüne?
Ş.Ö.: Hayır, hiç değişmedi. Yani İstanbul açısından söyleyeyim, hala derme çatma binaların yapıldığını düşünüyorum. Baksana yani Kağıthane bölgesinde durup dururken binalar yıkılıyor zaten. Daha deprem olmadan yıkılanları var. Hani hiç ders çıkartıldığını düşünmüyorum. İnsanların toplanma alanları yok, bir deprem olsa hani sağlam evden çıkanların; en azından benim çevremde hiçbir park bahçe alanı yok ki. Oraların oluşturulması gerekiyor aslında. Onlar yok. E binaların da sağlam yapılmadığını düşünüyorum. Hani, o yüzden İstanbul için çok iyi bir senaryo yok yani deprem olası halinde.
Soru: Peki, başka bir şekilde mesela, yeni nesillere deprem bilinci nasıl kazandırılmalı?
Ş.Ö.: Ya bence sadece bizim ülkemizde yani deprem, deprem olduğunda hatırlanıyor. Hani bir sallanıyor, atıyorum Antalya sallanıyor ya da Muğla sallanıyor, ha İstanbul’daki deprem akıllara geliyor. Sadece iki gün yayın yapılıyor, konuşuluyor falan filan ama elde var sıfır. Hiçbir şey yapılmıyor. Ben bu deprem şeyinin bence bir de ilk yardımın… ilk yardım çok önemli çünkü ben kendime göçük altında ilk yardımı iyi yapmışım yoksa kan kaybından gidebilirmişim. Doktor öyle söylemişti. Kolumda derin bir kanama varmış çünkü o tam damarıma gelmiş. Hani ben orda kolumu sıktım bir şey kanın… görmüyorum ama yapışkanlığından anladım bir kanamanın olduğunu. Kolumu yukarda tuttum, bir şeyler yaptım hani katladım; kalp seviyesinden yukarda tutuyorsun falan kanamayı durdurmuşum bir şekilde. Ondan sonra hani ilk yardımın ve deprem hazırlığın, afet hazırlıklarının bence okullarda en azından seçmeli ders mi olur ya da zorunlu ders mi olur, hani bir şekilde verilmesi gerektiğini düşünüyorum ilk yardımın ve deprem/afet hazırlıklarının. Artı, hani televizyonlarda bile böyle spot, kamu spotu gibi verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani, o yüzden belki gençlerimiz daha bir hazırlıklı olurlar en azından diye düşünüyorum. Yani eğitilmeden olmuyor çünkü hani illaki yaşamak gerekmiyor bir şeyin kötü olduğunu anlamak için, illaki başa bir şey gelmesi gerekmiyor. Hani bunu önlemek önemli olan, kayıpları önlemek. Bu konuda önleyici tedbirlerin alınması gerekiyor bence.
Soru: Evet, kesinlikle, o hayati bilgilerin yaygınlaştırılmasını ifade edebilir miyiz?
Ş.Ö.: Evet, evet. İlk yardım zaten herkesin trafik kazasında ya da sokakta da başına gelebileceği bir şey. Hani bunlar verilse çok iyi olur diye düşünüyorum açıkçası. İnsanlar bilmeli bunu yani eğitim şart.
Soru: Buradan da şunu çıkartıyorum o zaman; bizim halkımız daha büyük depremlere, şu an bir deprem olsa hazır değil mi?
Ş.Ö.: Değil, değil. Yani özellikle İstanbul hiç hazır değil. Hani ekipleri de yeterli değil zaten insanlar da çok fazla kalabalık, binalar çok derme çatma. Yani çok sağlam yapıldıklarını düşünmüyorum açıkçası. Hani bir, hemen 1999 depreminden sonra yapılan, belki 5-10 yıl içinde yapılanlar şey oldu ama biraz daha sağlam yapılmıştır belki ama hani o kadar saçma sapan yerlere binalar yapılıyor ki her an yıkılacakmış gibi. O yüzden, ben… hem sağlam bina bilincinin oturması lazım hem insanların, hani afet bilincinin yerleşmesi gerekiyor insanların kafasına hazırlıklı olması için ve bunun da devamlı hatırlatılması lazım çünkü
Türk toplumu biraz, çok unutkan bir toplum. Biraz balık hafızalı. O yüzden tekrar tekrar bunların gündeme getirilmesi lazım bence. Böyle olması lazım. Ben 1999 depreminde iki ablamı kaybettim. Kurtulduğuma sevinemedim yani bir süre. Öyle yani çok insanların hani ocağına ateş düştü aslında. Çok üzücü şeyler oldu, yaşandı. Kayıplar çok fazla. Kimisi… mesela benim çocuğumu başka bir aile, üç aylık demiştim ya hani Selen. Selen’i başka bir aile mesela: “bizim çocuğumuz” diye sahiplenmişler. Hani, benim yeğenim orada şey yapıyor: “Hayır” diyor, “o teyzemin kızı” diyor. Meğerse kadının da üç aylık oğlu göçük altında kalmış. İkisi üç aylık olunca hani daha bebekler fark edilmiyor. Yeğenim diyor ki: “benim teyzemin kızı bu” diyor. Ondan sonra açıp bakıyorlar cinsiyetine, kız olunca yeğenime veriyorlar çocuğu. Yani benim de oğlum olmuş olsaydı karışmıştı yani şu anda. Çocuğum bulunmayacaktı. Öyle bir karmaşa ve kötü şeyler de oldu, oluyor. Hani hiç insanlar, ölenlerin cesetleri, bulunamayanlar da var hani kendisi öldü deniyor ama cesette yok ortada yani. Bu şekilde. O yüzden inşallah yaşamayız bir daha hani çok beklenen bir deprem şu anda İstanbul’da ariyetten. İnşallah yaşamayız ya da geç yaşarız. O zamana kadar da biraz bilinçli oluruz ve insanlar… kaybımız az olur. Öyle ümit ediyorum.
Soru: Evet çok teşekkür ederiz. Sorularımız bu kadardı. Bu kadarı yeterli, sizi de çok zorlamamak amaçlı.
ŞÖ: Umarım yardımcı olmuşumdur.”

Şafak Özkan’ın görüşmede vurguladığı gibi, deprem sonrasındaki kaotik ortamda kurtulan bebeklerin karışması ihtimali dikkate değerdir.

Depremzede Ayşe İleri ile Mülakat
Proje kapsamında mülakat yapılan üçüncü depremzede, halen Yalova Çınarcık’ta ikamet eden Ayşe İleri’dir. 15 Mayıs 1945 doğumlu Ayşe İleri, depremin gerçekleştiği tarihte işçi emeklisi olarak Çınarcık’ta ikamet etmektedir. Kendisi ile 6 Kasım 2021 tarihinde, halen ikamet etmekte olduğu depremde orta hasar raporu sonrası tamirat edilen evinde görüşülmüştür. Kendisiyle yapılan görüşmenin tam metni şöyledir:
Soru:16 Ağustos 1999 günü hakkında ne hatırlıyorsunuz?
Ayşe İleri:16 Ağustos günü torunlarımla denize gidiyorduk normalde gittiğimiz kumsala doğru yürürken bugün çok sıcak buradan girelim dedim. Denizden çıkarken ayağımı suyun altında kuma bastığım anda ayağım yandı o kadar sıcaktı kum sanki ateş vardı suyun altında. Sudan çıkar çıkmaz “Eve gidelim” dedim, çocuklar kumda oynamak istediler biraz daha kalalım dediler. O sırada büyük bir dalga kıyıya vurdu bizde hemen eve doğru yola koyulduk. Eve yaklaşırken fark ettik ki dalgalar karaya taşmıştı.
Soru: Deprem anına dair neler hatırlıyorsunuz?
A.İ: Torunlarıma erken yatın sabah denize gideceğiz dedim. Salonda televizyonda kumandalı oyun vardı onu oynuyordu çocuklar bende o sırada uyumaya gittim. Sonra bir dürtüyle uyandım saat 1’i 10 geçe, tuvalete gittim geldim salonda babaları uyumuştu bende tekrardan uyardım uyusunlar diye. Ondan sonra tekrar uyudum ve depremi hiç hissetmedim. Torunum Çiğdem bana seslendi “Anneanne, Anneanne gel” diye. Ama ben uyku sersemiyim bana ses sanki rüyadaymışım gibi geliyor. Bende o an “Korkma kızım ne oldu?” dedim. Torunum “Anneanne kalk deprem oluyor” dedi. Ben hiçbir şey hissetmedim o anda nasıl uyuduğumu da anlamadım. Kalkınca kapıyı açmaya çalıştım ama kapı sıkışmıştı biraz zorlayınca açmayı başardım. Salona girince damadım köşeye dikilmiş dona kalmıştı torunlarım olayın şokuyla ağlıyorlardı. O sırada balkon camından dışarı baktığımda simsiyah bir duman gözüküyordu, meğerse karşımızdaki bina yıkılmış onun tozuymuş. O sırada damadıma seslendim “Çocukları alalım dışarı çıkalım” dedim. O sırada sallanmaya da devam ediyoruz sarsıntı hiç durmadı. Ben 1983 Erzurum Depremi’nde Sarıkamış’taydım o depremi de yaşadım. Balkon kapısını açmaya çalıştım dışarı çıkmak için camı açar açmaz içeri toz ve duman girdi bunun üzerine camı kapattım ve hemen üzerimize bir şeyler alıp dışarı çıkmaya çalıştık. Bütün herkes sahile akın etti depremden sonra biz hemen parka koştuk orda sabahladık. Deprem bütün gün devam etti öğle saatlerine doğru artçılar durunca İstanbul’dan 2 vapur geldi damadım ve torunlarım o vapura binip İstanbul’a döndüler. Ben kaldım çünkü ev açık kaldı kapılar filan. Eve döndüğümde korktum eve girmeye evin önündeki parkta kalıyordum, sahilde yardım çadırları vardı erzak dağıtılan oraya beni almak istemedi çevre eşrafı “Senin çocukların İstanbul’da gitsene yanlarına” dediler, “Nasıl gideyim evim burada” dedim. Vapurlarda yemekler dağıtıldı ama beni bir kere aldılar aralarına.
Soru: Yalova’ya ne zaman yerleştiniz?
A.İ: 40 sene önce geldik Yalova merkezde idi önceden yazlığımız sonradan denizi daha güzel diye Çınarcık’a geçtik burası benim yazlığım.
Soru: Depremden sonra neler yaşadınız? Devlet tarafından bir yardım aldınız mı?
A.İ: Bana çadır vs. hiçbir şey verilmedi bende Askeriye’ ye gittim bana çadırı asker verdi ama onu da tek başıma kurmayı beceremedim. O sırada İstanbul’dan yardım getiren birkaç kişi gördüm yiyecek teneke vs. dağıtıyorlardı ben bir tek battaniye ve halı alabildim hala o iki eşyayı saklarım. Bizim binamızda sadece tek kolon yıkılmıştı ama apartman toplantısında aldığımız karar ile binayı yeniden yaptırmaya karar aldık bunun üzerine bende kiraya çıktım ve devletten bir tek kira yardımı aldım. Binada da mağdur edildim bütün herkesin dairesi tam halde teslim edildi en son benimki eksik halde teslim edildi ben emekli maaşım ile her ay ufak ufak evimin eksiklerini giderdim. Bir de rahmetli Levent Kırca’nın Kırca Tiyatrosu bizlere ücretsiz otobüs kaldırdı Çınarcık’tan İstanbul’a götürdü orada bize moral gösterisi yaptılar.
Soru: Depremin hayatınızda bıraktığı olumsuzlar nelerdir?
A.İ: O günden sonra denize girmekten nefret ettim, torunlarımda 2-3 sene gelmediler buraya korkudan.”

Yalova Belediyesi Eski Başkanı Yakup Bilgin Koçal ile Mülakat
Yakup Bilgin Koçal, 12 Aralık 1958 yılında Yalova’da doğdu. Orta öğretimi İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1982 yılında Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Yalova Devlet Hastanesi Vakfı Kurucu Başkanlığı, Yalova Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı, TUFAG Folklor Derneği Başkanlığı ve Yalova Spor Kulübü Başkanlığı gibi çeşitli görevlerde bulundu. Siyasi hayata atıldıktan sonra 1999-2004 ile 2009-2014 yılları arasında iki dönem Yalova Belediye Başkanlığına seçildi. 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminde Yalova Belediyesi Başkanı idi. Kendisiyle 6 Kasım 2021 tarihinde gerçekleşen mülakatta, deprem sonrası yaşananlar, yerel idarecilerin karşılaştığı güçlükler, can kaybının yüksek olmasında bina yapımı mevzuatları, can kaybı rakamlarının resmi rakamlardan daha yüksek olduğu iddiaları, depremin ekonomik boyutları, uluslararası yardım örgütleri ve siyasilerin deprem bölgelerine yaklaşımları soruldu. Görüşme tam metni şöyledir:[13]
“Soru: 16 Ağustos 1999 günü hakkında neler hatırlıyorsunuz?
Yakup Bilgin Koçal: Çok sıcak, bunaltıcı bir gün olarak hatırlıyorum. Belediye başkanı olarak tüm gün dışarıdaydım. Ailemde yurt dışında olduğundan eve gelir gelmez uyudum. Depremden bir, bir buçuk saat önce yatmıştım. Deprem anında ciddi bir gürültüyle uyandım hiç unutmam dışarı çıkmaya çalıştığımda oda kapısını yarı açık bırakmışım kafamı çarptığım. Sokağa çıktık, aşağı katımda annem ile babam oturuyordu ilk iş onları çıkarmak oldu. İlk çıktığımız anda sahile yakın bir cadde olan Yalı caddesinde oturuyorduk o anda olayın büyüklüğünü anlamadık. Alelacele giydiğim kıyafetlerle koşarak itfaiye binasına gittim, onları bir araya getirip müdahale edecektik. Vali beyi aradım, o da oradaki futbol sahasına gelmişti. Bizi de çağırıp orada merkez kuracağımızı söyledi. Evden itfaiyeye yayan gittim şoförümde itfaiyeye geldi arabayla. İtfaiyeden Bahçelievler mahallesindeki sahaya arabayla giderken olayın büyüklüğünü etkisini gördüm. Telefon bağlantıları da kesildi, Ankara’ya ulaşmaya çalışırken büyük zorluk yaşadık. İlk gece hakkında aklımda kalanlar hemen hemen bunlar.
Soru: Depremin ertesi günü hakkında neler hatırlıyorsunuz?
Y.B.K: İlk günle ilgili şunu söyleyebilirim; depremin olduğu bölge Yalova’dan Düzce’ye kadar büyük bir bölümdü ve deprem yaşandıktan sonra ilk yıllarda en çabuk toparlanan yerin Yalova olduğu gibi bir algı oluştu. Bu doğruydu. Bunun en önemli iki sebebi Bursa’daki askeri birliğe ulaştık ve helikopter desteği geldi, askeri helikopterle ikindiye kadar yaralıları İstanbul ve Bursa hastanelerine sevk ettik. Bu işi ilk günden halletmek Yalova’nın şansı oldu. Tabi belediye başkanı olarak ilk üzerimize düşen görev yaralıları kurtarmak vefat edenleri defnetmek. Diğer sebebi ise biliyorsunuz biz (Yalova) 1995 yılında il olduk, ben 1999 yılında belediye başkanı oldum depremden birkaç ay önce. 1999’dan önce de ben Yalova Ticaret Odası başkanlığı yapıyordum. 1998 yılında biz Yalova’da bir kongre yaptık, tıpkı Atatürk’ün yaptığı İzmir İktisat Kongresi modelindeki gibi, vizyonumuzun ve misyonumuzu ortaya koyan bir kongre yaptık. Bunu neden anlatıyorum 6 ay süren Valilik ve Ticaret Odasının koordineli bir şekilde bütün köyler, esnaflar, siyasileri ve halkı bürokrasiye dahil ettik hızlı çalışabilmemizdeki en önemli etkendi. Bu kongre ile oluşan birliktelik deprem sonrasına da yansıdı başka şehirlerde yaşanan çok başlılık bizdeki toplumun her ferdinin bürokrasiye dahil edilmesi sayesinde, her bir birey kompleks yapmadan şehrin toplanması için gerekeni yaptı.
Soru: Depremden sonra ilk icraatınız ne oldu?
Y.B.K: Yaralıları kurtarıp vefat edenleri defnettik. Belediye başkanı olarak ilk yaptığım şey şuydu, depremden bir iki gün sonra ne yapabiliriz diye düşündük. En kolay şey tecrübeyi öğrenmektir. 1995 yılında Dinarda bir deprem olmuştu, belediyemizden bazı müdürleri görevlendirip çalışma yapmaları için gönderdik amacımız şehrin depremden sonra 5 yıl içinde yaşadığı her türlü fiziki ve psikolojik problemleri nasıl düzelttiği veya neler yapılmadığı için vatandaşın ruhen zarar gördüğü hakkında bilgi edinip ona göre aksiyon almaktı. Şehirde nelerin probleme dönüştüğü hakkında raporlar aldık ve bunlardan çok istifade ettim. İlk maddede özellikle üstüne basa basa söyledikleri şey fiziki hasarlardan çok kişilerin psikolojik travmalarının daha etkili olduğu ve bunu düzeltmenin daha önemli olduğunu belirttiler. Fiziki problemler çözülebilir ama insanları yaşadığı tramvayı düzeltmek kısa vadede daha önemliydi. Biz de insanlara moral vermek için çiçeklendirme çalışmaları yaptık, konserler düzenlemeye başladık. İnsanlara moral kazandırabilmek için düzenledik ama olayın iç yüzünü bilmeyen insanlar tarafından eleştirilen ama bilinçli yapılmış tercihlerdi ve 20 yıl sonra baktığımızda ne kadar doğru tercihler olduğunu da görüyoruz. O dönemde deprem sonrası ne yapılacağıyla alakalı hiçbir bilgi yoktu çünkü böyle bir tecrübe de yoktu. Artık, 99 depreminin de verdiği tecrübeyle, deprem sonrası sürecin yönetimiyle ilgili Türkiye’nin çok daha iyi durumda olduğunu görüyorum. Gerek kurtarma ekipleri gerek ekipmanlar olsun gerekse yapılacaklar konusunda daha bilgili ve tecrübeliyiz.
Soru: Depremden önce alınan tedbirler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Y.B.K: Deprem öncesi yapılması gerekenlerle alakalı ise söylemek istediğim şu var, deprem kaçınılmaz bir gerçek binaların yıkılmaması hususunda ise yapılanlarda eksikler vardı. Tabi en kolayı kamuyu, devleti suçlamaktır. Ben başka bir boyuta değineceğim. Bana göre kamu kadar vatandaşın da burada sorumluluğu var. Çünkü vatandaşlarda hep kısa vadeli çözümlerle, maliyeti az olsun diye tabiri caizse binalardaki sorunları hasıraltı etti ve binalar hasar aldı. Bir nek vermek istiyorum, depremden sonra binaları üç ayrı sınıfa ayırdılar ağır hasarlı olanlar, orta hasar alanlar ve hafif hasarlılar. Ağır hasarlılar yıkılırken, orta hasarlıların belli kredi ile onarılmasına kanuni zorunluluk getirildi. Tabi hafif hasar alanlar ilk depremi atlatmıştı ama tekrar bir şey olsa dayanıp dayanamayacağı belli değildi çünkü bu binalarda bir darbe yedi belki görünürde bir hasar yoktu ama ikinci bir darbede ne olacağı belirsizdi. Biz bunun için Yalova Belediyesinin girişimi ile bakanlar kurulu kararı çıkardık ve tıpkı orta hasarlılara uygulananlar gibi uygun kredilerle hafif hasarlı binalarında yararlanmasını sağladık ancak bu zorunlu değildi. Bunun mecbur olmamasında dolayı buna çok az kişi katıldı. Bu vatandaşın sorumluluğundaydı artık ama yararlanmak istemediler. Bunun sebepleri de vardı krediler her ne kadar cazip şartlarda olsa da sonuç olarak bir para harcayacaktı ne kadar can güvenliğini sağlamak içinde olsa para harcamamak için çok az kişi yararlandı. Ben hükümeti çok uyardım bunu zorunluluk haline getirin diye ama yasal zorunluluk geç geldi 2012 de geldi Kentsel Dönüşüm yasası depremden 12 yıl sonra.
Soru: Müteahhitlerin bina yapımlarında yasal boşluklardan yararlandığını düşünüyor musunuz?”
Y.B.K: Deprem gibi acı bir felaket yaşandı, mimarlar ve müteahhitler de suçlandı. Peki kabahat kimde? Tabi daha önce böyle bir şey yaşanmadığı için kimi nasıl suçlayacaksın? Böyle bir şey daha önce olmadığından hukuki boşluk zaten vardı. Depremden sonra gördük ki en çok yıkım Yalova’da Hacımehmet Ovasında yani Yalova’nın en yeni binaların olduğu yerde olmuştu buradaki binaların en yaşlısı 10 yıl önce yapılmıştı, başka en çok yıkım Süleymanbey mahallesinde oldu burada da öğrendik ki eskiden denize kadar akan bir ufak bir dere geçiyormuş ve bu dere kapanınca üzeri ve etrafı yapılaşmaya açılmış insanlar bilmiyor belki ama orası dere yatağıymış. Bu da şunu gösterdi, binanın mühendisliğinden ziyade kurulduğu zemin önem teşkil ediyordu. Çünkü baktığımızda en lüks, en pahalı binalar yıkıldı. Mesela bu konuda örneklerde var bir müteahhit aynı sitede 4 bina yapıyor 1’i yıkılıyor 3’ü sağlam neden çünkü yıkılan binanın zemini kötü. Binanın yapımında kötü niyet yoksa zaten inşaat maliyetinin yüzde beşi ile onu arasındaki malzeme kalitesinden kısıp neden öyle bir sorumluluk altına girilsin? Zemindeki problemin sorumlusu ise işte orada devlet olur çünkü 1999 yılına kadar inşaattan önce zemin etüdü yapmak gibi bir zorunluluk yoktu bu anlamda hukuki boşluk vardı. Hukuk bireysel anlamdan ziyade toplu yaptırımlar şeklinde sonuçlarını doğurdu ancak esas sorumlu zemin bakımından devletti. Yapılan testlerde bazı projelerde müteahhit hatalarına da rastlandı. Sonraki düzenlemelerle bunların önüne geçilmeye çalışıldı. Ama şu an 99 depreminden sonra oluşan bilgi tecrübe ile günümüzdeki binaların daha güvenli olduğunu düşünüyorum. Kentsel dönüşüm yasası ile de bu risk azaltılmaya çalışıldı ancak Yalova’da bundan fazla yararlanılamadı. Yalova’nın üst ölçek planı 2007’de yapıldı 50 bin ve 100 binlik planlamaları yapıldı mesela İstanbul’da 4 veya 6 katlı bina yıkılıyor yerine 10 katlı bina yapılıyor ama Yalova’da bu yapılamıyor çünkü binayı yıktığınızda daha yüksek bina yapamıyorsunuz bunun nedeninde 2007’de yapılan üst ölçek planı ve buna uymayan nüfus artışı. Günümüzde keşke üst ölçek planı yapılmasaydı diyoruz o zamanlar bu kentimizin ne kadar gelişmiş ilerici bir kent olma hedefiyle yapıldıysa da şu an olumsuz bir duruma yol açıyor.”
Soru: Yerli ve yabancı kaynaklara baktığımız zaman vefat sayılarında bir bilgi kirliliği var bu halka sorulduğunda da sayılarda tutarsızlık olduğu görülüyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Y.B.K.: “Neden tutmayabilir? Öncelikle defin işlemleri var. Biz sayıları defin işlemlerinden çıkardık. Bir de şu var Yalova yazlık kent kısa süreli burada olanlarla birlikte 12 ay burada yaşayıp kütüğü başka şehirde olanlar vardı bu günümüzde bile var biri vefat ettiği zaman bazen alıp kendi memleketine götürülüyor. Cenazelerini resmi evraka girmeden kendi memleketlerine götürenler olmuştur. Bunun dışında bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kayıplar olduğu kısmında zaten belli bir süre sonra bu da resmiyete döküldüğü için tutarsızlık yaratma ihtimalini düşük görüyorum.
Soru: Peki sizce moloz altında kalıp bulunamadığından dolayı rakamlara işlenemeyen vefatlar var mı?
Y.B.K: Öyle bir şey olduğunu zannetmiyorum çünkü belli bir süre sonra o kişiler için gaip kararıyla ölüm kararları çıkartıldı. Belli bir süre geçtikten sonra ölüm kararı çıkmıştır. (Daha sonra o dönemin belediye başkanı Yakup Bilgin Koçal başka bir konuya değindi.) Unutamadığım bir anım var, depremin üçüncü günü defin işlemlerini bitirdikten sonra arkadaşlarıma dedim ki daha az hasar olan bölgelerdeki çadır kentlere gittim. Bahçelievler mahallesinde futbol sahasını Çadırkent yaptık. Oradayken tipik bir psikolojik travma örneği, 80li yaşlarda bir amca beni gördüğü anda bana bağırıp “Sen nasıl belediye başkanısın?”, “Bizi niye yalnız bıraktın gelmedin” gibi tepkiler gösterdi aslında baktığımızda o bölgede bir ölüm veya büyük bir yıkım yoktu önceliğimiz daha ağır hasarlı bölgelerdi ve 3. Günde oraya gelmiştik. Şaşırdım ve sessiz kaldım. 10 dakika kadar bana tepki gösterdikten sonra kafasını omzuma koyup ağlamaya başladı. Anladım ki bu şuurlu bir tepki değildi. Bu da kendi adıma ders çıkardığım anlardan biridir. Bir başka unutamadığım an, depremin ilk yıldönümünde bütün ulusal kanallar Yalova’daydı. Bizde 1.Anma Törenini Amfi Tiyatroda yaptık o sırada benle de canlı röportaj yapanlar oldu. Bu röportajlar esnasında ‘Hiç duygulanıp ağladığınız oldu mu?’ diye bir soru geldi. Düşündüm ve fark ettim ki hiç ağlamamıştım, o kadar sıkmışım ki 1 sene boyunca kendimi. Çok yakınlarımı, tanıdıklarımı kaybetmenin verdiği acının yanında Yalova’nın sorumluluğu vardı. İşte o an canlı yayında hüngür hüngür ağlamaya başladım. O güne kadar kendimi hep sıkmışım. Bu da hiç unutamadığım bir anımdır.
Soru: O dönem medyanın yoğun ilgisi oldu mu bölgeye?
Y.B.K: Tabi ki oldu.
Soru: Şöyle bir soru sormak istiyorum, sizce bu yaşananlardan sonra hem bu acıyı yaşayan kuşak hem de sonra gelen kuşakta, yeterli deprem bilinci oluşmuş mudur?
Y.B.K: Yüzde yüz demek mümkün değil tabi ama ne ile kıyasladığınız önemli. Şu an oluşan bilincin, o depremi yaşayan kuşaktaki bilinçten daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Yeterli olup olmadığı konusunda ise emin değilim. Bunun birkaç boyutu var. Depreme hazırlık konusunda vatandaşların üzerine düşenlerde hala yapılmayanlar, yapılamayanlar var. Bunun şuurdan çok ekonomik sebeplerden dolayı olduğu fikrindeyim. Bu konuda okullarda da eğitim veriliyor tabi henüz tam yeterlilikte olmasa da depremin yaşandığı ana göre daha çok bilinç var diyebilirim. (Daha sonra ekliyor) İnsan yapısı gereği unutabilen bir varlık. Böyle olayları bir bilinç yaratmak için hatırlatmak gerekiyor. Biz de bir anıt yapmaya karar verdik. Orası 70 dönüm bir alandır, anıtı yaparken de o deprem enkazlarıyla doldurarak yaptık. Bu konuda eleştiriler geldi hala o enkazlarda vefat eden insanların olduğuna dair ancak o anıtta kullanmak ya da dağın başına atıp bırakmak farklı şeyler değildi. Biz de bu şekilde değerlendirdik. Belediye meclisinde uzun bir zaman nereye yapılması gerektiği tartışıldı. Bir görüş çokça görülen bir yere yapmayı, diğer görüş ise insanlara hatırlatmayacak uzak bir yere yapılmasını savunuyordu. Neticede herkesin gezdiği göz önünde olan bir yere yapma fikri kazandı. Güzel bir anıt oldu, anıtı yapan sanatçımız şu an Mimar Sinan’da öğretim üyesi, o da depremde yeğenlerini kaybetmişti ve acıyı hissederek yaptı. Güzel bir hikayesi var.
Soru: Şunu sormak istiyorum, 99 depremindeki ve günümüzdeki imkanlara baktığımızda, bir deprem yaşansa kayıp sayılarında bir fark olur mu?
Y.B.K: Bu öncelikle depremin şiddetine bağlı bir olay, aynı depremin yaşandığını varsayarsak 99 kadar olmaz, daha az olur. Tabi şöyle bir problem de var, depremin şiddetinin yandan vurması veya alttan vurması gibi farklı fiziki açıklamaları da var. Her şey aynı olursa kayıp şu an kesinlikle daha az olur.
Soru: Size özel bir soru sormak istiyorum, bir belediye başkanı olarak yapılan çalışmalarda en çok nerede zorlandınız, en çok nerede tıkandığınızı hissettiniz fiziksel açıdan ve psikolojik açıdan? Bir de nerede tam tersi şekilde şans faktörünü hissettiniz?
Y.B.K: Demin söylediğim gibi Yalova’da bütün kesimlerin; siyaset, bürokrasi, sivil toplum kuruluşları, askeriyenin el birliği içinde çalışması 98 yılında yaptığımız kongrenin getirdiği bir imkandı. Bana göre en şanslı olduğumuz yanımız buydu. Bize birçok şeyi daha kolay ve hızlı yapma imkânı sundu. Şanssızlık konusunda, insanı en çok sıkıntıya sokan şeyler yine insandan kaynaklanan problemler. Nedir bu? İnsanı acıtan şeyler oluyor. İnsanlardan yardımlar geliyor. Örneğin aşevleri kuruluyor, hiç kuyruğa girmemesi gereken insanlar görüyorsunuz. Suiistimaller oluyor. Müdahale de edemiyorsunuz, varlıklı bir insan olsa da o gün ekmeğe ihtiyacı olabilir, ayırt edemiyorsunuz ve her şey birbirine karışıyor. Bunlar insanı acıtıyor, sıkıntı veriyor. Bunun haricinde ilk yıllarda fazla siyasal taassup olmadı daha sonra işin doğası gereği arttı. Dediğim gibi en çok sıkıntıya sokan durumlar yine insandan kaynaklıydı.
Soru: Depremin ilk zamanlarında, keşke daha erken alsaydık dediğiniz veya aldıktan sonra pişman olduğunuz kararlar oldu mu?
Y.B.K: Noktası noktasına şunu söyleyebilirim, belediyecilik yaparken insanların tepkilerini ve taleplerini dikkate alıyorsunuz. İşte bu tepki ve talepler bazen radikal olan ama şehre yarar sağlayacak olan kararları almanızı engelliyor. Bu anlamda radikal olarak açtığımız, Yalova için çok önemli olan caddeler var. Bunları iyi ki yapmışız diyorum. Bir de insanları zor duruma sokmamak için, gelebilecek tepkilerden dolayı bazen de birtakım maddi imkansızlıklardan dolayı açamadığımız caddeler de oldu.
Soru: “Maddi sıkıntılara değinmişken, depremin ilk yıllarında siyasilerin enkazlar da çokça fotoğraflarını görüyoruz. Dönemin siyasilerinden maddi ve manevi anlamda yeterince destek aldığınızı düşünüyor musunuz?”
Y.B.K: Manevi olarak herkes buradaydı, kimse duasını esirgemedi. Maddi anlamda ise, tabi olağan hallerin dışında bir durum olduğu için vergi ve harçları alamıyorsunuz. Belediyelerin iki çeşit geliri vardır; vergi ve harçlar ile iller bankasından gelen paylar. Bu durumda iller bankasından gelen paylar belli bir süreliğine birkaç katına çıkarıldı. Ben Anavatan partisinden belediye başkanı olmuştum ve o dönem Anavatan iktidardaydı. Buna rağmen ilk yıllarda, örneğin Gölcük ve Yalova’da aynı hasar meydana gelmesine rağmen, Gölcük’ün payı beş katına çıkarken bizim payımız uzun süre iki katına çıkarılmış olarak kaldı. Bu anlamda daha çok destek olunabilirdi. En azından diğer şehirler kadar maddi destek gelmesinden hoşnut olurduk ve daha çok proje yapabilirdik. O dönemde muhalefette olan belediyelere aman laf çıkmasın işte onlara yardım edilmiyor denmesin diye uluslararası fonlarda daha çok muhalefet belediyeleri için kullanıldı.
Soru: O dönemde ekonomik açıdan yatırımlarda bir azalma oldu mu? Depremin istihdamı, yatırımı düşüren bir zararı olur mu?
Y.K.B: Olur ve hatta oldu. Öncelikle nüfusta on-on beş bin kadar bir azalma oldu. Bunun yanında şehir dışından gelenler de oldu. Hoş değil ama deprem döneminde aş bedava, emlak fiyatları çöktüğü için bundan istifade eden çok insan oldu. Bu bahaneyle gelip yerleşenler oldu. Tabi depremden iki üç yıl sonra giden nüfusun yüzde altmışı yetmişi geri döndü. Emlak piyasasının durumundan yararlananlar da inanılmaz paralar kazandı. Fabrikalar ciddi anlamda sıkıntı yaşamadı. Gaz kaçakları gibi bazı problemler oldu ama üretim bazında sorun yoktu.
Soru: O dönemde uluslararası yardım örgütlerinin de bizimkiler kadar etkin olduğu doğru mu?
Y.K.B: Oldu. Mesela İsviçre’den, Yunanistan’dan. Avusturya’dan sırf su ihtiyacını karşılamak için gelip altı ay, bir sene kalan ekipler oldu. Kore’den gelenler oldu. Türkiye’den de çok geldi ama yurt dışından İsviçre, Yunanistan, Kore, Avusturya bunlar aklımda kalanlar. İnsani anlamda yardımlar esirgenmedi. Can meselesi olunca diplomatik konular önemini yitiriyor.”

Koçal ile görüşme neticesinde elde edilen bilgiler, projenin sözlü tarih çalışması nazarında özgün bilgiler içermektedir. Can kayıpları hakkındaki iddiaların dönemi yaşamış bir yöneticiden yanıtlanması, Yalova özelinde Koçal’ın aktarımları, akademik çalışmalarca değerlendirilmesi halinde kaynak teşkil edecektir.

Sonuç
17 Ağustos 1999 Marmara Depreminde görülen bir husus da bilgi kirliliği meselesidir. Depremin hemen ardından gelen dakikalarda ülke genelinde elektrik kesintisi ve iletişi ağının çökmesi neticesinde sağlıklı bilgi akışı kurulamamıştır. Depremin üstünden 23 yıl geçtikten sonra dahi bunun izleri görülmektedir. Yerel ölçekte yapılan sözlü tarih çalışmasının Yalova olarak tespit edildikten sonra depremin bir diğer boyutu olan göç, demografi ve yerel idare problemler de Koçal ile yapılan mülakatta gündeme gelmiştir. Depremzedelerin tamamında, afet sonrası koordinasyon sıkıntısını yaşadıkları görülmektedir. Psikolojik olarak oldukça yıpratıcı bir süreçten geçtikten sonra devlet eliyle ya da sivil toplum gönüllüleri aracılığıyla psikolojik destek alınması gerçeğinin uzağında kalmışlardır. Depremzedelerin, anılarında ortak temaların olduğu anlaşılmaktadır. Depremden önceki dünün çok sıcak olduğu, deprem gecesinde çok fazla yıldız olduğu ve aydınlık bir gecenin yaşandığı aktarılmaktadır. Bununla beraber son olarak Tarih bilim dalında 17 Ağustos’un sosyoekonomik, sosyo-kültürel ve siyasi sonuçlarının incelenmesi şüphesiz, yirmi birinci yüzyılın başında Türkiye tarihinin eskizlerinin çiziminde yararlı olacaktır. 1999 Depreminin meydana geldiği tarih göz önüne alındığında bugün lise öğrencileri depremden sonra dünyaya gelen kuşaktır. Bu kuşağın farkındalığını ölçmek, toplumun trajedilerinin unutulması karşısında ortaya çıkan unutkanlığı kaldırmak için Türkiye’nin deprem bölgesi olan illerde sözlü tarih çalışmaları teşvik edilmeli, bilhassa Milli Eğitim Bakanlığı lise Tarih dersleri müfredatında depremler ile ilgili bir bölüm ayrılmalıdır.

KAYNAKÇA
Acun, F. (2017). Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Ahmad, F. (2019). Bir Kimlik Peşinde Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Altındal, A. ve Konak, N. (2002). 17 Ağustos 1999 Depreminde Yıkılan Binaların Mimari Hataları. Sakarya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 6 (2), 147-152.
Aydın, S. Ve Taşkın, Y. (2015). 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Cesur, S. (2003). 17 Ağustos Depremiyle İlgili Sorumluluk Atıfları. Psikoloji Çalışmaları, 23 (1), 43-68.
Erdem, P. (2019). 17 Ağustos Marmara Depremi'ni Anma Töreni Haberlerinde Cisimleşen Belleği Okumak. Selçuk İletişim, 12 (1), 142 – 163.
Fırat, M. (1996). Doğal Afetler: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi Yüzyıl Biterken C.12. Gen. Yay. Yön. Fahri Asal. İstanbul: İletişim Yayınları, 420-426.
Günal, E. (2009). Türkiye’de Demokrasinin Yüzyıllık Serüveni. İstanbul: Karakutu Yayınları.
Gürsel, S. (2003). 1999 Marmara Depremi: Cumhuriyet Ansiklopedisi 1981-2000. Yay. Kur. Hasan Ersel, Ahmet Kuyaş, Ahmet Oktay ve Mete Tuncay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 631-634.
Kolukırık, S. ve Tuna, M. (2009). Türk Medyasında Deprem Algısı: Marmara Depremi Örneği. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (28), 286-298.
Öztürk, M. (2014). Tarih Felsefesi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Özuğurlu, M. (2000). 17 Ağustos Körfez Depremi: Yıkıntıların İçinden Notlar. Mülkiye Dergisi, 24 (220), 323 – 338.
Togan, A.Z.V. (2019). Tarihte Usul. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ürekli, F. (1999). İstanbul’da 1894 Depremi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Yalçın, E.S. (2010) Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin Kaynakları. Ankara: Berikan Yayınları.
https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiyenin-510-yillik-deprem-tarihi/1407096 (Son erişim: 10 Ocak 2022).
https://deprem.afad.gov.tr/tarihteBuAy?id=65 (Son erişim: 10 Ocak 2022).
https://deprem.aku.edu.tr/1-ekim-1995-dinar-depremi-ms6-1/ (Son erişim: 10 Ocak 2022).
H. Usta (Kişisel iletişim, 17 Ağustos 2021; 6 Kasım 2021).
A. İleri (Kişisel iletişim, 6 Kasım 2021).
Y.B. Koçal (Kişisel iletişim, 6 Kasım 2021).
Ş. Özkan (Kişisel iletişim, 30 Ocak 2021).

EK
Yalova Belediyesi Eski Başkanı Yakup Bilgin Koçak ile Mülakat


 
 
[1]Bilim Uzmanı, Öğretmen, Özel Acarkent Doğa IB Anadolu Lisesi, [email protected], Orcıd: 0000-0002-1851-6123   
[2] Öğrenci, Leiden University, Political Science International Relations and Organizations, [email protected], Orcıd: 0000-0002-0527-9704
[3] Öğrenci, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, [email protected], Orcıd: 0000-0003-4422-3428
[4] Kiepert’in hazırladığı harita, Ürekli’nin kitabında gösterilmiş, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi’ndeki künyesi de verilmiştir. Haritanın arşiv künyesi: BOA, YEE, Nr. 11. 14. 126. C.
[5] https://deprem.afad.gov.tr/tarihteBuAy?id=65 (Son erişim: 10 Ocak 2022).
[6] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiyenin-510-yillik-deprem-tarihi/1407096 (Son erişim: 10 Ocak 2022).
[7] https://deprem.aku.edu.tr/1-ekim-1995-dinar-depremi-ms6-1/ (Son erişim: 10 Ocak 2022).
[8]https://www.ysk.gov.tr/doc/dosyalar/docs/Mahalli/1999/BelediyeBaskanligi/Pdf/1999Mahalli-BelediyeBskTumu.pdf (Son erişim: 10 Ocak 2022).
[9] Mülakat gerçekleştirdiğimiz Hasan Usta, Yalova sahilindeki dolgu çalışmalarında böyle bir tabloyla
karşılaşıldığını belirtirken, Belediye Başkanı Yakup Bilgin Koçal bunu doğrulamamaktadır.
[10] İhsan Murat Turan, 2009 yılında hazırladığı Doktora tezinde, bu tarihten itibaren Yalova’da büyük etki
yaratacak bir deprem ihtimalini %60 öngörmektedir. (Turan, 2009: 45).
[11] Görüşmeden sonra Hasan Usta ile Yalova Deprem Anıtı ziyaret edilerek saha çalışması da yapılmıştır. Kendisine teşekkür amacıyla 7 Kasım 2021 tarihinde bir ziyaret daha yapılmıştır.
[12] Şafak Özkan ile mülakat, 30 Ocak 2022 tarihinde, pandemi koşullarında katılımcının talebi üzerine zoom üzerinden gerçekleştirilmiştir.
[13] Görüşmenin fotoğrafı ekte verilmiştir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum