Toplumdan topluluğa dönüş: HİNDİSTAN'IN GİZEMİ - Asıl bizim hayatımız 'anormalmiş'!
Auroville’de kendi besinini yetiştirmenin nasıl bir şey olduğunu tattım... İnsanlarla yan yana çalışarak hayatımdaki rahatlıkları, lüksü düşünmeden edemedim. Her açıdan aslında ne kadar ‘anormal’ ve olağanüstü yaşadığımızı anladım
Toplumdan topluluğa dönüş: HİNDİSTAN’IN GİZEMİ - 4 / Ariana Esma Keyman
Fotoğraflar: Roberto Lopez Melinchon
Daha önce dediğim gibi, Hindistan’a başta asıl gidiş amacım, eylülde başlayacağım master programı için kalkınma konularında biraz saha deneyimi edinmekti. Gönüllü olarak çalışmaya gittiğim STK’nın projelerini ve faaliyet raporlarını araştırdığımda yaptığı işlerden çok etkilenmiştim, böyle bir kurumda birkaç ay deneyim edinerek çok şey öğrenebileceğimi düşünmüştüm.
AVAG gerçekten de yaptığı işte çok başarılı. 1983’te kurulduğundan beri faaliyet gösterdiği alanda taban seviyesinde çok fazla kişiye ulaşmış, kadın eşitliği, kast eşitliği, kapasite gelişimi ve ekonomik kalkınma konusunda gözle görülür çok güzel işler yapmış. AVAG’ın ofisi çoğu kadının grup toplantılarının yapıldığı yer olduğu için, faydalananlarla bizzat tanışabildim.
STK’nın ofisini ikinci evleri olarak gördüklerini, STK’nın düzenlediği proje ve eğitimlere heyecanla geldiklerini, kendi gruplarında mikrofinans düzenini korumak için her ay ceplerinden para koyup, borç kapama oranlarının yüzde 100’e yakın olduğunu gördüm.
Fakat bütün bu gözlemlerimin beni sevindirmesi ve heyecanlandırmasına rağmen, orada geçirdiğim ilk ay içerisinde aslında istediğim içten deneyimi edinemediğimi hissetmeye başladım. Çoğu yabancı gönüllülere verdikleri gibi fon toplama ve dış ilişkiyle alakalı bir takım ofis işlerini bana verdiler.
Hayatlarını anlamak için onlarla yaşadım
Heyecanla çalışmaya başladım. Fakat ofiste birkaç hafta geçirdikten sonra, yavaş yavaş aslında Hindistan’a kalkıp gelmemin bu insanlarla daha yakından bir temas, onlar için ‘kalkınma’nın ne anlama geldiği konusunda daha içten bir perspektif almak için olduğunu farketmeye başladım.
Onların günlük hayatlarının nasıl olduğunu bilmek, bir süre onlar gibi yaşamak istiyordum. Bunu yapmadan da Hindistan’a geliş amacıma tam olarak ulaşamayacağımı, öğreneceklerimin kısıtlı kalacağını düşündüm. Bunun üzerine, ofisten faydalananların ve genel olarak yöredeki insanların neredeyse tamamı tarımdan geçindikleri için, hakiki bir deneyim almak adına bir çiftlikte çalışmaya karar verdim.
Auroville’e varıp ofiste çalışmaya başladıktan iki hafta sonra Auroville’de kaldığım hostelden Auroville’in komşu köylerinden birinde küçük bir eve taşındım. Bundan iki hafta sonra da ofiste yaptığım işleri yarı-zamanlıya indirgeyip, sabahları yakındaki bir çiftlikte çalışmaya başladım.
Etraftaki köylerden yerliler olan toplam, üçü kadın, on işçisi olan bir çiftlikti. Kimyasal herhangi böcek ilacı veya bitkilerin yetişmesini hızlandıracak, çoğaltacak herhangi yapay maddelerin kullanılmadığı, dolayısıyla ‘organik’ tarım yapan bir çiftlikti aslında.
Yerliler arasında tarım yapmak hayatımın en önemli deneyimlerinden biriydi.
Toprakla çalışmak nedir bilmiyordum
Çiftlikte yerlilerin arasında, yerli araçlarla ve tekniklerle tarım yapmak hayatımın gerçekten önemli deneyimlerinden biri oldu. Daha önce ne Türkiye’de ne de Kanada’da uzaktan yakından tarımla, bahçe işleriyle bir alakam olmamıştı. Hayatımda o zamana kadar benim için ‘iş’ demek, ya öğrencilik ya da bilgisayarın önünde ofis işi, bedenimi değil de zihnimi kullanmam anlamına geliyordu. Daha önce ellerimle, bedenimle, toprakla çalışmak nedir bilmiyordum. Fakat bu işlerin içine biraz dalınca aslında modern toplumlarda, özellikle şehirlerde yaşayan her birey için böyle bir deneyimin getirdiği bilincin, farkındalığın ne kadar önemli olduğunu kısa zaman içinde kavradım.
Tarlalarda çalışmaya başlayınca bana en çok değer katacak çoğu şeyi öğrenmeye başlayacakmışım meğer. Kendi besinini kendi yetiştirmenin zorunluluğunun nasıl bir şey olduğunu tattım.
Her gün işe gitmenin aslında sadece en temel ihtiyaçlarını giderebilmek için olmasının insanda nasıl bir psikoloji yarattığını yüzeysel olarak olsa da anlayabildim.
Haftada 6 gün ayda 300 liraya denk gelen bir para için çalışan bu insanların özgürlüklerinin ne denli kısıtlı olduğunu, ne denli zor koşullar altında yaşadıklarını gördüm. Bütün günleri aslında yemek ve su ihtiyaçlarını giderebilmek etrafına planlanmış, arda kalan zamanları varsa da birtakım küçük ayrı işler yaparak fazladan para kazanmaya çalışarak ile geçiyor.
Burada yaşayan insanların özgürlüklerinin ne kadar kısıtlı olduğunu gözlemlemek zor değil.
Suyu her daim kaynatmak gerekiyor
Köyde yaşamaktan da gözlemlediğim kadarıyla, çoğunun günlük rutini şöyle geçer... Her sabah 4.30’da kalkılır, suyun pompası çekilir, zamandan zamana evvelki günden geri dönüşümlü kullanılabilecek çöpler yoksa yakılır. Sonra sıfırdan ateş yakılır, su ve süt kaynatılır, kahvaltı için yemek hazırlanılır, çay yapılır. Her öğünleri pirinç, sebzenin ve baharatın bir kombinasyonundan ibarettir. Erkekler sabah 6 gibi tarlalara veya inşaat işlerine dağılır, kadınlar da bütün gün boyunca ev ve yemek işleriyle uğraşır, evin etrafındaki inek, tavuk veya keçi gibi hayvanlarla ilgilenir. Çoğu köylünün tuvaleti yok, dolayısıyla dışarıda ağaçlara çalılıklara yaparlar. Temiz suları yok, o yüzden suyu her daim kaynatmak gerekir. Topraktan, gübreden ve samandan yapılan minik tek odalı evlerin içinde ailecek 5-10 kişi yaşamaları olağandışı değildir.
Sosyal sigortaları yok
Çoğunun işten eve kilometrelerce yürümeleri gerekir. Sosyal sigortaları olmadığı için de, resmen yaşlarının ilerlemesinden bedenleri bitap düşene hayatları boyunca günde 6 veya 7 gün çalışmaları gerekir onlar için emeklilik diye bir şey yoktur. Bizim alıştığımız hijyen standartları yok, çöp toplama sistemi olmadığından etraf plastik ve alüminyum çöplerle dolu, hayvanlarıyla özellikle inekleriyle içli dışlı yaşıyorlar.
Böyle bir yaşam süren insanlarla iç içe yaşayarak, onlarla yan yana çalışarak hayatımdaki bütün rahatlıkları, düşünmeden kullandığım her lüksü, bana sağlanmış her kolaylığı günden güne düşünmeden edemedim. Aslında doğal hayatın bu insanlarınki gibi zorluk ve uğraş içinde geçtiğini farkettim, benim İstanbul’da sürdürdüğüm hayatımızın her açıdan aslında ne kadar anormal ve olağanüstü olduğunu anladım...
Yarın: Kırsal yoksulluktan izlenimler...
E-Posta: [email protected]
FACEBOOK YORUMLAR