Tıbbiyede Türkçe mücadelesi

Mart Türkiye’de tıp camiasının en önemli günüdür. 100 yılı aşkın süredir Tıp Bayramı olarak kutlanan 14 Mart tarihinin kökleri 1827 tarihine gider. Sultan II. Mahmud saltanatının yaşandığı 14 Mart 1827’de İstanbul’da batılı anlamda modern tıp eğitimi veren ilk tıp okulu olan “Tıbhâne-i Âmire” açılmıştır. Daha sonra ismi “Mekteb-ı Tıbbiye” olarak değişen okulun açılış günü olan 14 Mart, Türkiye’de tıp bayramı olarak kutlanmaktadır.

Tıbbiyede Türkçe mücadelesi
24 Mart 2025 - 09:33

Tıbbiyede Türkçe mücadelesi (1860-1870)

DR. HAYATİ BİCE
 

Mart’ın Tıp Bayramı olarak gelenekleşmesi ise 1919 yılında İngiliz işgali altındaki İstanbul’da Tıp Fakültesi öğrencilerinin işgali protesto gösterileri ile başlamıştır.

14 Mart 1919’da, Tıp Fakültesi öğrencileri vatanseverlik duyguları ile harekete geçmişler, Haydarpaşa’daki Tıbbiye binasında toplanıp Tıbbiye binasına büyük bir Türk bayrağı asarak İngiliz işgal güçlerine karşı protesto eylemlerini başlatmışlardır. İşgal kuvvetlerine karşı milli direnişe geçen Tıbbiyeliler okul bahçesinde vatanseverlik nutukları atıp işgale karşı istiklali savunan bağımsızlık yanlısı bildiriler dağıtmışlardır.

Bu protesto eylemleri sadece Mekteb-i Tıbbiye’nin başkaldırısı olmanın ötesinde, işgale karşı milli bilinçlenme ve direnişin sembolü haline gelmiştir. Tıp öğrencilerinin bu cesaretli duruşu, işgal altındaki İstanbul ötesinde bu haberin dalga dalga yayıldığı tüm yurda moral kaynağı olmuştur. 1919 yılının o tarihî gününden sonra 14 Mart, Türkiye’de sadece modern tıp eğitiminin başlangıç tarihi olarak değil, tıp camiasının milliyetçi tavrının simgesi olarak Tıp Bayramı şeklinde kutlanmaya başlamıştır. Günümüzde ise 14 Mart Tıp Bayramı, sağlık çalışanlarının emeklerinin kutsandığı, sağlık hizmetlerindeki gelişmelerin sorgulandığı özel bir gün olarak kutlanmaktadır.

TIBBİYE’NİN GELİŞİM SÜRECİ

II. Mahmud’u modern bir tıp eğitimine başlanması konusunda yazdığı takrirler ile ikna eden hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Türk tıp tarihinin yıldız isimlerinden birisidir. Tıbbiyenin açılışında kısa denebilecek bir süre sonra Mustafa Behçet Efendi’nin vefatıyle sarsıntı geçiren tıp eğitimi Osmanlı İmparatorluğu’nun talebi üzerine, dört yıl kadar sonra 1838 yılında, saray hekimi olarak Viyana’dan İstanbul’a gelen, daha sonra Mekteb-i Tıbbiye’de modern tıp eğitimini gerçekleştirmek üzere dekan olarak görevlendirilen Dr. K. A. Bernard’ın yönetiminde yürütülen sistemli çalışmalarla önemli bir gelişme sağlanmıştır. Bu dönemde Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i Şahane adını alan okul, tepe yöneticisi Dr. K. A. Bernard’ın talihsiz bir hastalık sonucu çalışmaların verimi alınamadan 36 yaşında iken 1844 yılı Kasım ayında vefat etmesiyle yeniden çalkantılı bir sürece girmiştir.

Bu dönemde Mekteb-i Tıbbiye’den ordunun ihtiyacını karşılayacak sayıda hekim yetiştirilmesinin bir türlü sağlanamaması sürekli rahatsızlık konusu olmuştur. Bu rahatsızlığın giderilmesi için alınan tedbirlerin ilki ve en önemlisi askerî Tıbbiye içerisinde, başarılı öğrencilerin seçildiği ve Türkçe eğitim verilmesi planlanan seçilmiş bir sınıfın 1857 tarihinde ve sonrasında 1867 yılında bu sınıfın nüvesi etrafında Türkçe eğitim yapılan sivil tıp okulunun açılmasıdır. Mümtaz Sınıf’tan yetişen tıbbiyeliler “Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye” adı verilen sivil tıp okulunun kurulmasına ön ayak olmaları yanında, Türkçe eğitime geçilmesine önemli katkılar sunmuşlardır.

EĞİTİM DİLİNİN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ

14 Mart 1827 tarihinde eğitime başlanan Tıbhâne-i Âmire’de başlangıçta derslerin Türkçe, Fransızca ve İtalyanca olması düşünülmüştür. Ancak öğrencilerin hemen hepsi bu yabancı dilleri hiç bilmediklerinden önce dil öğrenmeleri gerekmiştir. Öğrenciler tıp eğitimini bir yana bırakıp, dil öğrenmeye çalışmışlardır. Bu dönemde tıbbiyenin öğretim üyeleri arasında İsmail Paşa, Hayrullah Efendi gibi sadece birkaç Müslüman öğretim üyesi varken öğretim kadrosunun çoğunluğu Avrupalı hekimler ve Osmanlı tebaasından azınlık mensubu hocalar tarafından teşkil edilmiştir. Önceden planlanan altı yıllık eğitim yetersiz görüldüğünden ilk dört sınıfı idadi, sonrası Tıbbiye olmak üzere okul dokuz yıla çıkarıldığında, ilk beş yılda devam eden Fransızca eğitimin dokuz sürdürülmesi söz konusu olmuştur.

Tıp dersleri dışında tarih, coğrafya, matematik ve geometri dersleri de Fransızca verilmiştir. Cemaleddin Efendi’nin, 3 Haziran 1852 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i Şâhâne nezâretine tayin edilmesine kadar Türkçe’nin eğitim dili olması ile ilgili hiç bir program uygulanmamıştır. Nâzır Cemaleddin Efendi ilk görev döneminde Mekteb-i Tıbbiye’nin sivil bölümünde Türkçe, Arapça ve Farsça dilleri öğretimine başlanmıştır. Yetenekli öğrencilerden oluşacak amatör bir ekip tarafından tıp terminolojisinin ve buna paralel olarak temel tıp kitaplarının Türkçeye çevrilmesi ile Tıbbiye’nin tamamında eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi hedeflenmiştir. Ancak, eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi girişimleri İstanbul Tıbbiyesi’nin hocaları arasında çoğunluğu oluşturan yabancı kökenli bir grup ‘Saray nezdinde etkili’ öğretim üyesi tarafından tepki ile karşılanmış ve Türkçe eğitim aleyhinde bir kampanya başlatılmıştır. Anadili Türkçe olmayan yerli azınlık ve yabancı ülkelerden gelen bu Türkçe aleyhtarı gruptaki hocaların Türkçe bilmedikleri için kazanç ve ünlerini yitirecekleri endişesine kapılarak Fransızca tedrisatın devamında ısrar ettikleri ileri sürülmüştür. Türkçe eğitim karşıtlarının oluşturduğu muhalefet dalgası karşısında tutunamayan Cemaleddin Efendi 1859’da Mekteb-i Tıbbiye nezaretinden azledilerek, yerine Hayrullah Efendi’nin gelmesi ile Türkçe eğitim yapılmaya başlanan Mümtaz Sınıf lağvolunmuştur. Bu Türkçe adına bir cephenin kaybı olmuş ancak eğitim dilinin millîleştirilmesi mücadelesi son ermemiştir.

Osmanlı’nın son hekimbaşısı Salih Efendi, 1865’de Mekteb-i Tıbbiye Nazırlığı’na ikinci defa atanınca çekingen bir tavır sergilemekle birlikte Türkçe tıp eğitimi çalışmalarını sürdüren genç hekim adaylarının yanında yer almıştır. Bu dönemde verilen Türkçe mücadelesinin önemli bir ismi de okul öğretim kadrosundaki isimlerden Türk milliyetçisi bir aydın olan Ahmed Ali Bey, Serasker (Dönemin Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa ile dostluğunu da kullanarak Tıbbiye’de kalıcı bir Türkçe eğitimin yerleşmesinin mimarı olmuştur.

DARÜ’Ş-ŞÛRÂ-YI ASKERÎ’NİN TÜRKÇE KARARI

Tıp eğitiminin Türkçeleştirilmesi konusunda en önemli karar, Serasker Hüseyin Avni tarafından Reis olarak atanan Ahmed Esad Paşa başkanlığında toplanan kurul tarafından 30 Eylül 1870 günü yapılan toplantıda alınmıştır. Dârü’ş-Şûrâ-yı Askerî tarafından yayınlanan kararda, devlete oldukça büyük bir maddî külfet yükleyen tıp eğitimi sonucunda yeterli sayıda hekim mezun edilmesinin başarılamaması açıkça kaydedilmiştir. Devletin tıp öğrencilerinden mezun olabilen her biri için 1000 kese altın harcadığı, ilk açılışından 1870 yılına kadar geçen 50 yılı aşkın sürede tıbbiyeden sadece 300 kadar hekim mezun edildiği, yapılan masrafın karşılığının alınamadığı ve sonuçta ordunun hekim ihtiyacının asla karşılanamadığı somut rakamlar ile ortaya konmuştur. Bunun en büyük nedeninin ise eğitim dilinin Fransızca olmasından kaynaklandığı kabul edildi.

Uzunca süren bir tartışmadan sonra Tıbbiye’de eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi 30 Eylül 1870 günü yapılan oylama ile kesin karara bağlanmıştır. Bu karar Türkçe aleyhtarı lobinin hareketlenmesine yol açarak kararın uygulanmasının durdurulması için basın üzerinden bir kampanya başlatılmıştır. Bu kampanyanın en önde giden iki ismi olan Osmanlı tebaasından Rum asıllı Spiridon Mavrogeny ve uzun süredir İstanbul’da hekimlik yapan okul hocalarından Alman asıllı Georg Hermann Ritter von Mühlig, İstanbul’da yayınlanan Gazette Medicale d’Orient (Doğunun Tıp Gazetesi) üzerinden Türkçenin neden bilim dili -dolayısıyla Tıbbiye’de eğitim dili- olmayacağını iddia eden iki makale ile izah etmeye çalışmışlardır. Buna karşı Türkçenin savunma cephesinde yer alan Ahmed Ali Bey ve etrafındaki ekip yayınladıkları bir karşı makale ile bu iki hekimin iddialarını teker teker ele alarak boşa çıkartmışlardır. Bu karşıt makalede Türkçe’nin tarih içindeki değeri savunulurken Türkistan’da kullanılan Çağatay Türkçesine kadar gidilmesi dönem aydınlarının Türk dünyası bilinci yönüyle de kayda değeridir. Avrupa tıp okullarında kitapları yakın zamanlara kadar okunan İbn-i Sinâ yanında Ebubekir Razî, Kutbuddin Şirazî ve Fahreddin Razî isimleri de anılmıştır. Yunanistan ve Romanya’da tıp eğitimi millî dillerde yapılabilirken İstanbul’da eğitim dilinin Fransızca olamayacağı sağlam kanıtlarla savunulmuştur.

Bu tartışmalardan Türkçe taraftarları galip çıkarak Askerî Şura’nın kararı Sadrazam oluru ile Sultan Abdülaziz’in onayına sunulmuş ve 29 Aralık 1870 tarihinde onaylanarak kesinleşmiştir. Bu tarihten itibaren Mekteb-i Tıbbiye’nin her kademesinde Türkçe eğitim yapılacak ancak çağdaş tıbbî gelişmeleri takip edebilmeleri için öğrencilere ileri derecede Fransızca da öğretilecektir.

KAHRAMAN TIBBİYELİLER

Türkçe eğitime karşı çıkanların en önemli -ve haklı görülebilecek- argümanı, eğitimde kullanılacak Türkçe materyal ve kitapların yetersizliği -hatta yokluğu- olmuştur. Bunun farkında olan genç tıbbiyeliler kendi aralarında bir iş bölümü yaparak acilen Türkçeye kazandırılması gereken eserleri tesbit ederek çalışmaya başlamışlardır. Bu şekilde belirlenen 30 eserin Türkçeye çevrilmesinde Türkçeyi iyi bilen üç Osmanlı azınlığı mensubu da görev almıştır. Kısa sürede Türkçeye kazandırılan bu eserlerin çevirisinde görev alanlar arasında altı eserin çevirisini yapan Hüseyin Sabri, beşer çeviri ile Ahmet Hilmi ve Mehmet Nuri öne çıkan isimlerdir. Tıbbiyede eğitim dilinin Türkçeleştirmesi mücadelesinin önde gelen isimleri Hüseyin Remzi üç çeviri ve Kırımlı Aziz Bey de iki çeviri ile bu faaliyette yer almışlardır. Çeviri faaliyetinde Resimli Anatomi kitabının Türkçeye kazandırılmasında istemese de görev alan Bulgar asıllı Hristo Stambolski yazdığı anılarında (İmparatorluğun Zor Yılları adı ile yayınlandı) bu faaliyetin arkasındaki isimleri sıralarken eğitim dilinin Türkçeleştirilmesi hakkındaki Dârü’ş-Şûrâ-yı Askerî kararının alınmasında büyük payı olan Ahmed Ali Bey’in söz konusu kararın alındığı toplantıda “Türkçe hakkında aşırı övgüler” düzdüğünü kaydedip “azılı bir milliyetçi” olduğunu iki kez vurgulamaktan kendisini alamamıştır. Bu tartışmaların yapıldığı toplantılara ve halka açık mezuniyet sınavlarına dönemin önde gelen milliyetçi aydınlarından Dârülfünûn Cemiyeti Başkanı ve Terakki, Tasvir-i Efkâr ile Hürriyet adlı Türkçe gazetelerin yazarı Ali Suavi, Maarif Nâzırı Saffet Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Türkçülük akımının öncülerinden Ahmed Vefik Paşa ve ünlü tarihçi Ahmed Cevdet Paşa gibi isimler de katılmışlardır.

SONUÇ

Osmanlı Devleti’nde Türkçenin resmî prestij kazanmasını kaynaklar 1876 yılında hazırlanan ilk anayasada “Devletin Resmî dili Türkçedir” anlamındaki maddenin (Kanun-i Esasi’nin 18. Maddesi: Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.) yer alması ile ilişkilendirirler. Edebiyat alanında Türkçecilik akımı (Dilde Sadeleşme) ise 1900’lerin ilk yıllarındaki yayınlara ve özellikle Selanik’te basılan Genç Kalemler ile İstanbul’da 1911’de yayınlanan Türk Yurdu dergisine atfedilir. Türkçenin bilim dili olarak kabulünde en önemli adım olan Mekteb-i Tıbbiye’deki on yıllık mücadele (1860-1870) ise tıp tarihi ile ilgili yayınlar dışında kamuoyuna pek de yansımamıştır. 2027 yılında 200. yılı kutlanacak çağdaş tıp eğitiminin gelişim sürecinde Kırımlı Aziz Bey ve idealist arkadaşlarının verdiği Türkçe mücadelesinin Türk kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılması için bu konudaki yayınların çoğalması gerekmektedir. Bunun için Askerî Şura’nın 30 Eylül 1870 tarihli kararının yıldönümlerinin “Türkçenin Bilim Dili Olarak Kabulü”nün başlangıcı olarak kutlanması önemli bir adım olacaktır.

Yazımızın sonunda ülkemizde tıp eğitiminin dünyanın en ileri standartlarında bir düzeye gelmesindeki çalışmalara onay veren Osmanlı sultanları II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz’i de yâd edelim. Sürecin asıl kahramanları olan hekimbaşılar Mustafa Behçet Efendi, Cemaleddin Efendi, Salih Efendi; Tıbbiye hocalarından Ahmed Ali Bey, Viyana’dan gelerek Türk tıbbına hizmet ederek İstanbul’da vefat eden Dr. Bernard ile halefi Dr. Spitzer de unutulamaz. Tıp öğrencisi oldukları ilk günden itibaren tıbbiyede eğitimin Türkçeleştirilmesi mücadelesine giren Hüseyin Remzi, Hüseyin Sabri ve Türk Kızılayı’nın da kurucusu olan Kırım Aziz Bey’in şahıslarında dönemin çalışkan tıbbiyelilerini de rahmet dileklerimizle analım.


(*) Tıp Tarihi ve Etik Doktoru

Kaynak: Yazı ilk olarak 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum