Sultanların minyatürleri neyi anlatır?
Doğu minyatürlerindeki insan portresi neden gerçeklikten bu kadar uzak?
05 Kasım 2025 - 09:26
Doğu dünyasının gerçek zarafetini bir bakışta yansıtan minyatürleri anlamak ve kabul etmek için belirli bir bilgi ve anlam birikimine ihtiyaç vardır. Çünkü bu sanat, bir bütün olarak gerçeklikten çok, insanın iç dünyasını etkiler. Her şekil, desen, çizgi, renk kendi sembolünü, hissini ifade eder. "Özbek Dili Açıklayıcı Sözlüğü"ne göre, İtalyancada "minyatür" zarif, incelikle işlenmiş bir resim anlamına gelirken, Latincede "minium" kırmızı veya kırmızımsı kahverengi boya anlamına gelir.
15. ve 16. yüzyıllar arasında kitap minyatürü zirveye ulaştı. Bu süreç, kurgunun yaygınlaşması ve gelişmesiyle ilişkilendirildi. Şiir, düzyazı ve tarihi olayların etkisi minyatürler aracılığıyla daha açık ve etkileyici bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Tarihi şahsiyetlerin portreleri ve minyatürlerdeki savaş ve muharebe görüntüleri, bu sanata derin bir anlam ve canlılık katarak eseri daha da etkileyici ve gizemli hale getirdi.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Doğu minyatürlerindeki insan portresi neden gerçeklikten bu kadar uzak? Uzmanlar bu durumu farklı şekillerde açıklasa da, o dönem açısından iki önemli faktörü vurgulamakta fayda var. Birincisi, İslam öğretilerinde canlıların birebir tasvir edilmesine yönelik ihtiyatlılık; ikincisi ise ressamların gerçek dünyanın manevi özünü, görünüşünü kopyalamak yerine sembollerle ifade etme eğilimi.
Bu makalede, Harun Reşid, Muhammed Harezmşah, Babür Mirza, Şeybani Han ve Hüseyin Baykara gibi şahsiyetlerin minyatür sanatı ile gerçek hayattaki portrelerinin karşılaştırmalı bir değerlendirmesini, tarihi ve klasik eserlere dayanarak sunmaya çalışacağız. Araştırma kapsamında, tarihi kaynaklarda ve anılarda yer alan bilgiler, sanatçıların çizdiği resimlerle karşılaştırılacak ve minyatürlerin dış görünüşleri, karakterleri ve çevrelerinin nasıl yansıtıldığı incelenecektir.
Hayatta bir savaşçı, fotoğraflarda narin...
Harun Reşid minyatürüne bakan herkes şüphesiz hayrete düşecektir: Abbasi hanedanının efsanevi halifesi, "Binbir Gece" efsanelerinin kahramanı, büyük bir ülkenin hükümdarı, böylesine narin bir görünüme sahip genç bir adam olabilir miydi? Nitekim tarihi kaynaklarda güçlü, adil, cesur ve kararlı bir kral olarak tasvir edilir. Ancak sanatçı Behzod, onu zarif ve düşünceli bir hükümdar olarak canlandırarak, fiziksel gücünden ziyade manevi ve felsefi dünyasını yansıtmak istemiştir.
Peki, hükümdarın gerçek imajı nasıldı?
Kaynaklar, Harun'un 15 yaşındayken büyük savaşlara katıldığını ve hatta komutanlık yaptığını belirtir. Örneğin, Mansur Abdülhakim'in "Harun el-Reşid: İftiraya Uğrayan Halife" adlı eserinde şu olay anlatılır: "Mehdi, oğlu Harun'u binicilik, okçuluk, mızrak atma ve dövüş sanatları gibi oyun ve egzersizlerle meşgul etti. Harun'un boyu uzadıkça ve güçlü bir genç adam olduktan sonra, 163 (Hicri) yılında babası onu Rum'a (Bizans) savaşa gönderdi. Orduda Hüseyin bin Kahtaba, Musa bin İsa ve Abdullah bin Salih gibi ünlü ve güçlü komutanlar olmasına rağmen, Harun ordunun başına getirildi. O sırada Reşid en fazla 15 yaşındaydı." Kamoliddin Behzod'un eserinde Harun Reşid imgesi edebi ve sanatsal tahayyülde canlandırılsa da kaynaklarda sunulan tarihî-gerçek durumu da unutmamak gerekir.
Muhammed Harezmşah, sarıklı bir başlıkla
Seyfü'l-Vahidi'nin, 1430 yılında Herat'taki Şahruh Mirza Kütüphanesi için Reşidüddin'in "Câmi'ut-Tavorih" adlı eseri için çizdiği ünlü minyatüre dikkatinizi çekiyoruz. İçindeki resim sadece sanatsal bir kesit değil, aynı zamanda acı dolu bir tarih sayfasıdır. Eser, hükümdarın ölüm sahnesini, yani iktidarın ve imparatorluğun yıkılışını sembolik olarak tasvir eder. Minyatürde Muhammed Harezmşah, başındaki sarığı uçuşan, güçsüz bir görünümde tasvir edilmiştir. Bu, hükümdarın yenilgisinin, kader karşısındaki çaresizliğinin bir simgesidir. Sanatçı, yerde yatan sarığı aracılığıyla, hükümdarın siyasi çöküşünü yansıtmayı başarmıştır.
Muhammed Harezmşah, tarihi kaynaklarda cesur, zeki ve enerjik bir komutan olarak tasvir edilir. Ancak minyatürde, yenilginin, imparatorluğun çöküşünün ve korkunun, gücün ve zayıflığın tek bir bedende, benzersiz açılardan somutlaştığını görüyoruz.
Hüseyin Boykara gerçek hayatta böyle biri miydi?
Kamoliddin Behzod'un "Hüseyin Boykaro" portresi, tarihi bir figürün portresini doğru ve gerçekçi bir şekilde tasvir eden bir eser olarak dikkat çekicidir. Daha da önemlisi, bu eserin gerçek kaynaklarda verilen bilgilerle uyumlu bir şekilde yaratıldığı söylenebilir. Bunun kanıtı, Babur Mirzo'nun "Boburnoma" adlı eserinde Hüseyin Boykaro'ya verilen tasvirlerde de bulunabilir:
"İnce yapılı, ince yapılı ve narin bir adamdı. Belden aşağısı incecikti ve güzel kırmızı ve yeşil bir cübbe giyerdi. Siyah kuzu derisinden bir palto veya şapka takardı. Bayramlarda küçük, sepet şeklinde bir masa örtüsü, ince bir kumaş ve siyah bir eşarp giyer ve namaza giderdi" ("Baburnoma", s. 47).
Bu betimleme, okuyucuya kralın dış görünüşü, potansiyeli ve fiziksel yapısı hakkında net bir fikir verebilir. Behzod da portresinde bu özellikleri, yani kralın geniş omuzlarını, düz yüzünü, çekik gözlerini ve etkileyici duruşunu kusursuz oranlarda yansıtır. Kıyafetlerinin kırmızı ve yeşil renkleri, başlığının şekli ve süslemeleri de Babür'ün betimlemesindeki unsurlarla örtüşmektedir. "Hüseyin Boykaro" portresinin, gerçek kaynaklardan alınan betimlemenin sanatçının kişisel vizyonuyla birleştirilmesiyle yaratıldığı söylenebilir. Bu eser, Timurlular döneminde insan figürünü bilimsel doğruluk ve resimsel gerçekçilik temelinde aydınlatan önemli bir sanat örneği olarak değerlendirilebilir. Bir kopyası İsveç Ulusal Galerisi'nde bulunan bu portrenin aslı, İsveçli sanat tarihçisi F. Martin'in kişisel koleksiyonunda bulunmaktadır.
Taç giyme töreni
Nevai'nin dostundan çok uzaklaşmayacağız. "Hüseyin Baykara'nın Taç Giymesi" adlı minyatür, Timurlular döneminin kültürel yaşamını ve devlet geleneklerini yansıtan en önemli eserlerden biridir. Mansur Musavvir tarafından 1469 yılında yapıldığı düşünülen bu tablo, şu anda Washington, D.C.'deki Ulusal Asya Sanatları Müzesi'nde sergilenmektedir.
Minyatür, taç giyme töreninin ortasında görkemli bir şekilde oturan genç Hüseyin Boykaro'yu tasvir ediyor. Her iki yanında da saray görevlileri, şairler ve âlimler, aralarında Abdurrahman Cami ve Ali Şir Nevai'nin de bulunduğu kişiler görülüyor. Hassas bir okuyucunun aklına mutlaka bir durum gelecektir. Bilindiği gibi, 1469'da Horasan tahtında Ali Şir'in çocukluk arkadaşı Hüseyin Boykaro oturuyordu. Aynı yıl Ali Şir Nevai, Hüseyin Boykaro'ya ithafen "Hiloliya" adlı kasideyi yazmıştı. Belki de o meşhur kaside tam bu anlarda okunmuştur.
Nizami'nin patisine vurduğu an
Ressam Kusim Ali'nin Kamoliddin Behzod'un rehberliğinde yarattığı ünlü minyatür, "Büyük Şairler Çemberinde Nevai" ("Bahçedeki Sufiler") adını taşıyor. Eser, Ali Şir Nevai'nin "Hamse"nin son bölümünü hocası ve arkadaşı Abdurakhmon Cumi'ye sunup fikrini sorduğu anı tasvir ediyor. Sahne, zarif bir kır bahçesinde geçiyor: Çiçekler arasında bir avluya serilmiş bir halının üzerinde, Doğu şiirinin büyük temsilcileri Nizami Gencevi, Firdevsi, Emir Hüsrev Dehlavi, Sa'di, Sanai, Envari, Unsurii ve Zakoni'yi bir çember halinde otururken görüyoruz. Toplantıya katılanlar, Nevai'nin yaratıcı potansiyelini büyük bir takdirle karşılıyor ve onu kendilerine layık bir şair olarak görüyorlar.
Babur Mirza küpe takıyor
Zahiriddin Muhammed Babür'ün bu portresini mutlaka görmüşsünüzdür. Kral ve şair, bir bahçede, dere kenarındaki bir bankta oturmuş, ayakkabılarından birini çıkarıp diğerini babasının ayakkabısının üzerine koymuş halde kitap okuyorlar. Portre, Babür'ün torunu Cihangir döneminde, 1610-1615 yılları arasında yapılmış olup, şu anda Londra Kütüphanesi'nde sergilenmektedir.
Sizce Babur Mirzo gerçek hayatta da böyle miydi? Bu arada, Babur Mirzo'nun minyatür sanatına da derin bir hakim olması ve hatta döneminin en ünlü sanatçısı Kamoliddin Behzod'un yeteneğini eleştirel bir gözle değerlendirmesi tesadüf değil.
"Boburnoma"da şöyle yazar: "Behzod, ünlü ressamlar arasında yer almayı hak ediyor. Sanatsal ustalığın inceliklerine sahip, ancak sakalsız yüzleri iyi betimlemiyor. Sakallı insanların yüzlerini çok güzel gösteriyor." Tartışmalı bir diğer nokta ise Babür'ün taktığı sarık ve kulağındaki küpedir. Birçok kişi bu resimdeki sarığı Şii mezhebinin Kızılbaşlarıyla ilişkilendirir. Ancak resimdeki sarığın Kızılbaşlara ait olmadığı araştırılmıştır. Çünkü çeşitli kaynaklara göre, Safevi dönemi Kızılbaşları, Babür'ün aksine kırmızı bir sarık ve "taci Haydari" adı verilen uzun bir şapka takıyorlardı.
Bu tablonun Babür'ün ölümünden yaklaşık bir asır sonra yapıldığı düşünüldüğünde, bu dönemde Hint minyatürlerinde küpe takan hükümdar tasvirlerinin yaygın olduğu söylenebilir.
Aslında küpe takmak eski Türklerin bir geleneğiydi. Panjikent'te bulunan duvar resimlerinde, Türk özelliklerine sahip savaşçıların küpe taktığını görüyoruz. Babür'ün sonraki torunları Cihangir, Ekber ve Evrengzib'in minyatürlerinde de kulaklarında küpelerle tasvir edilmişlerdir.
Başlıca sorunlardan biri, bildiğimiz Babür'ün minyatür olarak zayıflamış olmasıdır. Zira tarihi kaynaklar, kollarında iki güçlü adamla sık sık Agra Kalesi surlarında koşma talimi yaptığını ve Kabil'de bir komplo kurulup çatışma çıktığında beş adamı tek başına yendiğini açıkça belirtmektedir. Ayrıca, komutanın mükemmel bir yüzücü ve dalgıç olduğu ve Ganj hariç tüm Hint nehirlerini yüzerek geçtiği, çağdaşlarının eserlerinde de geçmektedir. Babür isminin Arapçada "aslan" anlamına gelmesi de onun cesur, yiğit ve çevik olduğunu göstermektedir.
Bir diğer ilginç gerçek: Kral ve şair, "Babürneme"de babasını anlatırken şöyle der: "Babam tek bir yumruk darbesiyle herhangi bir genci atından düşürebilirdi." Babürneme ayrıca, Herat'tan Kâbil'e giderken, atının karnından gelen karlı yollarda kendisinin ilerlediğini, karı tekmeleyerek orduya yol açtığını ve diğerleri tipiden korunmak için mağaralarda saklanırken, Babür'ün karda bir çukur kazıp orada uyandığını da belirtir. Bu, kral ve şairin gücünün sandığımızdan daha yüksek ve kıskanılacak olduğunu gösterir.
Kırmızı halıda Muhammed Şeybanikhan
Bir diğer dikkat çekici portre ise 1507 yılında yapılmış olan Muhammed Şeybani Han'ın portresidir. Hükümdar, ellerini dizlerine dayamış, öne eğilmiş bir şekilde otururken tasvir edilmiştir. Bu duruş, onun doğal gurur ve onurunu ifade eder. Eser şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nde özel bir koleksiyonda saklanmaktadır. Şeybani Han, eşsiz fiziksel gücü ve askeri örgütlenme becerileriyle tanınıyordu. "Babürneme"de kendisinden "güç sahibi" anlamına gelen "Şeybok Han" olarak bahsedilir. Farsça kaynaklarda ise kişiliği ve faaliyetleri hakkında Molla Şodiy'nin "Fethnomayi Hani", Binoiy'nin "Şeybaniynoma" ve Rozibbek Han'ın "Sefarnomayi Buhara" adlı eserlerinde bilgi verilmektedir. Ancak, Şeybani Han'ın kişiliğini tam olarak ele alan tek kapsamlı kaynak, Muhammed Salih'in ünlü eseri "Şeybaniynoma"dır.
Portre, Şeybani Han'ı ellerini dizlerine dayamış, bir çadır kurmuş, ağırbaşlı bir şekilde otururken tasvir ediyor. Başındaki beyaz sarık saflığı, mavi dış giyimi ise barışı simgeliyor. Arka plandaki yeşil duvar yaşamı, yenilenmeyi ve istikrarı, Şeybani Han'ın oturduğu kırmızı halı ise savaşları, kan dökülmelerini ve zaferleri simgeliyor. Fotoğraftaki Şeybani Han'ın yüzüne bakarsanız, düşüncesiz kahverengi rengini fark edersiniz. Özbekistanlı halk yazarı Pirimkul Kadirov'un "Yıldızlı Geceler" adlı romanındaki öyküye bakarsak, buradaki kahverengi rengin Şeybani Han tarafından, sanatçının çizimini kendi bildiği gibi düzeltmeye çalışarak resmedildiğini görürüz.
Ünlü yazar Sadulla Siyoyev, "Bozkırın Kıpçak Şahini veya Muhammed Şeybani Han'ın Hikayesi" adlı eserinde Şeybani Han'ı şöyle anlatır:
"Şeybani Han bugün daha mütevazı giyiniyor, kraliyet kıyafetleri giymiyor. Ayaklarında kırmızı çizmeler, başında mavi ipek bir sarık ve özenle bağlanmış cıva sarığı var. Karnı düz, gözleri çekik, kısa, kırpılmış sakalı ve bıyığı ise tam oturuyor. Omuzları geniş. Tavırları ve davranışları genç adamların karakteristik özelliği olan gençliği, cesareti ve enerjiyi yansıtıyor. Sarığına asılı yakut kırmızısı broş olmasaydı, Deşti-Kıpçak'ın şahini olarak onur tacını takan Şeybani Han değil, bir eyaletin veya ilin komutanı sanılırdı."
Şahrukh Mirza at sırtında
Bu minyatür, Emir Timur'un dördüncü oğlu Şahruh Mirza'ya (1377-1447) ithaf edilmiş olup, 1436 yılında yapılmış ve Şerefiddin Ali Yezdi'nin "Zafarname" adlı el yazmasından alınmıştır. Şu anda Danimarka, Kopenhag'daki David Galerisi'nde sergilenmektedir. Eserin, tarihsel doğruluktan ziyade manevi bir durumu ifade etmeye öncelik verdiği anlaşılıyor: sanatçı, bir hükümdarın onurunu, düşüncelere dalmış, tefekkür içinde yaşayan sakin bir kişi olarak, kralın suretinde tasvir ediyor. Minyatürdeki imge, gerçek tarihsel imgeyle tam olarak örtüşmese de, Şahruh Mirza'nın iç dünyasını, siyasi ve manevi dünyasını yansıtması açısından değerlidir.
***
Aynı zamanda, minyatür sanatının yalnızca bir insan portresinin karakterini ortaya çıkarmak için değil, aynı zamanda mitlerin ve efsanelerin, klasik eserlerin anlamını ortaya çıkarmak için de önemli bir kaynak olduğu unutulmamalıdır. Özellikle efsaneleri ve destanları yansıtan bazı portreler, olağanüstü güzellikleri ve beklenmedik anlam yönleriyle insanları cezbeder. Örneğin, Muhammed Murad Semerkandî'nin "Siyavuş'un Ateşle İmtihanı" minyatürünü ele alalım. Siyavuş imgesi, Orta Asya bölgelerinde uzun zamandır popülerdir ve zamansız ölen bir kahraman olarak halkın hayatında önemli bir yere sahiptir. Minyatürde, at üzerinde yanan bir ateşin üzerinden atlayan genç bir adam tasvir edilmiştir. Kompozisyonun merkezinde bir binici ve bir at bulunmaktadır. Siyavuş, beyaz giysiler içinde, genç bir delikanlı ve narin bir görünümde tasvir edilmiştir ve atı da beyazdır. Bu, onun manevi saflığını gösterir. Ateş kıvılcımlarının Siyavuş'a dokunmaması, onun masumiyetinin, dürüstlüğünün ve dürüstlüğünün bir yansımasıdır.
***
Kamoliddin Behzod'un Emir Hüsrev Dehlevi'nin "Leyla ve Mecnun" adlı eseri için çizdiği minyatürde de ilginç sembollerle karşılaşıyoruz. "Akrabaların Mecnun'u Görmeye Gelişi" adlı tablo, 16. yüzyılda Herat'ta yapılmış. Mecnun'u herkes gibi yaşamaya ikna etmek için akrabalarının onu ziyaret ettiği bir sahneyi tasvir ediyor. Behzod, bu sahneyi sonbahar akçaağaçları, kır çiçekleriyle dolu çayırlar ve gölgeli, serin bir baharla uyumlu hale getirmeyi başarıyor ve doğanın böylesine güzel manzaralarının bile Mecnun'u büyüleyemeyeceğine dikkat çekiyor. Mecnun, çevresine karşı kayıtsız ve ilgisizdir. Onun için Leyla'nın manevi güzelliğinden daha büyük bir mutluluk yoktur. İnsanların bunu anlamayıp onu teselli etmeye çalışmaları ise yürek parçalayıcıdır.
Kısacası minyatürleri gerçekliği temsil eden bir araç olarak değil, kökleri gerçekliğe dayanan canlı bir sanat eseri olarak yorumlarsak daha fazla keyif alabiliriz.
Babur ELMURODOV,
Filoloji Doktorası (PhD)
Kaynak: 4 Kasım 2025, https://oyina.uz/uz/article/4195
09:15









FACEBOOK YORUMLAR