Sokrates'in muhâkemesi - TANER AY

Kültür tarihi araştırmacısı Taner Ay “Sokrates’in yaşam tarzı felsefe yapmaktı. Bu terimi Pythagoras’a atfen derin bir manâda kullanmaktadır” diyor.

Sokrates'in muhâkemesi - TANER AY
11 Kasım 2020 - 12:51 - Güncelleme: 21 Aralık 2020 - 12:04

Sokrates, döneminde, hiç kimseyle kıyaslanamayacak seviyede güçlü bir hatîbdi. Ancak, Platon’un yazdığı savunmasında, kendisini, hitâbeti “iknâ edici olmak” sanan hatîblerden ayırdığı anlaşılmaktadır ( Savunma, I. 17. B ). Ona göre, hatîbin başlıca erdemi, doğruları söylemektir. Bu nedenle, yaşamı boyunca, hitâbetini sadece “doğru olan” üzerine inşâ etmişti  ( Savunma, I. 18. D ). 

Sokrates’in yaşam tarzı felsefe yapmaktı. Bu terimi Pythagoras’a atfen derin bir manâda kullanmaktadır. Çünkü, felsefenin, kendisine bahşedilen “ilâhî bir kader” olduğuna inanıyordu. Kuşkusuz, döneminde, yaşam tarzı felsefe yapmak olan yegâne filozof değildi. Ama, Cicero’nun da belirttiği gibi, felsefeyi gökten yere indirmiş olması onu diğerlerinden ayırıyordu ( Tusculum Tartışmaları, 5. 4. 10 ). Felsefenin, Sokrates ile kafa yoran bir terbiye olarak evlere kadar girdiği muhakkaktır. Lykeion mesireliğinden pek ayrılmamasına rağmen ( Euthypron, 2 a ), sırf kafa yorduğu için, yetmişinde kendisini dînî davalara bakan Arkhôn Basileus’un huzûrunda bulacaktır. 

*** 

Sokrates, hakkındaki takîbâtın, Meletos isminde birinin kendisini felsefecilerin “dînsizlik ile gençleri baştan çıkardığı” şeklinde özetledikleri ithâmına dayandığını Arkhôn Basileus’taki tebliğ ile öğrenecektir ( Euthypron, 2 a ). Ancak, Platon’un Euthypron, Savunma ve Kriton eserlerinde, mezkûr iddiânın, lûgat karşılığındaki dînsizlik değil de, sadece kentin tanrılarına tapınmamak veya onları tanımamak şeklinde tezâhür ettiği görülmektedir. Oysa, tanrıların varlığına inanmamak ile kentin tanrılarına tapınmamak çok farklı şeylerdir. Zâten, Sokrates de, Platon’un yazdığına nazaran,  “Ben tanrıların var olduklarına inanıyorum, o hâlde bütünüyle tanrısız değilim” diyerek, bir dînsiz olmadığını ifâde etmiştir ( Savunma, I. 26. C ). Bu nedenle, Sokrates’in suçu dînsizlik değil, ancak dînî ortodoksinin dışına çıkmak olabilir. Platon’un muğlak bir biçimde kullandığı “gençleri baştan çıkarmak” ifâdesiyse, bazı yazarlara göre Alkibiades’e ve Kritias’a dayanıyordu. Ama, Alkibiades’in  Şölen’deki “Felsefe genç bir rûhu ele geçirdiğinde ona bir yılanın dilinden daha kötü şeyler yapar ve söyletir” ifâdesinin ( 218 a ve b ), sorunu, îmâ edilenlerden epey farklılaştırdığını düşünüyorum.     

Meletos daha önce Andosides’e karşı dînsizlik davası açmış ve Salamisli Leon’un tutuklanması vak’asına ismi karışmış bir kişi olmakla birlikte, Sokrates onun mürâcaatının arkasında Anylos’un ve Lykon’un olduğunu düşünmektedir. “Meletos şuarâ, Anylos zanaatkârlar ve devlet adamları, Lykon ise hatîbler nâmına bana diş biliyorlar” der ( Savunma, I. 23 B ve 24 A ). Bu ifâdeden, Sokrates’in muhâkemesinin, aslında döneme mahsûs birden fazla husûmetin sonucu olduğu sarâhat kazanmaktadır. 

*** 

Sokrates’in muhâkemesinde, ilk önce, zenginin yoksula husûmeti zuhûr eder. Onu idâma  mahkûm edecek olan oligarşik devletin sınıf karakterini merâk edenler için, Aristoteles’e atfedilen  Atinalılar’ın Devleti isimli eser iyi bir kaynaktır. Meletos, Lykon ve Anylos yönetici zengin sınıftandırlar. Davâcının Meletos görünmesine ve Lykon’un isminin de bir şekilde yaşlı filozofun muhâkemesine karışmış olmasına rağmen, aslında Anytos hem Meletos’u ve hem de Lykon’un bu vak’ada kullanmıştır. Ksenophan’a göre, zanaatkârlar ve devlet adamları nâmına Sokrates’e diş bileyen bu zengin sepici ve devlet adamının, filozofa karşı ayrıca özel bir husûmeti de bulunuyordu ( Apologia Sokratous, I. 30, 31 ). Ama, sadece Anytos değil, Lykon da Sokrates’e şâhsî düşmânlık duyuyor olmalıydı. Çünkü, Lykon’un oğlu Autolykos darbeci Otuzlar tarafından öldürülmüştü. Otuzlar’dan Kritias, Sokrates’in öğrencisi ve Platon’un amcasıydı. Bu nedenle, Sokrates’in muhâkemesinden elli yıl kadar sonra Aeskhines, “Otuzlar’dan Kritias’ın hocası olduğu için mi Sokrates’e idâm cezâsı verildi?” diye soracaktır. Onların karşısındaki Sokrates ise, derslerinden hiçbir ücret talep etmemesini yoksulluğu için “yeterli bir kanıt” olarak gösteren ( Savunma, I. 31 C ), parasız ve mülksüz bir filozoftur. Friedrich Nietzsche’nin de Putların Alacakaranlığı’nda yazdığı gibi, halkın en alt tabakasından bir avâmdır ( “Sokrates’in Sorunu”, 3 ). Sokrates’in yoksulluğu kasıtlı ve bilinçli bir tercîhti. Ama, Sokrates’in yoksulluğu tercîhini doğrudan bir politik görüş ile ilişkilendirmek de  mümkün görünmüyor, daha ziyâde ahlâkî bir tavır gibidir.    

Sokrates için dînsizlik, önceden tasarlanıp uydurulmuş bir bahânedir, oligarşik devletin asıl niyeti, kafa yoran fikirleriyle evlere kadar giren bir mülksüzün susturulmasıdır. Ancak, yönetici zengin sınıf için Sokrates’in gerçek bir tehdit unsuru olmadığı da muhakkaktır; alt tabakadan olmasına rağmen, sadece yaşam tarzıyla, küstahlığıyla ve kibriyle kent düzenine rahatsızlık vermişti. Âdetâ bir satir gibi yaşıyordu ( Şölen, 215 b ve d ), ahbâbından pek çoğunun da muteber eşhâs olmadıkları kesindir. Bundan olsa gerek, Platon’un yazdığına nazaran, Sokrates kendisi için at sineği metaforunu kullanmıştır ( Savunma, I. 30 E ). Bilindiği gibi, at sineği, atların sıhhatine zarar vermemekle birlikte onları sadece rahatsız eden bir haşeredir.  

*** 

Dînsizlik nedeniyle hakkında idâm cezâsı verilmesi ise, muhtemelen istisnâî bir karardı. Dînsizlik ithâmıyla Protagoras’ın kentten kovulup kitaplarının yakıldığı, Diagoras’ın ve Anaksagoras’ın sürgüne gönderildikleri söylenir. Ancak, sanık, Sokrates gibi herkesi rahatsız eden küstah bir mülksüz olunca, bu defa suç ve cezâ arasındaki illiyet kimsenin umûrunda olmayacaktır.  Kentin ahâlîsini yaşam tarzıyla rahatsız eden bu adama öyle bir cezâ verilmeliydi ki, ona verilen cezâ başkalarına da ibret olmalıydı. Cezâ ibret olacaksa, sürgün kâfî değildi. Ayrıca, sürgüne gönderilen bir kişinin mallarına hukukan el konulduğundan, parasız ve mülksüz Sokrates’e sürgün cezâsı verildiği takdîrde, bu cezânın infâzının fiilen imkânsız olduğu ve yeni bir hukukî sorun çıkaracağı da muhakkaktı. Geriye suç ile nisbetsiz idâm cezâsı kalıyordu. Bu nedenle, Sokrates’e verilen idâm cezâsı, trajik değil, trajedinin bir parodisidir.        

Sokrates, davâcı Meletos’un şuarâ nâmına kendisine diş bilediğini söylerken, kadîm bir kavgaya işâret eder. Bunu Devlet’te de dile getirecektir ( X. 607 b ). Bu kavganın esâsının “teolojik bir nefret” olduğunu ise, James Adam, Gifford Dersleri’nde açıklamıştır. James Adam’ın vefâtının ardından  Antik Yunan’ın Dîn Öğretmenleri ismiyle yayımlanan ders notları ( T & T. Clark, 1908 ), şuarâ ile filozoflar arasındaki kavganın bütün safahâtını ortaya koyan emsâlsiz bir eserdir. Antik Yunan’da hem şâir hem de filozof dîn öğretmeniydi. Homeros’un ve Hesiodos’un eserleri tanrılarla dolu olduğu için, okurları da tanrılarla temâs hâlindeydi. Onların Yunan ilâhiyâtının kurucu babaları olduğunu söylemek, hatalı olmayacaktır. Bu Homerik ve Hesiodik ilâhiyâta ilk itirâzât ise Pythagoros’tan, Ksenophenes’ten ve Herakleitos’tan gelmiştir. Yunan ortodoksisine mezkûr itirâzâtın  sonucunda şuarâ ile filozoflar arasındaki kavganın M.Ö. 5’inci ve M.Ö. 4’üncü yüzyıllarda teolojik bir nefrete dönüşmesi ve filozof ile şâirin birbirlerine hakaret etmeleri şaşırtıcıdır. Bu hakaretlerden bazı örnekler Yasalar’da mevcûttur ( Platon, 967 c ve d ). Merâk eden, şuarâ ile filozoflar arasındaki teolojik nefretin bütün safahâtını James Adam’dan okuyabilir. Ama, Batı medeniyetinin kültür kökleri de bu teolojik nefrettedir. Çünkü, târihî kavganın Sokrates’in muhâkemesine kadar varmasında ve Sokrates’in kendini zehirli baldıran ile öldürmesinde şuarânın payının bulunması, mülksüz filozofun hikâyesini modernitenin oluşumuna dâhil etmiştir.    

*** 

Sokrates, “Lykon hatîbler nâmına bana diş biliyor” derken ( Savunma,  24 A ), Atina’da filozofluğun hayli kârlı bir ticâret olduğu hakikatını dile getirmektedir. Sokrates derslerinden para almıyordu, ama Protagoras ve Gorgias gibi filozofların yaklaşık olarak 100 mna aldıklarını biliyoruz. Pennsylvania Üniversitesi’nden Emily Wilson günümüzde bu meblağın kabaca 500 bin dolara eşit olduğunu hesâplamıştır ( Sokrates’in Ölümü, s. 44, 2020 ). Sokrates, hitâbeti “iknâ edici olmak” sanan bu paracı hatîblerden nefret ediyordu; kuşkusuz paracı hatîbler de Sokrates’e düşmândılar. Aslında yoksul Sokrates’in bu aristokratça tavrı, sisteme bir meydân okumaydı. Ama onlar hayli kalabalıktılar, Sokrates ise tek başınaydı. Bütün sistemler, gerçek nâmûsun, günâh elinin altındayken, günâha el sürmemek olduğunu öğreten ters adamları ezip geçerler. Sokrates’in de ibret olsun diye ezilmesinin ve yaşam tarzıyla yeni Sokratesler’in çıkmasına mâni olunmasının artık zamanı gelmişti. Platon’un Sokrates’i, Lykon’un hatîblerin adamı olduğunu söylüyorsa, kumpasa onların da karıştıklarına dâir iddiâya itibâr etmemiz gerekiyor.  

*** 

Yazıldığı gibi, Sokrates’in ölümü, hakkındaki idâm cezâsının infâzı değildir. Zehirli baldıran almasıysa tam manâsıyla bir intihâr sayılır mı, bundan emîn değilim. Baldıran içip, ahbâbı arasında sürekli konuşarak, Sokrates’in tıpkı şölenlerdeki Sokrates olarak ölmesi rivâyeti de en azından tıbbî açıdan bana pek doğru gelmiyor. Ama, edebî ve felsefî açılardan, mükemmel bir hikâyedir. Bu ikonik ölüme, Hegel’in, Kierkegaard’ın ve Nietzsche’nin modernitenin başlangıcı olarak bakmaları ise, târihî Sokrates gibi Platon tarzı hikâyesinin de çok fazla konuşmasındandır. 

Karar Gazetesi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum