"ÂŞIK"TAN "SEVGİLİ"YE EVRİLEN BİR YOZLAŞMA SERÜVENİ YA DA "SEVGİLİLER GÜNÜ" / Prof. Dr. Nurullah Çetin

"ÂŞIK"TAN "SEVGİLİ"YE EVRİLEN BİR YOZLAŞMA SERÜVENİ YA DA "SEVGİLİLER GÜNÜ" / Prof. Dr. Nurullah Çetin
14 Şubat 2020 - 20:39

“ÂŞIK”TAN “SEVGİLİ”YE EVRİLEN BİR YOZLAŞMA SERÜVENİ YA DA “SEVGİLİLER GÜNÜ”

Türk milleti kültürü ile, medeniyeti ile, edebiyatı, sanatı, anlamlı, değerli, kaliteli yaşantı anları ile bütün insani, medeni değerleri ile çok zengin olan kadim mirasını hızla tüketiyor, unutuyor, kendi eliyle yok ediyor. Maddî ve manevî, dinî ve millî değerlerimizden oluşan büyük, özel ve özgün bir Türk-İslam kültür ve medeniyet birikimimizi yok ederek gâvurun çürük çarık, aslı, temeli, sıhhati, samimiyeti olmayan batıl değerleriyle oyalanarak kendi varoluşumuzu sabote ediyoruz.
Üretimin, pazarın, tüketimin, bütünüyle ekonominin sahibi olan kapitalist gâvur, ahaliyi “Sevgililer Günü” sabun köpüğü ile oyalayıp haraca bağlıyor.

İki çarpık kavram: “Sevgili” ve “gün”
Biz eskiden “âşık”tık, şimdi “sevgili” olduk. Biz eskiden aşkı her zaman yaşardık, şimdi ise bazı “gün”lerde hediye ile, mücevherle, süsle, eğlence ile hatırlıyoruz. “Âşık” ne kadar güzel, saf, temiz, kutsal, anlam ve çağrışım alanı sıcak ve zengin, duygusal ve hikmetli ise; “sevgili” o kadar sıradan, bayağı, itici, soğuk bir kelime.

Biz eskiden çok değerli, büyük, olağanüstü ve insanüstü fedakârlıklara dayalı destansı aşklar yaşardık ve yazardık. Yaşadıklarımızı yazıyla ölümsüzleştirirdik. Şimdi ise günlük, gelip geçici, sıradan, yavan, salt anlık tensel zevklere bağlı hercai “ilişki”ler yaşayan ”sevgili”ye döndük.

Batının batıl değerleriyle yeni bir hayat tasavvuruna kapılan modern ve modernist Türkler, harcı saf, temiz, maddi menfaat bulaşığı olmayan kutsal aşk çimentosuyla kurduğu sağlam, korunaklı afif aile binalarını yıktılar. Onun yerine maddi menfaat kumuyla, çakılıyla, çerçöpüyle örülü eğreti “seviyeli ilişki” barakalarına hapsoldular. Şimdi bu eğreti barakalarda debelenip duruyorlar.

Biz eskiden âşık olarak sever, sevdiğimize âşık olur, aşkla sevdiğimize sonuna kadar bağlı kalırdık. Aşkımızın ve sevgimizin bedeli, yapılabilecek her türlü fedakârlığı kapsardı. Aşkımız ve sevgimiz uğruna ufak tefek kusurları görmez, varlığa yokluğa katlanır, dağılmak, ayrılmak, parçalanmak için değil; iyice birleşmek, bütünleşmek, tek ruh haline gelmek, kenetlenmek için mücadele verirdik.

Biz eskiden yerleşik, kalıcı, daimi “evli” idik; şimdi ise kısa ömürlü, gelecek tasavvuru olmayan, köksüz ve ruhsuz ”birlikte” olduk.

Biz eskiden “biz” idik, şimdi” ben” olduk. Biz eskiden “biz birlikte varız” derdik, şimdi ise gurur, kibir, benlik davası güdüp, kişilik ispatı cilalı “ben de varım” isyanıyla parçalandık.
Biz eskiden tahammül eder, katlanır, bekler, umar, sabrederdik. Kolay elde edilmeyen, cefası çekilen safalara taliptik. Aşkın, sevmenin kıymetini bilir, bütün hücrelerimizde derinden hissederdik.

Biz eskiden:
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir,
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat”
(Sabit)
(Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu yıldız bilimci, vakitçi ne bilir? Gecelerin kaç saat olduğunu aşk derdiyle, sabırla bekleyenlere sor.)
Derdik. Şimdi ise “çekemem, katlanamam, bekleyemem, hadi güle güle, sen yoluna, ben yoluma” diyoruz.

Biz eskiden:
“Muhabbet bir belâ şeydir, giriftâr olmayan bilmez,
Cefâyı çekmeyen âşık, sefânın kadrini bilmez”
(Lâ-edrî)
(Muhabbet bir belâ şeydir, ona tutulmayan onun ne olduğunu bilmez, cefayı çekmeyen âşık safanın değerini bilmez)
der, çilesi çekilen, zahmetle, gayretle, çabayla, fedakârlıkla elde edilen aşkın değerini, hazzını duya duya yaşardık. Şimdi ise kolayca elde edilen, sıradan aşkla, sıradanlaşmış yavan hayatlar yaşarak ömrümüzü heba ediyoruz.

Biz eskiden:
“Bir kâsedir alev dolu gönlüm, yana yana
Men tâ senün yanunda dahi hasretem sana”
(İsmail Hami Danişmend)
Diyorduk. Yani sevdiğimize o kadar bağlı idik ki aşkımızı, sevgimizi maddi değerlerin ötesinde tamamen manevi, ruhsal, duygusal, insani bir bağlanım olarak algılıyorduk. Eşimizin yanında iken bile ona özlem duyuyorduk. Şimdi ise eşimizin yanında iken bile başka hayalî sevgililer tasavvuruyla ondan uzaklaşıyoruz. Çünkü eskiden akşamları harim-i ismetimiz olan evimizde sadece eşimize bakıyorduk. Şimdi ise akşamları eşimizle birlikte televizyon dizilerindeki binlerce hayalî sevgililere bakıyoruz.

Biz eskiden aşka demirden dağları külünkle delerek ulaşıyorduk. Şimdi ise haya perdesini delerek sevgili buluyoruz.
Biz eskiden asıl “Aslı”ları şehirler, dağlar aşa aşa, kaçırılanı kovalaya kovalaya, araya araya buluyor, dünyada kavuşamasak da ölümde ve ahirette buluşmayı bile büyük bir mükâfat ve zafer olarak görüyorduk. Şimdi ise asıl Aslılar yok oldu; sanal, genel geçer, günlük, kolayca bulunup kolayca elden çıkan sahtelerle idare ediyoruz.

Eskiden bizim için aşk görülen, elle tutulan, duyulan, et, kemik ve kandan ibaret bedene anlık, şehevi zevkleri tatmin aracı olan maddi bir beden ve dünyalık bir amaç değildi. Eskiden bizim için aşk, bizi Hakk’a, Allah’a, soyut, manevi, ilahî güzelliklere, sonsuz aşka, sonsuz mutluluğa götüren bir araçtı.
Bizim eski Leylalarımız şimdi lay lay lom oldu.

Eskiden bizim için evlilik sabırdı, katlanmaydı, birlikteliği sonuna kadar kararlılıkla korumaktı, aile namusu ve şerefiydi. Şimdi ise gençler ufacık bir tartışmada hemen boşanıyor, evli bir aile olarak varlığını koruma sorumluluğundan kaçarak hem kendi bireysel var oluşuna, hem millî Türk istikbalimize ihanet ediyor.

Son söz olarak bizim için aşk, bizi gelip geçici, yok olmaya mahkum, fani ve salt madde planında algılanan bir insan bedenine tapınma değil; bizi gerçek ve sonsuz sevgili olan Allah’a götüren bir saf insani duygudur. Sözü sahibine bırakalım:

“Kadınlara, çocuklara, yığın yığın altın ve gümüşlere, güzel ve cins atlara, hayvanlara ve ekinlere insanların aşırı sevgisi vardır. Bu sevgiler insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar yani insanların sevdikleri bu şeyler, dünya hayatının güzellikleridir. Ancak asıl varılacak güzel yer Allah’ın katındadır. Öyle ise asıl sevilmesi gereken de Allah’tır.” (Al-i İmran, 14)

Prof. Dr. Nurullah Çetin


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum