ŞEYH GÂLİB (Doğum tarihi: 1757, İstanbul Ölüm tarihi ve yeri: 3 Ocak 1799, İstanbul) - Yazar: DOÇ. DR. FATİH USLUER

ŞEYH GÂLİB, Mehmed (d. 1757/1171 - ö. 1799/1213) divan şairi (Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)

ŞEYH GÂLİB (Doğum tarihi: 1757, İstanbul Ölüm tarihi ve yeri: 3 Ocak 1799, İstanbul) - Yazar: DOÇ. DR. FATİH USLUER
03 Ocak 2021 - 01:41

Asıl ismi Mehmed’dir. Edebî sohbetlerine katılarak kendisinden çok şey öğrendiği hocası Hoca Neş'et tarafından verilen Es'ad mahlasını 1784 (Ergun 1932: 7) yılına kadar kullanmış daha sonra da Gâlib mahlasını almıştır. 1757 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi civarında doğan Gâlib’in babası Mustafa Reşîd (ö. 1801), annesi Âmine Hâtun (ö.1794)’dur. Safiyyullah Musa Dede’ye müntesip bir Mevlevi olan Şeyh Gâlib’in babası Mustafa Reşîd (Genç 2000: 373-374; Gölpınarlı 1953: 6-7) Dîvân-ı Hümâyûn katibi idi (Bombaci 1968: 324). H. Hatemi’nin dile getirdiği, Nizâm-ı Cedîd’in başına Talimli Asker Nâzırı olarak getirilen ve Çelebi ünvanıyla anılan Mustafa Reşîd Efendi’nin Şeyh Gâlib’in babası Mustafa Reşîd olma ihtimali (1993: V: 198) yoktur zira bu şahıs III. Selîm’in devşirmelerinden biri olup devlet kademelerinde yükselmiştir (Shaw 2000: 130). Şeyh Gâlib’in babası ise, Yenikapı Mevlevihanesi müdavimi bir Mevlevidir hatta son yapılan çalışmalara göre buranın on ikinci şeyhi Kûçek Muhammed Dede'nin oğludur (Gürer 2000: 206) ve tabiidir ki bu nedenden dolayı bir devşirme değildir.

Şeyh Gâlib çocukluğundaki ilk tahsilini babasından almış, ondan bir çok ilim öğrenmiş, babasıyla okuduğu Manzûme-i Şâhidî’den başka kimseden Farsça ve şiir bilgisi tahsil etmemiştir (Genç 2000: 374). Ancak ilerleyen yaşlarda Hoca Neş'et (ö. 1807)’in edebiyat sohbetlerine katıldığı, Galata Mevlevihanesi şeyhi Hüseyin Efendi’den istifade ettiği, Hamdî isminde bir zattan Arapça öğrendiği kaynaklarda zikredilmiştir (Ergun 1932: 5-6). Şeyh Gâlib, Dîvân-ı Hümâyûn katibi olan babası ve sohbet meclislerine katıldığı Hoca Neş'et’in çevresinde bulunan Reîsülküttâb Râşid, Vak'anüvîs Pertev gibi zâtlardan oluşan arkadaş çevresiyle paralel olarak yirmi dört yaşındayken Dîvân-ı Hümâyûn kaleminde çalışmıştır (Çiftçi: 320). “Kâne kelâm-ı Gâlib” terkibi onun Dîvân’ını tertiplediği yıla düşürülmüş bir tarih olduğuna göre (Genç 2000: 375) bunun 1195/1781 senesine yani kâtipliğe başladığındaki yirmi dört yaşına tekabül ettiği görülecektir. Bundan iki yıl sonra da meşhur Hüsn ü Aşk mesnevisini yazmıştır.

Mevlevî muhitinde yetişen Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ı yazdıktan (1197/1782-3) sonra Konya’ya giderek Ebûbekir Çelebi’nin (ö. 1784) himayesinde çileye soyunur. Ancak ailesinin Çelebi’den mektupla ricaları üzerine İstanbul’a gönderilen Şeyh Gâlib Yenikapı Mevlevihanesinde Ali Nutkî Dede’nin (ö. 1804) yanında 23 Ramazan 1198/1784'te çileye soyunur ve 25 Ramazan 1201/11 Haziran 1787 senesinde çilesini tamamlar (Yüksel 1980: 16). Çilesini tamamladıktan sonra 8 Recep 1203/4 Nisan 1789'da Trabzonlu Köseç Ahmed Dede’nin E't-Tuhfetü’l-Behiyye fî Tarîkati Mevleviyye’sine de E’s-Sohbetü’s-Safiyye ismini verdiği bir hâşiye yazmıştır (Yüksel 1980: 16). Sütlüce’de Yusuf Sîneçâk’ın türbeleri yakınında bir ev satın alıp orada yaşamaya başladı. Yenikapı Mevlevihanesinde de mukabelelere devam ettiği bu hengâmda 1204 yılının Recep ayında (Mart 1790) Yusuf Sîneçâk’ın Cezîre-i Mesnevî'sine şerh yazan Gâlib Dede, ayrıca Sütlüce’deki bu ikameti zarfında, III. Selîm tarafından Mevlânâ’nın türbesine gönderilecek örtünün baş tarafına yazılmak için bir beyit istemiş ve o da; "Müceddil olduğu Sultân Selîm'in dîn ü dünyâya / Nümâyândır bu nev-pûşîdesinden kabr-i Monlâ'ya" beyitini yazmıştır (Genç 2000: 384).

Şeyh Gâlib muhtemelen çilesini tamamladıktan sonraki bu dönemde de evlenmiştir. Ahmed, Mehmed ve Zübeyde isminde üç çocuğu vardır (Gölpınarlı 1953: 10). Bunlardan Zübeyde'nin 1210/1795 tarihindeki doğumu için Esrâr Dede bir tarih düşürmüştür (Genç 2000: 583). 11 Haziran 1790/9 Şevval 1205’da Mehmed Emîn Çelebi tarafından Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirilen Gâlib Dede böylece, edebiyat tarihi yanında Mevlevilik ve siyasi tarih sahnesine de çıkmıştır. Bu tarihten sonra Şeyh Gâlib, III. Selim ve aile fertleri ile daha yakın bir ilişki içine girmiştir. Dolayısıyla ilk gençlik yıllarındaki Hoca Neş'et, Reîsülküttâb Râşid, Vak'anüvîs Pertev gibi hamilerine III. Selîm, annesi Mihrişâh Sultan, kızkardeşleri Beyhân ve Hatice sultanlar da eklenecektir. Şeyh Gâlib, şeyhliğinin ilk senesinde başında bulunduğu Galata Mevlevihanesinin tadilatını istemek için bir kaside yazıp Bâb-ı Âlî'ye takdim etmiştir. III. Selîm'in sır kâtibi Ahmed Efendi'nin 11 Recep 1206/4 Mart 1792 tarihli notlarında şöyle anlatılmıştır: "Galata Mevlevîhânesinde şeyh olan Es'ad Gâlib Dede Efendi, tekyenin tamirini niyâz zımnında söylediği kaside Bâb-ı Âlîden rikâba arz olunmağla müceddeden binâ ve inşâsına emr u fermân buyurulur." (Arıkan 1993: 63). Fermandan kısa bir süre sonra 20 Recep 1206/16 Mart 1791'de tadilat başlamış ve 9 Zilhicce 1206/29 Temmuz 1792'de tamamlanmıştır. 15 Zilhicce/4 Ağustos 1792'de de ilk mukabele yapılmıştır (Genç 2000: 384). 20 Muharrem 1207/7 Eylül 1792 tarihinde de III. Selîm Galata Mevlevihanesinde mukabeleye katılır ve tüm dervişlere 500'er kuruş, Şeyh Gâlib'le birlikte orada bulunan misafir şeyhlere de birer çıkın altın ihsan etmiştir (Arıkan 1993: 94). Buna ek olarak III. Selîm 1207/1792'de Şeyh Gâlib'in Dîvân'ını 3000 liraya yazdırıp tezhipletmiş, dönemin ünlü hattatlarından Cevrî'nin istinsah ettiği bir Mesnevî-i Şerîf'i de Şeyh Gâlib'e hediye etmiştir (Yüksel 1980: 20).

10 Safer 1209/6 Eylül 1794 tarihli bir fermanda Şeyh Gâlib'e, mesnevihanlıklara atama için öneride bulunma hakkı verilmiştir ki bu, saray tarafından kendisine duyulan sevgi ve güvenin bir göstergisidir (Yüksel 1980: 20-21). Bu sevgi ve güvenin bizce en temel sebebi de Şeyh Gâlib'in III. Selîm ve reformlarına taraftar olmasıdır. Bilindiği gibi III. Selîm'in reformları, bazı dinî çevreler tarafından ağır muhalefetle karşılaşıyordu. Şeyh Gâlib tam da bu noktada hem şeyh kimliğini hem de şairliğini, bütün kalbiyle inandığı "Nizâm-ı Cedîd" ıstılahlarını desteklemeye adamıştı. Yapılan, tamir edilen tüm askerî binalar, mühendishaneler ve kurulan askerî birlikler için en az birer tarih düşüren Şeyh Gâlib, III. Selîm'in de yaptığı reformlarla devlete ve İslam'a hizmet ettiğini anlatan kasideler yazmıştır. Padişahla Şeyh Gâlib'in arasındaki ilişkiler de yukarıda anlattıklarımızla sınırlıdır. Yoksa dilden dile dolaşan bazı rivayetlerde aktarıldığı gibi Sultan Selîm'in Şeyh Gâlib'i "Pamuk Şeyhim" diye sevip, hatta sohbet sırasında istirahat lüzumunu duyunca dizine yattığı (Ahmet Hikmet. İlave-i Hak. no. 12'den aktaran Okçu 1993: 7) hayal ürününden öteye geçmemektedir.

Bugün elimizde 9 Recep 1205-Ramazan 1217/15 Mart 1791-Aralık 1802 tarihleri arasında gün gün III. Selîm'in neler yaptığını anlatan bir Rûz-nâme vardır. Şeyh Gâlib'in 9 Şevval 1205/11 Haziran 1790’da Mehmed Emîn Çelebi tarafından Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirilmesinden 26 Recep 1213/3 Ocak 1799'daki vefatına kadarki dönemi de kapsayan bu günlükte Şeyh Gâlib'in adı sadece iki yerde geçmektedir. Bunlardan birincisi Mevlevihanenin tamiri için Şeyh Gâlib'in yazdığı kasidenin Bâb-ı Âlî tarafından sultana gönderildiği 11 Recep 1206/4 Mart 1792 tarihli notta geçmektedir (Arıkan 1993: 63). İfade edildiği gibi şiir bizzat şair tarafından takdim edilmemiştir. Şeyh Gâlib'den bahseden diğer not ise 20 Muharrem 1207/7 Eylül 1792 tarihinde III. Selîm'in Galata Mevlevihanesinde mukabeleye katılması bahsinde "zâviye-i mezkûrun şeyhi olan Es'ad Gâlib Dede Efendi'ye bir çıkın ve misâfir meşâyiha bir çıkın altun ihsân..." şeklinde geçmektedir (Arıkan 1993: 94). III. Selîm ile Şeyh Gâlib'in yüzyüze görüşmelerine dair tek kayıt budur.

Şeyh Gâlib'in vefat ettiği 26 Recep 1213/3 Ocak 1799 ve ertesi gün için III. Selîm'in şunları yaptığı kayıtlıdır:

"25. çarşamba ve ertesi 26. perşembe günleri Topkapıda eğlenilip gecesi Leyle-i Mi'râc olmakla ba'd-el-mağrîb Ağalar Câmi'i teşerrüf buyurulup Vâlide Câmi'i şeyhi Es'ad Efendi va'z eyleyip Nakşibendiye'den Üsküdârî İbrahim Efendi hatm-i hâcegân ve dua ve imâmlar hatm-i şerîf hitâmında salât-ı işâyı Hırka-i Şerîf odasında ba'd-el-edâ iffetsarây-ı mülûkânelerine teveccüh buyurdular. Ertesi 27. Cuma günü Ayasofya-i Kebîr'e alây-süvâr teşerrüf ve avdetde Topkapı'ya nüzûl ve istirâhat buyuruldu." (Arıkan 1993: 295).

Tüm bu bilgilerden hareketle, III. Selîm ve Şeyh Gâlib dostluğunun rivayetlere mübalağalı bir şekilde yansıdığı rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte III. Selîm'in annesi Mihrişâh Sultan, kızkardeşleri Hatice Sultân özellikle de Beyhân Sultân'ın Şeyh Gâlib üzerindeki himayelerinin daha fazla olduğu görülmektedir. Şeyh Gâlib, Mihrişâh Sultân tarafından yaptırılan Sütlüce'de Humbaracılar kışlasındaki cami (1793), Eyüp'te bir çeşme (1795), yeniden yapılan Kasımpaşa Mevlevi Dergâhı (1796), Levend Çiftliğindeki kışlaya yapılan çeşme (1796) için tarih düşürmüştür. III. Selîm'in kız kardeşi Beyhân Sultân da Şeyh Gâlib'in hamilerinden biridir. Beyhân Sultân'ın Çırağan ve Akıntıburnu'nda inşa ettirdiği kasırlar için Şeyh Gâlib tarihler düşürmüştür. Biraz abartılı gibi görünse de Beyhân Sultân'ın caize olarak Şeyh Gâlib'e 10 bin altın verdiği ve Şeyh Gâlib'in Dîvân'ını tezhip ettirerek hediye ettiği rivayetler arasındadır (Ergun 1936: 18).

Mevleviler arasında dolaşan bir rivayete göre de Şeyh Gâlib, Beyhân Sultân'a âşıktır ancak aşkını bildirmemiştir (Ergun 1936: 39). Ancak Şeyh Gâlib'in, şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla Beyhân Sultân'a aşktan ziyade derin bir hürmeti, saygısı ve buna bağlı olarak da hayranlığı vardır. Beyhân Sultan'ı özellikle yaptığı hayırlar, ehl-i irfana sahip çıkması ve benzeri dinî açılardan övmesi de bunun asılsız bir söylentiden öteye geçmediğini göstermektedir. Şeyh Gâlib'in Dîvân'ında Beyhân Sultân'a ve yaptırdığı kasırlara yazılmış 1 terci-i bend, 4 kaside, 4 tarih ve yine Çırağan Kasrı için yazılmış 1 şarkı vardır. III. Selîm'in diğer kızkardeşi Hatice Sultân da Neşetâbâd'da bir kasır yaptırmıştır ki Şeyh Gâlib bu kasır için bir tarih düşürmüştür. Şeyh Gâlib'in Hatice Sultân'la ilgili yazdığı tek şiir budur.

Şeyh Gâlib'in müritlerinden, divan edebiyatının önemli şairlerinden Esrâr Dede (1748-1796)'nin Şeyh Gâlib ile olan münasebeti Mehmed Esrâr'ın Galata Mevlevihanesinde Şeyh Gâlib'in bir sohbetine katılmasıyla başlamış; hemen ertesi günü Mevleviliğe intisab etmiş ve çileye soyunmuştur. 1793 tarihindeki bu intisabından sonra çilesini tamamladığı gün vefat etmiştir (Horata 1998: 12). Esrâr Dede'nin hacegân sınıfından olduğu İhsan Mahvî tarafından dile getirilmiştir (Horata 1998: 7). Söz konusu tabirin Reisülküttaba bağlı Dîvân-ı Hümâyûn kaleminde çalışanlar için de kullanıldığı bilinmektedir. Şeyh Gâlib'in de Mevleviliğe intisabından önce Beylikçi Kaleminde çalıştığı ve hâcegân sınıfından olduğu gözönüne alınırsa, tanışıklıklarının daha önceye dayandığı veya en azından aynı çevreye mensup ortak tanıdıklarının olduğu hatıra gelmektedir.

Şeyh Gâlib’in ölüm nedeniyle ilgili bir çok hikâye anlatılır ki bunların çoğu, gerçeğe aykırı hikâyeler gibi durmaktadır ve şifahidir. Örneğin III. Selîm Beşiktaş Mevlevihanesine gittiği bir gün, Mesnevî'nin Gâlib tarafından okunmasını ister, Şeyh Gâlib de kürsüye çıkar. Teamüllere aykırı olan bu davranışa içerleyen mevlevihanenin şeyhi Yusuf Zühdî Dede, Şeyh Gâlib’e gönül koyar. Şeyh Gâlib'in de kürsüde iken nutku tutulur ve mahcup bir şekilde kürsüden iner. Gâlib evine döndüğünde hastalanır ve vefat eder (Ergun 1936: 45). Diğer bir rivayete göre de Yenikapı Mevlevîhânesi'ne giden Gâlib, Ali Nutkî Dede’nin karşısına gururlu bir şekilde oturmuş ve hatta sikkesini çıkarmış. Bu davranışı Ali Nutkî Dede’nin çok gücüne gittiğinden Gâlib hastalanmış ve vefat etmiştir (Ergun 1936: 45). Başka bir rivayette de Şeyh Gâlib, Yenikapı Mevlevihanesine at üzerinde giderken Sahîh Ahmed Dede ile karşılaşmış ve atından inmeden ona selam vermiştir. Hem feyz aldığı dergâha at üzerinde gitmemesi hem de Ahmed Dede'ye at üzerindeyken selam vermemesi gereken Gâlib bu hürmetsizliğine karşılık hastalanmış ve ölmüştür (Ergun 1936: 47). Son olarak aktarılan rivayetlerden birine göre de Şeyh Gâlib, bir Cuma mukabelesinde yanında; çok şatafatlı giyinip gösterişe önem verdiğini, böyle yapan insanların başlarını feda etmeleri gerektiğini söyleyen bir not bulur. Buna çok üzülen Şeyh Gâlib hastalanarak vefat eder (Ergun 1936: 44).

Gâlib'in en önemli eserleri Dîvân'ı ve Hüsn ü Aşk mesnevisidir:

1. DîvânDîvân'ını 1195/1781 senesinde, 24 yaşındayken tamamlayan Şeyh Gâlib klasik Türk edebiyatında çok az kullanılanlar da dâhil olmak üzere çok çeşitli vezinlerde hemen hemen bütün klasik nazım şekillerinde şiirler yazmıştır. Dilin her ne kadar sade olması gerektiğini savunsa da kültür birikiminin de etkisiyle bunu tam olarak hayata geçirememiştir. Ancak bağlı bulunduğu Sebk-i Hindî ekolünün de bir özelliği olarak, mahallî söyleyişler, atasözleri ve deyimler, öz Türkçe kelimeler şiirlerinde bolca kullanılmıştır. Şeyh Gâlib Dîvânı'nın yüksek edebî değerinin yanında diğer en önemli özelliği, III. Selim döneminde yapılan Nizâm-ı Cedîd reformlarıyla ilgili çok fazla sayıda kaside ve tarihleri barındırmasıdır ki sosyal ve siyasi tarih araştırmacıları açısından oldukça önemli bir kaynaktır.

Dîvân'ın Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Genel Kitaplığında Esrâr Dede tarafından istinsah edilmiş ve Şeyh Gâlib tarafından kontrolü yapılmış 1209/1794 tarihli bir nüshası vardır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar bölümünde 5531 no'da yer alan Şeyh Gâlib Dîvânı'nın ise yukarıda bahsedilen III. Selîm tarafından ciltlenip tezhip ettirilen nüsha olabileceği söylenmiştir (Yüksel 1980: 44). Şeyh Gâlib Dîvânı'nın yeni harflerle neşri Okçu (1993) ve Kalkışım (1994) tarafından yapılmıştır.

Şeyh Gâlib'in şiirlerine tespit edebildiğimiz kadarıyla klasik Türk musıkisi formunda otuz sekiz farklı beste yapılmıştır. Bunun yanında Yalçın Tura tarafından on iki şiiri Klasik Batı Müziği formunda bestelenmiş ve Şeyh Galib'e Saygı adıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından piyasaya sürülmüştür.

2. Hüsn ü Aşk: Şeyh Gâlib'in meşhur alegorik tasavvufi mesnevisidir. Dîvân'ını tertiplemesinden iki yıl sonra 1197/1782-83'te bir edebiyat meclisinde dostları, Nâbî'nin Hayrâbâd'ını okuyup buna nazire yazmak mümkün değildir dercesine fazlaca methederler. Bunu bir meydan okuma olarak kabul eden Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk'ı yazmaya karar verir ve altı ayda eserini tamamlar (Okay ve Ayan 1992: 38).

Hüsn ü Aşk, başından sonuna bir "seyr ü süluk"un ve bu yolda bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde salikin vuslata erişinin hikâyesidir. Bu mesnevinin edebiyat tarihinin köşe taşlarından biri olmasının bir çok nedeni vardır. Hüsn ü Aşk, "yenileşme" düşüncelerinin yaygın olduğu bir dönemde bu yenilik fikrinin şiir alanında hayata geçişinin en güzel örneğidir. Gerek eserin kurgusu, gerek kullanılan taze mazmunlar ve kendine has dili bu eseri bir şaheser konumuna ulaştırmıştır.

Süleymâniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi bölümünde, 171 no'lu Hüsn ü Aşk nüshası Şeyh Gâlib'in kendi elyazısıyla yazılmış en değerli nüshadır. Mesnevi, Abdülbaki Gölpınarlı (1968), Orhan Okay ve Hüseyin Ayan (1975) tarafından yeni harflerle neşredilmiştir. 

3. E's-Sohbetü's-Safiyye: Şeyh Gâlib'in, Köseç Ahmed Dede'nin (ö. 1777) E't-Tuhfetü'l-Behiyye fî Tarîkati'l-Mevleviyye isimli risalesinin bazı bölümlerini Arapça olarak açıkladığı küçük çaplı bir eseridir. 8 Recep 1203/4 Nisan 1789 tarihinde tamamladığı bu eserinde Şeyh Gâlib zaman zaman Ahmed Dede'nin ifade ve yorumlarını düzeltme yoluna gitmiştir ki bu da onun Mevleviliğe vukufiyetinin büyüklüğünü göstermesi açısından oldukça önemlidir.

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, 6335 no'daki nüshası 1203/1788 tarihlidir, 1213/1797 tarihli diğer bir nüshası da Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi koleksiyonunda 173 numaradadır. Ahmed Remzi Dede tarafından Türkçeye çevrilmiştir ancak yeni harflerle neşri yapılmamıştır. 

4. Şerh-i Cezîre-i Mesnevî: 16. yüzyıl Mevlevi şairlerinden Yusuf Sîneçâk'ın Mevlânâ'nın Mesnevî'sinden seçtiği 366 beyitten oluşturduğu bir antoloji olan Cezîre-i Mesnevî'ye Şeyh Gâlib tarafından yazılan şerhtir. Şeyh Gâlib bu eseri, çilesini tamamladıktan sonra, Galata Mevlevihanesine şeyh olmadan önce Recep 1204/Mart 1790'da yazmıştır. Eserde her beyitin tercümesi verilip akabinde tasavvufi açıdan şerhi yapılmıştır. Bu eserde Şeyh Gâlib'in tasavvufi bilgisinin yanında nesirdeki kabiliyeti de rahatlıkla görülmektedir.

Eserde her beyitin tercümesi verilip akabinde tasavvufi açıdan şerhi yapılmıştır. Bu eserde Şeyh Gâlib'in tasavvufi bilgisinin yanında nesirdeki kabiliyeti de rahatlıkla görülmektedir. Bilinen en eski nüsha 1206/1791 tarihli, İstanbul Üniversitesi, Hâlet Efendi bölümündeki 27 numaralı nüshadır. Eser Turgut Karabey, Mehmet Vanlıoğlu ve Mehmet Atalay'ın (1996) ortak bir çalışması olarak yayımlanmıştır.

Şeyh Gâlib klasik Türk edebiyatının zirvesindeki son şair olarak kabul edilir. Elbette ondan sonra da klasik şiirler yazılmıştır ancak hiç kimse onun klasik şiirde ulaştığı noktadan ileriye gidememiştir, hatta onun bulunduğu noktaya dahi ulaşamamıştır. Şeyh Gâlib klasik Türk edebiyatının en güzel elvedasıdır. Onu klasik Türk edebiyatının zirvesine ulaştıran saikler, Türk ve İran edebiyatlarının kendi dönemine kadarki tüm gelişimine geniş vukufiyeti, tasavvufi derinliği, "elsine-i selase"ye yani Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesine hâkimiyeti, toplumsal ve siyasi olaylara duyarlılığı, kulluk sınırlarını asla tecavüz etmeyen engin bir özgüven şeklinde özetlenebilir. Şurası muhakkak ki onu Şeyh Gâlib yapan en güçlü yan, tüm bu kalitelerinin yanında Tanrı vergisi hayal dünyasını, şairliğinin elinde bir hamur gibi yoğurabilmesidir. Bu nedenledir ki onun şiirleri, her çeşit vezinden türlü türlü nazım şekillerine, en ağır terkiplerden en yerel kelime ve deyimlere kadar geniş bir alana hükmetmiştir.

Kaynakça

Arıkan, V. Sema (1993). III. Selim'in Sırkâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Rûznâme. Ankara: TTK Yay.

Bombaci, Alessio (1968). Histoire de la littérature Turque. çev. I. Melikoff. Paris: Librairie C. Klincksieck.

Çiftçi, Ömer. Fatîn Davud. Hâtimetü'l-Eş'âr. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219117/h/metin.pdf [erişim tarihi: 01.05.2012]

Ergun, Sadettin Nüzhet (1932). Şeyh Galip. İstanbul: Kanaat Kütüphanesi.

Ergun, Sadettin Nüzhet (1936). Şeyh Galip Hayatı ve Eserleri. İstanbul: Bozkurd Matbaası.

Genç, İlhan (hzl.) (2000). Esrar Dede, Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye. Ankara: AKM Yay.

Gölpınarlı, Abdülbaki (1953). Şeyh Galip hayatı, sanatı, şiirleri. İstanbul: Varlık.

Gölpınarlı, Abdülbaki (hzl.) (1968). Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk. İstanbul: Altın Kitaplar.

Gölpınarlı, Abdülbaki (1988). Şeyh Galip Divanı'ndan Seçmeler. İstanbul: MEB Yay.

Gürer, Abdulkadir (2000). “Şeyh Gâlib Hakkında Yeni Bilgiler”. Türkoloji Dergisi 13 (1): 203-225.

Hatemi, Hüsrev (1993). "Nizâm-ı Cedîd". Osmanlı Ansiklopedisi. C. 5. İstanbul: Ağaç Yay. 197-201.

Horata, Osman (1998). Esrâr Dede, Hayatı, Eserleri, Şiir Dünyası ve Dîvânı. Ankara: KB Yay.

Kalkışım, Muhsin (1994). Şeyh Gâlib Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay.

Karabey, Turgut, M. Vanlıoğlu, M. Atalay (hzl.) (1996). Şeyh Gâlib, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.

Okay, Orhan, H. Ayan (hzl.) (1992). Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk. İstanbul: Dergâh Yay.

Okçu, Naci (1993). Şeyh Galib, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Divânın Tenkidli Metni. 2 C. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.

Shaw, Stanford J. (2000). Studies in Ottoman and Turkish History. İstanbul: ISIS.

Yüksel, Sedit (1980). Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DOÇ. DR. FATİH USLUER

Yayın Tarihi: 28.08.2013

Eserlerinden Örnekler

Dîvân

Müseddes-i Na't-ı Şerîf-i Nebevî

Sultân-ı rüsül şâh-ı mümeccedsin efendim

Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim

Dîvân-ı ilâhîde ser-âmedsin efendim

Menşûr-ı "le-'amrük"le müeyyedsin efendim

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı mü'eyyedsin efendim

Tâbiş-dih-i ervâh-ı mücerred güherindir

Mâliş-geh-i ruhsâr-ı melek hâk-i derindir

Âyîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır

Bû Bekr Ömer Osmân ü Alî yârlarındır

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda

Gülbank-i kudûmün çekilir arş-ı Hudâ’da

Esmâ-i şerîfin ânılır arz ü semâda

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân

"Nefsî" deyü dehşetle kopa cümleden efgân

Ye’s ile usâtın ola ahvâli perîşân

Destûr-ı şefâ'atla senindir yine meydân

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Bir gün ki dalup bahr-ı gama fikrete gittim

İlden yitürüp kendümi bî-hôdlığa yitdim

İsyânım anıp âkıbetimden hazer etdim

Bu matla'ı yâd eyledi bir seyyid işitdim

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Ümmîddeyiz ye's ile âh eylemeyiz biz

Sermâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz

Bâbın koyup ağyâre penâh eylemeyiz biz

Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma

Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma

Râhm eyle amân âteş-i hicrânına yakma

Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

(Okçu, Naci (1993). Şeyh Galib, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Divânın Tenkidli Metni. Ankara: KB Yay. 339-341.)

Mersiye Berây-ı Esrâr Dede

Kan ağlasın bu dîde-i dür-bârım ağlasın

Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın

Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın

Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın

Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın

Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın

Nâ-dîde bir güher telef etdim dirîg ü âh

Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg ü âh

Zât-ı şerîfi âleme bir yâdigâr idi

Fakr u fenâ vü aşk u hüner ber-karâr idi

Her şeb misâl-i şem’ benimle yanâr idi

Sâye gibi yanımda enîs-i nehâr idi

Hakkâ tamâm âşık idi yâr-ı gâr idi

Birkaç zamân mu'ammer olaydı ne vâr idi

Allâh verdi aldı yine kurb-i hazrete

Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete

Âhir nefesde sohbeti oldı muhabbet âh

Bir yâre urdı bağrıma âh derd-i firkat âh

Gelmezdi hiç kalb-i fakîre bu sûret âh

Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh

Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh

Telhetdi kâmımı o zehirnâk şerbet âh

Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt

Esrâr'ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt

Olsun mübârek ol mehe kabr-i sa'âdeti

Mevlâ müyesser ide makâm-ı şefâ'ati

Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâ'ati

Dehrin budur hemîşe muhibbâne âdeti

Tevfîk içündür etse de izhâr vuslatı

Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti

Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır

Bâkî Hudâ rızâsı bekâ Hak bekâsıdır

Meydân-ı Mevlevîde nişân âşikâr edip

Pervâz ederdi şevk ile ankâ şikâr edip

Eylerdi nây u defle semâ âh u zâr edip

Bulmuşdı kân-ı matlabı Hak’da kârâr edip

Almıştı müjde kûyuna yârın güzâr edip

Gitdi ne çâre Gâlib'i hasretle yâr idüp

Olsun visâl-i Hazret-i pîrânla kâm-yâb

Kıldı karîn-i kabr-i Fasîh-i felek cenâb

(Gölpınarlı, Abdülbaki (1988). Şeyh Galip Divanı'ndan Seçmeler. İstanbul: MEB Yay. 32-34.)

Gazel

Mefâ'ilün Mefâ'ilün Mefâ'ilün Mefâ'ilün

Efendimsin cihânda i'tibârım varsa sendendir

Meyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir

Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın

Eger sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir

Veren bu sûret-i mevhûma revnak reng-i hüsnündür

Gülistân-ı hayâlim nev-bahârım varsa sendendir

Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde

Ger ey mihr-i münevver âh u zârım varsa sendendir

Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sînem

Çerâğ-ı türbetim şem'-i mezârım varsa sendendir

Gören serkeştelikde gird-bâd-ı deşt zanneyler

Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir

Niçün âvâre kıldın gevher-i galtânın olmuşken

Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir

Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâkî

Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendendir

Sanâdır ilticâsı Gâlib'in yâ Hazret-i Monlâ

Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir

(Okçu, Naci (1993). Şeyh Galib, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Divânın Tenkidli Metni. Ankara: KB Yay. 580.)

Gazel

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düşdi

Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düşdi

O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldi kâle-i kâm

Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdi

Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda

Düşe kalka haste-i gam der-i lutf-ı yâre düşdi

Erişüp bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül

Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düşdi

Meh-i burc-ı ârızında gönül oldı hâle mâ'il

Bana kendi tâli'imden bu siyeh sitâre düşdi

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla Yâ Hû

Bu degildi n'eyleyim bu yolum intizâre düşdi

Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân

Kimi terk-i nâm u şâne kim i'tibâre düşdi

(Okçu, Naci (1993). Şeyh Galib, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Divânın Tenkidli Metni. Ankara: KB Yay. 868.)

HÜSN Ü AŞK

Hitâb-ı Sâkî

Sâkî getir âteş-i sabûhu

Nûr eyle o âteş ile rûhu

Düşsün dile şûr-ı çeşm-i giryân

Mevc ura tenûr içinde tûfân

Yangın yerine dönüp bu sîne

Mey gark ede lîk şûlesine

Dil-beste-i sâz-ı erganûnuz

Hem silsile-bend-i mevc-i hûnuz

Zencîrimiz edemez küşâde

İllâ ki hüsâm-ı mevc-i bâde

Bir hışm ile ver ki ol şarâbı

Mirrîh-i belâ ola habâbı

Baştan çıkarıp o câm-ı gül-reng

Mansûr'a ede bizi hem-âheng

Nîk ü bedi edelim ferâmûş

Cân ile helâk ola hem-âgûş

Kannâre imiş harâbe-i Gam

Kanı hat-ı câm o hizb-i a'zam

Tutmuş yolu çünkü hâr u hâşâk

Ol seyl-i şirâre eylesin pâk

Gam deştine eylerim tekâpû

Kimdir dura şimdi bana karşu

Gelsin beri sedd-i râh olanlar

Hasret-keş-i tîğ-i âh olanlar

(Okay, Orhan, H. Ayan (hzl.) (1992). Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk. İstanbul: Dergâh Yay. 270-271.)

Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü Projesi (TEİS)
http://teis.yesevi.edu.tr/anasayfa


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum