RUMEYSA ERTEM YAZDI: BUĞDAY TANESİ

Türkülerden geçerek en nihayetinde vardığım şuydu, türküler ve öğretmenler aynı anadan doğmuş sütkardeşlerdi: Anadolu’dan… Ben pek bilmem ama anlatılanları bilirim. Anadolu durmanın, pes etmenin, vazgeçmenin ve en çok da boyun bükmenin giremediği yer idi.

RUMEYSA ERTEM YAZDI: BUĞDAY TANESİ
24 Kasım 2020 - 00:08 - Güncelleme: 24 Kasım 2020 - 16:26
BUĞDAY TANESİ
                                                      Öğretmenlerimize muhabbetlerimle…
İlkay Akkaya’nın arı sesinden bir türkü dinliyorum. Sevdiğim bir insan tanıştırmıştı beni bu müzik ile şimdi sesi kulağımda, sözleri dilimde. Güç veriyor bu müzik bana. Hem beklemeyi, hem harekete geçmeyi; hem dik durmayı, hem hüznümü kabullenip güçlenerek yola devam etmeyi öğütlüyor. Ne olursa olsun; fırtınalar kopacak evet, kopsun, yürü kızım diyor. Hani tam böyle demiyor ama hissettiriyor. Birine benzetiyorum onu. Dilimin ucuna geldi gelecek, bu türkü çok benziyor birine. O da tam söylemiyor, açık açık konuşmuyor, ama yürü diyor, yapacaksın diyor, hissediyorsun öyle dediğini.
“Bekle kar altında kalan buğday tanesi,
Yine onun sularıyla yeşereceksin”

Ne umut dolu bir dize. Kar altında kalan buğday tanesini, kendi kara belası olan kar ile umutlandırmak. Hayatın içinde sıkışmışlık hissini yaşadığımızda, bundan ötesi yok dediğimiz can yakıcı olaylar insanı yılgınlığa uğrattığında, savrulduğumuzda, ne yana döneceğimizin bilgisine ulaşamadığımızda, çıkmaz yollarda; bazen bir türkü, bazen bir el, bazen bir bakış ararız. Bekle, diyen; ümit var ol, diyen; akıllı ol diyen; hiçbir şey demese de, hatırını soran, gerçekten iyi olup olmadığını merak eden birini ararız. Bir türkü? Bir insan?

Beklemek, benim koşmaktan daha çok zorlandığım bir eylem-di. Bir zamanlar. Şimdi az da olsa bekleyebiliyorum. Sevmesem de katlanabiliyorum beklemeye. Hayatı hızlıca, hunharca yiyip tüketircesine yaşadığım yıllara kıyasla, karşılaşacağım olaylara, kişilere, tepkilere, durumlara bir bekleyişle yaklaşıyorum artık. Her şeyin kendini gerçekleştirmesini bekliyorum. Herkesi ve her şeyi anlamayı ve herkesin ve her şeyin beni anlamasını bekliyorum, -beklenti olarak değil, belki anlar diye ummanın beklemesi bu-, artık savurmak ve savrulmak yerine, her yerin, herkesin ve her şeyin durulmasını bekliyorum. Bu ne kendiliğinden, ne tesadüfen gerçekleşti; bu hem öğrenerek, hem yaşayarak olan bir şeydi. Bekle diyen bir türküden, sabret diyen bir insandan belki…

“Her yanında allı morlu
Güller açar türlü türlü
Bu fırtına dünden belli
Baş edeceksin”

Bu sözleri ve tınısını dinlemeden evvel, duymuştum. Vermek istediği mesajı müzikten çok önce, birinden almıştım. Her daim dik durmayı öğütleyen, ayakta kalmanın yollarını anlatan, emek vermenin değerini emek vererek gösteren bir insanı bir türkü ile hatırlamak, neden şimdi? Çünkü baş etmeyi de, emek etmeyi de, fırtınalara ağlamak yerine sağlam durmayı da ondan öğrendim. Yazdırdı bana bunları. Yağmur için yazdırdı, rüzgâr için yazdırdı, derdini yazdırdı, yalnızlığını yazdırdı. Yazarak güçlendim. Kar altında kaldığım zamanlar oldu, üstümdeki karı çekip atmadı oradan, başımı okşamadı, kıyamamışlık etmedi; baş edeceksin, dedi ve üzerimdeki karın altından çıkmam için gereken gücü gösterdi. Ben bu türküyü birine benzettim, benzettim de, dilimin ucundaki türkü bitmedi evvela…

“Korku kar eylemez bir kez yola düşene
Sen bir aşkın içindesin, yaşayacaksın”

Bu sözlerden evvel duymuştum, yanlış hatırlamıyorsam: “Korkakların yeri yok var olmak cephesinde… “diye başlar, “ölümü sevenler buyursun” diye biterdi. Tok, kalın, dobra bir sesten duymuştum. Korkmamayı öğütlemiyordu burada, türküdeki gibi, yaşamak yerine bir kez düştüysen, yaşayacaksın, korku kar eylemez, diyordu. Yaşamak, aşkın sahnesi; kırılacak, dalın eğilecek, yaprağın koparılacak, fakat baş edeceksin. Yaşamak, yangın yeri… Kimi zaman yanmaktan keyif aldığın yer, kimi zaman yanmak içinde tutuştuğun yer. Yaşamak, ister ki ona karşı baş et.

       “Dört yanını börtü böcek sarsa ne çıkar
Toprağa sıkı sarıl, boy vereceksin”

Bitiyor türkü. Verdiği tüm gücü hissediyorum kalbimde, müziğiyle, sözleriyle. Topluyorum tüm güzelliklerini ruhumda, koyuluyorum yola. Yürüyorum. Yürümeyi öğreten türküleri ve insanları değerli buluyorum. Ki bu türkü bir insan olsa, benim öğretmenim olurdu. Benim öğretmenim bir türkü olsa, bu türkü olurdu. Yaşama sıkı sıkıya tutunmuş kollarıyla, yaşamın ne olduğunu bilmeyen kar altında kalmış buğday tanelerine, ayakta kalmayı öğreten öğretmenimi ve verdiği emekleri ifade edecek cümleleri uzun zamandır bulamazdım, ta ki dilimde bir türküyü mırıldanıncaya dek.

Sonra aynı sanatçının bir başka müziğinin dizesi daha düşüverdi zihnime:

“Sevgi güzellik ister gülüm,
Güzellik emek ister.”

Türkülerden geçerek en nihayetinde vardığım şuydu, türküler ve öğretmenler aynı anadan doğmuş sütkardeşlerdi: Anadolu’dan… Ben pek bilmem ama anlatılanları bilirim. Anadolu durmanın, pes etmenin, vazgeçmenin ve en çok da boyun bükmenin giremediği yer idi. Çalışmanın, yılmamanın, yürümelerin, dik durmaların ve emeğin kucağıydı. Anadolu türkülerini de öğretmelerini de yüce bilirdi. Nice türkülerimizin dinleyenini beslemesi ile nice öğretmenlerimizin öğrencisini beslemesi aynı ananın sevgisindendi. Bu yüzdendir, ikisinin de çoğu zaman çalışmanın, emeğin ve sevginin değerini anlatmaları.

Buğday tanelerine emek veren, yeşerten, onları boy boy büyüten tüm öğretmenlerimizin günü kutlu olsun. Bahsimizde geçen türkü benden öğretmenime ve tüm öğretmenlerimize armağan olsun.

23/11/2020 Rümeysa ERTEM
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum