RAMAZAN BARDAKÇI YAZDI: SON İBN-İ SİRAC
Bu eseri de yazmak için İspanya’yı özellikle Gırnata(Granada) ve Kurtuba şehirlerini gezmiştir. Bu eserde bahsi geçen isim olan İbn-i Sirac, 13-14. Yüzyıllarda Endülüs’te yaşamış ve kadılık görevlerinde bulunan ve aynı zamanda Endülüs sarayı olan Elhamra ile yakın ilişkileri olan biridir.
SON İBN-İ SİRAC
Fransız edebiyatının ve romantizmin önemli temsilcilerinden olan Chateaubriand, Fransız İhtilalinde askerlik mesleğini icra ederken birliği kralcılardan yana olmasından dolayı Fransa’dan Amerika’ya göç etmişti. Bir süre sonra Fransa’ya geri dönen yazar, Roma büyükelçiliği yaptıktan sonra İstanbul’u da kapsayan ve beş yıl süren Paris-Kudüs yolculuğuna çıktı.
Bu eseri de yazmak için İspanya’yı özellikle Gırnata(Granada) ve Kurtuba şehirlerini gezmiştir. Bu eserde bahsi geçen isim olan İbn-i Sirac, 13-14. Yüzyıllarda Endülüs’te yaşamış ve kadılık görevlerinde bulunan ve aynı zamanda Endülüs sarayı olan Elhamra ile yakın ilişkileri olan biridir. Bazı rivayetlere göre de dönemin sultanının kız kardeşi ile olan gönül bağı nedeniyle başı kesilerek idam edildiği söylenmektedir. Bu eserde bu gönül bağına atıfta bulunularak Doğu kültüründe böyle bir hatanın cezasının ölüm olduğu Chateaubriand tarafından iddia edilmiştir.
Son İbn-i Sirac olarak ise Mağribi olarak nitelendirdiği bir genç olan İbn-i Hamit, Gırnata şehrinin Müslümanlar tarafından kaybedildikten sonra yaklaşık yirmi beş yıl sonra ziyaret etmiştir. Bu ziyaret onda atalarının topraklarına karşı bir hayranlık ve merak oluşturmuştur. Kitabın başında son sultan İbn-i Abdullah’ın şehri terk ederken annesi Ayşe Sultan’ın ona sitemli serzenişi ile başlar. Ayşe Sultan oğluna “Erkek gibi savunamadığın şehri kız gibi terk et şimdi.” Sözleri dikkate şayandır.
İspanyolcada nar tanesi anlamına gelen Gırnata(Granada) şehri görüntüsü ile parçalanmış bir nar tanesine benzemekteydi. Bu şehirde geçen bir aşk hikayesinin konu edildiği Son İbn-i Sirac, aynı zamanda Müslümanların bu şehre vurdukları damgayı da göstermesi açısından önemlidir. Şehrin kaybedilmesi ile Zegriler, Fas’a Siraclar ile Tunus’a geri döndükleri ifade edilmiştir.
İbn-i Hamit, Gırnata şehrine hayran kalsa da şehrin kaybedilmesini “Tanrı yazgısıdır, Ağırbaşlı fatihlere saygı duyarım.” Şeklinde ifade ederek bir yerde şehrin kaybedilmesini kabullenmiş olarak görünüyordu. Chateaubriand’ın bakış açısının İbn-i Hamit’te boy verdiği görülmektedir. Aslında İbn-i Hamit’e söylettiği bu sözleri romanın sonunda çelişir biçimde yalanlamaktadır. Çünkü İbn-i Hamit, Gırnata’ya asıl geliş sebebini en sonda atalarının intikamını almak olduğunu söylemektedir. Şehri Siraclardan alan özellikle Santa Fe Dükalığına atanan Bivarlardan birini öldürmek amacında olduğu romanda geçmektedir.
Tarık bin Ziyad’ın şehri fethetmesi ile bu şehirde Müslümanlarca inşa edilen yapılar romanda ayrıntıları ile anlatılır. Bunun için Chateaubriand, şehri bizzat dolaşmıştır. Özellikle Elhamra Sarayı ve Cennetülarif, olayların geçtiği asıl mekanları oluşturur.
İbn-i Hamit, şehri dolaşmaya çıktığı bir esnada Elhamra Sarayının duvarları dibinde şöyle serzenişte bulunuyordu: “Bu Evlerde başkaları yatıyor, ben ise atalarımın sarayının kapısında bir yabancı gibi bekliyorum.” Romanda tesadüf eseri rastlaştığı ve adı Donya Blanca olan Bivarlar soyundan kıza ilk görüşte aşık olur. Manastırdan çıkan kızda onu görünce şaşırır ve bir şey söylemeden yoluna devam eder.
Bu aşk ile kavrulan İbn-i Hamit, manastırlarda ve kiliselerde sonraki zamanlarda bu kızı aramıştır. Ancak yine bir tesadif eseri, ağaçlıklı bir yoldan yürürken, köşkten gelen şarkı sesiyle bu kızı tanır. İlginç tarafı ise İbn-i Hamit, daha önce bu kızın sesini hiç duymamıştı. Chateaubriand, sesinden tanıdığını söylediği Donya Blanca ile karşılaşmalarını böyle tesadüflere bağlamıştır. Donya daha önce ismini duyduğu İbn-i Sirac’a benzettiği bu adamdan etkilenir ve onu saraya davet eder.
Gırnata Sarayının ihtişamı İbn-i Hamit’i etkilese de onun aklında bu Hristiyan kız vardı. Donya Blanca onu babası ile tanıştırır. Baba Don Rodrigo, Ferdinando tarafından Santa Fe Dükalığına atanmış ve Gırnata’nın şehremini idi. Baba, bu Mağribli gencin hal ve tavırlarından, saygısından ve konuşmasından oldukça hoşlanır ve sürekli saraya gelmesini ister. İbn-i Hamit için bu iyi bir fırsat olur. İstediği fırsat bir anda ayağına gelmiştir.
Romanda bu iki gencin şehrin tarihi yerlerini gezmeleri ve geçmişe atıfta bulunmaları sıkça tekrarlanmıştır. Elhamra Sarayının havuz başında İbn-i Siracların birçoğunun kellerinin vurulduğunu söyleyerek Fahime Sultan olayını hatırlatır. İbn-i Sirac’ın Fahime Sultan için söylediği birbirinden güzel sözlerin bu bahçenin güzelliğini daha da artırdığını belirtir. İbn-i Hamit, bugünün Fahime Sultan’ı olarak Donya Blanca’yı gösterir. Bu aşamada birbirine olan aşklarını itiraf eden gençlerin arasına bir engel girer. Farklı dinlere mensup olmaları ikisi için de engeldir. Birinin dininden feragat etmesi gerektiği halde ikisi de buna başta yanaşmaz. Bu durum İbn-i Hamit’in annesinin hastalanmasına kadar devam eder. Tunus’a dönmek zorunda kalan İbn-i Hamit, gelecek yıl yine bu vakitler Gırnata’ya geleceğini söyleyerek Blanca’nın kendini beklemesini ister.
Bir yıl sonra Gırnata’ya dönen İbn-i Hamit, Saray’a vardığında bir an şaşkınlık içinde kalır. Çünkü Blanca tanımadığı bir kişiye dans ediyor onunla vakit geçiriyordu. Yine orada Blanca’nın abisi Don Carlos da vardı. Fakat Blanca, Hamit’i gördüğünde çok sevinir ve onu abisi ile tanıştırır. Bir şövalye olan Don Carlos, kafir olarak gördüğü İbn-i Hamit’ten hazzetmediğini ifade eder. Don Carlos, bir Fransız subay olan arkadaşı Lautrec ile kız kardeşini evlendirmek istese de kız kardeşi Hamit’i sevdiğini söyleyerek buna itiraz eder.
Don Carlos, düelloya zorladığı İbn-i Hamit’e yenilince Blanca, daha fazla aşık olur. Fakat arada din farklılığını olması Blanca için hala sorundur. Bunu Hamit’e ifade ettikten sonra Hamit kendi içinde düşüncelere dalar. Bir sabah bir camiden kiliseye çevrilmiş manastıra girip dua etmek ister. O arada Lautrec’i kilisede dua ederken görür. Duada kim bilir neler istiyordur, diye içinden geçirirken aklına gelen cümleler din değiştirmeyi aklına koyduğunu gösteriyordu. İbn-i Hamit, “Belki de gerçek Tanrı Blanca’nın tanrısı gibi soylu ruhların tanrısıdır.” Diyerek din değiştirmeye razı olsa da gözü duvardaki yazılara kayar ve Kur’an’dan ayetleri görünce birden vaz geçer.
Chateaubriand, bu kısımda Şeyh Sanan’ı hatırlatacak ve Hristiyanlık’ı üstün görecek bir tavra bürünür. Tanrı’yı da soylu ruhların tanrısı olarak niteleyecektir. Yine romanda Hamit, aşkına yenilerek Hristiyan olmayı kabul etse de romanın sonunda Blanca’nın Bivarlar soyundan geldiğini öğrenir. Bivarlar, intikam almak istediği ve atalarını bu topraklardan süren sülaleydi. Bunu duyan Hamit, niyetini Don Carlos’a ve Blanca’ya anlatıp Blanca’nın lautrec ile evlenmesini ister. Lautrec, Hamit’e sarılıp kendisinin yüce gönüllü olduğunu Hamit’i seven Blanca ile evlenmeyeceğini belirtir. Blanca, ağlayarak Hamit’in ülkesine geri dönmesini bu evliliğin mümkün olmayacağını ifade eder.
Bu olaydan sonra ülkesine dönen Hamit’in ne yaptığını bilen olmamıştır. Ancak Chateaubriand, romanın sonunda Kartaca yakınlarında bir mezardan bahseder. Bu mezarda içi oyulmuş bir suluk vardır. Kuşlar buradan su içtiğini belirterek klasik aşk hikayeleri benzerlik taşır. Blanca da hayatı boyunca evlenmeyerek Hamit’e verdiği sözü tutmuştur.
Romanın kurgusundan çok mekan tasvirleri ve farklı bir konuya değinmesi açısından önemli olduğunu söyleyebiliriz. İslam dönemi eserlerin romanın bütününde ağırlıklı olarak yer alması ile İslam kültürünün ve geleneklerinin nasıl anlaşıldığını görebiliriz. Her ne kadar İbn-i Hamit’in gözüyle olaylara baksa da bir Müslüman penceresinden değil kendi istediği Müslüman penceresinden olaylara bakmıştır. Yine de zihniyeti anlamak için bu roman bize bazı verileri paylaşıyor.
RAMAZAN BARDAKÇI
FACEBOOK YORUMLAR