Psikolojik Operasyon, Algı Yönetimi ve Propaganda

24.10.2011 - Senem ÇEVİK Psikolojik operasyon, algı yönetimi, yumuşak güç, halkla ilişkiler, kamu diplomasisi ve hatta pazarlama farklı isimlere sahip ancak tanımlamalara bakıldığında propaganda olarak ifade edilebilecek ikna yöntemleri/araçlarıdır

Psikolojik Operasyon, Algı Yönetimi ve Propaganda
25 Ekim 2011 - 13:07

 

Bu ikna yöntemlerini maniplasyon olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Kullanılan terminoloji ne kadar hafifletilmiş olursa olsun sonuç bir grubu kendi rızası ile ikna etmektir. İknaya ve gönülleri fethetmeye giden yolda her yöntem kabul görmektedir. İşte bu yöntemler sözde bir farklılık algısı yaratmak amacıyla yumuşak güç, halkla ilişkiler, kamu diplomasisi gibi “şirin” kılıflara bürünmüştür. Ancak neticede uygulanan yine propagandadır.[1]
Tüm bu sözü edilen kavramların başlıca ortak noktası hepsinin birer enformasyon savaşı yani bilgi ve bilgilendirme üzerine gerçekleşen bir güç kavgası olmasıdır.[2] Bu bağlamda düşünüldüğünde bilgi akışının lehinde kontrolünü sağlayabilen ülkeler veya gruplar psikolojik üstünlüğü de elinde tutmaktadır. İkinci bir ortak nokta ise, tüm bu kavramlar uygulamaya geçtiğinde hedef toplum tarafından kabul gören bazı kelimelerin belirgin bir anlam değişikliği yaşamasıdır. Bu bağlamda rejim değişikliği, yönetim değişikliği demokrasi kelimesi ile; terör örgütü PKK lideri ise Öcalan İmralı kelimesi ile anılır olmuştur.
Kısacası, ikna-değişim-etki ilişkisi zihin ve kalplerin fethedildiği, kelimelerin bilindik anlamından uzaklaştırıldığı ve kıyasıya bir enformasyon savaşının yaşandığı süreçleri temsil etmektedir. Bu çalışmada psikolojik operasyon, algı yönetimi ve propagandanın uluslararası ve ulusal siyasette kullanımı incelenecektir.
 
Psikolojik Operasyon: Silahsız Savaş
            Enformasyon ve teknoloji yüzyılında artık savaşların uygulama yöntemi de değişikliğe uğramıştır. 19.yy sonlarına kadar silahlı olarak uygulanan savaş yöntemleri 1.Dünya Savaşı’ndan itibaren silahlı savaşın yanı sıra silahsız bir yöntem olan psikolojik operasyon/psikolojik savaş da düşman veya dost ülkelerin/halkların tutum ve davranışlarını değiştirmek için kullanılmıştır. Kitle iletişim araçlarının her geçen gün geliştiği, savaşları canlı olarak takip edebilme ve hatta bir seyir aracı olarak izleyebilme imkanı olan,sosyal medyanın popülerleştiği günümüzde tanklar, tüfekler ve toplarla yapılan bir savaş ülkelere pahalıya mal olmaktadır. Bu nedenle de kitle iletişim teknolojilerinin bireylere rahatlıkla ulaşabilmesinin yardımıyla hedef alınan toplumun bireylerini etkilemek kolaylaşmıştır. Bu durum aynı zamanda yeni bir dünya düzeninin ve kansız bir savaş yönteminin de işaretidir.
            Bu değişimin işaretleri terminolojide de göze çarpmaktadır. 1960’lara kadar kullanılan “psikolojik savaş” üstünlüğü daha yeni ve yumuşak bir terim olan “psikolojik operasyon” terimine bırakmıştır. Böylece yeni terim hem kulağa ürkütücü gelmeyecek hem de yanlızca düşmanlara değil dostlara karşı da psikolojik müdahaleler yapılabileceğini ima etmektedir.[3]
Psikolojik operasyon yabancı hedef kitlenin duygularını, hedeflerini, mantıklı düşünme yetisi ile yabancı devletler, organizasyonar, gruplar ve bireylerin tutumlarını etkilemek üzere seçili mesajlar gönderilerek uygulanan planlanmış operasyonlardır. Psikolojik operasyonların amacı onu uygulayanın çıkarlarına uygun bir şekilde tutum ve davranışların değişmesidir. Psikolojik operasyonlar Amerikan diplomatik, iletişim, askeri ve ekonomik faaliyetlerinin önemli bir parçasıdır. Psikolojik oprasyonlar gerek çatışma anlarında gerekse barışta bilgilendirmek ve etkilemek amaçlı kullanılmaktadır.[4]  Psikolojik operasyonlar sivil veya askeri olabildiği gibi her iki şekilde de geniş iletişim araçlarını kullanarak uygulanırlar. Psikolojik operasyonlar yazılı, sözlü, görsel medya kadar, sanat dalları (müzik, sinema, tiyatro, resim, heykel gibi), akademi, spor, teknoloji, edebiyat gibi birçok alanda uygulanmaktadır. Bu bağlamda Batı menşei olan bilimsel çalışmalarda psikolojik operasyonların en fazla Sovyetler tarafından uygulandığı mesajı da psikolojik operasyonların bir parçasıdır. Bu nedenle kimi zaman bilimsel çalışmaların dahi maniplasyon aracı olduğu söylenebilir. Yine bu doğrultuda Batı kaynaklı haberlerde Türklerin olumsuz kelimelerle ifade edilmesi, veya Türklerle ilgili herhangi bir hoşnutsuzluk duygusu da bir çeşit Türkleri “değersizleştirme” operasyonudur. Bu örneklerden yola çıkarak psikolojik operasyonların yıldırma ve güçsüzleştirme çabası olduğu ifade edilebilir.
Psikolojik operasyon veya bir başka kullanımı ile psikolojik savaş “sadece savaşın kazanılmasının değil, aynı zamanda savaş sonrasında barışın kazanılmasının da yöntemlerinden birisidir”.[5] Dolayısıyla psikolojik operasyonlar devam gerektirmektedir.
 
Algı ve Gerçeklik Arasındaki Uçurum: Algı Yönetimi
Sembollerin önemine değinen Freud sembollerin rüyalar yolu ile içsel dürtülerin yoğunlaştırılmış ve yer değiştirmiş hali olduğuna dikkat çekmektedir.[6] Bu doğrultuda algılamanın gerçekleşmesi için bir uyarıcının belirli bir eşiği aşması gerekmektedir. Freud’un kuramlarına göre bireyin beklentileri ve istekleri algılanan uyarıcı ile ilgili olması gerekmektedir. Kısacası, neyin nasıl algılandığı bireyin ihtiyaç ve beklentileri ile doğru orantılıdır. Algılar aynı zamanda bireylerin ve büyük grupların kullandığı semboller, tarih, yaşanılan hayat ve bunlarla bağlantılı duyguların etkisi altında kalır. Semboller kimi zaman elle tutulur nesneler olabildiği gibi, bir obje, anlam ifade eden bir kelime, yaşayan bir kimse veya tarihsel anlam ifade eden bir kişi de olabilir. Örneğin, hilal sembolü Müslümanlar için olumlu anılar ve duyguları canlandırırken, aynı sembol kendini Hıristiyanlık veya başka bir din ile özdeşleştiren kişiler arasında tam tersi duygular doğurabilir. Bir başka örnek de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olarak gösterilebilir. Türk toplumu için olumlu duygu ve düşünceleri çağrıştıran ve Türk toplumu ile özdeşleştirilen Atatürk, tarihsel geçmiş dikkate alındığında o dönem Türkiye’nin karşısında savaşan uluslara olumsuz çağrışımlar yapabilmektedir.
Tarih öncesi kabilelerden beri semboller dost ve düşman arasındaki farkı göstermektedir. Aynı bölgede avlanan düşman kabileler farklı giyim kuşam gibi dış görünüm farklarına bakarak “öteki”ni tanımakta zorluk çekmemekteydi. Kabile liderleri kurumsallaşmış din öğretisi benzeri liderin otoritesini güçlendirici ideolojilere sahiplerdi. Kabile lideri kimi zaman din görevlisi ile siyasi liderin yönetimlerini birleştirebilmekte, kimi zaman da kendisinin ideolojik düşüncelerini onaylayacak ayrı bir din adamı grubuna destek verebilmekteydi. Bu nedenle de kabile liderleri güçlerinin açıkca görülebildiği semboller olan tapınak veya din merkezleri inşa etmiştir.[7] İnanç sembolleri inancın kendisini güçlendirebildiği gibi devamını da sağlamaktadır.
Semboller grup içi ayrışmaya etki edebilen bir faktör de olabilmektedir. Paylaşılan değerler ve tarih aracılığı ile bireyler belirli sembollere aynı veya benzeri anlamlar yüklerler.[8] Örneğin dini semboller büyük gruplar arasında paylaşılmış anlamlar ifade etmektedir. Hilal, haç ve Hz. Davud’un yıldızı farklı gruplar için farklı anlamları sembolize etmektedir. Bir birey hilal sembolüne olumlu anlam ve duygular yüklerken diğerleri aynı sembole olumsuz duygu ve düşünceler yükleyebilirler. Bu farklı anlamlandırma geçmişte yaşanan travmatik deneyimlere ve kültürel kodlamalara bağlanabilir. Tüm bunlar bireylerin mesaj, sembol, diğer insanlar ve diğer ülkeleri nasıl farklı algılayabildiklerini göstermektedir. İlerleyen bölümlerde ifade edileceği gibi algılarımız içinde bulunduğumuz sosyal ortam, kültür, gelenek, yetiştiriliş tarzı ve kimlik yani kendimizi nasıl tanımladığımız ile şekillenir.[9]
Günümüzde çevremiz algılarımıza yönelik birçok bilgi kaynağı ile doludur. Modern dünya enformasyon yüzyılı olarak da tanımlanmaktadır.[10] İnternet, kablolu televizyon, uydu ve bilgi teknolojisindeki diğer gelişmeler bir yandan hayatı kolaylaştırmakta ancak öte yandan da gerçek ve ilüzyon arasındaki farkın ayrılmasında zorluk yaratmaktadır. Medya bilgiyi depolayan ve aktaran araçlar olarak tanımlanmaktadır. Algı yönetimi çerçevesinde ele alındığında medya bilginin üretildiği, abartıldığı ve çarpıtıldığı bir araç olarak tanımlanmaktadır. Şekil değiştiren bilgi ise gerçeklik olmaktan çıkar ve bir simulasyon haline gelir. Gerçekliğin maskelenmiş yanlızca bir yansıması olan bu imgenin artık hakikat ile hiçbir ilgisi kalmaz, dezenformasyon halini alır.[11] Walter Lippman’a göre algı ve gerçeklik arasındaki uçurum modern dünya ile daha da genişleyerek, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın içerisindeki karmaşıklık kitle iletişim araçlarının zihnimizdeki imgeleri değiştirmesi ile hız kazanmıştır. Lippman, kitlelere sunulan söz ve imgelerin bir çeşit sanal gerçeklik yarattığını ve istenilen şekilde davranış geliştirmede etkili olduğunu söylemektedir.[12] Bu açıdan algı yönetimi kavramının bir çeşit yumuşak güç olarak kullanıldığını ve hedefinin gönülleri ve zihinleri fethetmek olduğunu söyleyebiliriz.
İnsan psikolojisinin dış etkenlere son derece açık bir doğası vardır. Bu nedenle büyük şirketler, devletler, hükümetler, medya ve özellikle de illegal örgütler kendi çıkarları için gerçekleri maniple ederek bizlere sunarlar. Gerçek bilginin maniple edilerek algıların yönlendirilmesinde tutumlarının değiştirilmesi arzulanan birey, grup veya toplum için anlam ifade eden sembollere sıklıkla başvurulmaktadır.
Gerçekliğin sözlük anlamı “gerçek bir olay, durum veya gerçek olayların bütünü” olarak tanımlanmaktadır.[13] Öte yandan algı “algılamanın sonucu, zihinsel bir imge; duyu organları ile çevredeki etmenlerin algılanması; sezgisel bilinç” olarak tanımlanmaktadır.[14] Psikolojik bir pencereden bakıldığında algı nesnelerin, durum veya olayların duyu organlarına iletilen uyarıcılar neticesinde farkında olma halidir. Bu durum bellekten gelen farkındalığın dışındadır. Algı alımlamadan sonra gelir. Bu nedenle de algı bellek ile bağlantılır. Freedman, Kaplan ve Sadock’a göre algı karmaşık bir psikolojik ve sosyal etmenler ile gerçekleşmektedir.[15] Algı önce kişisel değeler ile belirlenen dikkat ile başlar. Birey kendi değerleri doğrultusundaki olay, kişi veya durumlara ilgi gösterir. Bu nedenle algı ile sonuçlanan kişinin dikkatini çekmek için bir uyarıcıya ihtiyaç vardır. Beş duyu organı ile farkedilen uyaranların belleğe işlendiği, oradan da daha önceden zihinde kodlanmış mesajlara dönüştürüldüğü söylenebilir. Değer yargılarımız, grup normlarımız ve grubumuzun ritüelleri bize ulaşan verileri anlamlı mesajlara dönüştürmede büyük rol oynarlar.
Bize ulaşan verileri kodlamak ve anlamlı bilgiye dönüştürmek olayları ve çevremizi algılamamız ile sonuçlanır. Ancak medya ve grup dinamikleri gibi dışsal yapay faktörler bu sürece etki ederek gerçekliği farklı bir şekilde algılamamıza yol açabilmektedir. Algı iki basamaklı bir süreçtir. Birinci basamak kişinin ihtiyaç ve ilgi alanına bağlı olan seçici dikkattir. İkinci basamak ise, kişilerin duyu organları ile elde ettikleri verilere belirli anlamlar yükledikleri organizasyon basamağıdır.[16]
Algı yönetimi, Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından kavramlaştırılmış ve şu şekilde açıklanmıştır: “Kitlelerin duygu, düşünce, amaç, mantık, istihbarat sistemleri ve liderlerini etkileyerek seçili bilgilerin yayılması ve/veya durdurulması; bunun sonucunda hedef davranış ve düşüncelerinin hedefleyenin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi. Algı yönetimi gerçekler, yansıtma, yanıltma ve psikolojik operasyonların bir bütünüdür”[17]. Grupların tutum, davranış, mantık ve duyguları algı yönetimi tarafından etkilenmekte ve şekillenmektedir. Bu nedenle de algı yönetimi bir tür psikolojik operasyon olarak da adlandırılabilir. Algı yönetimi aynı zamanda stratejik iletişimin, kamu diplomasisinin[18], kısacası “spin” olarak bilinen halkla ilişkilerin de bir alt dalı olarak sınıflandırılabilir. [19]
İkna çabaları öncesinde ikna edilmek istenen kitlenin psikolojik olarak bu yeni duruma alıştırılması gerekmektedir. Örneğin halkı uzaylıların varlığına inandırmak için öncelikle ayda yaşamın var olduğu ile ilgili ikna çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Belirli bir süre geçtikten sonra etkilenmek istenen kitle ikna olabilir. Böylesi inanılmaz örnekler de olsa güncel hayatta ikna yöntemlerine sıklıkla başvurularak toplumsal algılar istenilen yönde yönlendirilmiştir.
            Algı yönetimi teknikleri pazarlama ve reklamcılık sektörlerinde de sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin televizyon reklamlarındaki çekici ve güzel görünümlü insanlar hedef kitlenin pazarlanan ürünü satın almasında etkilidir. Bu reklamlar yanlızca ürünü satmakla kalmazlar aynı zamanda da ürünün içeriğini yani ürünle birlikte gelen hayat tarzını da satmaya çalışırlar. Bu mesajların altta yatan anlamı aslında bir ürünü satın aldığımızda o ürün ile kimliğimizin bütünleşecek olmasıdır. Yine pazarlanan ve satın almamız için ikna edildiğimiz ürünler hedef kitle için çoğu zaman bir ihtiyaç değildir. Bu bağlamda modayı da toplumsal algıların gündelik hayatta yönlendirilme şekli olarak tanımlayabiliriz.
            Algılar bireyin değerleri, grup normları ve ritüelleri ile şekillenmektedir. Bu nedenle algılar çoğu zaman beklentilerimiz ve daha önceden kimliğimize kodlanmış enformasyondan etkilenmektedir. Bir başka deyişle görmek istediğimiz şeyi algılar, bir olayı ve bir nesneyi görmek istediğimiz gibi algılarız. İnsanlar gelecek algılarını etkileyen deneyimleri ve sosyal çevreleri sonucunda çeşitli beklentiler geliştirirler. Birey ve grupların sosyal beklentileri hayat süresince şekillenir. Bu bağlamda her kültürün farklı beklentileri, olayları ve “ötekileri” farklı bir algılayışları bulunmaktadır. Kültürümüz ve etnik kimliğimiz “öteki” ile ilgili algılarımızı geliştirir. Toplumların karşılıklı algılarının oluşmasını anlamak için milli, etnik, dini, ideolojik ve kültürel yani büyük grupları tanımlamak gerekmektedir. Büyük grup ortak duygusal davranışlar ile başkalarından ayrılan büyük insan toplulukları olarak tanımlanabilir.[20] Her ne kadar büyük gruplar içerisinde yaşayan bireyler birbirleriyle hiç tanışmasalar da “aynılık” unsuru ve aynı gruba aidiyet ile birbirlerine bağlanmaktadır.[21] Büyük grup kimlikleri çeşitli tutumlar, önyargılar, gelenekler ve değelere yatırımlar yaparlar. Bütün bu yatırımlar bireyin ait olduğu grup için olumlu ve pozitif olarak görülürken, diğer grupların sahip olduğu özellikler ve değerler daha aşağıda ve negatif olarak görülmektedir. Bu bağlamda, Volkan büyük grup kimliklerinin yedi temel özelliğini şu şekilde ifade etmektedir: olumlu duygularla bağlantılı imgelerle özdeşleştirilen paylaşılmış hazneler, paylaşılmış olumlu özdeşleştirmeler, ötekilerin olumsuz özelliklerin kimliğe dahil edilmesi, liderlerin özelliklerinin içselleştirilmesi, seçilmiş zaferler, seçilmiş travmalar ve grubu ifade eden semboller.[22] Bütün bu büyük grup ile ilgili özellikler “öteki”ni nasıl algıladığımız ve “öteki”nin bizleri nasıl algıladığı ile bağlantılıdır. Çünkü algılar büyük gruplar içerisinde geliştirilen bir çeşit ritüellerdir. Grup kimliği bir nesilden ötekine aktarıldıkça liderler grubun öteki grupları algılayışlarını etkileyebilirler. Özellikle kriz dönemlerinde, ekonomik sıkıntılar ve kitlesel aşağılanmaların görüldüğü dönemlerde büyük grupların liderleri bireyleri örgütleyerek öteki olarak algılanan grupların günah keçisi ilan edilmesinde etkili olurlar.[23] Bununla ilgili olarak da algı yönetimi Birinci Dünya Savaşı’nda ve Hitler döneminde yapılan propaganda gibi savaş dönemlerinde çoğunlukla kullanılmaktadır.
 
Zihin ve Kalplerin Kazanımı: Propaganda
            Propaganda kelimesinin sözlük anlamı “bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı gibi yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” olarak tanımlanmaktadır.[24]
Domenach, propaganda olarak nitelendirilebilecek faaliyetlerin ilk şeklinin eski Atina ve Roma dönemlerinde egemen kesimin iktidarının halka benimsetilmesinde kullanılan uygulamalar olduğunu ifade etmektedir.[25]
            Propaganda terim olarak ilk defa Roma Kilisesi tarafından 1622 yılında kullanılmıştır. Roma Kilisesi o dönemde “Congragatio de Propaganda Fide” isimli “İnancı Yayma Cemiyeti” anlamına gelen bir organizasyon oluşturmuştur.[26] Protestan Reformu’nun başladığı o dönemde Katolik Kilisesi, katolik inancını güçlendirmek ve yeniden tesis etmek amacıyla “Papa XV. Gregory Papalık Propaganda Ofisi”ni kurarak yazılı bir metinde ilk kez bu terimi kullanmıştır. Bu propaganda birimi kurulana kadar Katolik inancını yanlızca silah gücüyle yaymaya çalışan kilise, bunun başarız sonuçlar verdiğini görünce böyle bir yola başvurmuştur.[27] O dönemde propaganda kelimesi daha çok bir fikri düşünceyi yayma ve yaygınlaştırma olarak kullanılmaktaydı.[28] Propagandanın kilise tarafından kullanımı 17 ve 18. yüzyılda da görülebilmektedir. Ancak günümüzdeki şekliyle propagandanın ilk kullanımı yani siyasal propaganda Fransız İhtilali ile başlamıştır. Propagandanın bu yeni döneminde propaganda görevlileri tarafından ilk propaganda söylevleri verilmektedir.[29] Propaganda terimi Fransız İhtilali sonrası genel gündelik dile geçmiş olsa da hala kilisenin etkisi görülmekteydi. Ancak zamanla bu etki aşılarak propaganda günümüzdeki ifadesine ulaşmıştır.[30] Propaganda terimi 18. yüzyılda “siyasal anlamlar üretmenin, düşünceleri ve algıları yönlendirmenin, toplumsal değer ve sembolleri üretmenin stratejiler bütünü haline gelmişti”.[31]
            Cutlip ilk siyasal propaganda uygulamalarını, Amerika’nın bağımsızlığını ilan etmesine giden yolda 1763-1776 arasındaki yıllarda gerçekleşen Boston Çay Partisi ve Boston Katliamına dayandırmaktadır. Samuel Adams’ın kamuoyunu harekete geçirmesi ve bağımsızlık fikirlerini yayması ile propaganda yönetimi uyguladığını söyleyen Cutlip, Amerikan Devrimi’nin propaganda kullanımı alanındaki ilk örneklerden birini teşkil ettiğini iddia etmektedir.[32] Cutlip’e göre Amerikan halkı 1787-1788 yıllarında oluşturulan Amerikan Anayasasına düzenlenen propaganda kampanyaları sayesinde onay vermiştir.[33]
Amerikan Devrimi’ndeki kullanımına rağmen, ortaya çıktığı ilk zamanlarda Katolik bölgelerde olumlu, Protestan bölgelerde ise olumsuz bir anlam ifade eden propaganda yaygın olarak yirminci yüzyılın başında kullanılmaya başlanmış ve bu yüzyılın ilk yarısına damgasını vurmuştur.[34] Birinci Dünya Savaşı’na kadar yaygın bir şekilde kullanılmayan propaganda kavramı, savaşın başlaması ile devletler tarafından aktif olarak kullanılmaya başlanmış ve literatüre geçmiştir.[35] ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına destek vermeyen halkı, savaşa katılımın gerekliliğine inandırma ihtiyacı duyan Başkan Wilson, George Creel’a “Kamuoyu Bilgilendirme Komitesi”ni (The Committee of Public Information) kurma görevi vermiştir. Creel’ın görevi kamuoyunu savaşa katılma ve orduya destek verme yönünde hareket geçirmekti. Creel tarafından ülkenin 3000 kadar belediyesine gruplar halinde gönderilen gönüllüler okul, kilise, kulüp, dernek ve benzeri diğer yerlerde dörder dakika konuşma yaparak savaşın bitimine kadar yaklaşık 400,000 kişiye ulaşmışlardır. Creel’ın başarısı savaş öncesi Kızılhaç üyelerinin sayısı ile savaş sonrası sayılarına bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. ABD savaşa girdiğinde Kızılhaç üyelerinin sayısı 486,194 iken ve Kızılhaç’ın yanlızca 372 şubesi bulunmaktayken, 1918 yılında üye sayısı 20 milyona şube sayısı 3864’e ulaşmıştı.[36] Chomsky’e göre zamanla bir endüstri haline gelen ve halka ilişkiler adını alan propaganda faaliyetleri ilk kez ABD’de başlamış “kamuoyunun zihnini yönlendirme” amacıyla yola çıkılmıştır.[37] 20. yüzyılda kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla mesajlar aynı anda milyonlarca kişiye ulaştırılmaya başlanmıştır. Propagandayı milyonlara ulaştıran kitle iletişim araçları bu nedenle toplumsal davranışları ve tutumları yönlendirmiştir.[38]
Propaganda bir doktrini yaymak amacıyla kamunun düşünce ve davranışlarını etkileme çalışmaları olarak açıklanabilir.[39] Asna, propagandayı tek taraflı mesajın iletildiği bir beyin yıkama faaliyeti olarak tanımlamaktadır.[40] Propaganda’nın İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki ustası Goebbels ise propagandayı “bir siyaset aleti, toplumu kontrol altında tutabilme gücü” olarak tanımlamaktadır. Yine Goebbels’e göre propagandanın işlevi sadece düşünceleri dönüştürmek değil, kitleleri cezbederek onları yönlendirmek ve böylece bireylerin uygun görülen düşünce tarzını benimsemelerini sağlamaktır. [41] Bir diğer tanımlamaya göre “propaganda telkin ve ilgili psikolojik teknikler vasıtasıyla fikirleri ve değerleri değiştirmek ve neticede de kararlaştırılmış bir çizgiye paralel olarak davranışları değiştirmek amacıyla sembollerin az ya da çok isteyerek, planlı ve sistematik olarak kullanılmasıdır”.[42] Propaganda aynı zamanda sistematik faaliyetler aracılığı ile grupların veya bireylerin düşünce ve davranış biçimlerinin ikna yöntemleri kullanılarak kontrol edilmesi olarak da tanımlanmaktadır. Dönmezer’e göre ise propaganda bilgi kaynağı hedef kitleye aktarılmayan yapay bir stratejidir.[43] Propaganda aracılığı ile yayılan fikirler ve davranışlar insanların fikir ve davranış biçimlerini etkileyerek değiştirmeye veya kuvvetlendirmeye çalışmaktadır.[44] Siyaset bilimci Lasswell siyasi bağlamda propagandayı “sembollerin maniple edilerek tutumların kontrol edilebilir hale getirilmesi” olarak tanımlamaktadır.[45]
İlk ortaya çıktığında propaganda yazılı, sözlü ve resimli şekillerde bulunmaktayken basılı yazının, sözün ve görüntünün yayılmasına olanak sağlayan teknolojik buluşlar propagandaya sınırsız bir yayılma imkanı sağlamıştır.[46] Çok biçimli olan propagandayı uygulama şekli açısından ikiye ayırmak mümkündür. Kişisel propaganda bildiri, konuşma, kapı kapı dolaşma gibi birebir yöntem ile uygulanmaktadır. Öte yandan, kitle/etki propagandası basılı yazı, yergi yazısı, gazete, afiş, bildiri, söz, resim, gösteri, tiyatro, sinema ve televizyon gibi araçlarla kitlelere çok daha yaygın bir şekilde ulaşma imkanı bulur.[47] Her iki tür de dikey propagandanın bir alt türü olarak sınıflandırılmaktadır.[48] Laswell ve Blumenstock propaganda araçlarını şu şekilde sıralamaktadırlar:
-          Mitingler
-          Basılı yayınlar
-          Örgütler
-          Diğer medya ağları (siyasal parti okulları, kamplar, tiyatrolar, kitapçılar, sinemalar, resim/heykel sanatı, müzik, şarkılar, bayrak, üniforma ve semboller).[49]
Bu sınıflandırmanın yanı sıra modern propagandayı sosyoloji ve psikoloji bilimlerine dayanan analizlerin tümü olarak da ifade eden Ellul[50] gizli propaganda ve aleni propaganda ayrımını da yapmaktadır. Bu tanımlamaya göre gizli propaganda hedef, kaynak ve özelliklerini gizlerken; aleni propaganda açık olarak icra edilir. Ellul gizli propgandayı “siyah propaganda, aleni propagandayı ise “beyaz propaganda” olarak ifade etmektedir.
Bu tanımdan da yola çıkarak propagandayı üç şekilde sınıflandırmak mümkündür. Beyaz propaganda “doğru olduğuna inanılan bilgilerin yayılması, gri propaganda doğruluğu kanıtlanmamış iddiaların yayılması, siyah propaganda ise yanlış bilgilerin yayılması ve bunu uygulayan propagandacının kimliğini belli etmemesidir”. Propaganda genel olarak beyin yıkama faaliyetleri olarak bilinse de, Laswell propagandayı halkla ilişkilerin bir üst kavramı olarak ele alırken, Grunig ve Hunt ise propagandanın halkla ilişkiler içerisinde bir alt alan olduğunu belirtmektedirler.[51]
Günümüzde 20. yüzyıl siyasileri tarafından sıklıkla kullanılan şekliyle propaganda denildiğinde en başta Lenin ve Hitler akla gelmektedir. Domenach’a göre “tüm çağlarda, politikacılar, devlet adamları, diktatörler, kişilerin kendilerine ve yönetim düzenlerine bağlılığını artırmaya çalışmışlardır”. Nitekim daha sonraki yıllarda propaganda Çin’de de Mao aracılığı ile yayılmıştır.[52] Halkla ilişkilerin bir alt alanı olarak ele alındığında, propaganda işçi grevlerini bastırma veya halkı kendi rızası ile savaşa girmeye ikna etmede kullanılmıştır.[53]
Bunun yanı sıra propaganda yolu ile büyük gruplar olarak da ifade edebileceğimiz ülkeler veya etnik gruplar çeşitli iç ve dış etmenlerle korkutulabilir. Böylece, bu gruplar kendilerini fiziksel ve psikolojik olarak korumak zorunda hissederek yok olma tehlikesini bertaraf etmeye çalışırlar.[54] Örneğin, İkinci Dünya Savaşı döneminde Japon asıllı Amerikalılara karşı korkudan, soğuk savaş döneminde komünizm korkusundan ve 11 Eylül sonrası İslam korkusundan söz edilebilir. Bu çalışmanın konusu ile ilgili olarak, asimilasyon tehlikesi altında olan veya bu algının yaratıldığı grupların daha sert bir biçimde kendilerini ve kimliklerini koruma ihtiyacı duydukları söylenebilir.
Propaganda kendi hedef ve ihtiyaçlarına yanıt verecek bir şekilde edebiyat ve tarih yazımlarını da yönlendirebilmektedir. Uzun soluklu bir süreç olan propaganda bireylerin hayatlarının tüm alanlarını kapsayabilen psikoloji, tutum ve ideolojiler ile yakın ilgisi olan devamlı bir süreçtir.[55] Akarcalı’ya göre tutum ve davranışları yönlendiren, eğitim ile içiçe olan propaganda eyleminde sembol ve simgelerin önemli bir yeri bulunmaktadır. “Sözcükler, sloganlar, efsaneler, atasözleri, bayraklar, flamalar, marşlar, üniformalar, amblem ve anıtlar propagandanın sıklıkla kullandığı araçların başında gelmektedir”.[56]
Herman ve Chomsky propagandayı medyanın ekonomi-politiği çerçevesinde ele almıştır. Yazarlar kitle iletişim araçlarının toplumlara semboller ve mesajlar iletmeye yaradığını söyleyerek medyanın amacını bireyleri eğlendirme, bilgilendirme ve öğretme olarak ifade etmektedir. Herman ve Chomsky’e göre medya seçkinlerin değerlerini bireylere sunarken yani toplumun kendi isteği ile bir şeyi yaptığını düşündürtürken sistematik bir propaganda yöntemi kullanmaktadır. Bu bağlamda da medyayı elinde tutan güçler kendi istedikleri mesajları ve haberleri halka sunarlar. Propaganda modeline göre mesajlar topluma sunulmadan önce filtrelenirken medya sektöründeki eşik bekçileri tarafından denetlenerek sözde objektif bir bakış açısıyla iletilir. Herman ve Chomsky’nin propaganda modeline göre filtreler beşe ayrılmaktadır.
Bunlar:
  1. Medyanın kime ait olduğu, büyüklüğü ve ticari faaliyet alanları: Medya genellikle büyük holdinglere ait olup kendi içlerinde birçok farklı yayını barındırmaktadır. İzleyiciler farklı kanallardan farklı haberler aldığını düşünürken aslında kısıtlı kaynaklardan aynı tür haberler ve mesajlar almaktadır. Yine bu bağlamda büyük medya şirketleri farklı alanlarda da ticari faaliyetlerde bulundukları için öncelikleri ve tercihleri de yayınlarında ortaya çıkmaktadır.
  2. Reklamlar ve reklamcıların mali desteği: Reklam gelirleri bir medya grubunun en büyük yaşam kaynağıdır. Reklam almayan medya yaşayamayacağı için medya ve reklamcılar ikili bir ilişki içinde gibi olurlar. Medya grupları kendilerine reklam veren şirketlerin çıkarına ters düşecek yayınlar yapamazlar bu nedenle de medyanın objektifliği söz konusu olamaz.
  3. Haber kaynakları: Kitle iletişim medyaları sürekli ve güvenilir haber akışına yani haber kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Medyalarda yer alan bu haber kaynakları onaylanmıştır. Bu kaynaklar medyaların istediği şeyleri söylerler ve bu nedenle de medyalarda genellikle aynı isimlere yer verilir.
  4. İtiraz ve yaptırım: Kimi zaman medyada yer alan yayınlara karşı olumsuz tepkiler ortaya çıkabilmektedir. Bu tepkiler mektup, telefon, dava, önerge gibi çeşitli şekillerde olabilir. Bu gibi tepkilerin büyük bir kitle tarafından ortaya konması medya için masraflı olduğu kadar istenmeyen bir süreçtir. Çünkü bu gibi toplu protestolar medyayı ekonomik sarsıntıya uğratabilir.
  5. Bir kontrol mekanizması olarak anti-komünizm: Anti-komünizm ideolojisi en bilinen şeytani düşünce şekli olarak görülmektedir. Bu bağlamda Çin, Sovyet ve Küba devrimlerinin Batılı elitler nezdinde büyük birer travma oluşturduğunu söyleyen Herman ve Chomsky komünizmin başlıca tehdit olarak görüldüğünü belirtmektedir. Örneğin liberaller fazla komünist yanlısı veya yeterince komünist karşıtı olmamak ile suçlanmaktadır. Bu çerçevede bir kontrol mekanizması olarak anti-komünizm insanları “sen komünistlik yapıyorsun” şeklinde korkutma ve sistem dışına bırakma yöntemidir. Aynı zamanda bu filtre sayesinde insanların genel eğilime karşıt görüş ifade etmeleri toplumsal baskı yolu ile engellenmektedir.[57]
 
Birinci Dünya Savaşı: Savaşı Bitirmek İçin Girilen Savaş
Savaş propagandası birey ve büyük grupların algılarını değiştiren, yönlendiren bir tür psikolojik savaştır. Dünyadaki güç dengesi 19. yüzyıl sonlarına kadar İngiltere’deydi. Kolonilerin kaybı ve çeşitli ayaklanmalar ile egemenliği sarsılan İngiltere en büyük siyasi yenilgiyi aslında Birinci Dünya Savaşı’nda A.B.D’den almıştı. Büyük Savaş’ı sonlandırmak amacı ile savaşa müdahil olduğunu iddia eden A.B.D aslında dünya hakimiyetini İngiltere’den alma amacındaydı. Neticede savaş sonunda A.B.D dünya siyasetine yön veren temel güç odağı olarak İngiltere’nin koltuğuna oturmayı başarmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında özellikle ABD, propagandanın önemini keşfetmiş ve bu etkili propaganda yöntemleri ile Amerika’nın savaşa katılmasını halk nezdinde haklı kılmıştır.[58] Savaş sırasında kullanılan “Babacığım savaş esnasında sen ne yaptın? (What did you do in the Great War Daddy?)” temalı propaganda posteri savaş propagandasının kalplere hitap eden psikolojik yönünü göstermektedir.[59] O dönemden günümüze değin algı yönetimi kamuoyunu yönlendirmede kullanılmaktadır. Örneğin, ABD’de bahsedilen dönemde kurulan Halkı Bilgilendirme Komisyonu savaş söylemini geliştirmekte ve topluma yaymakta etkili olan bir araçtır.[60] Komisyonun Alman karşıtı propaganda faaliyetleri sonuç vermiş Amerikan halkında Alman karşıtlığı ortaya çıkmıştır. Örneğin, Alman cinsi köpek (Dachshunds) o dönem halk arasında “özgürlük köpekleri” (liberty dogs) olarak adlandırılmaktaydı. Yine aynı dönemde on dört eyalet okullarda Almanca konuşmayı yasaklamıştı.[61]
 
İkinci Dünya Savaşı: Nazilerin Gayri-İnsanileştirme Stratejileri
            Şimdiye kadar en büyük propaganda ve algı yönetimi operasyonlarının Nazi dönemi Almanyasında Propaganda Bakanı Goebbels tarafından uygulandığı kabul gören bir gerçektir. Nazi dönemi propagandasının başlıca özelliği bir iç düşman inşa ederek bu düşmanı gayrş insanileştirmesidir. Moses’e göre bir çatışmanın (örneğin savaş, çözülmesi zor bir sorun veya düşmanlık) içinde olan karşıt gruplar birbirleri hakkında kimi zaman hayali kimi zaman da gerçeklerle bezenmiş kendi kötü yanlarını yansıtmalar, çamur atmalar ve kendi yaptıkları şeylerin ne kadar kötü olabileceğini inkar ettikleri ile dolu bir süreç içine girerler. Bu psikolojik mekanizmaların birisi de gayri insanileştirme (dehümanizasyon) düşmanı aşağılama, değersizleştirme ve insanlık dışı gösterme olgusudur. Moses, gayri insanileştirmeyi bir kişinin veya grubun öteki olarak gördüğü bir diğer grup veya insana gaddarca davranarak karşı tarafın kendine olan saygısını ve insanlığını yitirmesini sağlamak olarak açıklar. Böylesi bir durumda gayri insanileştirmeyi gerçekleştiren kişi veya grup zaten insanı ve duygusal özelliklerden sıyrılmıştır. Aksi takdirde bir başkasına böyle bir gaddarlıkla davranabilmesi mümkün değildir. Moses, bir grubun diğerini gayri insanileştirmesi için büyük grup kimliğinin bazı mekanizmalarının ortak hareket etmesi sonucu düşman olarak görülen tarafa her türlü olumsuzluğu yüklemeye başladığını söylemektedir.[62]
Çeşitli çalışmalar gayri insanileştirmenin gerçekleşmesi için bireylerin “öteki” ile aralarında önce psikolojik, ahlaki ve fiziki mesafeleri koyduğunu göstermektedir. Örneğin Haslam’a göre psikolojik mesafe karşıt gruba isim takma ve sınıflandırma ile ortaya çıkmakta ve bu durum karşıt gruplar arasında sosyal bir mesafe açmaktadır.[63] Örneğin, II. Dünya Savaşı esnasında ABD’de Japonlara “Japs” isminin takılması veya 11 Eylül sonrası, II. Körfez Savaşı esnasında Müslümanlara, Orta Doğululara “terörist” denmesi psikolojik mesafenin birer örneğidir. Ahlaki mesafe ise dinsel öğelerin etkili olduğu durumları işaret etmektedir. Bu sınıflandırmaya göre bir grup “öteki” olarak algıladığı bir diğer grubu şeytani olarak görmekte ve o gruba yapılacak her kötülüğü ahlaki, doğru olarak görebilmektedir. Ahlaki mesafede düşmanı gayri insanileştiren grup kendisini seçilmiş, daha ahlaklı, iyi görmektedir. Örneğin, Nazi Almanyası’nda Yahudilere yapılan soykırım ahlaki mesafe kategorisindedir. Üçüncü olarak, fiziki mesafe grupların arasındaki fiziksel yakınlık ve uzaklığı ifade etmektedir. Bir kişinin düşman olarak gördüğü bir başka kişiye şiddet uygulaması veya o kişiyi öldürmesi aradaki fiziki mesafenin uzak olması halinde daha kolaydır. Öyle ki, savaş uçaklarından yerde karıncalar gibi görünen insanların üzerine bomba atmak, bir insanı yakın mesafeden vurmaktan psikolojik olarak daha kolaydır. Çünkü, insanlar kendileri gibi bir başka insana kolaylıkla şiddet uygulayamazlar.
            Bu üç farklı kategori Milgram’ın deneyinde kanıtlanmıştır. Milgram uyguladığı laboratuvar deneyinde deneklere talimat vererek görmedikleri bir kişiye elektrik şoku uygulatmıştır. Milgram’in deneyi otoriteye karşı koyamayan takipçilerin psikolojisini ve şiddet uygulamadaki motivasyonlarını göstermektedir. Denekler elektrik şoku verecekleri kişileri ve onların seslerini duymadıkça ve deneyi yönetenlerin talimatları devam ettikçe şiddet uygulamaya devam etmiştir. Buradan psikolojik ve fiziki mesafenin yanı sıra bir başkasını gayri insanileştiremin ne kadar kolay olduğu da görülmektedir.[64]
Gayri insanileştirme en yoğun olarak Nazi dönemi Almanya’sında görülmüştür. Bu dönemdeki Nazi propagandası Yahudilerin imajını pis ve kötü olarak çizmiş, bu doğrultuda Yahudileri çeşitli propaganda posterlerinde, gazete karikatürlerinde hayvan simgeleri ile resmetmiştir.
 
Irak’a Demokrasi Getiriliyor, Rejim Çöküyor: Kitle İmha Silahları Nerede?
 
11 Eylül terör saldırıları dünyanın süper gücü Amerika’ya büyük bir şok yaşatarak gücünü tehdit etmiştir. Gücünü tüm dünyaya yeniden kanıtlaması gereken Amerika bunu ancak yeni bir savaş kazanmak ile başarabilirdi. Kısacası 11 Eylül yenilgisinden sonra Amerika’nın bir kazanım elde etmesi gerekiyordu ki, bu kazanım toplumsal zeminde gurur duygusuna dönüşebilsin.[65] Terör örgütü El-Kaide’yi ortadan kaldırmak amacıyla 2001’de Afganistan işgal edilmiş A.B.D Başkanı Bush dünyayı teröre karşı birlikte mücadele etmeye çağırmıştır. Bir Müslüman ülkeye savaş açan ve tüm Müslümanları terörist olarak algılamaya başlayan ABD o dönemde uluslararası düzeyde ciddi bir yıpranmışlık içindeydi. Ancak, Ortadoğu’da filizlenen terör örgütlerinin de insan kaynaklarını kesmek istiyordu. Diktatörlükler tarafından yönetilen bölge ülkelerinin ellerinde geniş petrol yatakları ve her an terör eylemlerine bulaşma riski taşıyan işsiz insan yığınları vardı. Bölgedeki yönetimlerin değişmesi ve Ortadoğu’nun yeni dünya düzeni çerçevesinde yeniden şekillenmesi gerekiyordu. A.B.D’deki Cumhuriyetçi yönetim o dönemde bu değişikliği doğrudan müdahale yöntemi ile “demokrasi” kılıfı altında başarabileceğini düşünüyordu. Ancak Amerikan kamuoyunu yeni bir savaşa hazırlamak ve bu savaşın meşruiyetine ikna etmek gerekiyordu.
Ekonomik ve siyasi bir gerileme döneminde gerçekleşen saldırılar sosyal olarak da bağlılığını sorgulamaya başlayan Amerikan toplumunu birbirine kenetlemiştir. Toplumları kenetleyen ve örgütleyen psikolojik faktörlerin başlıcası “korku” dur. Korku aynı zamanda ürün, davranış ve duyguların pazarlanmasında kullanılan temel bir faktördür. Örneğin yaşam ile ilgili korkular sağlık sektöründe kullanılırken, başarısızlık korkuları eğitim sektöründe, fiziksel görünüş ile ilgili korkular diyet ve tekstil sektöründe kullanılmaktadır. Ülkeler de geleceklerini teminat altına almak için korku faktörünü kullanırlar. Böylece ulusal bilinç gelişerek milliyetçi fikirler artış gösterir. Bu doğrultuda 11 Eylül saldırıları Amerikan toplumuna gerçekçi bir korku yaşatmış, yaşanılan gerçek korkunun yanı sıra dönemin A.B.D. başkanı George W. Bush’un korku üzerine kurulu bir siyaset gütmesi de toplumu psikolojik olarak geriletmiştir. Korku siyaseti sonucunda içe kapanan Amerikan toplumu Sovyetler’in yıkılması ile boşalan “düşman” kontenjanına Müslümanları yerleştirmiştir.
11 Eylül 2001 tarihinde küresel medya başarılı bir algı yönetimi stratejisi uygulayarak ABD’nin gücüne ve gururuna yeniden kavuşmasına, toplumsal aşağılanmayı azaltmasına neden olmuştur. Güçlü medya araçlarının kullanılması sayesinde ABD hükümeti Amerikalıları ve dünya ülkelerini teröre karşı birlik olmaya ikna etmiştir. Küresel medya aynı zamanda Amerikan imajının güçlüden mağdura evrilmesinde ve Amerikan milliyetçiliğinin yeniden canlanmasına yardımcı olmuştur.[66] Tüm dünyanın El-Kaide terörizminin yarattığı felaketi görmesi ile Amerikan toplumunu ve dünya devletlerini teröre karşı ortak çaba göstermeye ikna etmek daha kolay olmuştur. Irak’ı işgalin halk tarafından kabullenilmesini de medyanın algı yönetimi stratejilerinin bir sonucu olarak görebiliriz.[67] Toplumun savaşa hazırlanmasında 11 Eylül’ün psikolojik yıkıntısı kadar dönemin Amerikan hükümetinin Irak’ta var olduğu iddia edilen kitle imha silahları (WMD) ile ilgili medya propagandası da etkili olmuştur. Başkan Bush 11 Eylül’ün hemen ardından “şer ekseni” terimini ortaya atmış, Irak, Kuzey Kore ve İran’ı bu şer ekseni içinde yeni dünya düzeninin düşmanı ilan etmiştir.[68] Bu sınıflandırmanın yanı sıra, Amerikan hükümeti Irak ile El-Kaide arasında siyasi bağlantılar olduğunu iddia etmiş ve bu “bilgi” medyada sıklıkla tekrar edilmiştir.[69] Şer ekseninin bir parçası ilan edilen Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Amerikan halkı için bir anda “düşman” ve “tehdit” haline getirilmiştir. Afganistan ile başlatılan savaş ve hüsran unutulmuş, gözler yavaşça Irak ve İran’a çevrilmiştir. Bu algıların oluşmasında korku propagandasına bağlı olarak ortaya atılan kitle imha silahları iddilarının yeri tartışmasız önemlidir. Öyle ki, bu propaganda sonucu 11 Eylül ile doğrudan ilgisi olmadığı halde rejimi ve yönetimi beğenilmeyen, Ortadoğu’da dengelerin değişmesi için yeniden şekillendirilmesi gereken bir bölgeye müdahele “güvenlik” nedenlerinden ötürü meşru hale getirilmiştir.[70] Bu bağlamda A.B.D. Başkanı Bush verdiği demeçlerde Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu, bu bilginin istihbarat teşkilatları tarafından kesinleştirildiğini; dolayısıyla Irak’ın komşularına ve dünya barışına bir tehdit oluşturduğunu söylemiştir.[71] Böylece Irak işgali ve savaş süresince verilen sivil-askeri kayıplar toplum nezdinde “barış için”, “vatan için”, “Amerika için” meşrulaştırılmıştır. Savaşın bir hüsran olarak devam etmesi ve Bush yönetiminin desteğini kaybetmesi ile birlikte Irak’ta nükleer silahların bulunması konusundaki raporların hatalı olduğu, yapılan incelemelerde kitle imha silahlarının bulunmadığı belirtilmiştir.[72] Ancak tüm açıklamalara karşın, Irak’ın ve Saddam Hüseyin’in dünya için bir tehdit oluşturduğu ifade edilmiş, böylece olası toplumsal tepkilerin önlemi alınmıştır.
 
12 Eylül Referandumu: Darbeciler Yargılanacak!
2010 yılı 12 Eylül tarihinde gerçekleşen referandum ortaya çıkışı ve kamuoyunda yansıması açısından algı yönetimine bir örnek oluşturmaktadır. Türk halkının muhtemelen büyük bir kısmı 12 Eylül referandumunun ne için yapıldığını hatırlayamaz. Referandumdan zihinlerde arta kalanın “darbeciler yargılanacak” sloganı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu bağlamda vatandaşları oy vermeye iten motivasyonların en başında darbeciler yargılanacak söylemi olduğu söylenebilir. 1980 askeri darbesinden Türkiye’deki her kesim etkilenmiş sonraki yıllarda Türkiye’nin siyasi haritası değişmiştir. Yeni anayasa projesi için de bu toplumsal gerçeklik kullanılmış, toplumdaki 1980 askeri darbesinin hesabının sorulması isteğine bir çeşit cevap vermiştir. Burada önemli olan nokta gerçek ile algının farklılığıdır. Aradan bir yıl geçmesine rağmen halen 1980 askeri darbesini uygulayanların yargılanmadığı görülmektedir. Söz konusu kişilerin bir kısmının ise hayatta dahi olmadığı seçim sürecinde göz ardı edilmiştir. Öte yandan referandum 12 Eylül tarihine denk getirilerek halkın 12 Eylül 1980’e ve onun sembolize ettiği anılar canlandırılmaya çalışılmıştır. Referandum sürecinde ayrıca “hayır” oyu kullanmak isteyen kesim kirli propagandaya maruz kalarak “darbeci” ilan edilmek istenmiştir.
 
Öcalan’dan İmralı’ya: Türkiye’nin Yeni Akil Adamı Mı Oluşturuluyor?
Son aylarda medyada özerklik, bağımsızlık, Türk-Kürt algıları gibi konular daha önce belki de hiç olmadığı bir biçimde normalleştirilmiş, hatta gündelik yaşantımızın olmazsa olmazı haline gelmiştir. Gazetelerde ve televizyonlarda özerklik tartışmalarının yanı sıra Öcalan’a özgürlük anlamına gelen “ev hapsi” söylemleri de gündeme gelmektedir. Teröre karşın daha fazla “demokrasi” ikilemi ise Öcalan’ı karşımıza sözü edilen karmaşık sorunun “akil adamı” olarak getirmektedir. Görünen o ki, normal şartlarda serbest bırakılması toplumsal infial yaratacak olan teröristbaşı Öcalan’ın imajı “akil adam” olarak yeniden inşa edilmektedir. Bir açıdan bu sürecin Öcalan’ı Mandelalaştırma yolunda atılan en önemli adımlardan biri olduğu söylenebilir.
Bu biçilen rolün şekillendirilmesinde medyanın rolü büyük önem teşkil etmekte, kullanılan dil ve s&o

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum