Prof. Dr. Recep RECEBOV: RAUF DENKTAŞ'IN ÇOCUKLUĞU VE GELECEĞE HAZIRLANMASI

Prof. Dr. Recep RECEBOV: RAUF DENKTAŞ'IN ÇOCUKLUĞU VE GELECEĞE HAZIRLANMASI
13 Ocak 2021 - 18:05 - Güncelleme: 13 Ocak 2022 - 20:45

Kim demiş ki benim için bu beldede âti yok,
Kim demiş ki bu toprakta Türk oğlunun hakkı yok…

Rauf Raif Denktaş’ın çocukluk yıllarının acı ve mutlu günleri, Evkaf Murahhası İrfan Efendi’nin evinde, Mahmut Paşa Sokağındaki 21 numaralı evde ve Lefkoşa’nın daracık, tozlu ve çamurlu sokaklarında geçer.

Denktaş’ın en büyük düşü, büyüdüğünde tayyareci, günümüz dilinde pilot olmaktı. Evlerinin bahçesindeki ağaçlara tırmanır ve en büyük düşünü şu sözlerle haykırırdı:

Tayyareci yapacak çocuğunu babalar…
Düşman! Bu küçük tayyareciyi tanı…
Kanatları altında saklayacak vatanı…”

Rauf Raif Denktaş, ilköğrenimine 1929 yılında Lefkoşa’da Arabahmet Anaokulunda başlar. Küçük Rauf’un büyük düşleri, küçük adımlarla başlar, kısa mısralara dökülür. Sadece evlerinin bahçesinde haykırırken yapmakta olduğu yankısı ile kalmaz. Küçük Rauf, dünyada hiç kimsenin, seyirci koltuğunda oturan cesur insanları alkışlamamakta olduklarını, alkışların hep sahneye çıkanlar için olduğunu anlamış ve küçük bir dahi gibi davranmıştır. Kendi hayatını ve hayallerini mısralara döker. Arabahmet Anaokulunun Müdürü Şaziye Rüstem Baybars’ın Denktaş’la ilgili anıları bunu kanıtlar niteliktedir:

 “Sınıfımda 20 çocuk vardı. Denktaş da aynı sınıftaydı ve çok zekiydi. Yılsonunda bir sergi yaptık, çocuklar şarkılar ve şiirler okudu. Rauf şu şiiri okudu:

Olsa küçük bir kemanım
Başka bir şey istemem
Olsa küçük bir kemanım
Anne bana top al demem
Gönlüm ona hasret çeker
Hayaliyle içim erir
Oh, ne güzel şeymiş meğer
Bir telinden bin ses gelir

Rauf, bu şiiri okuyunca bir alkış koptu. Bütün müfettişler beni tebrik etti.

Küçük Rauf’un hayatı, Arabahmet Anaokulunda başlar, Ayasofya Anaokulunda hem hayalleri, hem de hayatı devam eder. Anaokulun en çalışkan öğrencileri arasındadır.

Kardeşleri Türkiye’de öğrenime devam eden Denktaş, babasının can dostudur. Babasının can dostu olmasının nedenlerini Denktaş’ın kendi anılarında da görmek mümkün:

Babam beni her gittiği yere götürürdü. Söz gazetesinin sahibi Remzi Okan, gazeteci avukat Con Rifat, gazeteci Hacı Bulgur sık sık temas ettiği arkadaşları arasındaydı. Ben bir köşeye oturur, elime renkli bir kitap alır, resimlerine bakar, babamla arkadaşlarının konuşmalarını izlerdim. Şimdiki Vakıflar Bankası o günlerde kıraathane idi. Toplantıların çoğu orada olurdu. Konuşma konusu daima Türklere yapılan haksızlıklar, Evkaf, İngiliz Sömürge İdaresinin baskıları, Türklere önem verilmemesi ve Kilise ulularının başını çektiği Enosis mücadelesiydi… Toprak bizdeydi ve kilise bu toprağın Türk’ten alınıp Rum’a satılmasını telkin ve teşvik etmekteydi… Babam ve arkadaşları saatlerce bunları konuşurlar, bir çare ararlardı… En büyük korkuları vatan bildikleri topraklarda Kıbrıs Türkünün yok olmasıydı…

Denktaş, babasının can dostuydu. Babası, küçük oğlunu her gittiği yere ve Kemalistlerin gizli toplantılarına götürürdü. Bu toplantılarda konuşulan Atatürk’ün devrimleri, sömürge yönetiminin Türklere uyguladığı baskı ve haksızlıklar, toplum sorunları, köylünün borcu, toprağın elden gidişi ve gittikçe tırmanan Enosis tehlikesi gibi konular, Denktaş’ın dimağında derin iziler bıraktı.

Bu izler, Denktaş’ın “Kim Demiş” adını verdiği aşağıdaki dörtlüğü yazmasının temelini oluşturmuş olmalı:

Kim demiş ki benim için bu beldede âti yok,
Kim demiş ki bu toprakta Türk oğlunun hakkı yok…
Bu diyarlar sizin için etmez diyen cahil kim?
Haykırırım cevap versin bizi fazla gören kim?

Küçük Rauf’un babasının can dostu oluşu, bu dostluğun Kıbrıslı Türklerin geleceği için büyük bir iyilik olmasına, onun küçük yaştan kulaklarının siyaset ile dolmasına vesile olur. “Masum Millet” gazetesi sahibi Con Rıfat’ın kızı Şifa Dizdar Hanım’ın Denktaş’la ilgili anıları da bunu kanıtlar türden bir anıdır:

Babam nerede ise, Raif Bey ile küçük oğlu Rauf Denktaş da beraber idiler. Millete yaptıkları bir iyilik de budur. Küçük yaşta çocuğun kulaklarını siyaset ile doldurdular ve Onu siyasi, olgun bir genç olarak yetiştirdiler.

Küçük Rauf’un babası, sadece onun kulaklarını siyaset ile doldurmakla kalmamış, “Anavatan”a olan sevgiyi de uyandırmış. Anaokulu öğrenimini Lefkoşa’da tamamlayan Rauf Raif Denktaş’ı, babası dilinden ve yüreğinden düşürmediği Anavatanı görebilmesi için 1930 yılında Türkiye’ye götürür. Anavatana sevgi ve Anavatana bağlılık, Rauf Raif Denktaş’ın küçücük yüreğinde o günlerde yeşerecek ve kök salacaktır. Kısa bir süre için İstanbul’da kardeşlerinin yanında kalan Denktaş’ı babası, Feyziati Lisesi’nin ilkokul kısmına yatılı olarak kaydettirir.

Rauf Raif Denktaş’ın anıları incelendiğinde babasının onu Anavatana götürmesinin sadece Anavatanın değil, onun gibi kutsal olan vatanın ve vatan için bir borç sayılan askerliğin kutsallığını da öğrettiğini görürüz.

1930 yılında, ben 6 yaşındayken babam beni İstanbul’a götürdü. Aranavutköy’de Feyziati Lisesi’nin ilkokul kısmına yatılı olarak kaydettirdi. Sınıf numaram 23’tü. Çok genç, dinç, atletik yapılı bir öğretmenimiz vardı. Adı Mümtaz bey’di. Birkaç ay sonra askere çağrılmış, ondan ayrılacağız diye çok ağlamıştık. Biz çocuklar “gitme hocam” diye yalvarmıştık. Mümtaz bey bize askerliğin en kutsal görev olduğunu anlatmış ve “vatan gel deyince, gidersiniz” son dersini vermişti.

Mümtaz öğretmeninden duymuş olduğu ve onlara vatana olan askerlik borcu hakkındaki kısa konuşması, askerlik, gazi, bayrak, vatan gibi babasından işittiği acı ve tatlı hikâyeleri gözünde canlandırır küçük Rauf’un. Öğretmenlerinden duymuş oldukları hikâyeleri onlarda vatan, millet, bayrak ve Türklük duygusunun kendiliğinden yeşermesine neden olur. Yeşermekle kalmayıp, düşlerini gerçekleştirmek adına ihtiyaç duyduğu bilgi, yetenek ve yetkinlikleri de kazanmıştır. “Ben İstanbul’da iken 23 Nisanın ne olduğunu, İstiklal Marşını ve milli şiirleri öğrenmiştim.” Denktaş’ın kendi anılarından almış olduğumuz bu bir cümleden, küçük Rauf’un Kıbrıs’a döndüğünde ilk mücadelesini vermek için gereken bilgilerle İstanbul’da donanmış olduğunu anlıyoruz.

İlkokul öğreniminin birinci yılını İstanbul’da tamamlayan Rauf Raif Denktaş, 1932 yılında Kıbrıs’a döner ve kaydını Selimiye İlkokuluna yaptırır. Sınıf numarası 270’tir. Selimiye İlkokulunun 2. sınıfının ilk gününde ilk ders “okuma”dır. Öğretmen Turgut Sarıca “İstiklal Marşını bilen elini kaldırsın” der. Öğrencilerin hiçbirin eli kalkmaz. İstiklal Marşını Türkiye’de öğrenen Rauf Raif Denktaş, korkmadan elini kaldırır. Memlekette müthiş bir baskının olmasına, Türküm demenin yasaklanmış olmasına, “Kim Demiş” şiirinde dile getirmiş olduğu ve cevap sorduğu cahilliğin revaçta olduğu ve Türklüğün yok sayıldığı günlerde, Türk bayrağı yasak, hatta kırmızı beyaz sembolün bile yasaklandığı günlerde, küçük Rauf ilk mücadelesine İstiklal Marşını yavaş bir sesle okuyarak başlar. Küçük Rauf’un ilk mücadelesine ilk destek, öğretmeni Turgut Sarıca’dan gelir. Turgut Sarıca, tüm öğrencileri ayağa kaldırır ve gür bir sesle İstiklal Marşını okur.

Turgut Sarıca ve onun gibi korkusuz öğretmenler, öğrencilerine Türk tarihini, Türklük mücadelesini, Kıbrıs’ta Türklerin durumunu ve neler yapılması gerektiğini öğrettiler. Denktaş’ın yaşamı boyunca sürdürmekte olduğu kararlı mücadelesinde, babası hâkim Raif Bey ve gazeteci Remzi Okan’ın yanı sıra öğretmen Turgut Sarıca’nın çok büyük etkisi vardır.

Rauf Raif Denktaş o acılı neslin kararlılığını ve direniş azmini almış ve

Maziye bakarak hep toplanalım,
Topluluk doğursun bir yeni vatan.
Atiye ümitle gelin koşalım,
Parmağını ısırsın bizlere bakan…

şeklinde büyüdükçe düşüncelerini mısralarına dökmesi, o kararlılığı ve direniş azmini bugünlere taşıması için yaşadıkça düşleyen, düşledikçe yaşayan küçük Rauf’un önünde uzun yollar, zorlu yıllar yatmaktaydı.

Prof. Dr. Recep Recebov

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum