Prof. Dr. Nurullah Çetin ile söyleşi...

Prof. Dr. Nurullah Çetin'in MİLLÎ DÜŞÜNCE GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT

Prof. Dr. Nurullah Çetin ile söyleşi...
07 Temmuz 2021 - 15:03

Millî Düşünce Gazetesi: Şair İsmet Özel: "Endülüs Emevilerinin başına gelen benzer bir sonun Türkiye’nin de başına gelmesi sürpriz değil." diyor. Avrupa'dan Müslümanların katliamlarla sökülüp atıldığı gibi bir risk Müslüman Türkler için bu topraklarda hâlâ geçerliliğini koruyor mu?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Endülüs Emevî Müslümanları M.S. 711’de girdikleri İspanya'yı 3 yıl içinde fethetmişlerdi. Hatta 732’de Güney Fransa’yı da ele geçirip Paris'e 100 km. yaklaşmışlardı. Hristiyanlar da dağlara sığınmak zorunda kalmışlardı. Ancak Müslümanlar zamanla rehavete kapılıp kendi aralarında bir sürü beylikler halinde bölünüp iktidar hırsıyla birbirleriyle savaşmaya başladılar. Etnik kimlikçilikle Berberi-Arap çatışmaları hızlandı. Güçten düştüler. Bazı Müslüman beylikler, diğer Müslüman beyliklere karşı İspanyollardan yardım aldılar, onlarla işbirliği yaptılar.
Aynı durum Göktürk Devletinin bölünüp dağılması sürecinde de olmuştu. Bazı Göktürk beyleri Çinlilerle işbirliği yapmıştı. Endülüs Emevî Müslümanları ayrıca millî ve dinî değerlerini kaybettiler, keyfe, eğlenceye, hazza, içki ve uyuşturucuya düştüler. Hristiyanlarla evlenmeye, onlara benzemeye, onların kültürünü, yaşantılarını, giyim kuşam biçimlerini, değerlerini, sembol ve kurumlarını, âdetlerini almaya başladılar. İslam’ı unuttular, İslam âlimlerini geri plana ittiler, itibar etmediler.
Bu ortamda sadece 300 İspanyol, Asturias Krallığını kurdu. Bunlar "Reconquista" adını verdikleri Müslümanların İspanya'dan atılması projesini uygulamaya başladılar. Nitekim 1492 yılında Endülüs Emevî Müslümanlarının büyük bir bölümü İspanya’da yok edildi, kaçabilen kaçtı. Bunun başlıca sebepleri yukarıda sayıldı.
Ayrıca Hristiyanlar Müslümanları diğer İslam ülke ve topluluklarından ayırıp onlarla bağını kopararak adeta yalıtılmış bir adaya hapsettiler. Mesela Kastilya-Léon Krallığı 1462’de, Endülüs Müslümanlarının Kuzey Afrika ile irtibat sağladıkları tek nokta olan Cebelitarık’ı zaptetti. Böylece Endülüs Müslümanları tecrid edildi. Hristiyanlar da çevreden kuşatarak kolayca soykırım uygulayıp yok ettiler.
Biz de aynı akıbete uğramak istemiyorsak bizi Azerbaycan ve Türkistan’a bağlayan koridora hâkim olup Turan Türk birliğini kurmak zorundayız. Irak ve Suriye sınırlarımızda geniş bir alanda önce Türkmeneli Devletinin kurulmasını, sonra da bu devletin Türkiye’ye iltihakını sağlamalıyız. Ayrıca Mavi Vatanda güvenliğimizi sağlayabilmemiz için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve Libya’nın mutlaka Türkiye’ye katılmasını sağlayacak çalışmalar yapmamız lazım.
1469’da Hristiyan krallıklar birleşerek İspanyol birliğini sağladılar. Ondan sonra hızla Müslüman şehirlerini ele geçirdiler ve Müslümanları soykırıma uğrattılar. Biz de aynı akıbete uğramamak için önce kendi içimizde millî birlik ve beraberliğimizi sağlamak, sonra da Türk ve İslam ülkeleriyle Türk-İslam birliğini kurmak zorundayız. Balkan devletleri, Romanya ve Macaristan gibi ülkelerle de değişik şekillerde birlikler kurmalıyız.
Hristiyanlar Endülüs Müslümanlarına yönelik olarak “böl parçala yok et” taktiği uyguladı. Biz de aynı akıbete uğramak istemiyorsak ülkemizde Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-dindar çatışmalarına izin vermeyen bir politika geliştirmemiz lazımdır. Emperyalist Haçlı Siyonist odakların güdümünde ve patronajında olan Türk ve İslam düşmanı siyasi, ideolojik, felsefi örgütlere, oluşumlara, her türlü terör örgütlerine, sapık ve gâvurun ajanı mahiyetindeki tarikat ve cemaatlere, partilere, derneklere, basın yayın organlarına karşı kararlılıkla mücadele edilmelidir.
Kur’an ve Hz.Muhammed merkezli sahih İslam imanını yok eden deizm, ateizm gibi oluşumlara, konformizm, enternasyonalizm, sekülerizm, liberalizm, globalizm gibi eğilimlere karşı sağlam bilimsel, fikrî ve felsefi verilerle mücadele edilmelidir.
Millî Düşünce Gazetesi: Türkiye'nin 30 yıldır çözülemeyen Dağlık Karabağ sorunu konusunda Azerbaycan Devletine verdiği destekle askerî ve siyasî alanda kazanımlar elde edildi. Bazı eleştirmenler sahada kazanılan zaferin masaya tam yansımadığı iddiasında bulunuyor. Sizce bundan sonra süreç nasıl devam edecek?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Bu konudaki Türkiye-Azerbaycan dayanışması takdire şayandır. Tam bir Turancı yardımlaşma örneği sergilenmiştir. Tek millet ruhu ve dayanışmasıyla zafer bir ölçüde kazanılmıştır. Ermenistan’ın işgal ettiği Türk toprakları bir bir geri alınırken araya Rusya girmiş ve savaşı durdurarak Türk topraklarının önemli bir bölümünün Ermenistan işgali altında kalmasını sağlamıştır.
Ayrıca o bölgeye askerî üsler kurarak kalıcı olarak yerleşmesi gibi garip bir durum ortaya çıkmıştır. Azerbaycan, Rusya’nın tehditlerine boyun eğmeden işgal altında kalan diğer topraklarının da tamamını geri alıncaya kadar savaşa devam etmeliydi. Zira saha üstünlüğü bizdeydi, Ermenistan ordusunun yüzde seksenini imha etmiştik. Ancak her şeye rağmen mücadele devam etmelidir.
Halen Ermenistan işgali altında kalan topraklarımızı da geri alma irademizden vazgeçmemeliyiz. Azerbaycan ve diğer Türk devlet ve toplulukları, üzerlerinden Rus korkusunu atmalı, özgüven içinde tam bir dayanışma ve birlik içinde Rusya’ya karşı haklarını, topraklarını savunmalı ve korumalıdır. Türkiye de onlara her anlamda tam destek vermelidir.
Millî Düşünce Gazetesi: Zaman zaman belli odaklarca gündeme taşınan kuşak çatışması, Z Kuşağı ve gençlerin Ateizme ve Deizme doğru hızla kaydıkları yönünde yorumlar ve tespitler yapılıyor. Bu düşünceler ayakları yere basan sağlam analizler mi? Yoksa bir manipülasyon mu?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: Türk gençleri arasında deizm ve ateizme kayma eğiliminin varlığı doğrudur. Öyle bir hava vardır ki bu atmosferde dindar aileler bile çocuklarını koruyamamaktadır. Bunun başlıca sebepleri şunlardır: İslam büyük ölçüde gerçekten Müslüman, iyi, doğru, güvenilir, ahlaklı, erdemli, donanımlı kişi ve kurumlar tarafından temsil edilmemektedir.
İslam’ı temsil konumunda olan çarpık, sapık, yabancı devlet ajanı bazı tarikat, cemaat ve siyasi yapı gibi oluşumların İslam’a taban tabana zıt uygulamaları, İslam adına anlattıklarının ve uygulamalarının tamamen hurafe ve kötü niyet eseri ürünler olması, haksız, usulsüz ve kanunsuz kazanç elde ederek şımarıkça sefih bir hayat sürmeleri, adaletsizliklerin ayyuka çıkması, ehliyet ve liyakat yerine İslam’a aykırı biçimde grupçu, klikçi, kabileci, aşiretçi, aileci, akrabacı ilkel anlayış ve ilişkilere dayalı kayırmaların artması, üretim ekonomisinin olmaması, yeni iş alanlarının oluşturulmamasıdır.
Var olan bütün olumsuzluk, çirkinlik ve haksızlıkların İslamcı denilen kişi ve kurumlar tarafından yapıldığı algısının yaygınlaşmasıdır. Ancak İslamcı ve dindar olmayanların, ateistlerin de bir sürü çarpık, kötü, haksız, adaletsiz, düşünce ve uygulamaları da olmasına rağmen onların propaganda güçleri yaygın olduğundan göz önüne gelmemektedir. Sadece İslamcı ve dindarların yaptıkları kötülükler öne sürülmekte ve bunları gören gençler, İslam buysa ben değilim noktasına gelmektedir. Bu durum karşısında yapılması gerekenler ana hatlarıyla şunlardır:
*İslamcı ve dindar diye bilinen etkili ve yetkili kişi ve kurumların bir an önce ve hızla kendilerine çeki düzen vermeleri, titreyip kendilerine dönmeleri, gerçek İslam’ı yeniden kuşanmaları, İslam ahlak ve faziletine uygun davranmaları, adaletli, hakkaniyetli, insani, vicdani bir tavır geliştirmeleri, haram paradan, hak edilmeyen devlet millet malı ve parasından el çekmeleri, İslam ahlakına uygun helal, temiz, bir kazançla mütevazi bir hayat yaşamaları gerekiyor.
Tamamen Türk-İslam ahlak ve töresine uygun örnek bir kişilik sergileyerek gençlerimiz için rol model olmaları gerekiyor. Yani İslamcı ve dindar diye bilinenlerin tamamının Hz. Ömer ahlakını, değerlerini ve uygulamalarını bizzat yaşayarak göstermeleri gerekiyor. Zira geniş kitlenin aklı gözündedir. Geniş kitle gördüğüne inanır. O zaman Hz. Muhammed ve Hz. Ömer ahlakı ve yaşantısına uygun bir hayatı bizzat sergilemeleri ve göstermeleri gerekiyor.
*İslam’ı tebliğ görevi sahte, sapık ve cahil şeyh, şıh ve cemaat şefi gibi kişilerden alınmalıdır. Zira bu bir kamusal zarardır. Bunun demokratik fikir özgürlüğüyle bir alakası yoktur. Can, mal, namus emniyeti devletin koruması altındadır. Din de namus emniyeti dahilindedir. Milletimizin din emniyetini yok ediyorlar.
Bunların yerine İslam’ı tebliğ görevi Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde gerçek Müslüman, samimi dindar, ahlaklı, erdemli ve en önemlisi doğru bilgiye sahip, alim, çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek donanımda, itici değil çekici, korkutucu değil müjdeleyici, gençlerin ilgi duyabileceği, sevebileceği, etkilenebileceği, örnek alabileceği İlahiyat profesörleri ve bu vasıflara sahip gerçek Türk aydınları devreye sokulmalı, her türlü imkânla, bütün basın yayın, eğitim, kültür kurumlarında seferber edilmelidir. Türk milletinin ve devletinin devam ve bekası buna bağlıdır.
Millî Düşünce Gazetesi: Toplumda aile yapısının çatırdadığı konusunda baskın bir kanaat var. Ancak bunun nasıl tamir edileceği konusunda net bir söylem ve tavır yok. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali özelinde aile kurumunun geleceği noktasında neler söylersiniz?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: İstanbul Sözleşmesinin iptali yerinde bir karardır. Zira bu sözleşme bizim, Müslümanların değil tamamen batılı toplumların kendi anlayış, inanış, yaşayış ve toplumsal hayat tasavvurlarına göre üretilmiş bir metindir. Bize uymamıştır, zira uymadığı yaşanan örneklerden görülmüştür.
Zinanın serbest kalması Türk aile kurumunu yıkmıştır. Zinanın bir an önce tekrar yasaklanması gerekmektedir. Zina yapanlara kuvvetli yaptırımlar uygulanmalıdır. Zira evli genç çocuklu kadınlar, kocalarıyla ufacık bir tartışma sonucu hemen internetten buldukları dolandırıcı, kadın pazarlamacı, uyuşturucu satıcısı hanzolara kaçıp gitmektedirler.
Türk milletinin temel kurumu Türk ailesidir. Maalesef bugün en büyük millî meselemiz, kadim zamanlardan beri kutsal bir kurum olarak bildiğimiz Türk aile kurumunun çökmesidir. Zira durum şudur: Türkler evlenmiyor, evlenenlerin büyük bir bölümü kısa süre içinde boşanıyor, boşanmayanlar çocuk yapmıyor, yapanlar bir, en fazla iki çocuk yapıyor.
Bu durum tam bir millî felâkettir. Bu manzaradan mucize beklenmez. Bu yapı Türk milletinin kendi kendine intiharı demektir. Adeta köylüsüyle kentlisiyle, zenginiyle fakiriyle Türklerin tamamı resmini çizdiğim bu tabloya dahildir. Çevresine bakan herkes bunun böyle olduğunu görür. Çünkü Türklere dayatılan kültür emperyalizmi bağlamında konformist bir hayat tasavvuru belletilmiştir. Bireysel, anlık, günlük, kişisel menfaat ve zevk merkezli, hazcı, keyifçi, zahmetsiz, bencilce yaşanan bir hayat, ideal bir hayat olarak öğretilmiştir.
Milliyetçilik duygusu yok edilmiş, Türk milletinin devam ve bekası duyarlılığı kazandırılmamış, çok çocuk sahibi olmak kötü bir şey olarak gösterilmiştir. Korunma tedbirleri ve nüfus planlaması sadece Türklere dayatılmış ve benimsetilmiştir. Türk nüfusunu artırmak için Türkiye Cumhuriyeti Devleti tedbir almalıdır. Zira temel ilke şudur: Nüfusunuz yoksa nüfuzunuz da yoktur.
Millî Düşünce Gazetesi: Son olarak Türkiye'de toplumun tamamının ortak bir paydada buluştuğu millî düşünce mefkûresi, ülküsü teşekkül ettirmek mümkün müdür? Bu minvalde Türkiye'nin belirlediği 2023, 2053 ve 2071 hedeflerinin ülkemizin gelecek tasavvuru çerçevesinde nasıl yorumluyorsunuz?
Prof. Dr. Nurullah Çetin: İçinde bulunduğumuz açmazdan kurtulmak, maruz kaldığımız kuşatmayı yarmak için öncellikle yapılması gerekenler şunlardır: Türk milletinin tamamının yüzde yüz samimi milliyetçi, tam istiklalci, yüzdeyüz yerli, millî ve İslamî bir duyarlılık kazanması gerekiyor. Bir bilinç ve zihniyet yenilenmesine ve tazelenmesine ihtiyaç var.
Her türlü emperyalist Haçlı Siyonist kasırgalar karşısında havada sersemce, rastgele uçuşmamak için sağlam ve derinlere uzanan Türk-İslam köklerimize dönmek zorundayız. Siyasi, ekonomik, kültürel anlamda bütün toplumsal kurumlarımızın tamamen Türk-İslam inanç, töre, değer ve sembollerine göre yeniden yapılandırılması gerekiyor. Türk nüfusunun hızla artırılması ve Türk aile kurumunun güçlendirilmesi tedbirleri devreye konulmalıdır.
*Yeni nesillerin eğitimi konusunda Millî Eğitim Bakanlığının tamamen yerli, millî, İslamî ve bilimsel ve teknik anlamda da evrensel değerlere bağlı olarak yeniden yapılandırılması gerekiyor.
*Eğitim sadece okullardan ibaret değildir. Ayrıca genel eğitim kapsamında kültür, sanat, basın yayın, eğlence, spor gibi alanlarda da milliyetçi ve İslamî bir duyarlılığı geliştirerek çalışmalar hızla artırılmalıdır.
*Türkiye savunma sanayiinde ve diğer sivil sanayi alanlarında hızla ilerlemeli, bilim ve teknolojiye çok büyük önem verilmelidir. Mesela Selçuk Bayraktar, Türk gençlerine rol model olarak sunulmalı, onun gibilerinin sayıları artırılmalıdır.
*Bütün Türk ve İslam ülkeleri arasında Türk-İslam birliğinin kurulması çalışmalarına hemen başlamalı ve kısa zamanda sonuç alınmalıdır.

MİLLÎ DÜŞÜNCE GAZETESİNE VERDİĞİ MÜLAKAT
(https://www.millidusunce.com.tr/)


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum