PROF. DR. KEMAL ÇİÇEK İLE ERMENİ MESELESİNE DAİR RÖPORTAJ (II)
Fırat KÖSE"nin "PROF.DR.KEMAL ÇİÇEK İLE ERMENİ MESELESİNE DAİR RÖPORTAJIN 2. BÖLÜMÜNÜ YAYINLIYORUZ.
PROF. DR. KEMAL ÇİÇEK İLE ERMENİ MESELESİNE DAİR RÖPORTAJ (II)
Amerikan kaynaklarında tehcir hakkında ne şekilde bilgiler yer almaktadır?
ABD kaynaklarının önemli bir kısmı Morgenthau’ya dayanıyor. ikinci önemli kaynak misyonerlere dayanıyor. Esas önemli kaynak ABD Halep Konsolosu Jesse Jackson, bu kişi çok önemli birisidir. Çünkü bu kişi sadece ABD konsolosu değil, aynı zamanda ABD savaşa girinceye kadar -1917 temmuz ayına kadar- Osmanlı'nın savaş halinde olduğu İtalya, İngiltere, Fransa gibi devletlerin de diplomatik temsilcisidir. Zorunlu göç ettirilen Ermenilerin önemli bir kısmı Suriye topraklarına sevk edildiği için, kendisi de Halep'te olması sebebiyle çok kilit bir diplomatik görev yapıyor. Yani Ermenilerin vardığı yerde bu kişi de vardır. Dolayısıyla bu kişinin raporları bizim için çok önemlidir. Maalesef bu kişi sadece kendisi değil, konsolos yardımcıları ve vekilleri vasıtasıyla, Urfa'dan, İskenderun, Konya, Hatay, Deyrezzor ve Rakkaya kadar uzanan çok önemli bir bölgede tek bilgi kaynağımızdır. Ancak 1917'de ABD savaşa girince bu kişiye bir talimat gelmiştir. Bu talimatta Fransa’nın Lübnan'da başına gelen olay bizim de başımıza gelebilir. Derhal bütün önemli askeri sırlar ile ilgili bütün belgeleri imha edin deniyor. Bu kişi de konsolosluk arşivlerinin çok önemli bir kısmını imha ediyor. Anncak bir kısmı da bir şekilde sağ kalıyor. Sağ kalan kısım bu kişinin daha çok ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporlardır. Onun dışında ilk defa ben ABD'de milli arşivde yapmış olduğum çalışmalarda Ermenilerin de görmezlikten geldiği bazı belgelere rastladım. Neydi bu belgeler? Ermenilerin yaşadığı kamplar ile ilgili olan belgeler. Çok enteresan belgeler bunlar. Çünkü hiçbir Ermeni soykırımı kitabında gerek Ermeniler tarafından gerek batılı akademisyenler tarafından yazılmış olsun, bu belgeler kullanılmadı. ben ABD'deki arşivde bu belgeleri tesadüfen istedim, hepsi jelatinleri yırtılmamış bir şekilde geldi ve ilk defa ben bunları açtım, bu konuyla ilgili olarak ‘’kamplarda yaşam’’ isimli bir makale yazdım. Çünkü ne ‘’Mavi Kitap’’ taki sözde raporlarda ne de diplomatik yazışmalarda Suriye bölgesine sevk edilen Ermenilerin nerelere yerleştirildikleri, nasıl ve hangi tür kamplarda tutuldukları, bu kamplarda ne gibi faaliyetlerde bulunduklarına dair hiçbir bilgi yoktu. Ben bu belgeleri bulduğum zaman, özetle şöyle bilgilere rastladım; 1916 itibariyle Ermeniler çok önemli ölçüde sağ salim bir şekilde Suriye ve civarındaki kamplarda yaşamaya devam ediyorlar, çünkü bu belgelerin çoğu o tarihe dair. Bunların sayısı 500.000 civarında, hatta jackson bir raporunda 500.000 diyor ama ABD'den para isterken her Ermeni için bir miktar para talep ediyor ve burada 500.000 civarında Ermeni bulunduğunu söylüyor. Bundan daha önemlisi bir başka raporunda 480.000 Ermeni'nin hangi kamplarda yaşadıklarını liste halinde veriyor, bu çok önemli bir belgedir. Bu kampların nasıl yönetildiğini bize anlatıyor. Çünkü bu kamplara sık sık yardımcıları giderek yardım götürüyor veya soruşturma yürütüyorlar. Özetle bu kampları Ermeniler yönetiyor. Osmanlı İmparatorluğu bu kampları kuruyor, bu kampların bir kısmı çadırlar şeklinde karşımıza çıkıyor ama şunu unutmayalım; Osmanlı sevk ettiği Ermenilerin önemli bir kısmını şehirlerin içine yerleştirdi ve bunların büyük bir kısmı o bölgelerdeki evlere yerleştiler, maddi durumu olanlar ev kiraladılar. Yani bunlar hapis veya tellerle çevrilmiş bir kamp içerisinde yaşamıyorlar, böyle bir durum yok. Bu kampların yönetimini genellikle rahipler, Ermeni papazlar yapıyor ve bu kamplar Ermenilerin rahatça dolaşabildikleri, hatta günlük harçlıklarını almak için, Halep'teki ABD Konsolosluğu'na ayda bir giderek harçlıklarını aldıkları yerlerdi, çünkü bu konsolos her Ermeniye para dağıtıyor. Böylece ABD Konsolosu'nun geride bıraktığı evraklardan bu kampların çok güvenilir olduğunu anladık. Çünkü şöyle bir şey düşünün Osmanlı İmparatorluğu 480-500.000 Ermeniyi sevk etmiş ve hangi Ermeni'nin hangi kampta yerleştirildiği belli, bunu nereden anlıyoruz? ABD'de 1915 itibariyle yaklaşık olarak 70.000 civarında Osmanlı Ermenisi yaşıyordu, bunlar Massachusetts Eyaleti başta olmak üzere önemli bir kısmı New York, California gibi şehirlerde ikamet ediyorlardı. Bunlar savaş başlayınca özellikle tehcir başlayınca ABD Dışişleri Bakanlığı'na mektuplar yazarak örneğin, Harput'taki filanca köyde yaşayan akrabalarının isimlerini sayıyor bir liste yazarak, bu akrabaların akıbetini öğrenmek istediğini soruyor başvuru yaparak, ABD Dışişleri bunu İstanbul'daki elçiliğe gönderiyor, İstanbul da Halep ABD Konsolosluğu'na bunu gönderiyor. Halep'teki ABD Konsolosu da bu gelen listeyi yardımcısı vasıtasıyla inceliyor. Gerçekten de Edelman gibi konsolos yardımcıları kamplara giderek soruşturma yapıyorlar ve Harput'tan gelen listedeki Ermenilerin akıbetini bildiriyorlar böyle 2-3.000 listeyi ben buldum. Düşünebiliyor musunuz bir kamp var Osmanlı, sürgün yaptığı bölgelerdeki Ermenilerin akıbetinin kolayca araştırılmasına imkan veren bir sistem kurmuş. bu başarılı faaliyet göz ardı ediliyor. Çünkü Ermenilerin bu durum işine gelmiyor. Mesela yine örnek vermek gerekirse bu kamplardaki Ermeniler boş durmuyorlar, biliyorsunuz tehcir ile tarım aletleri de verilmişti ama bazıları da çeşitli askerlerin ihtiyaç duydukları malzemeleri üretmek için üretim faaliyetlerine tabi tutuluyorlar. Dolayısıyla bu kamplar aynı zamanda Ermenilerin çalıştığı, Osmanlı İmparatorluğu'na halen sadakatle hizmet edilen yerler. Çünkü zaten tehcirin amacı bunları geçici bir süre buralarda ikamet ettirip, savaş sonucunda geri yerlerine döndürmek. Nitekim 1918’in nisan ayında bunların geri döndürülmesi ve daha sonra da ilgili bazı kararlar alındı ve 1918’in ekim ayında da kesinlikle geri dönüş kararnamesi çıkartılarak, bulundukları yerlerden eski yaşadıkları yerlere göçlerin izin verildi. Bu kampların nazi kampları ile eş tutulması asla kabul edilemez ve bunu bize sağladığı için Jackson’a minnettarız.
Amerikan Ermeni Dernekleri'nin Lozan Görüşmeleri esnasındaki faaliyetleri nelerdir?
Bu çok önemli bir konu gerçekten, bu konu ilk defa şahsım tarafından yapılan bir çalışmada ele alındı. Lozan’da Ermeni meselesi konusunda çok önemli çalışmalar yapıldı. Orada herhangi bir orijinallik iddia etmiyorum ama ABD Ermeni dernekleri'nin Lozan’da nasıl örgütlendikleri ve ne gibi faaliyetlerde bulundukları konusu ilk defa benim tarafımdan yazıldı. Şunu görüyoruz; Armenian American Association gibi ABD'de kurulan, İngiltere'de, Paris'te, İsviçre'de, Cenevre’de kurulan çok sayıda dernek Lozan’da adeta karargah kuruyorlar. Buralardan itilaf devletlerine etki yapmak, onları bize karşı kışkırtmak, Ermeniler lehine daha fazla taviz almak, mümkünse Doğu Anadolu Bölgesi'nde bir Ermeni yurdu yaratılması için baskı yapmak için çeşitli doneler ortaya koymak için faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bunların faaliyetleri daha çok itilaf devletlerine Ermenilerin I. Dünya Savaşı'nda kendileri için neler yaptıklarını, ne kadar faydalı işler yaptıklarını anlatma faaliyetleri şeklinde devam ediyor. Mesela 7 Kasım 1922 tarihinde yayınladıkları bir memorandum var, orada diyorlar ki: I. Dünya Savaşı'nda biz Ermeniler itilaf devletleri ile birlikte ve aynı idealler için savaştık şimdi beşinci kol faaliyetini inkar eden, böyle bir faaliyet olmadığını iddia eden Türkiye’de bazı liberal akademisyenler ve ABD’de soykırım tezini destekleyen Ermeni ve batılı tarihçiler var. Mesela bunu biz söylemiyoruz, bunu Ermeniler Lozan’daki faaliyet raporlarında söylüyorlar. Diyorlar ki biz itilaf devletleri ile beraber ve aynı idealler için Osmanlı'ya karşı savaştık, neden bizi yüzüstü bırakıyorsunuz diyorlar. Ermenilerin sadakatleri sonucu bu şekilde bir muameleye tabi tutulmak mıydı? Diyorlar. Ermenileri yok olmanın eşiğine getirdiniz ve bizi yüzüstü bıraktınız, çoluk çocuğumuz perişan oldu diyorlar. Halbuki itilaf devletleri ve özellikle de ABD, Ermenistan kurulması için bize söz vermişti. Sevr Antlaşması ile de bu uygulamaya geçirilmişti. Neden şimdi Türkiye ile anlaşarak Türkiye'nin tezlerine yakın bir şekilde Ermenistan yurdunu kesinlikle Lozan'da reddediyor, bu masaya getirildiği takdirde İsmet Paşa'ya antlaşmayı terk etme talimatı veriliyor. Türkiye Cumhuriyeti bu sebeple bu konuda çok kararlı ama Ermeniler buna çok içerliyorlar ve itilaf devletlerini baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Osmanlı ile nasıl savaştıklarını, ne gibi kahramanlıklar yaptıklarını anlatan düzme raporlar ortaya koyuyorlar. Gerçi bu raporların önemli bir kısmı da 1919 Paris Barış Görüşmeleri'nde yayınlanmış. Mesela ünlü komitacı liderlerden Erzurum Osmanlı Milletvekili Pastırmacıyan "Why Armenia Should be Free: Armenia's Rôle in the Present War" isimli bir kitap yayınlamıştır. Kitapta Sarıkamış hezimetinin yaşanmasında Ermenilerin rolünü anlatıyor. Biz olmasaydık Ruslar Sarıkamış'ta başarılı olamazdı diyor. Bunları yazarak ABD kamuoyunu ve İngiltere'yi etkilemeye çalışıyorlar. Ermenilerin kesinlikle Türk hakimiyetine bırakılmasına karşı çıkılması, Ermenilere güvenli bir ülke sağlanması, Ermeniler ile ilgili projeden vazgeçilmemesi için defalarca raporlar yayınlayarak Lozan’daki heyetlere sunuyorlar. Azınlıklar ile ilgili karalar İsmet Paşa tarafından alt komisyonlara havale edilmeyi başarmıştır. Dolayısıyla Lozan'da bu derneklerin faaliyetleri akamete uğramıştır. "Ermeni Sorununda Tehcîr ve Ötesi" adlı yazmış olduğum eserimde ne kadar çok Ermeni derneğinin Avrupa’da kurulduğu ve Lozan Görüşmeleri sırasında aktif bir şekilde çalıştıklarını gözler önüne sermeye çalıştım.
ABD'de Türk-Ermeni çatışması ve Harry The Türk Cinayeti hakkında bilgi verir misiniz?
Bu konu ayrı ve özel bir konudur. ABD’nin Ermeni meselesindeki rolünü anlatırken misyonerlerden ve bir de ABD vatandaşı olan Ermenilerden bahsettik. Bu Osmanlı açısından çok önemli bir sorundu. Benim bir kitabımda bu konu ile ilgili özel bir makale yer alıyor. İşin özü şudur himaye sistemi çerçevesinde ABD ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılan bir antlaşma ile ABD vatandaşlığına geçen Ermenileri konsolosluk mahkemelerinde ancak yargılanabileceğine dair ABD iddiası var. Bunu Osmanlı reddediyor ama ABD bundan vazgeçmiyor. Harry The Türk cinayetini anlamak için biraz bundan bahsetmek gerekiyor. Şöyle bir olay var 1890'dan itibaren 1914'e kadar ABD'ye yaklaşık 70.000 Ermeni göç etmiş, bu göç edenlerin bir kısmı ABD vatandaşlığına geçiyor. Fakat ABD vatandaşlığına geçtiklerini Osmanlı otoritelerine bildirmiyorlar. ABD vatandaşlığına geçen Ermeniler Anadolu’ya geliyorlar, çeşitli casusluk faaliyetleri ve askeri faaliyetler içerisinde bulunuyorlar, Ermeni isyanlarında aktif görev alıyorlar. Ancak yakalandıkları zaman ABD pasaportları çıkarıyorlar. Bundan sonra da konsolosluk ve ABD elçiliği devreye giriyor, bu kişinin vatandaşları olduğunu ve yargılayamayacaklarını belirtip Osmanlı otoritelerinden istiyorlar. Böylece bu kişiler terör faaliyetlerini yürütmek için ABD pasaportlarını bir araç olarak kullanıyorlar ve Osmanlı bundan çok büyük zarar görüyor. Fakat ABD ile ilişkiler çok kritik aşamalar geçmesine rağmen ABD bir türlü güya antlaşmaya dayanan hakkından vazgeçmeyip ısrar ediyor, bu antlaşmanın maddelerinden kaynaklanan haklarını kullanmak için ve ABD pasaportu taşıyan Ermenilerin Osmanlı otoriteleri tarafından yargılanmasının önüne geçiyor. Mesela vergi vermek istemedikleri zaman yine ABD vatandaşı olduklarını iddia ediyorlar, Osmanlı imtiyazlarından faydalanmak için Osmanlı vatandaşı olduklarını iddia ediyorlar. Böyle ikili bir oyun sürüp gidiyor. Harry The Türk, benim taktığım bir lakap değil. Bu kişiye o zamanlar yaşadığı yerdeki Ermeniler bu ismi takıyor. Adı aslında Halil. Halil bir Osmanlı vatandaşı, bu kişi diğer Ermeniler gibi Anadolu'dan ABD'ye çalışmaya gidiyor ve o zamanlar ABD'ye giden Ermeni ve Türkler çok iyi İngilizce bilmiyorlar. ABD misyoner okullarında yetişenler dışında hiç kimse İngilizce bilmiyor. Çoğu zaten okumamış insanlar. Genellikle ABD’nin Massachusetts gibi yerlerinde çalışmaya başlıyorlar ve çalıştıkları yerler de genellikle aynı yerler. Yani Harput'taki, Tokat'taki Ermeni adeta Massachusetts bölgesine gittiği zaman yine aynı yerlerde birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Mesela Halil Mayn Kasabası'na yerleşiyor. Burada bir atölyede deri işinde çalışıyor. Orada Ermenilerle arkadaşlık yapıyor, çünkü dilini bilen sadece onlar var. Fakat 1894'ten itibaren Anadolu’da Ermeni isyanları başlayıp Türkler ile Ermeniler arasında olaylar yaşanmaya başlayınca Halil'in etrafındaki Ermeniler yavaş yavaş halilden uzaklaşmaya başlıyorlar. Halil'i de kasap, katil gibi sözlerle anmaya başlıyorlar, yani sen de Türksün sen de Ermenilerin katilisin gibi suçlamalarda bulunuyorlar. Bu şekilde vatandaşımız bir cinayete kurban gidiyor. Bir derede cesedi bulunuyor ve bu ceset ABD ile Türkiye arasında adeta diplomatik krize sebep oluyor. Çünkü elçiliğimiz ve oradaki Türkler Harry The Türk, yani Halil'in Ermeniler tarafından bir cinayete kurban gittiğini, öldürüldüğünü, hatta ailesine göndermek için çalışarak biriktirdiği cebinde 80 doları olduğu tespit edilmiştir. Bu paranın alınması için bu cinayetin işlendiğini veya daha önce bu para çalınmış zaten, kendilerinden hesap sormak, parasını geri almak için gittiğinde öldürüldüğünü iddia ediyorlar, fakat ABD makamları bu olayı örtbas etmeye çalışıyorlar. Ceset zaten uzun bir süre geçtikten sonra bulunuyor. O esnada deforme oluyor. Ölüm sebebinin kesin olarak tespit edilemeyeceği şeklinde ceset çürüyor. Dolayısıyla ABD polisi kesin ölüm sebebini ortaya koyamıyor. Ama yapmış olduğu bütün raporlarda bunun cinayet olduğuna dair bir delil yok, üzerinde darp izi yok gibi çeşitli raporlar düzenliyorlar. Orada büyük elçimiz olan Mavroyani Bey, kendisi bir Rum'dur. Bu olayın üzerine titizlikle gidiyor ve ABD otoritelerinin bu olayı örtbas etmemesi için çok büyük bir mücadele veriyor. Defalarca soruşturma açılmasına sebep oluyor. En son hiçbir darp izi yoktur, öldüğü zaman nehirde boğularak mı ölmüştür,nehire itildiği için mi boğulmuştur şekilde bunu ispatlamamız mümkün değildir diyen polis daha sonra üçüncü ve dördüncü soruşturmada dişlerinin kırıldığını tespit ediyor. İş yerine görevliler gidiyor ve dişleri eksik miydi? diyorlar. Çalışma arkadaşları dişlerinde eksik olmadığını söylüyorlar. O zaman anlaşılıyor ki Harry öldürülmüştür ve Harry The Türk 1894-1896 yıllarında Sason olmak üzere Doğu Anadolu Bölgesi'nde cereyan eden Türk-Ermeni çatışmalarının gerginliğinin ABD'deki bir kurbanıdır. Bu bakımdan ABD'de Ermeniler tarafından işlenmiş ilk faili meçhul cinayet olarak ben bunu değerlendiriyorum. Bu hikaye çok uzun bir konudur ve çok enteresan bir hikayesi vardır. Bu vesileyle bu konuyu anlatmama izin verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum.
ABD Temsilciler Meclisi'ne sunulan Ermeni Yasa Tasarısı'nın içeriği hakkında bilgi verir misiniz?
2000'li yıllarda defaten her yıl sunulan yasadır. Bu yasa tasarıları bir buçuk milyon Ermeninin öldürüldüğü ve Türkiye'nin bu konuda yaptırıma tabi tutulması için zaman zaman gündeme getirildiği ABD Temsilciler Meclisi'ne sunulduğu fakat meclisten geçmediği için yasalaşmadığı bir tasarı olarak kabul ediliyor. Bu tasarıya dair içerik iki ana başlıkta toplanabilir. Birincisi, Ermenilerin imha kastıyla tehcîre tâbi tutuldukları ve bir buçuk milyon Ermeninin ölümü ile sonuçlanan bir eylemin Osmanlı resmi makamları tarafından gerçekleştirildiği, Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı'nın bir mirasçısı ve devamı olduğu, bu cinayetlerden sorumlu tutulmasını isteyen, sorumlu tutulduğu zaman da bunun aynı zamanda tazminat konusu olmasını talep eden bir tasarıdır ve 33-34 maddeden oluşmaktadır. Bu ABD tasarısının bütün maddelerini ben yine madde madde bir dergide yayınladım. Bu yasa tasarıları Ermeniler tarafından hazırlandığı için esef duyuyoruz. Çünkü koskoca ABD Kongresi ve Temsilciler Meclisi hiçbir ön elemeye, metodolojik bir değerlendirmeye tabi tutmadan tamamen Ermenilerin tezlerini içeren bir şekilde iki buçuk milyon Osmanlı Ermenisi diye başlıyor. İki buçuk milyon Osmanlı Ermenisi olduğuna dair nerede nüfus istatistiği var? Bir buçuk milyon Ermeni'nin öldüğünü iddia eden ikinci bir cümle kuruyor. Böyle başlıyor tasarı, tamamen temelsizdir. Ancak bunun bu şekilde tamamen Ermenilerin yazdığı bir şekilde, metin halinde sunulması aslında çok vahim bir durum. Bu konuda bizim ABD'de çok büyük bir lobi faaliyeti gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunu daima biz ihmal ettik, Türkiye'de maalesef bazı çevreler Ermeni meselesinin siyasi bir konu olduğunu, diplomatik bir konu olduğunu ve siyasi ve diplomatik yollarla çözülebileceğini iddia ediyorlar. Bunu bugün de iddia ediyorlar. Bir defa bu Lozan'da başlayan Ermeni dernek faaliyetlerini, hatta Paris Barış Görüşmeleri sırasında başlayan Ermeni propaganda faaliyetlerini hafife almak ve bu kişilerin bütün yapmış oldukları çalışmaları görmemezlikten gelmek anlamına geliyor. Sonuçta şunu demek istiyorum, evet bugün Ermeni meselesi siyasi bir konudur ve diplomatik bir çözüme tabi tutulabilir. Fakat bunun diplomatik ve siyasi soruna dönüşmesinde ABD kamuoyunun Ermeni tezleri doğrultusunda bir propagandaya tabi tutulmasının çok büyük bir rolü var. Bu propaganda faaliyeti de bitmiş değil. Halen bugün de ABD'de bir Ermeni propaganda faaliyeti sürüyor ve ABD'deki aktörler, akademik çevreler, siyasi çevreler, askeri çevreler, dini çevreler bu Ermeni propagandalarının etkisiyle, Temsilciler Meclisi'nde ve senatoda senatörler üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturuyorlar. Biz bunu görmemezlikten gelemeyiz. Ne yapmamız lazım? Gerçekten bizim de siyasi faaliyet ve girişimlerimize devam etmemiz gerekiyor. Diplomatik açıdan güçlü olmalıyız, ancak aynı zamanda ABD kamuoyunun da Ermeni propagandasının yalan olduğu konusunda bilgilendirilmesi gerekiyor. Bunu ABD kamuoyu bu konuda hiçbir şey bilmiyor da Türkiye Cumhuriyeti'ni zor durumda bırakmak isteyen ve bazı taviz almak isteyen politikacılar arkalarında herhangi bir kamuoyu desteği olmadan bunu bir subjektif, sanal bir mevzuymuş gibi senatoya veya temsilciler meclisine getiriyorlarmış gibi görmek son derece yanlıştır. Bugün ABD'deki Ermeni dernekleri kamuoyunu gerçekten kendi tezleri konusunda bilgilendirdiler. Wikipedia'yı bugün açtığınız zaman Z kuşağı dediğimiz kuşak bilgiyi önemli ölçüde bu gibi online sitelerden elde ediyor. Orada hiçbir etkimiz yok. Türkiye'de bu meseleye çalışan akademisyen arkadaşların çoğu maalesef İngilizce bilmiyorlar, Ermenice bilen çok az ki bu çok gerekli de değil diye düşünüyorum, çünkü zaten mesele batıda cereyan ediyor. Ermenistan'da da öyle Ermenice olarak çok önemli bu konuda yazılmış bir belge ve bilgi de yok. Materyallerin büyük bir kısmı İngilizce ve batı dillerinde, Almanca olduğunu görüyoruz. Bu konu da bazen abartılıyor, Ermenice bilmeden, şekilde konuya başlanıyor. Bu konuda bizim gerçekten yoğun bir bilgi bombardımanına tabi tutmamız gerekiyor. Bu bakımdan 2000'li yıllarda ben 39 ülkede İngilizce olarak konferanslar verdim. Meseleyi daha iyi anlasınlar ve anlatsınlar diye bir kısmını Türk derneklerine verdim. Çünkü dünyanın önemli üniversitelerinde bu konuda konferanslar verdim ve çok etkili oldu. Mesela bir örnek vereyim 2000'li yıllarda 7-8 tane önemli ABD’li tarihçi kazandık, yine mesela 1980'lerde 150'ye yakın oryantalist, yani Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi hakkında bilgi sahibi olan akademisyen bizim yanımızdaydı. Bunlar bu konuda bilgi sahibi oldukları için bizi destekliyorlardı. Örneğim de şu; soykırım, hukuk konusunda çok önemli eser yazmış akademisyenle ben ABD'de görüştüğüm zaman, kendisine Ermeni meselesini anlattığım zaman ben bunları bilmiyordum. Bilsem bu kitapta yer verirdim dedi. Dolayısıyla biz hiçbir şekilde akademik çevrelerde tezlerimizi anlatmazsak, Ermeniler de tam tersine her ortamda kiliseden başlayarak üniversitelere kadar her zeminde bunu hem kendi yetiştirdikleri Ermenilerle hem de Türkiye'den devşirdikleri bazı Türk asıllı, Ermeni tezlerini destekleyen akademisyenlerle anlatırlarken boşveremeyiz.
Ermenistan penceresinden Türkiye ile uzlaşma şartları nelerdir? Bununla ilgili bilgi verir misiniz?
Ermenistan aslında bugün Türkiye ile diplomatik ilişkilerini koparmak pahasına, Türkiye'den çok aslı astarı olmayan ve asla gerçekleşmesi mümkün olmayan bazı taleplerde bulunuyor. Eskiden tanınma, tazminat, toprak diye 3T ile ifade edilen bir doktrin çerçevesinde Türkiye'den taleplerde bulunuyorlardı. Son zamanlarda toprak talepleri bizim Türkiye'de de bazı liberal tarihçiler tarafından efendim Türkiye'den toprak alacak gücü mü var? Şekilde ifade ediliyor ama Ermenistan bu konuda samimi. Güçleri yetmese de bunu batılıların kendilerine bizden alıp vereceği hayalini yaşıyorlar. Bunları nerden çıkarıyoruz? 2005 yılında ben Ermenistan'a gittim, 1915 yılı etkinliğinde bulundum. Orada Ermenistan Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve siyasi parti liderleri ile röportajlar yaptım. İki devlet arasında ne zamandan beri Kars Antlaşması var, bu antlaşmayı neden tanımıyorsunuz? Neden hala Türkiye nin Doğu Anadolu Bölgesi'ni Ermenistan sayıp bunun üzerinde çeşitli iddialarda bulunarak tazminat talebinde bulunuyorsunuz diye sorduğumuzda siz Kars Kars diye tutturursanız biz de Gümrü diye tuttururuz veya Sevr diye tuttururuz diyorlar. Yani yürürlüğe bile koyulmamış olan sevr Antlaşmasındaki Ermenistan yaratılması, Ermenistan yurdu kurulması ile ilgili maddelerin hayalini kuruyor. Biz bu Kars Antlaşması'nı imzalamadık, çünkü bunu Sovyetler imzaladı diyor. Bunun hiçbir aslı yok. Sovyetlerin yıkılmasından sonra,bağımsız olduktan sonra benzeri antlaşmalar yaptığımız Gürcistan bu antlaşmayı tanıdı, ancak Ermenistan tanımadı. Bir tazminat istekleri var Ermenilerin uzlaşmak için önce altmış milyar dolar diye bir istek ortaya attılar. Kanada'daki Ermenistan Büyükelçisi "Ara Papyan" bu konuda bir kitap yazdı, ne kadar istediklerini ve gerekçelerini burda anlatıyor. Bu istekleri sanal, subjektif bir istek değil, tamamen ciddiler ve gerçekten inanarak söylüyorlar. Biraz önce de söylediğim gibi bazı liberal tarihçiler toprak talepleri yok diyor, o halde sınırları neden tanımıyorlar? Sormak istiyorum. Neden Kars Antlaşması'nı onaylamıyorlar. Ermenistan anayasasının giriş bölümünde yazılan bir maddede Batı Ermenistan olarak Doğu Anadolu’dan söz edildiği için bu antlaşmanın Ermenistan tarafından kabul edilemeyeceği, anayasa mahkemesinden döneceği iddiası var, o da ayrı bir tartışma konusu ama Ermenistan anayasası bizi bağlamaz, bizi uluslararası antlaşmalar bağlar. Bir şekilde bu sorunu aşıp önce sınırları tanımaları gerekiyor ve sınırları tanımazlarsa Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki kurulmasının aslında bir anlamı da yoktur. Yani sizin sınırlarınızı tanımayan, sizinle sınır ihtilafı yaşayan bir devlet ile sağlıklı diplomatik ilişki kuramazsınız.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı acaba ?
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Türkiye'de Ermeni meselesinin çalışılmasında çok önemli bir eksiğimiz var o da şudur; dünyada 20. yüzyılın sonlarında insan hakları bir evrensel değer olarak kabul edildi ve insan haklarına saygı bütün insanların bir borcu gibi görülüyor. Ermeniler de kendilerine yapılan tehcîrin insanlık dışı bir muamele olduğunu, Ermenileri tamamen imha kastıyla yapıldığını ve bunun bir insanlık suçu olduğunu iddia ediyorlar. Bu insanlık suçu peşinde koşan, insan haklarını hevesli bir şekilde savunan büyük kitlelere, dünya kamuoyuna çok etkili bir mesaj veriyorlar. Dünya kamuoyunda bu konuda bir etki yaratabilmek, akademik çevrelerde bu alanda etkili olabilmek için bizim de bir soykırım araştırmaları merkezi kurarak bu konulara değinmemiz başkalarının derdini de bizim derdimiz olarak kabul etmemiz ve dünyadaki gerçekleşmiş olan soykırım ve zulüm olaylarını araştırmamız ve çalışmamız gerekmektedir. Dünyada artık bir çalışma disiplini haline gelen soykırım araştırmaları Networkünün içerisinde yer almamız gerekmektedir. Bu konuda çok geciktik, geçen mayıs ayında YÖK Başkanı Yekta Saraç tarafından İstanbul Üniversitesi’nde bir "Soykırım ve İnsanlık Suçları Araştırma Merkezi" kurulduğu duyuruldu. Henüz faaliyetle geçtiğine dair bir gelişme duymadım. Ama bu merkezin gerçekten derhal kadrolarının verilmesi, akademisyenlerinin temin edilmesi ve dünyaya tezlerimizi, dünyadaki insan hakları ihlallerinin çalışacak akademisyenleri yetiştirmesi için faaliyetlerini yoğunlaştırması gerekmektedir. Bunu yapmadığımız zaman biz dünyada bu ve buna benzer konuları anlatamayız,çünkü hiç kimse artık Ermeni tezlerinin doğru olmadığı konusunda ikna olacak düzeyde değil, artık o eşiği aşmış durumdayız. Onun için lobi faaliyetlerini genişletmemiz gerekiyor.
Röportajı Gerçekleştiren: FIRAT KÖSE
FACEBOOK YORUMLAR