Patates deyip geçmeyelim... - TANER AY

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay "Patatesin her dönemde yoksulların yiyeceği olmasının yanında, hükûmet politikaları sonucunda satılamayan ve biçimleri bozuk olduğundan çöplüklere boşaltılan patateslerin günümüze özgü yeni yoksul tabakalarını da ortaya çıkardığı bir hakikat" diyor.

Patates deyip geçmeyelim... - TANER AY
03 Ağustos 2021 - 16:55

 Paleozik sonları ile Mezozoik başları arasında dünyada Pangea denilen tek bir süper kıt’a vardı. Bu kıt’anın etrâfı Panthalassa ismi verilen süper okyanus ile çevrilmişti. Ancak, 175 milyon yıl kadar önce, magma tabakasındaki hareketler sonucunda Pangea güneyde Gondvana, kuzeyde ise Lavrasya olarak ikiye bölündü. Ardından da, Erken Kreatase döneminde Gondvana, Erken Paleosen’den Oligosen’e kadarki Senozoik dönemdeyse Lavrasya bölünerek, günümüzdeki kıt’aları meydâna getirdiler. Pangea’nın parçalanması, dünyanın farklı ekolojik alanlara ayrılması anlamına geliyordu. Pangea’adan ayrılan kıt’larda oraya özgü bitki ve hayvan toplulukları gelişti (Charles C. Mann, 1493, s.12, 2014).

Dünyanın farklı ekolojik alanlarında milyonlarca yıl süren huzûru, 1493 yılında Kristof Kolomb ve peşinden yola çıkanlar bozacaklardır. Onlarla birlikte, böceklerin, bitkilerin ve hayvanların yanında, çiçek, grip, hepatit, kızamık, tüberküloz, difteri, kolera ve tifo gibi hastalıklar da Amerika kıt’asına taşındı. Bu hastalıklara karşı bağışıklıkları bulunmayan Amerikan yerlileri kırıldılar. Avrupalılar ile temastan sonra Yeni Dünya’daki yerli nüfusunun yüzde 90’ı ile yüzde 95’inin Eski Dünya’dan taşınan hastalıklar sonucu öldüğü tahmîn ediliyor (Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, s.272, 2010).

Bu nüfus kırımı neticesinde, sayısız ekolojik dönüşüm de gerçekleşti. Bunlardan biri, Amerikan yerlilerinin binlerce yıllık arâzî ıslah yönteminin bozulmasıydı. Alevler olmayınca, her yer birkaç asır içinde ormanlarla kaplanmıştı. Bu da havadaki karbondioksiti ortadan kaldırdı. Havadaki karbondioksitin azalması, iklimin değişip soğuması demektir. Avrupa’nın 1550 ile 1750 arasında bir küçük buzul çağını yaşamasına, paleoklimatolog William F. Ruddiman’ın belirttiği gibi, beşerî faaliyetlerle birlikte, fâtihlerin farklı ekolojik sistemleri bozması neden olmuştu. Küçük buzul çağında soğuktan ve açlıktan milyonlar öldü, köylü isyânlarıysa bütün Avrupa’yı sardı. Küçük buzul çağındaki açlığın yamyamlıkta ne kadar etkisi olduğuna ilişkin sıhhatli bilgiler bulunmuyor. Ancak, Jonathan Swift’in 1745 yılında yayımlanan “Directions to Servants” isimli eseri çok ilginçtir. Swift, kitâbında, açlıktan ölen yoksullara, bebeklerini bir yaşına kadar besledikten sonra, onları zenginlere yemeleri için satmalarını öğütlemektedir.

Avrupa nüfusunu kıran açlığı önlemek amacıyla And Dağları’ndaki yerlilerin temel besini olan patates düşünüldü. Kral Friedrich, köylülerin patates yemelerini emredince, Prusya’daki 1744 kıtlığıyla birlikte ortaya çıkan köylü isyânları da yavaş yavaş sona erdi. Aynı açlık yıllarında, Antoine-Augistine Parmentier de, Fransa’da ekmek fiyatlarının yükselmesi sonucunda çıkan isyânları durdurmanın ve açlıktan insanların kırılmasının tek yolunun halkı patates yemeye teşvik etmek olduğunu iddiâ etmişti. Haklıydı. Çünkü, patates, insanlara dönüm başına buğdayın dört katından fazla yiyecek imkânı veriyordu. Ayrıca, patatesi diğer sebzelerden ayıran en büyük özelliği tohum ile üreme yerine vejetatif üreme yapmasıydı. Üstelik diğer pek çok sebzeye nazaran daha dayanıklıydı. Tarladan toplandıktan sonra, 10 derecede 3 ay, oda sıcaklığındaysa 2 hafta çürümeden bekleyebiliyordu. Ayrıca, Arthur Young’a göre, kişi başına günde sadece 3.6 kilogram patates yendiğinde bile yaşamak için yeterli olacak gıda sağlanmaktaydı (Bkz., Massimo Livi Bacci, Avrupa’da Nüfus Hareketleri, s.130, 2009). Bu yüzden İrlanda halkının yüzde 40’ı patatesten başka bir şey yemedi ve patates ekiminin yaygınlaşması sonucunda, İrlanda’dan Ural Dağları’na kadar uzanan bölgelerdeki açlık da bitti. Sadece İrlandalılar değil, Hollandalılar, Belçikalılar, Prusyalılar, Macarlar ve Polonyalılar da sabah akşam patates yemişlerdir.

İsmini Keçuva dilinden alan patates, İspanyol fâtih Pedro Cieza de León tarafından Avrupa’ya getirildikten sonra, kısa sürede Batı Uygarlığı’nın yükselişini sağladı. 17’inci yüzyılın başında ancak 1.5 milyon kadar olan İrlanda nüfusu, 1754 yılında 3.2 milyona, 1841 yılındaysa 8.2 milyona çıktı (K.H. Connell, The Population of Ireland, 1950). Karnı doyan İrlandalılar hem daha fazla çocuk yaptılar, hem de çocukları patates sayesinde açlıktan ölmediler.
HAYATIMIZDAN PATATES KALKARSA NE OLUR?
Bu sorunun yanıtı İrlanda’dadır. Çünkü, onlar, patates olmayınca, başlarına ne geleceğini 1845 ile 1852 arasında yeniden yaşamışlardır. İrlanda’da patateslere bulaşan “phytophthora infestans” mantarı 1845 yılında ekilen patatesin yüzde 40’ını, ertesi yılsa tamamını yok etmiştir. Yedi yıl boyunca açlıktan kırılan insanlar, yabanî meyveleri ve bitki köklerini bitirdikten sonra evlerindeki kedilerini ve köpekleri bile kesip yemiştir. Bir kısmıysa çâreyi Amerika’ya, Kanada’ya ve Avustralya’ya göçte bulmuştur. Yedi yıl sonra İrlanda’nın nüfusu 8.2 milyondan 4 milyona kadar düşer. İrlandalılar yedi yıla “büyük açlık” anlamında Gorta Mór veya “kötü yaşam” anlamında Drochshaol diyorlar. Bu Gorta Mór sadece milyonlarca kişinin ölümüyle ve göçle sona erseydi, muhtemelen bugün unutulup giderdi. Ama, Gorta Mór, İrlanda’nın, nüfus, siyâsî ve kültürel yapısını da bütünüyle değiştirmiştir. Gorta Mór sonucunda, İrlanda dilinin kullanımı azalmış, çoğunluk İngilizce konuşmaya başlamış, ülke Britanya’ya bağlı kalmayı savunan “Birlikçiler” ve bağımsızlığı savunan “Milliyetçiler” olarak ikiye ayrılmıştır. IRA’nın asıl kökü de Gorta Mór’dadır. İngilizler açlıktan kırılan İrlandalılar’a yiyecek vermeyi reddederlerken, Kuzey Amerika’daki Chata veya Çoktavlar olarak isimlendirilen yerli kabilesi onlara 170 dolar ile 710 dolar arasında para yardımında bulunmuştur. İrlandalılar’a bir de İngilizler’in çıkardığı müşkilâta karşın Osmanlı yardım etmiştir. Sultan Abdülmecid, para ile birlikte gemiler dolusu buğdayı Dublin’in 50 kilometre kadar kuzeyindeki Drogheda limanına göndermiştir. Bunun nedeni de, Osmanlı yardım gemilerinin Dublin limanına girmesine kraliçenin izin vermemesidir.
Patates sadece açlığı önlemiyordu, sağlık açısından da faydalıydı. Susuzluğu giderdiği gibi, mide ve onikiparmak bağırsağı ülserinin tedâvisinde de etkili olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca, karaciğer ve damar şişliğinde, bağırsak solucanlarını düşürülmesinde, basur memesinde, yanık ve çıbanların ağrılarında kullanılmıştır. Günümüzde bazı doktorların, psikolojik sorunlar yaşayanlara, “Prozac” almak yerine patates tüketmeyi önerdikleri bilinmektedir. Patatesin faydaları elbette bu kadarla sınırlı değildir. W. H. McNeill, bir makalesinde, patatesin tahıla oranla dört kat daha fazla karbonhidrat içerdiğini ve bunun da hızlı nüfus artışına neden olduğunu belirtmiştir. Massimo Livi Bacci de, patatesin evliliği ve çoğalmayı teşvik etmesi sonucunda Avrupa nüfusunun artmasına katkıda bulunduğunu belirtir (Avrupa’da Nüfus Hareketleri, s.63, 2009). Ama, Denis Diderot, her derde devâ patatese hep burun kıvırmıştır. Ona göre “keyif verici bir yiyecek” olmadığı gibi gaz da yapmaktadır. Bununla birlikte, karın doyurduğundan, köylülerin ve işçilerin patatesi rahatlıkla yiyebileceklerini söyler. Çünkü, Diderot’ya göre, yoksullar için gaz zâten önemli bir şey değildir. Patatese, yazdıklarıyla aşağılayıcı anlamda bir sınıf karakterini kazandıran Diderot olmasına karşın, onun patates yiyenlerle inceden inceye dalga geçmesine en iyi yanıtı, “Patates Yiyenler” tablosuyla Vincent van Gogh vermiştir. Birâderi Theo’ya yazdığı bir mektûbunda, “Patates Yiyenler” için, “Elleriyle toprağı kazan bu insanları, patateslerini yerken gösterdim. Bu yüzden resmim bedenen çalışan insanların yediklerini namuslarıyla kazandıklarını özetliyor” diyecektir. Patates ile yoksulluk arasındaki bağ konusunda Béla Tarr’ın 2011 yapımı “Torino Atı” ile Agnès Varda’nın 2002 yapımı “Les glaneurs et la glaneuse” filmlerini de unutmamamız gerekiyor.
Patatesin her dönemde yoksulların yiyeceği olmasının yanında, hükûmet politikaları sonucunda satılamayan ve biçimleri bozuk olduğundan çöplüklere boşaltılan patateslerin günümüze özgü yeni yoksul tabakalarını da ortaya çıkardığı bir hakikattır. Fransa gibi ülkelerde biçimleri bozuk olduğu için çöplere boşaltılan patatesin “toplayıcı” denen yeni bir tabakayı nasıl yarattığını Agnès Varda’nın “Les glaneurs et la glaneuse” filminden biliyoruz. Bu “toplayıcı” tabakası alt sınıfların yoksul bireylerinden oluşmuyor. Aksine, “toplayıcı” denen yeni toplumsal tabakayı, çalışan sınıflardan gelen emekliler ve yaşlılar oluşturuyor.
Ülkemizde ise maliyet sorunları sonucunda satılamayan patateslerin çöpe atıldığı bilinmektedir. Resmî verilerle, 2017-2018 döneminde, patatesin tarlada 0,26-0,50 lira arasında satıldığında, üreticilerin yüzde 60,7’sinin, 0,51-1 lira arasında satıldığındaysa yüzde 9’unun patateslerini çöpe attıkları saptanmıştır. Bu patatesleri çöpten her gün sayıları artan yoksullar, evsizler, sığınmacılar ve geçinemeyen emekliler topluyorlar. Bunlar da Türkiye’de “toplayıcı” olarak ortaya çıkan yeni yoksul tabakası. İnsanın rûhunu acıtan şeyse, çöpten bir iki patates bulmak için sabahın köründe sokaklara çıkan “toplayıcı” tabakaya “yemek tarifi” veren yazarlarımızdır. Onlardan biri, gazetesindeki köşesinde ve interneteki sitesinde, her yıl 1.8 milyar ekmeğin de çöpe atıldığını, yoksulların çöplerden patatesle birlikte ekmek de toplamalarını ve topladıklarıyla “bayat ekmekli patates köftesi” yapmalarını öneriyor. Ama, sorun, yoksulların, evsizlerin, sığınmacıların ve emeklilerin gazete okuyup okumadıklarında veya internet kullanıp kullanmadıklarında. Türkiye’de yoksulluğun artmasıyla birlikte, 2014-2018 arasında, gazete satışlarının yüzde 49.4 oranında düştüğü, 2019 yılındaysa bu oranın bir önceki yıla nazaran yüzde 8 azaldığı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileridir. İnternet kullanım oranı anlamı son derece muğlak olan “ücretsiz aile işçisi” kaleminde bile yüzde 49.6’yı geçmiyor. Bu da, Türkiye’deki “toplayıcı” tabakasının hiç gazete okumadığını ve internet kullanmadığını, dolayısıyla da “bayat ekmekli patates köftesi”nden bîhaber olduklarını ortaya çıkarıyor. Yemek yazarlarımız belki “yoksullara yardım” düşüncesinde olabilirler ama, yine de fikren ayrı düşüyoruz. Çünkü, onlar, “yardım edilmiş yoksullar” isterken, bizler ortadan kaldırılmış yoksulluğun peşindeyiz...

https://www.karar.com/gorusler

  


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları