Özbekistan ve Türkiye - Şöhret Barlas
Şöhret Barlas Özbekistan Akedemisyen
Bazı bir kimseler Türklükten döndünmu diye bizden soruyorlar. Buna cevab olarak bir zamanlar şu yazıyı yazmıştık.
2014 yilinda Türkiye tarafına yazıyı göndermiştik. Sonra 2017 de Azerbaycan sitesindede çikartılmıştı.
Özbekistan ve Türkiye
Türklüğü yüceltmek için yaşa, Türk'e kılıç kaldıran eli kır!
Emir Temur
Biz ki Melik-i Turan, Emir-i Türkistan'ız, biz ki Türk oğlu Türk'üz; biz ki milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk'ün başbuğuyuz!
Emir Temur
Türkiye Cumhuriyetinin iç politikasındaki «Ergenekon örgütü», «Taksim Gezi Parkı olayları», «Kürt Meselesi», «FETÖ örgütü». Dış politikasının «Arap Baharı», «Filistin», «Irak» ve «Suriye» gibi son yıllardaki yoğun bir mesaisi içinde Özbekistan Cumhuriyetiyle olan irtibatın çok az görünmesi, geçmişte defalarca gündeme getirilen iki kardeş ülke ortasında nezaket ile hassasiyetlerin zayıfladığı yönündeki iddia ve eleştirileri aşikâr etmekte.
Özbekistan ve Türkiye ortasındaki diplomatik ilişkilerin eskide gergin bir pozisyonda olduğu ve iki devlet ortasındaki ilişkilerin bir türlü rayına oturmadığı hakkında çeşitli yorumlar yaklaşık 20 seneden beri devam etmekte olduğu, artık kaçınılmayacak gerçektir.
Orta Asya’dan binlerce yıldan beri devamlı Anadolu’ya gelmekte olan ve binlerce yıla uzanan kendine has ortak milli mentalitesi, devletçilik ufku olan öz soydaşının tarihini, medeniyetini ve edebiyatını öz değeri olarak kabul etmeyi beceremeyen Türkiye’li ve Özbekistan’lı siyasetçiler yüzünden, «Özbekistan ve Türkiye Ebedi Dostluğu» gibi, iki kardeş ülke arasında imzalanan hukuksal bir hüjetin hiç bir anlamı kalmayan, sıradan bir kağıt durumuna düşürüldüğünü ifade etme zamanı geldiğini kabul etmek, en zor gerçeklerden biri olma haline gelmiştir. Daha doğrusu, Özbekistan ve Türkiye ilişkileri bu hale getirildi.
FETÖ örgütü dünyada ilk defa Özbekistan’da yasaklandı
Fethullahçı Terör Örgütü iştirakçileri Özbekistanda faaliyet gösterdikleri için ülkeden kovulduğunu ifade eden Özbekistan tarafından bir kaç defa yapılan açıklamalar Dünya Medyasında dikkatsiz kalmıştı. Said Nursi'nin Risale-i Nur kitapları sayesinde İslami düşünceleri guya günümüze göre tekrar yorumlayan bir İslam düşünürü olarak tanılan Fethullah Gülen’in Cemaatine bağlı grupların tüm faaliyetlerinin Özbekistanda kapatılması ve çeşitli dini cemaatlere bağlı olan bazı iş adamlarının yasa dışı hareketlerinden dolayı sınır dışı edilmesi o kadar üzülecek veya iki ülkenin diplomatik ilişkilerini etkileyecek bir hadise değil olsada aynen Özbekistan’dan FETÖcular kovulduktan sonra Türkiye ve Özbekistan ortasında diplomatic gerginlikler çıkmaya başlamıştı.
İslam meselesinde ve öz medeniyeti gibi konularda Özbekistan’ın halkı son derece muhafazakardır. Dolayısıyla «Nurcılar» okullarında genellikle mezhebcilikle üğraşan kişiler tarafından Said Nursi'nin deyimleri ve görüşleri özbek çocuklarına propaganda edilmesi meselesi Özbekistanda negatif tepki görmeyi hak etmişti. Özbekistan gençleri öz manevi dünyasının geliştirilmesi meselesini kendi İslam alimlerinin kitablarından öğrenmeyi tercih etmesi «Nurcıları» üzmüş olabilir. Ama ne yapalım? FETÖcuların faaliyeti neticesinde Türkiye vatandaşlarına verilen zararın miktarı hala belli olmaya devam etmekte.
Özbekistan’ın geleceği olan gençlerin İslam meselesiyle ilgili fikirleri kendi devletinin kitablarından ve kendi toplumunun benimsediği ve yetiştirdiği İmam Buharî, Şeyh Nakşibendî, İmam Tirmizî, İmam Maturudi gibi İslam büyükleri, İbn-i Sina, Biruni, El Harezmî ve Ali Kuşçu gibi bilim adamları, Ali Şir Nevaî gibi şairlerı, Emir Timur ve Uluğ Bey gibi büyük devlet adamlarının düşüncelerine göre tahsil almaya hareket etmeleri de normal bir hadisedir.
İftira ve darbe heveslileri
İnsanların ve devletlerin haklarını, biri birine karşılıklı saygılı olmasını sağlayan, talep eden, düşünce ve ifade özgürlüğünü, eşitlik ile denkliği koruyan ve yıllarca geliştirilmiş olan bu doktrinlerin her şeyden yüksek olduğunu bildiren, insanlığın yarattığı en büyük fikir hareketi olmuş Demokrasinin adına konuşuyor gibi kendini sergileyen duşmanları sanki Özbekistan hükümetinin ve halkının dünya göz önünde af edilmeyecek hataları varmış gibi yorumlamasının yerine ilk olarak, öncelikle kendi kişisel ve şahsi hukuksal hatalarını düzeltemeleri lazım. Bunun için biraz da nefs muhasebesine ihtiyacları var.
Dışarıdan desteklenen ve Özbekistanı iç savaşa sürüklemeye çalışmakta olan bir kaç tane darbe heveslisini «Türkiye Cumhuriyeti bir hammal olarak sırtında taşıma görevini üzerine almış» diye inananlar ve bu inanca göre hareket edenler, dünya göz önünde Özbekistanda ınsan hakları yok diye hareket edenler ve dünaya negetif yönden tanıtıp parmakla göstermeye çaba sarf etmekte olan bazı kimseler, iki devlet ortasındaki kardeşlik ve dostluk ilişkilerine bilaks maddi ve manevi darbe vermekte olduğunu soydaş Türkiye Cumhuriyetinin siyasetçileri tarafından zamanında bilinmemişti veya yetkili devlet görevinde iş yapmalarına rağmen meselenin sorumluluğunu dikkatle temsil edememişlerdi.
Özbekistan ile Türkiye ilişkilerinin ilk temelleri atılırken sadece ve sadece iktisadi ve kültürel ilişkilerin dostluk ve kardeşlik üzerinde geliştirilmesi hedeflenmişti. İlk diplomatik ilişkilerin son derece sıcak ve samimiyetle zirveye çıkmasının nedeni de soydaşlığımız ve milli yakınlığımızdan dolayı gerçekleşmiştir ve ilişkilerin gelişme sürecini hiçbir zaman özgürlük, insan hakları, ifade ve düşünce özgürlüğü, eşitlik gibi hümanist kaygılar belirlememiştir.
Ama: buna ragmen Özbekistan Cumhuriyetine karşı, hiç bir doğruya denk gelmeyen iddiaları ve düzgün kaynağa dayanmayan negatif fikirlerle eleştirileri gündeme getirmek için terlemekte olan Türkiye’deki bazı kimselerin, Demokrasi adına yapan konuşmaları ile yorumları marjınallaşmış terbiyesizliğin, ükalalığın ve anarşi ile karışmış saygısızlığın örneği haline gelmiştir.
Özbekistan Cumhuriyeti’ni hızlı gelişen dünyaya ayak uyduramayan, yönünü bulamayan, refah ve modernleşmiş hayatı elde edemeyen geri kalan ülke veya elde etse de muhafaza edemeyen bir ülke olarak tanıtmaya çalışan kitleleri teselli etmek ve desteklemek amacıyla hareket eden kişilerin ve siyasetçilerin sarf ettikleri dikkatleri ile çabaları boşa gidecek.
Enerji ve yeraltı kaynaklarını kontrol edebilmek için parasal desteklerle gerçekleştirilen gizli programlarla bir ülkenin halkını çeşitli uyduruk etnik gruplara ayırarak biri birine kışkırtan ve kendi çıkarlarında faydalanmak amacıyla insan potensiyelini ele geçirmek için bir ailenin çocuklarını biri birinden ayırarak kardeşler arasındakı çatışmaları körükleyen, yönetmek istedikleri ülkenin, tüm dünyada evrensel olan haklarını ezerek iç savaşa sürüklemek için kolay bir fırsatta maddi çıkarlar peşinde koşturan sahte siyasetçiler günümüzdeki özbekler göz önünde inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir. Millet bu konularda kendine özgü refleks oluşturmuş durumda.
Özbekistan ve Türkiye kardeşliği, dostluğu ve iki devlet ortasındaki iktisadi ilişkiler, bir kaç tane kap kaçla uğraşan sahte tüccara mal ediliyorsa gelecekte bu durum çeşitli olumsuz ve değersiz hareketleriyle arabuluculuk tezgahını kurmaya çalışan kimselerin eline geçmesine yol açabilir.
Geçen 25 yıl içinde Özbekistan Cumhuriyeti’ni dünya göz önünde negatif yandan tanıtmaya hareket edenler devamlı tezgahını yenilemeyi başarabilirlermi, artık bunu zaman gösterir.
Pürüzsüz ve yüklü anlamları ile Türk Milletini temsil edebilen aydın ve bilgin Türkiye vatandaşı olan her hangi bir sıradan adam veya siyasetçi resmi şekilde veya kendi adına çekinmeden Özbekistan’la ilgili siyasi veya iktisadi mülahazalarını dile getirebilmesi lazım. Ama, kökleri kendi topraklarında tarih, kültür ve maneviyet bağlarıyla bağlanmış olan miliyonlarca özbek halkının siyasi ve iktisadi durumu ve özbek devletinin dış politikası gibi konularla ilgili çeşitli eleştiriler ile iddiaların yükü, soydaş olsak da, Türkiye Cumhuriyeti tarafından taşınamaz. Hak etmediği ve taşıyamayacağı bu yükü Türkiye’nin sırtınan temizleme görevi ve iki kardeş ülkenin imzaladığı «Özbekistan ve Türkiye Ebedi Dostluğu» antlaşmasına engel olan hataları düzeltme görevi soydaşlık, kardeşlik, dostluğun kutsal bir gerçek olduğunu bilen ve bu gerçeğe inananlara düşüyor.
Başkalarının hatası gündemde, kendi hatalarına dikkatsizlik
Tirkiye Medyasında Özbekistan hakkında palavralar yaratanlar kime hizmet ettiğini ilk önce Türkiye’li süyasetçiler düşünmelidir.
Her hangi bir uluslararası örgütün Özbekistan hakkında yanlış bilgilere, falsifikasyonlara dayanan ve sert bir dille yapan eleştirilerine ortak olmayı arzu edenler en azından, medyadaki falsifikasyonlar yüzünden tarihte Türkiye’nin başına gelenleri hatırlamalı. Yanlış bilgilere ve falsifikasyonlara dayanan, haksız uluslararası eleştirilerin ne olduğunu en iyi bilen ülke Türkiye, değilmi?
Türkiye’deki bazı bir kitlelerin Özbekistan’a karşı tuttuğu yaklaşımlarının ne kadar «insancıl» ve «ilkeli» olduğunun temelini bilmek istiyenler, «dünyanın en iyi insan hakları karnesine sahip olan devlet Türkiye», diye havalanıp bağırmadan önce kendilerinin yakın geçmişindeki tarihine gözatmasıyla, bazı gerçekleri göz önünde sergiliyebiliyor.
İhtilalcılar ve darbeciler insafına ülkesini terk eden, devleti üniformalı eşkıyalara teslim ederek birkaç defa askeri darbe yapmasına izin veren ve böylece, Türk milletinin manevi değerlerine düşman olan ve öz devletinin kalkınmasını engelleyenler kimlerdi?
Darbe planları yürüsün diye Komünist-Ülkücü, Dinci-Laik, Alevî-Sünni, Kürt-Türk, Partiler arası rekabet gibi milleti ayırmak için kullanılan bir stratejiyi devamlı harekete geçiren ve buna benzer toplumun benimsemediği politikaları devlet sistemine sokarak kardeş kavgasına sürükleyenler kimlerdi?
Uyduruk mahkemelerin suçlamalarıyla masumları yargılayıp, binlerce insanı öldüren, sonra da zindanlarda eziyet edenler kimlerdi?
Bölünme korkusunu sürekli gündeme getirerek, her sorundan bir paranoya üretip kendi vatandaşına korku aşılayıp mankurtlaştırma peşinde olan sistemine ve onun yarattığı olaylara karşı çıkan miliyonlarca Türkiye vatandaşının sokaklara dokülmesine rağmen, kendi vatandaşının basit ve sıradan bir sosyal ve insan hakkının savunmasına bile izin vermeyen kimlerdi?
Gezi Parkı ile igili olaylar büyük bir demokrasi hareketi olarak algılanmasını istemekte olanlar, Taksimdeki olayları insan hakları, basın ve ifade özgürlüğünün yetersizliğinden dolayı desteklenmesi gerektiğini vurgulayanlar, protestocılara, darbe heveslilerine karşı polis orantısız şiddet kullandı diyenler, AKP hükümetinin otoriter yönetim tarzında olduğunu savunanlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne katılmak istemesi artık hiç olası görünmüyor, diye ortalığı karıştırmaya hareket edenler kimlerdi?
Dış ülkelerin vatandaşı olduğu halde Türkiye’nin iç işlerine karışarak çeşitli marjinal hareketleriyle topluma ve geleceğe yönelik devletin politik hedeflerini yok etmeyi babasından kalma görev gibi görenler kimlerdi?
Kendi vatandaşının hakkını bile savunamayan devlet, tüm dünyadaki millionlarca soydaşlarının hukukunu nasıl savunur diye Türkçülük ve Turancılık fikir hareketinin üstünden dalğa geçirmeye çalışanlar kimlerdi?
Türkiye dış politikasında devlet görevi yapmış bazı bir yetkili kişiler, kendilerinin dar ve kısır ideolojisine dayanarak iki kardeş ülke arasındaki diplomatik ilişkileri çıkmaza sokmaktan başka milletin göz önünde sadece gövde gösterişi ile yetinen yüzeysel ve yapmacık politik davranışlarıyla tanılan eski kafalılar, acaba yukarıdaki soruları insafla cevaplandırabilirlermi?
Anadoluculuk veya Türkçülük
İslam Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, kendini modernleştirme için Batılılaşmayı kabul etmesi, 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile başlatılmış ve sonraki diğer reformlarda da Avrupa’daki gelişmelere taklit edilerek, resmen kabul edilmiştir.
Osmanlı aydınlarının, devleti modernleştirilmek için, azınlık unsurları, yani etnik azınlık ve gayri müslimleri memnün edecek şekilde toplumsal yapıyı değiştirme çabaları, imparatorluğun asli unsuru olan müslümanların muhalefeti ile karşılaşmıştır. Tanzimat reformu, daha sonra Islahat ve Meşrutiyet reformları ile desteklenmesine rağmen, başarısızlığa mahkum olmuştur.
Avrupa’nın entellektüel ve kültürel hareketi olarak Batının toplumsal inanç ve bilinç düzeyinde oluşturulan Romantizm teorileri, kalkınma modeli olarak Anadolu’ya aktarılmasıyla beraber, Batı’nın milli devlet formu da, çeşitli aydınlar, devlet memurları ve yöneticiler trarafından benimsenmıştı.
Batı’nın milli devlet formu, kendine özgü olması ve Batı dışı hiç bir toplumsal yapıya uygun olmamasına rağmen, Osmanlı devletindeki merkeziyetçi elitlerin arzu ve istegi üzerine, Anadolu’da yaşamakta olan etnik mozayiği birleştirerek yeni milli devlet kurma, yeni milli şuuru geliştirme ve çökmeye başlayan eski devlet sistemini modernleştirme aracı olarak Batılılaşmanın uygulanması, Türk-İslam kültürünün feth ettiği Anadolu’da merkez-kenar çatışmalarına sebep olmuştur.
Tanzimat’la birlikte başlayan, Batıcıların pozitivist Aydınlanmacı felsefesi ile Avrupa Romantizmi arasında sentez kurma çabalarının meydana getirdiği zihniyet bölünmesi, bir yandan Avrupacı terakkiciler (Batıcılar), öte yandan İslamcı muhafazacılar (Doğucular) diye tanımlanan kütlelerin kutuplaşmasını ortaya çıkartarak, Osmanlı halkı içinde, hukuk eksenli «Kimlik krizi»ne yol açmıştır.
1878’den 1908’e kadar, Jön-Türkler arasında yaygınlaşmaya başlamış olan Türkçülük, 1908'de, II. Meşrutiyet'ten sonra, Osmanlı Devletinin siyasî kültüründe ideolojik düşünce olarak ilk adımlarını atmaya başlamıştır.
1911’deki «İttihat ve Terakki» Cemiyetinin kongresinde yapılan değişimler sonucu, asıl ideolojisinin Osmanlıcılık olmasına karşın, tatbikatta Türkçülüğe yönelerek, Osmanlı Devletinin ideoljik çizgisini belirlemiş ve Türkçülüğün, siyasî bir ideoloji olarak teşkilatlanması ile birlikte, dünya çapında harekete geçmesini sağlamıştır.
1912’de kurulan «Türk Ocağı», Osmanlı Devletindeki aydınlar arasında, Türkçülük fikir hareketinin başlatılmasında çok önemli rol almıştır. Birinci Dünya Savaşında uğranılan yenilgi sonucu, Türkçülük fikir hareketinin yerini, tam anlamıyla ideolojik doktrinlere dayanmış siyasi hareket olarak şekillenen Türk Milliyetçiliği almıştır. Dolayısıyla bu fikir hareketi Balkan savaşında ve Birinci Dünya Harbında, Osmanlı Devletinin toprak kayıp etmesine karşı bir ideolojik hareket olarak, Dünya Türklerine olan ilgisini arttırmış ve Rusyada esir kalan soydaşlar hakkındaki söylemleri de geliştirmeye başlatmıştır.
Dağılmakta olan imparatorluğu bir arada tutabilmek için Türkçülüğün modern bir fikir hareketi olarak kendini ifade etmesi ve yeni bir siyasî düşünce olarak topluma çıkmasının başlangıçında, Avrupa’da başlatılan Türkoloji araştırmaları vardır. Orhon abidelerindeki, Eski Türk yazıları Tompson tarafından deşifre edilmesiyle Avrupa’da başlatılan çeşitli araştırma çalışmaları, akademik ilgi ve siyasî çıkar beklentileri üzerine kurulmuş olsada, Eski Türklerin milli bir topluluk olduğunu ve dünyanın geniş yörelerine dağılmış olduklarını ortaya çıkarmıştır.
Türkçülüğün toplumsal fikir hareketine dönüşmesine hizmet eden ilk teorisyenler arasında bir tane bile olsa Türk etnik kökeninden gelen yerli aydın veya fikir adamı yoktur. İlk Türkçü olarak kabul edilen Mahmut Celalattin Paşa Leh asilzadesi olan Kont Konstanty Polkoziç Borzeskidir. Ahmet Vefık Paşa bir yahudi muhtedinin torunudur. Ömer Seyfettin Çerkez. Ziya Gökalp Kürt. Şemsettin Sami ise Fraşeri adındaki bir Arnavut.
Osmanlı Devletinin son yillarında, Türkçülük fikir hareketinin genişlemesiyle ve düşüncelerin aydınlanmasıyla Velet Çelebi, Necip Asım ve Mehmet Emin gibi yazar, tarihçi ve bilginler Türk kültürünün özgün yapısını ve zenginligini ispat etrmek için büyük çaba harcamış. Selanik’teki Genç Kalemler dergisi etrafında Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip gibi aydın bilginlerin önderliğiyle, Türk Dili Milliyetçisi çevreleri teşkilatlandırılmıştır.
İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Rasulzade, Abdureşit İbrahimov, Hüseyinzade Ali, Ayaz İshakı ve Halim Sabit gibi Rusya esaretinden hijret eden aydınlar Osmanlı Devletinde gelişmekte olan Türkçülüğü, Dünya Türkleri arasında aktüyelleşmesine hizmet ederek, geniş alana yayılmasını sağlamıştır.
Balkanlar, Osmanlı Devletinin idaresinden çıkınca, slav şövinistleri oluşturan Hıristiyan idareleri Müslümanlarla birlikte Yahudilere de zülm etmiştir. Hatta, Girit adasının Hellence konuşan Müsülman halkı, Türk diye katliyama uğramış. Pomak köyleri, Türk diye slav şövenistleri olan Bulgar idaresinin zülmüne kalmış. Balkanların, Kafkasların Türkçe konuşmayan unsurları bile dinlerinden dolayı Türk olarak kahr çekmiş, yerınden, yurdundan ve bin yılllardan beri yaşayan topraklarından ayrılmışlar ve son yüz elli yıllık trajediyı Anadolu halkı ile birlikte yaşamışlar. Dolayısıyla, bedeli ağır ödenen bir kimlik olan Türk Milli kimliğini oluşturan dil ve dindir, ama bu ikisinden daha önemli unsur varsa o da ortak tarihi mukaddesattır.
Osmanlı İmparatorluğu «devleti kurtarmak» için yaptığı bütün uygulamalara rağmen, yıkılmaktan kurtulamamıştır ve Anadolu’nun birçok yeri işgale uğramıştır. Kuvayı Milli direniş hareketleri Mustafa Kemalın Liderliğinde yerel olmaktan çıkarılarak bir milli mücadeleye dönüştürülmüş. Başlatılan kurtuluş mücadelesinin ana karakteri, millete dayanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk devletinin yeniden kuruluşunu Türk milletine dayandırması Türkçülük fikir hareketinin en güçlü dayanağıni oluşturmaktadır.
Türk İslam kültürünün manevi mirasının devamcısı olan Osmanlı Devletinin tam olarak reddedilmesiyle tarih sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyetinin siyasal ideolojisi olarak bilinen Kemalizmin şekillenmesini sağlayan örnek unsur da, kendi tarihsel değişimi ile Avrupa’da şekillenen, Fransa ve Almanya Milliyetçiliği olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nın iç siyasetinde, Kemalizimin bir millet inşa etmek için gerçekleştirdiği Batılılaşma çalışma çabaları da, yoğun kültürel ve zihinsel çatışmalara sebep olmuştur. Ama buna rağmen, Türkçülüğün yetiştirmiş olduğu; vatanseverlik, mensubu olduğu milletini yüceltme gayreti, devletini yaşatma görevi ve ülkesinin sahibi olmak gibi tertemiz duygular, Türkiye Cumhuriyeti varlığının temel taşı olarak belirlenmiştir.
Bir zamanlar dünyada türk adını taşıyan birde bir özgür devlet veya millet kalmamıştı. O zamanlar Anadolu halkı dünyada ilk defa Türkçülük meselesini Türkiye Cümhüriyeti olarak gündeme koyabildı. Anadolu’da yaşayan halk, Türk Milliyetçiliğinin talepleri üzerine harekete geçen siyasi doktrinlerin gücü ile, inşa ettikleri Türkiye Cumhuriyeti’ni korumayı, devlet duşmanlarından kurtarmayı ve Türkçülük üzerinde kendi vatanını yükseltmeyi başarabilmiştir. Türkçülük anlayışı Anadolu içerisine kapanmış bir durumda gelişmeye başladı. Dolayısıyla, Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği, Türkiye topraklarına ve Anadolu tarihine özgü bir meziyet olarak hayatını devam etmekteydi.
SSCB içerisinde yaşayan millyonlarca adamlar özgürlüğe kavuştuktan sonra Türkçülükde, artık Türkiye Cümhüriyetinin tekeli olamayacak duruma geldi. Yani eskisi gibi bir devletin, bir siyasi partiyanın doktrini ve pozisyonu olmaktan düşünce, fikr ve yaşayış tarzı olarak geniş alanda yükselmeye başlamış durumda. Dünya Türklüğünün bin yıllardan beri hedeflediği Kardeşlik, Soydaşlık, Ekonomık, Sosyal ve Politik Birliğin yüce bekasını hukuk ile payidar kılmayı Türkiye Cumhuriyeti tek başına nasıl başarır?
Özbek kimliği
Özbekistan’ın genç nesli geçmişte öz ata-babaları özleyen ve isteyen devlette bugun onlar yaşadığını hiss etme şerefine sahiptir. Türkistanın cevheri olan özbeklerin başında öz devleti var. Hür olduğundan dolayı İslam dinini, Türkistan ve Turan tarihini öğrenmeyi Özbekistan devleti yasaklamıyor. Kendi tarihini ve maneviyetini öğrenmeyi şerefim ve namusum diye kabul eden insan çekinmeden ve korkmadan bu isteği serbest gerçekleştirebiliyor.
Özbek milli kültürü ve mentalitesi, bir kaç tane İmparatorluk ile devletlerin medeniyeti, kültürü ve tarihi hatırası ile atalarının evladlarına bıraktığı yüce mirası üzerinde gelişmiş olan köklü ve zengin manevi değerler sayesinde oluşmuştur. Bu değerler, özbek kimliğini taşıyan topluma, öz milli kültür bilincini, medeniyetinin güçlü bir temele dayandığı hissini, özgüven ve çevresindeki halklara hoşgörü ve töleransla bakan bir olgunluğu kazandırmıştır. Özbeklerin bu milli özelliği, dün veya bağımsızlıktan sonra hemen ortaya çıkan bir hadise değil.
Ceyhun ve Seyhun nehrleri arasında yaşayan halk, hatta bir kaç yüz yıl başka milletin esareti ve zülmü altında kalsada kendi benliğini, milli şuurunu, devletçilik düşüncelerini kayıp etmesi zor olan ve milli maneviyetinin değerlerini muhafaza etmesini bilen bir toplum olarak tarihte tanılmaktadır. Aynen özbekler kendi üstünlüğünü yeniden tekrar toparlamayı başarabilen ve medeniyetinin yüksekliğini her zaman gösterebilen toplum olarak kendini isbat etmıştir. Milli ve manevi değerlerine inanan özbekler, artık inandıkları değerler için mücadele ederken başkalarından medet ummadan mücadele etmeye mecbur olduğunu da bilen toplum olarak dünyaya tanınmış durumda.
Dil, Irk ve Kültür meselesinde asimilasyona uğraması zor olan toplum olarak yaşamını devam eden özbeklerin milli kimliği, asrlar içinde binlerce zorluk ve fajealar üzerinde gelişmiştir. Bir toplum, sadece topraklarını değil, milli kültürünü, mevzuat ve ananatını kaybetiğinden dolayı özgürlüğünü de ve istiklalını da kaybedeceği konusundaki bilinçi beşikte yatan özbeğin çocuğu Ana sütü ile kabul etmesi şart diyen anlayış ve milli özelliğini dünyanın neresinde yaşasada kayıp etmemesı lazım diyen terbiyeyi özbekler aileden almakta. Bu anlayış ve şuuru kabul edemeyen insan ise özune beyde olamaz, özbekde olamaz. Çağdaş özbek halkının milliy düşencesi ise Ali Şir Nevai felsefesinden maneviy ve marıfiy gıda almakta.
Türk nazmida çu men tartib alam,
Ayladim ul mamlakatni yakqalam.
Nizami olsa Barda birla Ganca,
Qadam Rum ahliğa ham kilsa ranca,
Chekib Xusrav daği tig‘i zabanni,
Yurub fath aylasa Hindustanni,
Yana Jami Ajamda ursa navbat,
Arabda daği çölse kösi şavkat
Agar bir qavm, gar yuz, yöksa mingdur,
Muayyan türk ulusi xud meningdur.
Olibmen taxti farmonimğa asan,
Çerik çekmay Hitadin to Horasan.
Horasan demakim, Şirazu Tabrez
Ki kilmishdur nayi kilkim shakarrez…
Hazret Ali Şir Nevai icadının mahsulu olan bu misreler Özbekistanda yaşamakta olan halkın gönlüne yerleşmiş durumda.
Şerefli ve şanlı Türkistanın kalbi olan Özbekistan’a mihman olarak ve temiz niyetle gelmek arzusu ile yaşayan milyonlarca insanlar kardeş Türkiye’de elbette çoğunluğu teşkil etmekte. Atalarının toprağını ve mezarlarını ziyaret etmeyi isteyenler, Özbekistan halkını ve devletini kalb gözüyle görüp tanımayı isteyen, Özbekistan hakkkındaki eleştiri veya iddianı kendi aklı, fikri, feraseti ile, Anadolu Türkünün ter temiz terbiyesiyle hiss etmeyi arzu eden Türkiye vatandaşları var. Elbette, kardeşler ortasındaki nezaket ve terbiyeyi, maceracı ve sahte siyasetçilerin insafına bırakmayı tercih etmenin yerine özbeklerin tarihini, devlet sistemini, sosyal ve kültürel gelişmelerini tanımakta, bilmekte ve görmekte yarar var. Ortak tarihimizden bu güne kadar gelen şanlı ve şerefli işimizi, fikrimizi ve sözümüzü önümüzdeki sonsuza kadar uzanan umut dolu geleceğe paylaşma ideallerinin gerçekleşmesini iki kardeş devletın aydınları dikkatsizliğe bırakmamalıdır.
ASAS MEDYA.
FACEBOOK YORUMLAR