Osman Çakmakçı: Şiir-Dil İlişkisi: Kaptırılmış Dil

Osman Çakmakçı: Şiir-Dil İlişkisi: Kaptırılmış Dil
17 Haziran 2021 - 23:00

Şunu hemen belirteyim: Dil, Şiir’in malzemesi değil, içinde var olduğu ortamdır. Yani bir balık için deniz ne ise, Şiir için de Dil odur. Dolayısıyla Dil, Şiir’in kendisine dışsal olan, diyelim heykelin hammaddesi olan mermer gibi bir şey değil, Şiir’in içinde yaşam bulduğu, kendisini vücuda getirdiği, cesamet ve hacim kazandığı hava gibi, su gibi bir şeydir. Dolayısıyla Dil, Şiir’in imkânı olduğu kadar onun hapishanesidir de, hatta ışık almayan hücresidir. Demek ki Şiir’in kendini dönüştürüp genişletebilmesi, yayabilmesi, taşması için Dil’in sınırların dayanması, onun sınırlarının bilincine vararak o sınırı aşmaya çalışması da gerekir. Ama tabii Şiir’in faili Şair’dir. Yani Şiir, Şair aracılığıyla hayat bulur. Dolayısıyla Şiir-Dil ilişkisi kadar Şair-Şiir ilişkisi de önemlidir. Hatta bu günümüzde unutturulmaya çalışılsa da, Şiir sadece bir text’e indirgenmeye çalışılsa da bu böyledir. Şair, Şiir’in kendisine vücut bulmasına aracı olan karbon kâğıdı gibidir neredeyse. Şiir, Şair’den geçerek kendini gerçekleştirir. Dolayısıyla Şiir’i Şair’inden ayrı ele almak gerektiği düşüncesi bir safsata, hatta bir yalan, kandırmacadır.

Dedim ya, Dil şiir için bir imkân olduğu kadar bazen bir engel de olabilir. Dil fetişleştirildiği, anlam yaratma, imge oluşturma amacından sapıp bir performans, buluşa dayalı bir ilginçlik çabasına girdiğinde Şiir’in önünde bir engel haline gelir. Dil’in öncesinde var olan ve ancak Dil aracılığıyla zar zor görünür kılmaya çalıştığımız duyarlık alanına geçişi, dolayısıyla Şiir’in asli ve esas var oluş alanına nüfuz etmeyi imkânsızlaştırır. Son dönemlerde her dönemde görüldüğü gibi bir kısım şair bundan hiç farkında olmadan şiirler yazarken, bunun farkında olduğunu gördüğümüz, ama işte Dil’in setlerini aşamayan şiirler yazıldığını da görüyoruz. Dil duygusuna sahip olmayan şairleri hiç ciddiye almıyor, önemsemiyoruz bile. Ama Dil’in farkında olup da, Dil’in handikaplarına ve koşullarını ürünü olmaktan öte geçemeyen, Dil’i basitçe bir malzeme olarak kullanan ama Dil’i hissetmeyen ve dediğimiz gibi Dil’i bir performans, hatta ‘gag’, hatta bir ‘show’ olarak gören şiiri de ciddiye almıyoruz. Günümüzde hala bunun farkında olmadan konvansiyonel ve zararsız şiir yazanlarla bunun farkında olup da aşamayanlar karşılıklı birer öbek oluşturuyorlar. Halbuki bu meselenin farkında olanlar, sırf farkında oldukları için daha uyanık ve daha avantajlıdırlar. Bunlar Dil’in oluşturduğu hücrede güneş ışığının içeri sızması için duvarda delikler açmaya çalışan mahkûmlara benziyorlar. Bu hücreyi ışıklandırmaya çalışan şairler arasında Burak Acar, Donat Bayer, Ömer Şişman ve bir ölçüde de Liman Mehmetcihat’ı sayabilirim (ki Mehmetcihat son çıkan kitabında Dil’i daha çok bir ‘gösteri’ havasında kullanarak önceki kitabından maalesef geri düşmüş görünüyor). Bu sorunu aşmış çok büyük şairlerimiz var: Örneğin: Sami Baydar, Seyhan Erözçelik, yaşayanlardan ise ‘hakiki şair’ Ahmet Güntan ile Lale Müldür’ü söylemeye bile gerek yok. Bu gerçek, ‘hakiki şiir’i bilen herkesin malumu olsa gerek. Bu şairler dili kullanarak Dil’e karşı dikleniyor, onun sınırlarını zorluyor, Dil’i değil onun öncesindeki duyarlık alanını açığa çıkarmaya çabalıyorlar. (Ahmet Güntan’ın son yayımlanan ‘Müsilaj’ adlı şiiri her bakımdan mükemmel. Zaten son zamanlarda ne yazsa, ne söylese mükemmel.)

Dil’de yeni arayışlara girmek verili ve hazır şiirselliklere de kafa tutmak anlamına geliyor. Yerleşik şiirle yetinemeyen şairlerdir bunlar. Zira Şiir, Dil aracılığıyla bir şiirsellik oluşturma işidir. Dönem dönem bu şiirselliklerden biri ya da ikisi öne çıkar ve şiir ortamına hâkim olur. Ülkemizde bu dönemde hala 50 yıl öncesinin şiirselliğiyle şiir yazanlar olduğunu biliyoruz. (Hatta Tuğrul Tanyol vb gibi şairler hala 19. yüzyıl romantizmine bağlı çoktan eskimiş ve bir anlam ifade etmeyen, karşılığı olmayan bir lirizmle yazıyor.) Şiir elbette her zaman lirik köklere bağlıdır; ama şu da unutulmamalıdır ki çağımızda lirizm herhalde 19. yüzyılın lirizmin her bakımdan farklı olmalıdır. Şiirde asıl amaç artık güzelliği yaratmak değil, çarpıcılık, sarsıcılık ve hakiki sözdür. Çirkin olsa da hakiki sözdür. Zira hakikat kendi başına güzel, ahlaki ve şiirin kendisidir. Bu üçüne hizmet eder.

Ne yazık ki, günümüz şairlerinin hala uyanmadığı, farkında olmadığı, ya da kolayına geldiği için umursamadığı bir gerçeklik var: Şiir’in Dil’i neoliberal kapitalizm tarafından kapılmıştır. Hatta çalınmıştır. Yürürlükte olan şiirin dili piyasa tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılıyor artık. Çok eskimiş bir argüman olabilir ama hala geçerli ve herhangi bir karşı koyuşla karşılaşmadığı sürece de geçerli olacak bir durum var: Kapitalizm artık mal değil hayal satıyor; gerçeği değil hayali pazarlıyor. Coca-Cola reklamlarında mutlu aile ortamları pazarlanırken, bankalar gelecek umurlarını sömürüyor (her ikisinden de nefret ediyor, tiksiniyorum). Bunu da şiirselliği, konvansiyonel şiirsel dili kullanarak, hatta sömürerek, kanını emerek yapıyorlar. Bu yüzden kapitalizme hizmet eden, ona teslim olan şiirden ve şiirsellikten gerçek anlamda tiksiniyorum. Artık kapitalizmin kullanamayacağı, hatta akıl sır erdiremeyeceği yeni bir Dil bulunmalı; bu da ancak yine Dil içinde, ama Dil’in sınırları genişletilerek, bilinmedik yerlere giderek, sadece Dil düzeyinde değil ama neredeyse 150 yıl önce Rimbaud tarafından hayata geçirildiği gibi varlık düzeyinde araştırmalar ve hatta tehlikeli deneyler yapılarak mümkün olabilir. Şiir bir aşırılıktır. Öyle ki hiçbir engel tanımadan istediği kadar aşırılaşabilir. Kapitalizm bunu şiir kadar doğrudan ve cesaretle yapamaz. Müşteriyi ürkütmemesi gerekir çünkü. Şiirin sadece ülkemizde değil bütün dünyada aşırılaşmaya ihtiyacı vardır. Ve bu aşırılaşma kanımca Şiir’in korkusuzca kendi gündemini takip etmesiyle, deneyden kaçınmamasıyla mümkün olabilir. (Cemal Süreya’nın şu şiir ismi ne güzeldir: ‘Taşıran damla.’) Ve sanırım bu aşırılık Dış’a değil İç’e doğru olmalıdır. Mahrem ve karanlık ve el değmemiş yerlere doğru. Ve asla tüketilme ya da ortalama beğeniyi tatmin etme arzusuyla değil. Şiir herhangi bir beğeniyi tatmin etmek görevine sahip değildir. Bu yüzden çok okunmak bir yandan da vasat olma kaygısını beraberinde getirebilir.

Bir de şu var tabii: Şiirin kendine özgü bir politikası vardır ve başka hiçbir politikasının sözcüsü ya da taşıyıcısı olmamalıdır. Zira Şiir’in sadece kendi olmaklığıyla açığa çıkardığı hakikatler vardır. Ve bunlar Şiir’den başka hiçbir yolla görünür kılınamayacak hakikatlerdir.

Şiir bu anlamıyla günümüzde kendine uygun bireyler yaratmaya çalışan sisteme karşı en önemli muhalefet araçlarından biridir. Buna inanın. Bu gerçek. Zira bir şiir birçok insan için yeni ve bilinmedik dünyaların kapısını açabilir, onları öyle ya da böyle dönüştürebilir.

(Kitap veya dergilerinin değerlendirmesini isteyenler çalışmalarını şu adresime gönderebilir: Rasimpaşa Mahallesi, Halitağa Caddesi, Gençlik Sokak No: 3/A Ödemiş Menemencisi Kadıköy /İstanbul.)

17/06/2021 04:53
https://www.karar.com/yazarlar


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum