ORUÇLU İNSAN SÜREKLİ MÜCADELE HÂLİNDEDİR / Erol Göka

ORUÇLU İNSAN SÜREKLİ MÜCADELE HÂLİNDEDİR / Erol Göka
06 Mayıs 2020 - 19:04

Ramazan ayı ve kitlesel bir ibadet olarak orucun hem küçük coğrafyalarda hem de ümmet planında toplumsal birlikteliğe sağladığı katkı konusunda neler söyleyebilirsiniz?

En belirgin özelliği oruç ibadeti olan Ramazan ayında Müslüman bir kültürde neler olup bittiğine bakarsak gözümüze çarpan ilk olgunun, arzuların gemlenmesi olduğunu fark ederiz. Arzuların gemlenmesi, yalnızca yeme-içme zamanın ayarlanması, cinsel isteklere sınır konulması olarak anlaşılmamalıdır. Ne demektir arzuların gemlenmesi? Dürtülerimize, ilişkilerimize bir çekidüzen vermek zorunda olduğumuzu, her şeyi isteyemeyeceğimizi, her istediğimizin istediğimiz zaman gerçekleşemeyeceğini görmek… Hayvanların içgüdüleriyle, inisiyaki olarak biçimlendirdikleri davranışlarını; insanların, özgür iradeleri ile özenle şekillendirmesi… Kısacası arzularımızı gemleyebilmemiz bizi diğer canlılardan ayıran, insan yapan şeydir ve bunu daha ziyade Müslüman bir toplumda Ramazan ayı boyunca berrak biçimde müşahede ederiz.

Arzularımızı gemleyebilmemiz sayesinde insan oluruz ya da arzularımızı gemleyebildiğimiz ölçüde insanlaşırız. İnsan olmamız bizden toplu olarak yaşamamızı, bir topluluk kurmamızı ısrarla talep eder; o kadar ısrarla talep eder ki biz zaten kendimizi toplum hayatının içinde buluruz. Dikkatli baktığımızda arzularımızı her zaman gemlediğimizi, sadece Müslüman toplumların değil tüm toplumların bunu belli ölçülerde başardığını görürüz. Zira sadece Müslümanların değil tüm insanların en büyük hasletlerinden birisi, bir grup-varlık olmalardır. Grup-varlık olmak sadece grup halinde yaşamak değildir; eğer öyle olsaydı sürüler halinde yaşayan hayvanlarla bir derece farkımız kalmazdı. Grup-varlık olmak; topluluk olarak yaşamaya mecbur olduğumuzun, her birimizin mutlaka bir toplumun, bir kültürün, bir dilin içine doğduğunun bilincinde olmanın yanısıra, insan kardeşlerimiz için bir şey yapmaya, onları kendimizden ayrı düşünmemeye özel bir gayret sarf etmek demektir. Her insan toplumu, şöyle ya da böyle insan olmanın bu niteliğini hayata geçirir; aksi takdirde toplum olmaz. Toplumlar birbirlerinden bu özellik bakımından değil bu özelliği hayatlarına ne derece aktarabildikleri noktasında farklılaşırlar. İslam dininde vaad ve vaaz edilen ideal Müslüman toplumu; diğer insan toplumlarından, insan olma hasletlerine en çok itina etme özelliğiyle ayrılır ve İslam’ın öngördüğü hayat tarzı, ibadetler, Müslüman toplumunu diğer topluluklara örnek kılmak ve onları da buraya davet etmek içindir.

Lütfen bugün dünyada yaşanan gerçeklerden, “Müslümanım” diyen insanların emaneti yüklenemeyerek bu dünyada yapıp etmelerinden örnekler vererek hevesimi kaçırmayın. Ben Son Peygamber’e vahy edilen dinin inananlarından beklentilerini incelediğimde gördüklerimi anlatmaya çalışıyorum.

Kendi adıma ülkemizin Cumhuriyet tarihimiz boyunca yaşadığı siyasi çalkantılar üzerine düşündüğümde, böylesine “devletçi” bir zihniyet yapısıyla güçlü bir yardımlaşma duygusu barındıran bir toplum olamayacağımızı, ağırlığı sivil topluma vermemiz gerektiğini anladığımı söyleyebilirim. 

“Oruçlu İnsan Sürekli Mücadele Halindedir”

Özelde Ramazan orucu olmak üzere ibadetlerin kişi huzuruna etkisi ve bunun toplum hayatı açısından önemi ne ölçüdedir?

“Huzur” kelimesiyle alıp veremediğim bir şey olduğunu hemen başta söylemeliyim. “Huzur” sözüyle bir iç-barış, bir zihin dinginliği halini kast ediyor olmalısınız. Böyle bir insan olma durumu, bilebildiğim kadarıyla Müslümanların inandıkları dinde değil de Doğu dinlerinde ya da Hıristiyanlığın ve Museviliğin oldukça Bâtıni yorumlarında bulunabilir. Biz Müslümanlar, insanın “korku ve umut arasında” olduğuna, dünya hayatının sürekli mücadele edilmesi gereken bir oyun ve eğlence cerbezesiyle üstümüze geldiğine inanırız. Hayat mücadeledir; böylesine mücadele gerektiren bir ortamda dinginlik propagandası yapmak bize mücadeleden el çektirmek gibi yanlış anlamalara sebep olabilir. Bana sorarsanız oruçlu insan da sürekli mücadele halindedir. Bir yandan arzularını gemlemeyi öğrenerek insanlaşmanın, diğer insan kardeşlerinin yardımına koşmanın, benlik takıntılarını yenmenin peşindedir; diğer yandan onu insanlıktan alaşağı etmeye çalışan dürtülerinin bacaklarına yapışmış olduğunu, sürekli bencilce zevk davetleriyle aşağıya doğru çekildiğini hisseder. O yüzden her bitmiş oruç günü, her iftar; büyük bir insanlık zaferi, nefsin insanlıktan çıkarıcı isteklerine boyun eğmeyecek bir irade gücüne sahip olduğumuz gerçeğinin alkışlanmasıdır diyebiliriz. Müslümanlardan tüm ibadetlerinde dünya hayatının nefsani taleplerine karşı tek başlarına olmadıkları ve insanlar olarak birbirlerinden asıl ayrım noktalarının “takva” olduğu, tek bir bedenin değişik azalarıymışçasına çabalamaları gerektiği bilinciyle hareket etmeleri beklenir. Sonu “Fıtır bayramı”yla biten Ramazan ayındaki oruç ve ibadetlerde bu bilinç her zaman olduğundan daha yüksek, daha ayan beyan ve daha toplumsaldır.

Çok etkileyici bir filmden çıkmış insanlar bile birbirlerine daha yakın hissederken aynı ay içinde aynı ürpertici mesajlara muhatap olmuş insanların, insanlıklarına ve birbirlerine bigâne kalması olacak iş değildir.

Ramazan’ın toplumsal birlikteliği tetikleyici bir yanı da var mı?

İslam inancına göre insan hem yaratılmışların en şereflisi hem yeryüzünün fitne çıkarıcısı, kan dökücüsüdür, hem çamurdan yaratılmıştır insan hem Yaratıcı ona kendi ruhundan üflemiştir. İnsan varoluşunun bu paradoksları onun yaşantısında da kendisini gösterir: İnsan hem bireysel hem toplumsaldır. Yani bizim deyimimizle grup-varlıktır. İnsanın ne bireyselliği ve toplumsallığı, hayvanlar dünyasındaki diğer canlılarla bir benzerlik içinde anlatılamaz; insanın bireyselliği de toplumsallığı da tamamen kendine özgüdür. Dünya hayatımızı bir toplumun içinde insan teki olarak sürdürürüz, bazen kalabalıklarda bile çok ama çok yalnız olabilmek bize mahsustur.

“İbadetler Unuttuklarımızı Hatırlatmak İçin Vardır”

“Müslümanım” diyen kişinin, kendisine bahşedilen tüm özelliklerin diğer insan kardeşleri için de geçerli olduğunu bilmesi ve onların hayatlarının kendisinden daha aşağıda olmasından derin bir teessür duyması, insan kardeşlerinin acısını kendi acısı gibi hissetmesi umulur.

Böyle umulur fakat aslında gerçek hayatta hiç de böyle olmadığını hepimiz biliriz. Pek de muteber olmayan, insanlık aleyhtarı diğer özelliklerimiz çoğu zaman bu anlatmaya çalıştığım, insanda olması gereken hasletlerimizi unutturur. İbadetler unuttuklarımızı hatırlatmak, bizi bencillik ve zevk peşine düşme batağından çıkarabilmek için vardır. İbadetler sırasında insandan bir ürperme, bir uyanış bekleriz. Ramazan, sair zamanlardaki ibadetler boyunca bir türlü yetmeyen ürpermelerin, bir ay boyunca toplu olarak zerk edilmesi, Kur’ân’ın mesajının indiği ayda insanlara topluca bir kez daha duyurulmasıdır. Bu toplu ve uzun süreli çağrının hepimiz üzerinde derin bir etkisi vardır. Çok etkileyici bir filmden çıkmış insanlar bile birbirlerine daha yakın hissederken aynı ay içinde aynı ürpertici mesajlara muhatap olmuş insanların, insanlıklarına ve birbirlerine bigâne kalması olacak iş değildir.

İnanç ve ibadetlerin ruh dünyamıza nasıl etkileri olur?

Söyleşinin devamı için; 

http://www.erolgoka.net/oruclu-insan-surekli-mucadele-halindedir/?fbclid=IwAR19upsShqSfTOf0gTOg9-9I4zmBafGeGXD_OYSUbCQKRtVsY84zdCXdi_k

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum