Oğuzhan KARADUMAN: AZERBAYCAN'A GÖNDERİLEN SELAM'IN HİKÂYESİ

Oğuzhan KARADUMAN: AZERBAYCAN'A GÖNDERİLEN SELAM'IN HİKÂYESİ
27 Eylül 2022 - 20:41 - Güncelleme: 27 Eylül 2022 - 20:55

AZERBAYCAN’A GÖNDERİLEN SELAM’IN HİKÂYESİ

Mazinin tozlu sayfaları arasında nice hatıralar saklıdır. Bu tür notları okumayı seven yüzlerce insan geçmişten bir parçaya tesadüf etmenin hazzını çok iyi bilmektedir. Eskilerin heyecanı bu tür okuyucuların helecanı olmaktadır. Bu yazımızda sizlere bestekâr- muallimlerimizden İsmail Zühtü Bey (Kuşçuoğlu) ile edebiyat tarihçimiz, muallim ve muharrir İsmail Habip (Sevük) dostluğundan Azerbaycan’a uzanan bir selamın öyküsünü aktarmaya çalışacağım.
İsmail Zühtü Bey, 1878 senesinde Bulgaristan’ın Aydos kasabasında doğmuştur. Aydos bugün Bulgaristan'ın doğusunda, Burgaz ilinde bulunan bir ilçedir. İsmail Zühtü, henüz kundakta iken yaşanan siyasi olaylar neticesinde ailesiyle İstanbul’a göç etmek zorunda kalmıştır. Üç yaşında yetim kalan İsmail Zühtü sekiz yaşında üvey baba ezasına maruz kalmıştır. Bu süreçte çobanlık yapmak zorunda kalmıştır. On yaşına geldiğinde üvey babasının vefatı üzerine aile İzmir Tire’ye taşınmıştır. Çobanlık yıllarının hatıralarını Sanayi Mektebine taşıyan İsmail Zühtü, için müzikal hayat sorunlarla başlamıştır. Mektebin terzihanesine kaydedilen bu genç her fırsatta müzik bölümüne kaçmakta ve her defasında şiddeti artan bir tonda cezalandırılmaktadır. Cezalar İsmail Zühtü’yü kamçılamaktadır. Nihayetinde davul taşıma göreviyle müzik bölümüne nakledilir. Enstrümana davul ile başlayan genç ve azimli İsmail Zühtü, trompete oradan büğlüye (üflemeli bir çalgı) ve nihayetinde piyanoya geçmiştir. İsmail Zühtü’nün enstrüman macerasını Kösemihal Zâde Mahmut Ragıp şöyle nakletmektedir:
“Kendisini artık büğlü de tatmin etmemektedir. Müdüriyet odasının üstündeki odada bir piyano vardır. Zühtü bu sefer de oraya devama başlar. Aşağıdaki odada rahatı bozulan müdür Tahir Efendi yukarı çıkıp Zühtü’yü azarlar, dışarı çıkarır… Fakat bir iki gün sonra Zühtü tekrar piyano çalışmağa başlar:  müdür bu sefer daha şedîd bir lisanla bir daha kendisini piyano başında görmemesini, görürse, mektepten kovacağını söyler. Zavallı İsmail Zühtü bu memnuiyete de ancak bir iki gün tahammül edebilmiştir; üçüncü gün iptilasına gene mağlup oldu, gene çalışmağa başladı. Biraz sonra oda kapısında müdür göründü. Zühtü, kovulacağını tahminle sapsarı kesilse de, memulün hilafı beşuş bir çehre ile karşılaştı: denemek için kendisini bu kadar üzmüş olan tedbirli müdür, bilakis sebatkârlığından dolayı Zühtü’yü takdir ve tebrik etti, iki muallimin kendisine alaturka ve alafranga musikileri öğreteceklerini söyledi. İşte bu suretle mühtedi Tevfik Bey’den piyano, nazariyât, armoni ve kontrpuan bir de Türk’ten de alaturka nazariyât dersleri almağa başladı… 1896 da on sekiz yaşında olduğu halde mektebi bitirdi.”[1]
İsmail Zühtü Bey, tüm bu talebelik serüveninin sonucunda Sanayi Mektebi musiki mualliminin muavinliğine getirilir. İsmail Zühtü Bey, zamanla millî bir duruş ortaya koymakta ve İzmir ahalisinin dikkatini celp etmektedir. Bu süreç onun sivrilmesine ve buna mukabil hasım kazanmasına neden olmuştur. Dönemin mektep nazırı Kamil Paşa’yı tetkik için saraydan gönderilen bir hafiye İsmail Zühtü Bey için bir kırılma noktası meydana getirmiştir. Mektebin Torbalı’da yapılan büyük Sultanî koşularından dönüşü sırasında hafiye Ahmet Esat B. bir ecnebi meyhanesinin önünden geçildiği sırada heyeti durdurup İsmail Zühtü Bey’e Marş-ı Sultanî’nin icra edilmesi emrini verince İsmail Zühtü Bey’in mektepten ayağının kesilmesine giden süreç başlamış oluyordu. Zira bir meyhanenin önünde bu icrayı uygun görmeyen musiki muallimi, mektep nâzırını küçük düşürdüğü gerekçesiyle teftiş hafiyesinin gazabına uğramıştır. Önce ilişiği kesilen muallim Zühtü Bey sonrasında musiki ile hiçbir ilgisi olamayan bir mağazanın satış işlerine tayin edilmiştir. Bu görevi bırakan İsmail Zühtü Bey Avusturya hükümetinin davetiyle Avrupa’ya geçmiştir. Selanik’te bulunduğu sırada Selanik Marşını kaleme almıştır. Avusturya Macaristan ziyaretlerinde çeşitli musiki çalışmalarına katılmıştır. Müzik ile geçen bu dönemin sonrasında İzmir İttihat ve Terakki Mektebi musiki bölümüne tayin edilmiştir. İzmir’de birçok okulda dersler veren İsmail Zühtü Bey en büyük meslekî hazzını vatanperver gençlerin yoğun olarak eğitim aldığı İttihat ve Terakki Mektebinde yaşamış ve devamında Kuva-yı Milliye’ye katılmak amacıyla Eskişehir’e geçmiştir.
İsmail Zühtü Bey Türkün Duası, Selanik Marşı, Hamidiye, Tezer, İstiklal Marşı, Mektep Parçaları, Senfoni gibi besteleri Türk müziğine kazandırırken devrin bir diğer siması İsmail Habip adı gazetelerde iyiden iyiye parlamaya başladığı bir döneme giriliyordu. “Sevük, yüksek tahsil yıllarında Türk Ocağı konferanslarının müdavimi olmuştur. Türk Ocağı’na uzun yıllar devam eden Sevük gazeteciliğinin ve muharrirliğinin ilerleyen dönemlerinde Türk Ocağı reisliği görevinde bulunmuştur. Sevük, öğretmenlik yıllarında da Türkçülük etkisindedir. Tahir Karauğuz bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Ziya Gökalp çağıdır. Yeni Mecmuanın her sayısında büyük uyarıcının kitapta toplanan şiirleri çıkar, İsmail Habip, bunları derslerinde öğrencilerine okurdu. Ziya Gökalp’ın şiirleriyle Türkçülüğü körpe dimağlara ilk işleyen öğretici: İsmail Habip’dir.”[2]
Sevük, 18 Şubat 1329’da Kastamonu Sultanisinde edebiyat öğretmenliği görevine başlar. Kastamonu yılları Sevük’ün yazarlık hayatına başladığı yıllardır. Sevük, bu yıllarda İttihat ve Terakki Şube Müdürlüğü’nde görev almıştır. Türkçülük fikir akımının etkileri bu dönemde başlamıştır. “İsmail Habip Kastamonu’ya geldikten kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kastamonu Şubesi’nce çıkarılan Köroğlu gazetesinin başyazarı olur. Bu gazetedeki ilk yazısı 21 Mayıs 1330’da çıkar. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kulüp Müdürlüğü’nü yapar.”[3]
Bu iki ismi bir araya getiren olayı İsmail Habip Sevük, 15.04.1948 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Millî Mücadele Hatıralarından Bir Marşın Hikâyesi” başlığı altında veciz bir şekilde nakletmektedir. İsmail Zühtü Bey, tüm mesaisini millî bir sanat anlayışı vücuda getirmeye adamıştır. İsmail Habip Bey, Zühtü Bey’i portresini verirken onun azmine ve samimiyetine vurgu yapmaktadır. “Musiki muallimi ve bestekâr İsmail Zühtü İzmir’de çok sevilen bir şahsiyetti: Orta boylu, çevik vücutlu kırımtrak ve gür saçlarla örtülü bir sanatkâr başı; ve hafif bir çiçekbozuğunun gölgesi sezilen asabi çehresinde ışık ışık hülyalı gözleri ile insana bütün içini bütün saffeti ile gösteren; güldüğü hemen hiç görülmediği, çok sevdiği talebesi ile çok sevdiği arkadaşlarına, hatta tapındığı milletine bile sevgisini öfkeli ifadelerle gösterdiği halde kimsenin ne kızılmayı, ne kırılmayı aklına getirmediği; yüreği tertemiz, hamiyeti apaçık, sadece sanatının vecdine dalmış, hayatın hep hasbî tarafı ile yüklü, inandığı için inandıran kimselerin büyüsü ile karşısındakini hemen kendine çeken, kısacası, sahiden can bir adam.”
Yıl 1920’yi gösterdiğinde yurdun işgalden kurtuluş mücadelesi tüm hızıyla devam ediyordu. Tüm bu süreçlerde şuurlu aydınlar bir taraftan yazılar neşrediyor bir taraftan da mücadeleye fiili destek veriyordu. Bu süreçte İzmir işgal altında kurtuluşu bekliyordu (21 May 1919 – 9 Eyl 1922). Bu makûs günlerin en güzel haberi ise Kafkaslarda doğan Azerbaycan güneşi olmuştu. Bu kutlu gelişmeyi yurda yaymak fikri İsmail Zühtü Bey’in zihnini kurcalıyordu. Can Azerbaycan’a adanmış bir bestenin rüyasından uyanan İsmail Zühtü Bey, derhal İsmail Habip Bey’le düşüncesini paylaşıyordu. Marşın bestesini hazırlamaya çalışan Zühtü Bey güfte meselesini ise İsmail Habip Bey’e ısmarlamıştı. Şairlik vasfı olmayan Sevük bu rica karşısında çaresiz kalmıştı. Güfte siparişinin gidişatını Sevük, hatıratında şöyle nakledecekti:
“1920’nin ilk ayları, Muzaffer İtilaf devletleri Türk Azerbaycan Cumhuriyetinin istiklâlini ilân ettiler. Koyu karanlıkta bir kibrit ışığının bile bir lâmba parıltısından daha kuvvetli görünmesi gibi işgal altındaki İzmir’de de bu haber bizi belki kendi mahiyetinin hakkı olan saadet payından daha kat kat fazla sevindirmişti. Hele daima coşkun yaşayan İsmail Zühtü; haberi nâralama bir eda ile haykırarak lisedeki odama girdiği zaman, üstadı, ruhu kanatlanarak ayakları yerden kalkmış sandım. Hoşbeşe bile vakit bırakmadan Haydi bana derhal bir marş güftesi yaz, dedi. «Ne marşı?» diyorum. Azerbaycan için canım diyor. «Sana benim şiir yazdığımı kim söyledi? Ben şair değilim.»  Üstadda infilaklı bir öfke: Vay kırk yılda bir küçük ricada bulunmuş, zaten biz... Baktım küfürleri sıralayacak, «Peki, peki, diyorum. Marşın güftesi sekizer kıtadan mürekkep olacakmış, mısralar fazla uzun olursa marşa gelmezmiş; her iki kıtanın nakarat mahiyetinde ayrıca birer beyti de bulunacak. Terziye ölçülü biçili elbise mi ısmarlıyorsun? diyorum. Zevzekliği bırak, diyor. Can adamı kırmak elimizde değil. Bunun adı ne olacak? dedim. Kardeş selamı canım, anlamadın mı? dedi. Bu söz ilham yazılacak şeyin bütün ruhunu ilham edivermişti:
Hilal artık söndü diye
Sevinmişti düşman niye?
Hilal birken iki oldu
Selam bizden ikinciye!

Gerisine lüzum yok. Allah seni hemencecik muvaffak etti, beni de inşallah bir haftada eder, diyerek kâğıdı kaptığı gibi çıkıp gitti.
Bir hafta değil üç gün, hiç çıkmamak üzere, evine kapanmış. Dördüncü gün, çehresi bayram içinde, odama girdi: “Oldu, oldu, hem de umduğumdan iyi oldu.” diyerek nota kâğıdından marşı okuyor. Hele dördüncü mısra:
Selam bizden, selâm bizden
Selaaam bizden ikinciiiiyee

Selam bizden’in üç kere, arka arkaya ve üçüncüde büsbütün uzayarak ikincinin üzerine yüklenirken onu da bu üçüzlü dalganın hızı ile üç dört boy uzatıp Abdülhamid marşındaki oynak rap, raplığı hatırlatan bir ses heybeti oluşu. Üstadı yalnız kollarımla değil bütün kalbimle sarılarak tebrik ediyorum.”[4]
Adları unutulmaya yüz tutmuş tüm ediplerimizin, muharrirlerimizin ruhları şad olsun; yüreği Türklük şuuru ve bilinciyle çarpan aziz dostlarımıza saygı ve sevgilerimle...
Can Azerbaycan’a sonsuz hürmetle…
Ne mutlu Türklük duvarında bir tuğlası olana!

Oğuzhan KARADUMAN
Öğretmen- Yazar

 


[1] Taha Toros Arşivi, 520612 numaralı evrak.

[2] Taha Toros Arşivi, Arşiv no:001640245010, Tahir KARAUĞUZ, Türk Büyükleri-23.

[3]  Zeki Gezer, İsmail Habip Sevük'ün Hayatı ve Eserleri, 2001, s.24.

[4] Taha Toros Arşivi, 527611 numaralı evrak.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum