Oğuz ÇETİNOĞLU: Oruç Hakkında İslâm Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR ile Konuştuk.
Oğuz Çetinoğlu: Hocam, ‘Oruç nedir’ sorusuyla başlayabilir miyiz?
Dr. Abdulaziz Bayındır: Orucun Arapçası savm / sıyam’dır. Oruçla ilgili âyetlerde sıyam, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma anlamındadır. Allah Teâlâ oruçla ilgili dört âyette bütün kuralları koymuş ve sonunda şunu söylemiştir:
“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini yanlışlardan koruyabilsinler.” (Bakara 2/187)
Allah’ın koyduğu sınırları aşanların cezası şu âyette açıklanmıştır:
“Kim koyduğu sınırları aşarak Allah’a ve Resulüne/Elçisinin getirdiği âyetlere baş kaldırırsa Allah onu, ölmemek üzere kalacağı bir ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa 4/14)
Çetinoğlu: Buna rağmen sınırlar aşılıyor mu?
Bayındır: Aşılıyor. Mezhepler, oruç konusunda sınırları aşmakla yetinmemiş oruca, bir takım ekleme ve çıkarmalar da yapmışlardır.
Çetinoğlu: Örneklemeniz mümkün mü?
Bayındır: Tasdik Açısından Oruç: Tasdik, Kur’ân’ın önünde bulduğu ilahi kitapları doğru kabul etmesidir. Orucun, önceki kitaplarda da olduğunu gösteren âyet şudur:
“Ey inanıp güvenenler! Oruç, sizden öncekilere (görev olarak) yazıldığı şekliyle size de (görev olarak) yazıldı ki kendinizi koruyabilesiniz.” (Bakara 2/183)
Oruç günleri ile ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
(Orucu,) Peş peşe eklenmiş günlerde (tutun). (Bakara 2/184)
Peş peşe eklenmiş” anlamı verdiğimiz madûdât, madûde’nin çoğuludur. Birbirine eklenmiş anlamına gelir. Arapçada çoğul, üç ve daha fazlasını ifade eder. Daha fazlasının sınırı yoktur. Sonra Allah o günlerin vaktini şöyle açıklamıştır:
(O günler) Ramazan ayıdır. İnsanlığa rehber olan ve rehberin açıklayıcı âyetlerinden oluşan Kur’ân’ın, o Furkan’ın indirildiği aydır. (Bakara 2/185)
Böylece bize ve bizden önceki ümmetlere farz kılınan orucun Ramazan ayında tutulan oruç olduğu açıklanmış oldu. Zaten Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah Nuh’a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Bu dini ayakta tutun, bu konuda bölünüp parçalanmayın. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah doğru tercihte bulunanı kendi tarafına alır, doğruya yöneleni de kendine yönlendirir.” (Şûrâ 42/13)
Çetinoğlu: Oruçla alakalı âyetlerde neler var?
Bayındır: Birincisi oruç tutulan günlerin gecelerinde karı-koca ilişkisinin helal kılınmasıdır. Başlangıçta Ramazan ayı boyunca karı-koca ilişkisi yasaktı. Bazıları bu yasağa uymayarak Allah’a karşı suçlu duruma düşmüşlerdi. Âyetin şu hükmüyle yasak kalktı:
“Allah kendinize ihanet ettiğinizi bildi de yüzünüze baktı ve sizi affetti. Artık onlarla birleşebilirsiniz.”
İkincisi de yatsı vaktinin çıkmasından sonra başlayan yeme içme yasağının ikinci fecre yani sabah namazı vaktinin girmesine kadar kaldırılmasıdır. Âyetin ilgili bölümü şöyledir:
Fecrin olduğu tarafta, ak çizgi kara çizgiden size göre tam seçilinceye kadar yiyin, için.
Berâ b. Âzib şöyle demiştir: “Birisi, akşam yemeğini yemeden uyursa gece boyunca ve ertesi gün güneş batana kadar bir şey yiyip içmesi helal değildi. ‘Oruç gecelerinde kadınlarınıza cinsel arzu ile yaklaşmak size helal kılındı.’ âyeti herkesi çok sevindirdi. Şu da indi: “Fecrin olduğu tarafta, ak çizgi kara çizgiden size göre tam seçilinceye kadar yiyin, için.”
Yatsı vakti, alacakaranlığın bitmesi ile birlikte biter.
Çetinoğlu: Oruç ibâdetinde tahrif de söz konusu olabiliyor…
Bayındır: Sözü tahrif, iki tarafa yüklenebilecek anlamı, kötü niyetle bir tarafa çekmektir. Oruç konusunda fazlası yapılmış, bir âyet parçalanarak ortadan bir parça alınmış ve ondaki bir kelimenin anlamı da bozularak yanlış algılar oluşturulmuştur. Âyet şöyledir:
“(Orucu,) Peş peşe eklenmiş günlerde (tutun). Sizden kim, hasta veya yolculuk halinde olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) verme görevi vardır. Kim içinden gelerek bir iyiliğin daha fazlasını yaparsa onun için daha iyi olur. Bilseniz (hasta veya yolcu iken de) oruç tutmanız sizin için daha iyidir.” (Bakara 2/184)
Çetinoğlu: Nasıl tahrif edilmiş?
Bayındır: Âyet şu üç parçaya ayrılmıştır:
1- “(Orucu,) Peş peşe eklenmiş günlerde (tutun). Sizden kim, hasta veya yolculuk halinde olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun.
2- Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) verme görevi vardır. Kim içinden gelerek bir iyiliğin daha fazlasını yaparsa onun için daha iyi olur.
3- Bilseniz oruç tutmanız sizin için daha iyidir.”
Ayetin başı ve sonu ile ilişkisi koparılarak alınan parça şurasıdır:
“(Orucu) tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak kadar fidye verme görevi vardır.”
Tefsir âlimi Zemahşerî’nin yaptığı açıklamalar şöyle özetlenebilir:
“Oruç tutmaya gücü yetenler, özürsüz olarak oruçlarını bozarlarsa bir çaresizi doyuracak kadar fidye vermelidirler.” Baştan böyleydi. Oruç farz kılınmış ama alışamamışlardı, zor gelmişti. Âyetin bu bölümüyle onlara, oruç tutmayıp yerine fidye verme ruhsatı verildi.”
Zemahşerî ve diğer tefsirciler âyete “özürsüz olarak oruçlarını bozarlarsa” sözünü eklemek zorunda kalmışlardır. Yoksa âyete yukarıdaki anlamı vermeleri mümkün olmazdı. Onları bu yola sürükleyen, şu rivâyet ve benzerleridir:
“Ramazan geldi, insanlar zorlandılar. Gücü yettiği halde oruç tutmayıp her gün bir çaresizi doyuran tutmadı. Sonra oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” sözü bunu nesh etti ve oruç tutmakla emrolundular.”
Âyeti parçalamadan ve ekleme yapmadan okuyan herkes, oruç tutmama ruhsatının sadece hasta ve yolculara verildiğini, onların da o onu daha sonra kaza etmeleri gerektiğini görür.
Âyetin ikinci bölümünün birinci bölümle ile bağı koparılsa bile oradan, oruç tutabilecek güçte olanların oruç tutmayıp fidye verebileceği anlamı çıkarılamaz.
Âyette yer alan, “Bilseniz oruç tutmanız sizin için daha iyidir.” ifadesi ile de herhangi bir hüküm nesh edilemez. İki şeyden birinin daha iyi olması öbürünün kötü olduğunu göstermez ki âyetin bu bölümü, diğer bölümünü nesh etmiş olsun.
Böyle bir yanlış kabul edilemeyeceği için inanılmaz bir yanlış daha yapılarak daha büyük bir tahrife gidilmiştir. Zemahşerî’nin bununla ilgili iddiaları da şöyle özetlenebilir:
Âyetin ikinci anlamı “içinde bulundukları sıkıntı ve zorluklara rağmen oruç tutanlar” şeklindedir. Bunlar yaşlı ve âciz kimselerdir. Bunlar oruç tutmaz fidye verirler. Bu durumda bu hüküm sabittir, nesh edilmiş değildir.”
Âyete bu anlamı verebilmek için tefsirciler, “(orucu) tutabilecek güçte olanların” şeklinde anlam verdikleri bölümündeki yutîkûne nin anlamını, “Çaba gerektiren ve zorlanılan bir yükün altına girme” şeklinde değiştirmişlerdir. Aynı yola girenlerden Râgıb el-İsfahânî (ö. 502 h.) tâkat kelimesine “insanın meşakkatle/güçlükle yapabileceği şey” anlamını yükler ve buna şu âyeti delil getirir:
Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimiz yükü bize yükleme!
Takat kelimesinin anlamının “meşakkat” olduğu doğru ise âyetin meâli şöyle olur:
Rabbimiz! Meşakkat çekmeden yapabileceğimiz bir yükü bize yükleme!
Böyle bir anlam olamayacağı için el-İsfahânî âyetteki olumsuzluk eki olan lâ’yı yok sayar ve meşakkat kelimesini de kullanmadan açıklamayı şöyle yapar:
Rabbimiz! Yapılması zor olan şeyi bize yükleme!
İddiasında haklı olsaydı olumsuzluk eki olan lâ’yı yok saymaz, âyeti şöyle açıklardı:
Rabbimiz! Yapılması zor olmayan şeyi bize yükleme!
Bütün bunlar tâkat kelimesini tahrif için ne kadar zorlanıldığını gösterir.
Bu anlam, âyetteki şu ifadeyle de çelişir: “Bilseniz oruç tutmanız sizin için daha iyidir.”
Gücü yetmeyen birinin oruç tutması daha iyi olabilir mi? Çünkü şöyle bir âyet vardır:
Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez. (Bakara 2/286)
Oruçla ilgili yukarıdaki âyeti doğru anlamak için âlim olmaya gerek yoktur ama âyeti bu şekilde tahrif etmek ancak âlimlerin yapabileceği bir iştir.
Çetinoğlu: Fidye - fitre meselesine de bakabilir miyiz Hocam?
Bayındır: Fidye, kişinin sıkıntıdan korunmak için ödediği bedeldir. Bakara 184. âyette geçen şu ifade ile Ramazan orucunu tutan herkese fidye yani fitre ödeme sorumluluğu yüklenmiştir:
“Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) verme görevi vardır.”
Fitre verme görevi, Ramazan’ın bitimiyle birlikte doğar. Daha önce ölenler, orucu tutabilmiş sayılmayacakları için onların böyle bir görevi yoktur. İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivâyetine göre “Allah’ın Elçisi fitreyi, oruçlunun ağzından çıkabilecek boş ve çirkin sözler için bir temizlik ve çaresiz kalan kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kılmıştır. Kim onu (bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur.”
Abdullah b. Ömer demiştir ki; “Allah’ın Elçisi aleyhisselam fıtır veya Ramazan sadakasını; erkeğe, kadına, hüre ve esire, hurmadan bir sa’ veya arpadan bir sa’ olarak farz kıldı. İnsanlar bunu yarım sa’ buğdayla denkleştirdi.”
Fitreyi farz kılan âyettir. Çünkü “Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) verme görevi vardır.” cümlesi, isim cümlesidir. İsim cümlesi sübut ve devam ifade eder. Yani Ramazan orucu ile yükümlü olan herkes, fitre vermekle de yükümlüdür. Allah’ın Elçisi’nin yaptığı, âyetteki bu hükmü insanlara bildirmektir. Ama âyete yanlış anlam vermede görüş birliği eden mezhepler, onun fitre ile ilgisini görmemişlerdir.
Çetinoğlu: Oruçla alakalı olarak başka değişikliklerin yapıldığından da söz ediliyor…
Bayındır: Oruca yapılan ilave ve çıkarmalar var:
Orucun her ayrıntısı Allah tarafından açıklanmış ve sonunda “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın” (Bakara 2/187) uyarısı yapılmış olmasına rağmen sınırlar sadece tahrif ile yetinilmemiş ona ilave ve çıkarmalar da yapılmıştır. Orucun kazası ve keffâreti ile adetli ve lohusa kadına orucun yasaklanması bunlardandır.
a- Orucun Kazası ve Keffâreti
Allah Teâlâ oruç tutmama ruhsatını sadece hasta ve yolculara vermiş ve şöyle demiştir:
“(Oruç günleri) İnsanlığa rehber olan ve rehberin açıklayıcı âyetlerinden oluşan Kur’ân’ın, o Furkan’ın indirildiği Ramazan ayıdır. Sizden kim o ayı yaşarsa, oruçlu geçirsin. Kim de hasta yahut yolculuk halinde olursa o günlerin sayısı kadar diğer günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bunlar, sayıyı tamamlamanız, (orucun bittiği gün) sizi buna yöneltmesine karşılık (Bayram namazında) Allah’ı tekbirlerle anmanız ve ona karşı görevinizi yerine getirmeniz içindir.” (Bakara 2/185)
“Bunlar, sayıyı tamamlamanız içindir” ifadesi, hasta ve yolculara tanınmış bir ayrıcalığı gösteriyor. Allah, oruçla ilgili ikramını bu iki sınıftan başkasına yapmamıştır.
Ebû Hureyre, Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v) şöyle dediğini rivâyet eder: “Allah’ın verdiği ruhsat olmadan Ramazan’da bir gün oruç yiyen kişi bir yıl oruç tutsa bile borcunu ödeyemez.”
Âyet ve hadis açık olsa da mezhepler, bir delile dayanma ihtiyacı duymadan Ramazan’da özürsüz olarak oruç tutmayan birinin onu kaza etmesinin farz olduğunda ittifak ederler. Bununla da yetinmez, Ebû Hureyre’den gelen aşağıdaki rivâyete dayanarak Ramazan günü, kadının cinsel organından ilişkiye giren erkeğe keffâret gerektiğinde de ittifak ederler.
“Bir kişi, Allah’ın Elçisi’ne (s.a.v) geldi ve “Ben bittim!” dedi. Neyin var? deyince: ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ dedi. ‘Bir esir bulabilir misin?’ dedi; ‘Hayır!’ dedi. ‘İki ay aralıksız oruç tutabilir misin?’ diye sordu, ‘Hayır!’ dedi. ‘Çaresiz durumdaki 60 kişiyi doyurabilir misin?’ diye sordu; o yine: ‘Hayır!’ dedi. O sırada Ensar’dan bir kişi, içinde hurma olan bir küfe getirdi. ‘Bunu götür, sadaka olarak dağıt!’ dedi. ‘Benden ihtiyaçlı birine mi ey Allah’ın Elçisi! Seni gerçeklerle gönderene yemin ederim ki, buranın iki kara taşı arasında bizden ihtiyaçlı bir aile yoktur.’ dedi. ‘Git onu ailene yedir’ dedi.”
Bu rivâyette Nebî’miz, soru soran kişiye bir görev yüklememiş aksine onu ödüllendirmiştir. Mezhepler âyetleri esas alsalar, Nebî’mizden geldiği söylenen rivâyetleri âyetler ışığında değerlendirselerdi bu olayın oruç bozma ile değil, zihâr Keffâreti ile ilgili olduğunu görürlerdi.
Çetinoğlu: Hocam konunun uzağında olanlar için zihar kelimesini açıklar mısınız?
Bayındır: Zihâr, kişinin eşine “sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek cinsel yönden onu annesi konumuna sokmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
İçinizden, eşleriyle zihâr yapanların eşleri, onların anaları değildir. Anaları, sadece kendilerini doğuranlardır. Onlar kesinlikle, çirkin ve yalan sözler söylüyorlar. Ama Allah, kusurları görmez ve çokça bağışlar.
Eşleriyle zihâr yaptıktan sonra sözünden dönenler, onlarla ilişkiye girmeden önce bir boynu büküğü /esiri özgürlüğüne kavuşturmalıdırlar. Bu size verilen öğüttür. Allah yaptıklarınızın iç yüzünü bilir. Esir bulamayan, eşiyle birleşmeden önce peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Buna gücü yetmeyen altmış miskini/çaresizi doyurur. İşte bu, Allah’a ve elçisine inanıp güvenmeniz içindir. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; bunları görmezden gelenlere (kâfirlere) acıklı bir azap vardır.” (Mücadele 58/2-4)
Eğer mezhepler, oruç keffaretine delil aldıkları rivâyeti, olayı yaşayan kişiden dinleselerdi onun zihâr Keffâreti ile ilgili olduğunu, net bir şekilde görürlerdi. Rivâyet şöyledir:
Süleyman b. Yesâr, Seleme b. Sahr’ın şu sözünü rivâyet etmiştir: “Kadınlar beni, kimseyi etkilemedikleri kadar etkilerler. Ramazan geldi eşimle, suçlu sayılacağım bir iş yapmaktan korktum ve Ramazan bitene kadar onunla zihâr yaptım. Bir gece bana ikramda bulunurken bir yerleri açıldı, dayanamayıp üstüne atladım. Sabah olunca halkımın yanına çıktım, durumu haber verdim ve ‘Allah’ın Elçisi’ne birlikte gidelim’ dedim. ‘Hayır, vallahi!’ dediler. Nebî’ye (s.a.v) ben gittim, durumu anlattım. ‘Bunu yapan sen misin Seleme?’ dedi. İki kere: ‘Evet o, benim ey Allah’ın Elçisi, sen Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmünü ver, ben sabrederim’ dedim.
-Bir boynu büküğü (esiri) hürriyetine kavuştur?” dedi.
Boynumun üstüne vurarak “Seni gerçeklerle gönderene yemin ederim ki, bundan başka egemen olduğum bir boyun yok!” dedim.
İki ay aralıksız oruç tut. dedi.
Başıma gelen oruçtan gelmedi mi? dedim.
O zaman bir vesk hurmayı miskin/çaresiz kalmış altmış kişiye paylaştır!” dedi.
Seni gerçek bilgilerle gönderene yemin ederim ki, aç acına sabahladık, yiyecek bir şeyimiz yok, dedim.
“Züreyk oğullarının sadakalarından /zekâtından sorumlu kişiye git, sana zekâttan versin, bir vesk hurmayı altmış miskine/çaresize paylaştır, artanı da sen ve ailen yiyin!” dedi.
Halkıma döndüm dedim ki: “Sizin yanınızda sıkıntı ve çözümsüzlük bulmuştum ama Nebî’mizin yanında hoşgörü ve güzel bir çözüm buldum. Size sadaka vermemi emretti.”
Bu rivâyet hem oruç hem de zihârla ilgili âyetlere tam uymaktadır. Ramazan gecelerinde karı-koca ilişkisinin haram olduğu dönemde Seleme b. Sahr eşiyle ilişkiye girmekten korktuğu için zihâr yaparak kendini engellemeye çalışmış ama başaramamıştır. Olanları Nebî’mize anlatınca onun: “O sen misin Seleme?” demesi, Seleme’nin de: “Evet o, benim!” demesi, Bakara 187. âyetteki şu hükmün inmesine sebep olan kişilerden birinin Seleme olduğunu gösterir:
“Oruç gecelerinde kadınlarınıza cinsel arzu ile yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah kendinize ihanet ettiğinizi bildi de yüzünüze baktı ve sizi affetti. Artık onlarla birleşebilirsiniz.”
Zihârı erkek yaptığı için Seleme’nin eşine bir sorumluluk yüklenmemiştir. Olayı bizzat yaşayanın anlattığı bu rivâyet ile âyetler arasında tam bir uyum varken mezheplerin, orucun kazası ve keffâreti konusunda sınırları aşmaları kabul edilebilir değildir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. Allah râzı olsun.
Dr. ABDÜLAZİZ BAYINDIR: 1951’de Erzurum’un Tortum ilçesinde doğdu. 1976’da Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesini bitirdi. Temmuz 1976’dan 1997’ye kadar İstanbul Müftülüğünde müftü yardımcısı ve uzman olarak çalıştı. Bu süre içinde Fetva Kurulu Başkanlığını ve Şer’iye Sicilleri Arşivi yöneticiliğini yaptı. 1983-1993 yılları arasında İslamî İlimler Araştırma Vakfının ilmî toplantılarını düzenledi. ‘Şer’iyye Sicilleri Işığında Osmanlılarda Muhakeme Usulleri’ isimli teziyle 1984’te İslam Hukuku dalında İlahiyat Doktoru; İslam İktisadıyla ilgili çalışmalarıyla da 1987’de Kelam ve İslam Hukuku dalında Doçent oldu. 1993’te Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi oldu. 2003 yılında ise İslam Hukuku Profesörü oldu. Temel İslâm Bilimleri adı altında İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanlığını yürüttü. 1993’te Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. Arapça, Fransızca ve İngilizce bilen Dr. Abdulaziz Bayındır, evli ve dört çocuk babasıdır. 2018 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki öğretim üyeliğinden emekli oldu. Halihazırda Süleymaniye Vakfı Başkanlığını yürütmektedir. Eserleri: *Kur'an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar *Bedir Savaşı ve Kader *Kur’ân’da Beşer ve İnsan. *Para Piyasası ve Mal Piyasası. *İslam İktisadı. *Faizcilerin Davranış Tarzı,.Kur’ân ve Sünnet’te Faiz. *Allah’ın Koyduğu Sınırların Aşılması ve Oruç Örneği. *Mirasta Haleflik Dede Yetimliği. *Kur’ân’ı Değersizleştirme Çalışmaları. *Namazlarda Okunan Dua ve Zikirler. *Ruh, Allah’tan Gelen Bilgi ve Bilgiyi Değerlendirme Yeteneği. *Kitabı Tahrif. |
FACEBOOK YORUMLAR