Nuruosmaniye'nin gizemi
Yazar Türkan TURAN'ın 525.az gazetesinde Nuruosmaniye üzerine yazmış olduğu yazı: "Gölge varsa ışık da vardır."
30 Mayıs 2025 - 10:06
Yazan: Türkan Turan
Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı'ya entegrasyonunun erken dönemlerinde Barok üslubunda inşa edilen anıtlardan biri, hatta ilkidir. Nuruosmaniye'den bahsediyorum. Şaşırtıcı güzelliğine, ihtişamına ve büyüklüğüne rağmen, bir külliye şeklinde inşa edilen cami, her taşında göze çarpan zarafetiyle insanları büyülüyor. Anıt, Osmaniye ilçesi Molla Fenari Mahallesi, Vezirhan Sokak üzerinde, Kapalıçarşı, Çambarlidaş ve Jagogli arasında yer almaktadır. Kapalıçarşı'nın 24 kapısından biri olan "Nuruosmaniye Kapısı" caminin avlusuna açılır. Yani her gün binlerce insan çarşıya gitmek için buradan geçiyor. Görkemli mimarisiyle görenleri kendine hayran bırakan bu yapı, cami, medrese, köşk, köşke bağlı lokantalar, çeşme, şadırvan, sıbyan mektebi ve hünkar maksurasından oluşmaktadır.
Kardeşin güveni
Külliyenin inşasına 1748 yılında Sultan I. Mahmud döneminde başlanmış ancak bir süre sonra padişah vefat etmiş ve çalışmalar yarım kalmış. Kendisinden sonra tahta çıkan III. Osman, kardeşinin başlattığı işi tamamlamaya karar vermiş ve cami 1755 yılında ibadete açılmıştır. Hatta caminin mimarının Mustafa Ağa olduğu söylenmektedir. Ama anıta baktığınızda, ya Rum ya da Ermeni bir mimar tarafından tasarlandığını anlıyorsunuz. Yaklaştıkça üzerindeki bilgileri okuyorsunuz ve caminin aslında iki mimar tarafından inşa edildiğini öğreniyorsunuz. Ancak asıl rolü, Rumen ve Ermeni asıllı olduğu söylenen Simon Kalfa oynuyordu. Bazı kaynaklarda Simon Kalfa'nın, baş mimar Mustafa Ağa'nın yardımcısı olduğu belirtilmektedir. Belki de baş mimar olduğu için, Mustafa Ağa anıtın yapımında baş mimar olarak daha fazla öne çıkmıştır. Açıkçası merakım ağır bastı, biraz araştırma yaptım ama baş mimarın başka bir çalışmasına rastlamadım. Tarih genelde çok çarpıtılıyor. Sürekli karşı karşıya kalıyorsunuz ve bu çok yorucu. Önüne konanla yetinenlerin mutluluğuna.

Gizemli mimari
Caminin kubbesi her yerden ziyaretçi çekmektedir. Klasik Osmanlı camilerindeki minareler basit ve küp biçimindeyken, bu anıtın minareleri dışa doğru kıvrılan, bir tür boynuz biçimini andıran hilal biçimindedir. Kitapların üzerindeki yazılar pirinçle yazılmıştır. Cami dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Çıkıntılı sunağı ve 14 kubbesi görenleri büyülüyor. Yarım daire planlı iç avlu, 12 sütuna oturan kubbelerle örtülüdür. İç duvarların üzerine yerleştirilen kubbe, kemerlerle çevrilidir. Pencereler klasik çizgilerden farklı olarak oval ve süslü tasarımlara sahip. Beş sıra halinde dizilmiş toplam pencere sayısı 174'tür. Bu sayede caminin içi doğal olarak aydınlanmaktadır. Barok üslubu sadece caminin dış görünümünde değil, en küçük desen ve süslemelerde bile kendini göstermektedir. Pencerelerdeki altın renkli yıldız süslemeleri aydınlık bir gece izlenimi veriyor. Aynı zamanda klasik Osmanlı mimarisinden farklı bir görünüm sunmaktadır. Pencere uygulamaları iç mekanda estetik bir bütünlük yaratarak, güzelliğini daha da artırır. Tapınağın cephesi 3 ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm pencereye kadar yükselir, ikinci bölüm pencereden kubbeye kadar olan mesafeyi kaplar, üçüncü bölüm ise kubbeden minareye kadar uzanır. Pencereler simetriktir. Cephedeki çıkıntılı desenlerin katmanlaşması caminin mimarisine dinamiklik katıyor. Türbenin yan kapısında hükümdar girişi, sol kapıda ise camide çalışanların girişi bulunmaktadır. Yüksek merdivenlerden çıkılarak ana kapıya ulaşmak mümkündür.

Demir çubukların ilk kullanımı
Hükümdarın yargılanmasında demir çubuklar kullanılırdı. Bu, o dönem mimarisinde bir yenilik olarak değerlendirilir. Tarihi boyunca yangın ve depremlerden dolayı çeşitli onarım ve tadilatlara uğramıştır. Ancak buna rağmen yapılan restorasyonlarda özgünlüğü korumayı başarmışlar.
Bataklıkta yatan güzellik
Osmanlı mimarisinin dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen bu cami aslında sırlarla dolu. On altı yıl önce bir restorasyon ekibi, anıtın altında en az kendisi kadar değerli bir hazineyi ortaya çıkardı. Görüyorsunuz, caminin diğerleri gibi bir temeli yok, sarnıç benzeri bir bodrum üzerine inşa edilmiş. Bu, nadir bir mimari örnek olarak kabul ediliyor. Bodrum katının onarılması için 420 kamyon çamur çıkarıldı ve derinliğin 9 metre olduğu tespit edildi. Böylece yaklaşık üç yüz yıllık caminin altında bugüne kadar kimsenin bilmediği 825 metre genişliğinde bir bodrum ortaya çıkarılmış oluyor. 12 oda, toplam 19 bölme ve halen çalışan bir su kuyusu bulunmaktadır. Bodrum katı Yerebatan Sarnıcı'na benzemektedir. Hatta aynı şey diyebilirim. Açıkçası içeri girdiğimde burasının bir zamanlar sarnıç olduğundan emindim.

Ama düşündüğüm gibi olmadı. Görüyorsunuz ya, bu camiyi, sık sık yaşanan depremlerde anıtın yerle bir olmasını engellemek için bir "siper" temeli olarak inşa etmişler. Kısıtlı malzemelerle, depremi gözeterek binalar inşa eden insanların çağından, her türlü şarta ve ileri teknolojiye rağmen temelin sağlam olup olmadığına aldırmayan insanların çağına geldik.
Zizami'de hala şelale gibi akan su var. Yapılan araştırmalarda bu suyun Mahmudpaşa Camii civarındaki birçok çeşmeye, hatta Haliç'e kadar ulaşan bir gider olduğu ortaya çıktı. Zaten bilim adamları Sultanahmet Camii'nde yaptıkları incelemelerde bu gideri bulmuşlar ama kaynağını bulamamışlar. Bilim insanları, burada yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kaynağın tam da aradıkları kaynak olduğunu öğrenince şaşkınlığa düşüyor. Kendileri de daha önce böyle bir projeyle karşılaşmadıklarını itiraf ediyorlar.
Bodrum katında sergi
Şu anda caminin bodrum katı olan bu mekan sergilere ev sahipliği yapıyor. Giriş, çarşının içindeki dar ve küçük bir kapıdan, arkadan sağlanmaktadır. En son 2022 yılında geçici olarak açılan bodrum katı, yakın zamanda kapılarını sanata yeniden açtı. Bunu öğrendiğim anda hiç vakit kaybetmeden kaydımı yaptırıp anıta doğru yola koyuldum. Bodrum, 3. Uluslararası Yedditepe Bienali kapsamında sergilere ev sahipliği yapıyor. Modern sanat eserlerinin antik bodrum katında düzenlenmesi mistik bir atmosfer yaratmış. Sergi 18 Haziran'a kadar her gün ziyarete açık olacak. Sergide, yerli ve farklı coğrafyalardan 263 sanatçının 18'inin eseri yer alıyor. "Gölge Neredeyse Işık Oradadır" sergisi, insan varoluşu, yaratım, geleneksel el sanatları ve kadim ruh arasında anlamlı bir köprü kurmayı amaçlıyor. Eserler, kişiyi gölgesiyle yüzleştiriyor. Bu o kadar derin bir yüzleşmedir ki, karanlık mağarada kendinizi tedirgin hissederken, dışarı çıkıp ışığa çıktığınızda kendinizi sorgulamaya başlarsınız. Daha doğrusu insan kendini buraya ait hissetmiyor. Karanlık, soğuk ve kadim bu mekanda yürürken, kendinizi bir zaman tünelindeymiş gibi hissediyorsunuz ve hangi çağda olduğunuzu bilmiyorsunuz.
Her şey zıtlık içinde var olur.
Bodrum katının tavanı delik deşik, koridorları dar, duvarları ise kesme taştandır. Bütün bunlar göz önüne alınarak anıtın içindeki çalışmalar titizlikle ve incelikle yapılmıştır. Hatta öyle eserler var ki, önünde durup duramazsınız, etrafından dolaşmanız, farklı açılardan bakmanız, yaklaşmanız, uzaklaşmanız gerekir, olup biteni anlamak için. Sergilenen eserler bunları gerektiriyor. Mesela lazerle yapılan "Mavi Işık" isimli bir eser var. Karanlıkta, karanlık duvardan dışarı taşan o şeride elinizi uzattığınızda, gölgede farklı şekiller beliriyor. Bu anda kendinizi ışıklara hükmeden bir şövalye gibi hissediyorsunuz. Yanından geçseniz yaralı bir aslan sanırsınız. Burada sergilenen eserlerin her birinde benzer tepkileri deneyimlemek mümkün. Bu durum ziyaretçi ile eser arasında bir köprü kurulmasına fırsat yaratıyor. Sonuç olarak Nuruosmaniye bodrum katı, Bienal’in en ilgi çekici, en gizemli ve belki de en büyülü sergi merkezidir. Düşünsenize, modern dünya ile geçmiş arasında gidip geliyorsunuz ve üstünüzdeki yüzlerce insan "Allahu Ekber" diyerek secdeye kapanıyor.
Bu çelişkili ama bir o kadar da bütünlüklü tablo, benim için özel bir yeri olan Platon'un atasözünü hatırlattı. Filozof der ki, "Benzer benzere yaramaz, her şey karşıtıyla beslenir." Nuruosmani bu muhteşem kelimenin timsalidir.
Kaynak: 26 Mayıs 2025,https://525.az/news/297281-kolge-varsa-isiq-da-var--turkan-turan-yazir
Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı'ya entegrasyonunun erken dönemlerinde Barok üslubunda inşa edilen anıtlardan biri, hatta ilkidir. Nuruosmaniye'den bahsediyorum. Şaşırtıcı güzelliğine, ihtişamına ve büyüklüğüne rağmen, bir külliye şeklinde inşa edilen cami, her taşında göze çarpan zarafetiyle insanları büyülüyor. Anıt, Osmaniye ilçesi Molla Fenari Mahallesi, Vezirhan Sokak üzerinde, Kapalıçarşı, Çambarlidaş ve Jagogli arasında yer almaktadır. Kapalıçarşı'nın 24 kapısından biri olan "Nuruosmaniye Kapısı" caminin avlusuna açılır. Yani her gün binlerce insan çarşıya gitmek için buradan geçiyor. Görkemli mimarisiyle görenleri kendine hayran bırakan bu yapı, cami, medrese, köşk, köşke bağlı lokantalar, çeşme, şadırvan, sıbyan mektebi ve hünkar maksurasından oluşmaktadır.
Kardeşin güveni
Külliyenin inşasına 1748 yılında Sultan I. Mahmud döneminde başlanmış ancak bir süre sonra padişah vefat etmiş ve çalışmalar yarım kalmış. Kendisinden sonra tahta çıkan III. Osman, kardeşinin başlattığı işi tamamlamaya karar vermiş ve cami 1755 yılında ibadete açılmıştır. Hatta caminin mimarının Mustafa Ağa olduğu söylenmektedir. Ama anıta baktığınızda, ya Rum ya da Ermeni bir mimar tarafından tasarlandığını anlıyorsunuz. Yaklaştıkça üzerindeki bilgileri okuyorsunuz ve caminin aslında iki mimar tarafından inşa edildiğini öğreniyorsunuz. Ancak asıl rolü, Rumen ve Ermeni asıllı olduğu söylenen Simon Kalfa oynuyordu. Bazı kaynaklarda Simon Kalfa'nın, baş mimar Mustafa Ağa'nın yardımcısı olduğu belirtilmektedir. Belki de baş mimar olduğu için, Mustafa Ağa anıtın yapımında baş mimar olarak daha fazla öne çıkmıştır. Açıkçası merakım ağır bastı, biraz araştırma yaptım ama baş mimarın başka bir çalışmasına rastlamadım. Tarih genelde çok çarpıtılıyor. Sürekli karşı karşıya kalıyorsunuz ve bu çok yorucu. Önüne konanla yetinenlerin mutluluğuna.

Gizemli mimari
Caminin kubbesi her yerden ziyaretçi çekmektedir. Klasik Osmanlı camilerindeki minareler basit ve küp biçimindeyken, bu anıtın minareleri dışa doğru kıvrılan, bir tür boynuz biçimini andıran hilal biçimindedir. Kitapların üzerindeki yazılar pirinçle yazılmıştır. Cami dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Çıkıntılı sunağı ve 14 kubbesi görenleri büyülüyor. Yarım daire planlı iç avlu, 12 sütuna oturan kubbelerle örtülüdür. İç duvarların üzerine yerleştirilen kubbe, kemerlerle çevrilidir. Pencereler klasik çizgilerden farklı olarak oval ve süslü tasarımlara sahip. Beş sıra halinde dizilmiş toplam pencere sayısı 174'tür. Bu sayede caminin içi doğal olarak aydınlanmaktadır. Barok üslubu sadece caminin dış görünümünde değil, en küçük desen ve süslemelerde bile kendini göstermektedir. Pencerelerdeki altın renkli yıldız süslemeleri aydınlık bir gece izlenimi veriyor. Aynı zamanda klasik Osmanlı mimarisinden farklı bir görünüm sunmaktadır. Pencere uygulamaları iç mekanda estetik bir bütünlük yaratarak, güzelliğini daha da artırır. Tapınağın cephesi 3 ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm pencereye kadar yükselir, ikinci bölüm pencereden kubbeye kadar olan mesafeyi kaplar, üçüncü bölüm ise kubbeden minareye kadar uzanır. Pencereler simetriktir. Cephedeki çıkıntılı desenlerin katmanlaşması caminin mimarisine dinamiklik katıyor. Türbenin yan kapısında hükümdar girişi, sol kapıda ise camide çalışanların girişi bulunmaktadır. Yüksek merdivenlerden çıkılarak ana kapıya ulaşmak mümkündür.

Demir çubukların ilk kullanımı
Hükümdarın yargılanmasında demir çubuklar kullanılırdı. Bu, o dönem mimarisinde bir yenilik olarak değerlendirilir. Tarihi boyunca yangın ve depremlerden dolayı çeşitli onarım ve tadilatlara uğramıştır. Ancak buna rağmen yapılan restorasyonlarda özgünlüğü korumayı başarmışlar.
Bataklıkta yatan güzellik
Osmanlı mimarisinin dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen bu cami aslında sırlarla dolu. On altı yıl önce bir restorasyon ekibi, anıtın altında en az kendisi kadar değerli bir hazineyi ortaya çıkardı. Görüyorsunuz, caminin diğerleri gibi bir temeli yok, sarnıç benzeri bir bodrum üzerine inşa edilmiş. Bu, nadir bir mimari örnek olarak kabul ediliyor. Bodrum katının onarılması için 420 kamyon çamur çıkarıldı ve derinliğin 9 metre olduğu tespit edildi. Böylece yaklaşık üç yüz yıllık caminin altında bugüne kadar kimsenin bilmediği 825 metre genişliğinde bir bodrum ortaya çıkarılmış oluyor. 12 oda, toplam 19 bölme ve halen çalışan bir su kuyusu bulunmaktadır. Bodrum katı Yerebatan Sarnıcı'na benzemektedir. Hatta aynı şey diyebilirim. Açıkçası içeri girdiğimde burasının bir zamanlar sarnıç olduğundan emindim.

Ama düşündüğüm gibi olmadı. Görüyorsunuz ya, bu camiyi, sık sık yaşanan depremlerde anıtın yerle bir olmasını engellemek için bir "siper" temeli olarak inşa etmişler. Kısıtlı malzemelerle, depremi gözeterek binalar inşa eden insanların çağından, her türlü şarta ve ileri teknolojiye rağmen temelin sağlam olup olmadığına aldırmayan insanların çağına geldik.
Zizami'de hala şelale gibi akan su var. Yapılan araştırmalarda bu suyun Mahmudpaşa Camii civarındaki birçok çeşmeye, hatta Haliç'e kadar ulaşan bir gider olduğu ortaya çıktı. Zaten bilim adamları Sultanahmet Camii'nde yaptıkları incelemelerde bu gideri bulmuşlar ama kaynağını bulamamışlar. Bilim insanları, burada yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kaynağın tam da aradıkları kaynak olduğunu öğrenince şaşkınlığa düşüyor. Kendileri de daha önce böyle bir projeyle karşılaşmadıklarını itiraf ediyorlar.
Bodrum katında sergi
Şu anda caminin bodrum katı olan bu mekan sergilere ev sahipliği yapıyor. Giriş, çarşının içindeki dar ve küçük bir kapıdan, arkadan sağlanmaktadır. En son 2022 yılında geçici olarak açılan bodrum katı, yakın zamanda kapılarını sanata yeniden açtı. Bunu öğrendiğim anda hiç vakit kaybetmeden kaydımı yaptırıp anıta doğru yola koyuldum. Bodrum, 3. Uluslararası Yedditepe Bienali kapsamında sergilere ev sahipliği yapıyor. Modern sanat eserlerinin antik bodrum katında düzenlenmesi mistik bir atmosfer yaratmış. Sergi 18 Haziran'a kadar her gün ziyarete açık olacak. Sergide, yerli ve farklı coğrafyalardan 263 sanatçının 18'inin eseri yer alıyor. "Gölge Neredeyse Işık Oradadır" sergisi, insan varoluşu, yaratım, geleneksel el sanatları ve kadim ruh arasında anlamlı bir köprü kurmayı amaçlıyor. Eserler, kişiyi gölgesiyle yüzleştiriyor. Bu o kadar derin bir yüzleşmedir ki, karanlık mağarada kendinizi tedirgin hissederken, dışarı çıkıp ışığa çıktığınızda kendinizi sorgulamaya başlarsınız. Daha doğrusu insan kendini buraya ait hissetmiyor. Karanlık, soğuk ve kadim bu mekanda yürürken, kendinizi bir zaman tünelindeymiş gibi hissediyorsunuz ve hangi çağda olduğunuzu bilmiyorsunuz.
Her şey zıtlık içinde var olur.
Bodrum katının tavanı delik deşik, koridorları dar, duvarları ise kesme taştandır. Bütün bunlar göz önüne alınarak anıtın içindeki çalışmalar titizlikle ve incelikle yapılmıştır. Hatta öyle eserler var ki, önünde durup duramazsınız, etrafından dolaşmanız, farklı açılardan bakmanız, yaklaşmanız, uzaklaşmanız gerekir, olup biteni anlamak için. Sergilenen eserler bunları gerektiriyor. Mesela lazerle yapılan "Mavi Işık" isimli bir eser var. Karanlıkta, karanlık duvardan dışarı taşan o şeride elinizi uzattığınızda, gölgede farklı şekiller beliriyor. Bu anda kendinizi ışıklara hükmeden bir şövalye gibi hissediyorsunuz. Yanından geçseniz yaralı bir aslan sanırsınız. Burada sergilenen eserlerin her birinde benzer tepkileri deneyimlemek mümkün. Bu durum ziyaretçi ile eser arasında bir köprü kurulmasına fırsat yaratıyor. Sonuç olarak Nuruosmaniye bodrum katı, Bienal’in en ilgi çekici, en gizemli ve belki de en büyülü sergi merkezidir. Düşünsenize, modern dünya ile geçmiş arasında gidip geliyorsunuz ve üstünüzdeki yüzlerce insan "Allahu Ekber" diyerek secdeye kapanıyor.
Bu çelişkili ama bir o kadar da bütünlüklü tablo, benim için özel bir yeri olan Platon'un atasözünü hatırlattı. Filozof der ki, "Benzer benzere yaramaz, her şey karşıtıyla beslenir." Nuruosmani bu muhteşem kelimenin timsalidir.
Kaynak: 26 Mayıs 2025,https://525.az/news/297281-kolge-varsa-isiq-da-var--turkan-turan-yazir









FACEBOOK YORUMLAR