Mustafa ALTINSOY Yazdı: KÖYDE YAŞAM
20 Eylül 2022 - 09:03
KÖYDE YAŞAM
Mustafa ALTINSOY
İnsanın hikâyesi biraz da coğrafyasının hikâyesidir, coğrafyası gibidir insan. Ömrümün çoğunu doğduğum yerden uzak şehirlerde geçirdim. Buna rağmen tatil ve izin günlerimin neredeyse tamamını serin iklimin hâkim olduğu doğum yerim Erzurum’da geçirmeye çalışırım. Bunun için köyüme bir ev yaptırdım. “Hocam, batıda iklimi daha sıcak bir yerde ev yaptırıp bu kadar masrafı oraya yapsaydın.” diyenlere “Doğduğun yer kaderin oluyormuş” diyorum. Gerçi memleketimiz serin, nemsiz ve rutubetsiz olduğundan yaz aylarında yaşamak için en uygun ortamlardan birisi diyebilirim.
Batıdaki şehirlerimizde yaşarken köyümüzle olan irtibatım hiçbir zaman kopmadı. Köyümüzde yaşamımızı sürdürebileceğimiz ölçekteki küçük evin temelini 2004 yılında atıp yavaş yavaş yaptırmaya başladım. Bahçesine çeşitli meyve ağaçları diktim. Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar Çiçero’nun “Rabbim, bana çiçek dolu bir bahçe ve kitap dolu bir ev ver.” sözündeki gibi kendimize yetecek, içinde beni meşgul edecek kadar meyve ağacı bulunan bir bahçemiz ve yaz aylarında kalabileceğimiz bir evimiz oldu.
Her yaz mevsiminde giderek birkaç haftalığına da olsa köy ortamını ve havasını teneffüs etmeye çalışırım. Bu yıl da iki ay kadar köyümde kaldım. Tabiatla iç içe, bahçeyle uğraşıp misafir ağırlayarak, okuyup yazarak günlerimi geçirdiğim köyümüzden ayrılma vakti geldiğinden köyde yaşam üzerine gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Köyde tabiatı çok yakından tanıyarak baktığınız her şeyde yaratılışın hikmetini görüp, tabiatın ve değişik ağaçların içinde robotlaşmadan yaşadığınızı hissediyorsunuz. Çünkü her şey çok doğal. Birçok kuş çeşidi, evcil kedi ve köpek gibi hayvanlarla beraber, varlığını insan varlığına adamış verimli hayvanların yaşam mücadelelerine daha yakından şahitlik ediyor sanki onlarla hal dilince konuşuyorsunuz. Bunların kendi hemcinsiyle gezerek ya da uçarak, yaratan tarafından verilen vazife doğrultusunda insanlara faydalı olmaya çalışıp, üretim yaptığını gözlemliyorsunuz.
En bariz dikkatimi çeken ineklerin ve diğer küçükbaş hayvanların insanlara faydalı olmak için kurulmuş yaşam seyri. Etinden, sütünden, derisinden, kafasından, ayağından ve hatta gübresinden insanlar faydalanıyor. Onlar ise kendisine yüklenen görev doğrultusunda vazifelerine odaklanmış, övünmeden sadece işini yapıyor. Aynı zamanda neslinin devamı için de gayretini sürdürüyor.
KÖY YAŞAMINDAN NOTLAR
Mustafa Altınsoy
Twitter: @Altinsoy64Kaynaklar: 1. Mustafa Süs, (makale), Samimiyetten uzak hayatlarımız
2. Prof. Dr. İsmail Aydoğan, Kültür Temelli Eğitim kitabı.
Mustafa ALTINSOY
İnsanın hikâyesi biraz da coğrafyasının hikâyesidir, coğrafyası gibidir insan. Ömrümün çoğunu doğduğum yerden uzak şehirlerde geçirdim. Buna rağmen tatil ve izin günlerimin neredeyse tamamını serin iklimin hâkim olduğu doğum yerim Erzurum’da geçirmeye çalışırım. Bunun için köyüme bir ev yaptırdım. “Hocam, batıda iklimi daha sıcak bir yerde ev yaptırıp bu kadar masrafı oraya yapsaydın.” diyenlere “Doğduğun yer kaderin oluyormuş” diyorum. Gerçi memleketimiz serin, nemsiz ve rutubetsiz olduğundan yaz aylarında yaşamak için en uygun ortamlardan birisi diyebilirim.
Batıdaki şehirlerimizde yaşarken köyümüzle olan irtibatım hiçbir zaman kopmadı. Köyümüzde yaşamımızı sürdürebileceğimiz ölçekteki küçük evin temelini 2004 yılında atıp yavaş yavaş yaptırmaya başladım. Bahçesine çeşitli meyve ağaçları diktim. Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar Çiçero’nun “Rabbim, bana çiçek dolu bir bahçe ve kitap dolu bir ev ver.” sözündeki gibi kendimize yetecek, içinde beni meşgul edecek kadar meyve ağacı bulunan bir bahçemiz ve yaz aylarında kalabileceğimiz bir evimiz oldu.
Her yaz mevsiminde giderek birkaç haftalığına da olsa köy ortamını ve havasını teneffüs etmeye çalışırım. Bu yıl da iki ay kadar köyümde kaldım. Tabiatla iç içe, bahçeyle uğraşıp misafir ağırlayarak, okuyup yazarak günlerimi geçirdiğim köyümüzden ayrılma vakti geldiğinden köyde yaşam üzerine gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Köyde tabiatı çok yakından tanıyarak baktığınız her şeyde yaratılışın hikmetini görüp, tabiatın ve değişik ağaçların içinde robotlaşmadan yaşadığınızı hissediyorsunuz. Çünkü her şey çok doğal. Birçok kuş çeşidi, evcil kedi ve köpek gibi hayvanlarla beraber, varlığını insan varlığına adamış verimli hayvanların yaşam mücadelelerine daha yakından şahitlik ediyor sanki onlarla hal dilince konuşuyorsunuz. Bunların kendi hemcinsiyle gezerek ya da uçarak, yaratan tarafından verilen vazife doğrultusunda insanlara faydalı olmaya çalışıp, üretim yaptığını gözlemliyorsunuz.
En bariz dikkatimi çeken ineklerin ve diğer küçükbaş hayvanların insanlara faydalı olmak için kurulmuş yaşam seyri. Etinden, sütünden, derisinden, kafasından, ayağından ve hatta gübresinden insanlar faydalanıyor. Onlar ise kendisine yüklenen görev doğrultusunda vazifelerine odaklanmış, övünmeden sadece işini yapıyor. Aynı zamanda neslinin devamı için de gayretini sürdürüyor.
KÖY YAŞAMINDAN NOTLAR
- Özellikle 70’li yıllarda kente göçlerden sonra araziler boş kalmış. Eskisi kadar bostan n dediğimiz mısır, patates ekilmiyor. Çayır ve mera haline gelen tarlalar hayvancılık yapmak isteyenler için müsait bir ortam oluşturmuş. Çalışmaya istekli olan köylüler, arazisine göre beş, ondan başlayarak yüzlerce sığır besleyebilmektedir. Bir sığırın ortalama fiyatı 25-30 bin lira civarında. Yani şehirde yıllık 100.000 lira kazanan bir şahıs bu parayı köyünde beş on tane sığır besleyerek rahatlıkla kazanabilir. Kış aylarında iş yükü biraz daha azalıyor. “Hayvanları kayırıp gelip ya evde yatıyoruz ya da kahvede oturuyoruz.” diyorlar.
- Bunun yanında yaz aylarında ekme, biçme, arıcılık, meyve yetiştirme gibi alanlardan da gelir elde edilebilmektedir. Köyde ortalama bir hayat yaşayanlar, oluşturdukları ortamlarda şehirdeki pek çok insandan daha konforlu bir hayat yaşayabilmektedir.
- Şehirdekiler trafikte kat ettiği mesafe ile beraber, ortalama günde 12 saat mesai yapmaktadır. Mesai saati, amir baskısı, patron, ve iş baskısından dolayı insanlar stres ve bunalıma girmektedir. Yılda birkaç günlük izin hariç senenin tamamında modern ve istekli köleler gibi zor şartları altında çalışmaktadırlar. Köyünde arazisi olan kimselerin şehirlerde asgari ücretle, zor şartlar altında çalışmak yerine köyünde daha az çalışarak daha mutlu ve huzurlu olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda konuştuğum insanlar; “Hocam haklısınız ancak hanımlara bunu anlatamıyoruz.” diyorlar.
- 90’lı yıllarda köylerde herhangi bir aracı olan kimse parmakla gösterilirken şimdi hemen hemen herkesin kapısında bir otomobil bulunuyor. Hatta bir de traktörü oluyor. İlçe merkezine gittiğimizde araç park etmek için yer sıkıntısı çekiliyor.
- Şehirdeki bütün imkânlar hemen hemen artık köylerde de var. Köyde ya da kasabada ürettiğini satanlardan aldığımız ürünlerle daha doğal beslenme ve yaşama şansımız olabiliyor. Tabii satıcıların şehirdeki yakınlarından istihbarat alarak ürettiklerini neredeyse şehirdeki fiyatlardan sattıklarını söylemeden geçmeyelim.
- Ayrıca köylerde gerek hükümetin uyguladığı sosyal politika ve yardımlar gerek emeklilik nedeniyle her eve neredeyse bir iki maaş giriyor. Hatta yardım yapacak kişi ya da aile bulmakta zorlandığımız oluyor. Kasabada konuştuğumuz bazı arkadaşlar, şimdi köylüler şehir ve kasabadakilerden daha zengin diyorlar. Çoğunlukla en az 5-10 hayvana sahip, kendi traktörleriyle arazilerini işleyenlerin sayısı bir hayli artmış durumda.
- Arazilerin ekilmesi ve kente göçü önlemek için verilen doğrudan gelir desteği uygulaması yeniden gözden geçirilmeli. Beyan veya tapulu arazi üzerinden değil, ürettiği ürün miktarına göre destek verilmeli. Aksi takdirde bu durum birçok suiistimale sebep oluyor. Köyde yaşamayan birçok insan doğrudan gelir desteğinden aldığı parayı har vurup harman savuruyor. Para verdiğiniz insana kültür veremeseniz. Şehirdekilerden daha fazla dezenformasyona uğrayan bu insanların pek çoğunun zamanla davranış biçimi de değişiyor.
- Taşımalı eğitime geçtiğimizden köy okulları genelde kapalı. Dolayısıyla köyde kültürel faaliyet yok gibi. Okul kapatılınca aile çocuğunu okutmak için şehirlere gidiyor. Haliyle bereketli topraklar boş duruyor, ekim ve üretim olmuyor. Herkes yiyeceğini marketten, bakkaldan veya herhangi bir yerden alıp hazır gıdaya alışınca sağlık sorunları da beraberinde geliyor.
- Köylerde devleti muhtar, eğitimi öğretmen, dini imam, tarımı ziraat mühendisi temsil edecek düzeye getirilmelidir. Devletin ve kültürün temsilcisi olan öğretmen ve imamın mutlaka köye monte ve entegre edilmesi gerekir. Bu noktada Diyanet’i takdir etmek lazım. Her köye mutlaka bir imam gönderiyor. Köyde tek kültürel faaliyet yeri camiler. Ancak imamların birçoğu konunun önemini iyi kavrayıp fazla gayret etmedikleri için camiler de sembolik olarak duruyor.
- Geçtiğimiz yıllarda çıkarılan Büyükşehir yasası ile köylerin adının mahalle olarak değiştirilmesi doğru olmamış. Semboller ve isimler kültürel açıdan önemlidir. Çünkü Türkiye’nin bir köy, köylü kültürü ve hikâyeleri var. Köy kanunu var. Köy edebiyatı ve köy şiirleri var. Mahalle dediğin zaman şehirleşme, metropol gibi kavramlar iç içe giriyor. Köylerin mahalle yapılması kültürel erozyona, hafıza ve hatıra kayıplarına sebep olabiliyor.
- Daha önce geçim sıkıntısı daha konforlu bir hayat ve çocuklarını okutma endişesiyle şehirlere göç eden insanların artık aynı veya farklı sebeplerden dolayı tekrar köye dönme ihtimali olabilir. Enerji krizi, hayat pahalılığı gibi nedenlerden dolayı köy hayatı uzun vadede tercih sebebi olabilir. İmkânı olan arkadaşların köylerinde ayağını basacak toprak parçasına, bir dikili ağaca sahip olmasını ve doğal hayatı yaşamalarını tavsiye ederim.
- “Çünkü son yıllarda bizler biraz (biraz değil, bir hayli) hazırcı olduk. Köydekiler salça yapsın, konserve yapsın, reçel yapsın biz gidip bir koşu alıp gelelim istiyoruz. Köydekilere yardım etmek aklımızın ucundan da geçmiyor. Doğal olarak toprak da, insanlar da bize hak ettiğimizden fazlasını vermiyor. Sobanın başında bağdaş kurarak oturmayı seviyoruz. Sobada mısır patlatmayı, patates pişirmeyi, üstünde çay demlemeyi seviyoruz”.[1] Köyde yaşamak yerine sadece köy edebiyatı yapıyoruz.
- Köyde şu ana kadar evimden ve bahçemden henüz bir şey kaybolmadı, çalınmadı. Kapıyı kilitlemeden yatabiliyorum. İlçemiz kaymakamının anlattığına göre; esnaf da sattığı malzemesini geceleri genellikle içeri almıyor, çalınan pek bir şey de olmuyor. “Medeniyet! dediğimiz tek dişi kalmış canavar.” bizim buralara fazla uğramamış.
- Köylerde ilk etapta bir şey bilmiyormuş gibi davranıp ancak çok şey bilen açıkgöz insanlar görebiliyorsunuz. Zannediyorum ki Şehirlerin ekâbir kurnazlığına karşı köylülerin mütevazı kurnazlığı ön plana çıkıyor. Ancak köydekilerin insanlara yaklaşımları biraz daha doğal, saf, samimi ve daha candan. Şehrin çıkarcı anlayışı buraya biraz daha geç geliyor, geç yerleşiyor. “Köyde yetişmiş insanın sözü dolaylıdır, sözlerinden çok imaları gelişmiştir, az bozulmuştur. Şehirde yetişmişse tipik bir şehirlidir; hayata odaklanmıştır, bencildir, görüşü ve hayatı dardır.”[2]
- Son olarak kitap tavsiyesi: Konu köyde yaşam olunca köy hayatına ve doğal yaşama ilgi duyan okuyucularımızın yazar Mustafa USLU tarafından kaleme alınan “Bahar Gelince” adlı kitabı ile yine yazar Mustafa KUTLU’nun köy yaşamıyla ilgili kitaplarını mutlaka okumasını tavsiye ederim... Kalın sağlıcakla…
Mustafa Altınsoy
Twitter: @Altinsoy64
2. Prof. Dr. İsmail Aydoğan, Kültür Temelli Eğitim kitabı.
FACEBOOK YORUMLAR