MUKADDES GÖREVLİ TÜRKLER

Adevviye Şeyda Karaslan Yazdı:YAMAN ARIKAN HOCAM - MUKADDES GÖREVLİ TÜRKLER- Rastladığı yabancı bir Türkoloğun "Yunus Emre'nin Türkçesi korunabilmiş olsaydı Türkçe bu gün dünyada konuşulan en güzel dil olacaktı."

MUKADDES GÖREVLİ TÜRKLER
29 Mart 2019 - 08:16 - Güncelleme: 29 Mart 2019 - 08:21

YAMAN ARIKAN HOCAM - MUKADDES GÖREVLİ TÜRKLER

2018 mart ayında; Bir okuyucum aracılığıyla Fas'da Yunus Emre Derneği ve bu derneğin üyesi Türkiye aşkıyla yanan gençler olduğunu öğrenerek coşkun çaylar gibi gönlümün kabardığı günlerde; Hemen oraya da kitap göndermiş ve başka kimlere ulaşabilirim gayesiyle arayışım esnasında yaşadığım şehirden başlamam gerektiğini düşünerek Salihli Yunus Emre Derneği yazmıştım internet arama butonuna. Karşıma hiç duymadığım bir isim çıktı. Yunus Emre uzmanı,dil bilimci diyordu açıklamada. Üstelik bu kişi yaşadığım şehir olan Salihli'liydi.

Nasıl tanımam heyecanıyla okumaya başladım ve okudukça aşkla gözyaşlarına boğuldum. Karşıma çıkmasının tamamen zuhurattan olduğu çok aşikar olan bu gizli kalmış hazine, biyografisinde okuduğum hikayesiyle on ikiden vurmuştu yaralı yüreğimi. Yunus Emre'mizi kalan bin şiiriyle ve mukaddes göreviyle gün yüzüne çıkarmakla dört ciltlik Yunus Emre serisini yazmak, Abdulkadir Geylani, İmamı Gazali, Ahmed Er Rufai gibi Allah'ın sevgili dostlarının seçkin eserlerini orjinalinden en doğru, en güzel şekilde tercüme etmekle görevli olduğu apaçık olan ve maalesef Türk milleti olarak kıymetini bilemediğimiz, hakkınca faydalanamadığımız bu seçkin şahsiyetimiz Yaman Arıkan idi. Aktarmaya çalışacağım olağan dışı hikayesini okuyunca eminim sizler de anlayacaksınız ilahi plan gereği özel yetiştirildiğini.

Manisa/ Salihli'nin Gökeyüp köyünde doğmuş. Kırklı yıllarda, köylerde henüz radyonun, sobanın bile olmadığı dönemlerde; Akşamları ocak başında toplanan köyün ak sakallıları, saygıdeğer büyükleriyle yapılan sohbet meclislerinde Yunus şiirleri okunurmuş. O da o meclislerde tıpkı benim gibi çocukluğunda Yunus şiirleriyle aşkla tanışmış.

Bu arada ilk okula ve tatillerde de kuran kursuna gidiyormuş pek çoğumuz gibi. Kur'anı okumaya başlayınca hocasına sorduğu soru onun yaratılış gayesiyle ilgili ilk ipucu gibi. 
"Hocam ben okuyorum ama Allah'ın bize ne dediğini anlamıyorum, ne zaman anlayabileceğim?"
Hocasının oğlum bu bizi aşar, onu ancak İstanbul'daki büyük hocalar bilebilir cevabı üzerine İstanbul'a gitme arzusu yakmaya başlamış küçücük yüreğini.

Kendisindeki cevheri farkeden ilk okul öğretmeninin okutulması için ısrarının işe yaramaması; Keçi çobanı babasının imkansızlık gerekçesiyle oğlunun da keçi çobanı olmak zorunda olduğu kararıyla bir hafta kadar keçi güder küçük Yaman oğlan. Ancak gönlünde tutuşmuş olan Kur'an' da Allah'ın ne dediğini öğrenme, okuma aşkıyla dağlara, ovalara sığamaz. Sonunda dayanamayarak keçileri bırakıp Salihli'ye kaçar.

Pazar yerindeki köylülerinden altmış lira toplar ve trenle yola çıkar. On bir yaş haliyle hem çok heyecanlı hem de çok korkmaktadır. Manisa'dan Bandırma'ya yine trenle ve oradan da içinde o zamanlar oturacak yer bile olmayan, yere serdiği gazete üzerinde uyuduğu vapur yolculuğuyla zaman zaman korkudan ağlayarak İstanbul'a ulaşır. Hocasından duyduğu tek bir adres ve isim vardır aklında; Laleli camisinde Salihli'li bir müezzin vardır.

Elindeki paranın büyük kısmını vermek zorunda kalarak bindiği taksiyle bulur nihayet müezzin Mehmet hocayı. Kendini tanıtma faslı sonrası hemen "Burada Kur'an'da Allah'ın ne dediğini anlayabileceğim şekilde öğretebilecek büyük hocalar varmış onlar nerde?" diyerek köyünden kaçıp İstanbul'a geliş sebebini de açıklamış olur.

Eski ahşap bir cami olan Laleli camisinde tahta kurularının saldırısı altında da olsa bir oda verir Mehmet hoca kendisine. Bütün gece uyuyamaz ve ertesi gün tahta kurularından kurtulmak için köyünden bildiği idare lambasının yanık gaz yağından alır yakındaki bakkaldan. Yatağının etrafına sürdüğü yanık gaz yağı sayesinde uyur, dinlenir.

Sonraki gün eline verilen adresi sora sora İstanbul medresesi müderrisi Saffet Aysu hocaya gider ve aynı meramını ona da bildirir. Çok etkilenen Saffet hoca kimsesi, kalacak yeri ve parasının da olmadığını öğrenince yazdığı mektubu eline verip üzerindeki adrese götürmesini ister. Mektubu okuyan ağır başlı, zengin bey çekmecesinden aldığı elli lirayı uzatarak oğlum al bu parayı ve bundan böyle her ayın birinde gelip benden paranı al der ve küçük Yaman o elli liralık bursla okur. Yıllar sonra o burs veren zatın Topbaş ailesinin büyükleri olduğunu öğrenir.

Kendisi gibi okumak için İstanbul'a gelmiş dört beş çocukla birlikte küçük bir gecekonduya yerleştirilmesi, kim olduğunu bilmedikleri bir hanımın her gün büyük bir tepsiyle üç öğün yemeklerini getirmesi gibi Rab'bimizin her şeyi planladığı mucizeleriyle Beyoğlu ortaokulunda, Kabataş lisesinde ve aynı sürede tatillerde de İstanbul medresesinde Saffet Aysu hoca tarafından medrese dersleriyle özel olarak yetiştirilir. Akabinde İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesi Filoloji eğitimiyle arapça ve farsça öğrenerek hemen dünyaya geliş sebebi, mukaddes görevine, çevirilere başlar.

Rastladığı yabancı bir türkoloğun "Yunus Emre' nin türkçesi korunabilmiş olsaydı türkçe bu gün dünyada konuşulan en güzel dil olacaktı." sözünden çok etkilenerek sonraki kırk yılını Yunus Emre'yi araştırma ve şiirlerini gün yüzüne çıkarmaya adar. İstanbul'un zengin ailelerinin çocuklarına özel yeteneği olan matematik, cebir dersleri vererek ihtiyacı olan parayı kazanır. Uyanış yayın evini kurarak kendi çevirisi kitapları yayınlamaya başlar. Hatta 1965 yılında yeni kurulmuş olan Ülkü Ocaklarında ülkücü gençlere dini eğitim vermesi teklifi üzere uzun süre zevkle bu görevi de yerine getirir.

Aldığı mütevazi dairede, Manisa'daki Kur'an hocasının kızıyla evlendirildiği hayatında fırsat buldukça arabasına binip köy köy Yunus'un izini sürer. Köy camilerinden yaptırdığı anonsla topladığı köylülerin evlerindeki eski kitaplar, el yazması Kur'anlar içinden Yunus şiirleri çıkar. Yıllar süren çaba sonrası gün yüzüne çıkarılan şiirlerin sayısı bini bulur.

Hani Molla Kasım'ın gökteki meleklerin ve kuşların hakkı olan bin adet şiiri yırtıp ateşe attığı, suda yaşayan canlıların hakkı olan bin taneyi de yırtıp suya attığı; Son bin taneyi de imha edecekken karşısına çıkan;

"Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"

mısralarını görüp de ermişliğini nihayet idrak ederek imha etmeyi bırakmasıyla kalan ve biz insanların hakkı olan bin şiir...

Yaman Arıkan kırk yıllık emeğinin sonucu olarak sadece bin şiirini değil o tarihlerde adı sanı anılmayan, unutulmaya mahkum edilmiş Yunus Emre'nin mukaddes görevini de idrak eder. O aklına estikçe farklı konularda şiirler yazan bir şair değil, yüce Allah'ın adeta; "Ey Yunus git şu Türklere benim kelamımı kendi dilleriyle anlat!" diyerek, İslamın yayılması, temsili ve bekçiliği ile şereflendirilmiş yüce Türk milletinin dilini ve dinini sağlamlaştırmak üzere ilahi mukaddes bir görevle görevlendirdiği; Tarih boyunca her yüz yılda gelen seçkin şahsiyetler halkasının zamanındaki halkası, temsilcisidir.

Türklük ruh ve şuurunu yok etmeye yönelik tuzaklardan olan arapça - farsça hayranlığıyla dönemin alimleri Türkçeyi kapı dışarı etmişken o çıkıp duru türkçesiyle ve Kur'an'dan sinmiş büyüleyici üslubuyla haykırmış her biri ayet açıklaması niteliğindeki muhteşem şiirlerini. Mukaddes görevli Yunus görevini en güzel şekilde yerine getirmemiş olsa türkçeyi katlettikleri gibi Türk milletini de emelleri üzere araplaştıracak, acemleştirecekler ve yok edeceklerdi belkide.

Bu bilinçle, yüce Rab'bimizin lütfuyla, tarih boyunca görevini en alasından yapmış tüm seçkin şahsiyetlerimiz gibi Bizim Yunus'umuza ve onu gün yüzüne çıkarma ve seçkin Allah dostlarının güzide eserlerini en doğru ve en güzel şekilde tercüme görevini büyük bir özveriyle, ne devletten ne de hiç bir siyasi parti, tarikat ve cemaatten destek almadan, kendi imkanlarıyla yapan Yaman Arıkan hocamıza çok şey borçluyuz.

İstanbul'a ziyaretine gittiğimde evinin Erenköy'de olduğu bilgisiyle lüks bir evde rahat bir hayat yaşadığını düşünmüştüm. Oysa elli yıl önce aldığı asansörsüz, kalorifersiz eski, küçük bir dairede ve yine elli yıl önceki ilk eşyaları olduğu çok belli eşyalarıyla, tüm Allah dostlarının olduğu gibi son derece mütevazi bir hayat yaşar buldum onu. Salonun dörtte birlik bölümü kütüphaneydi doğal olarak. Arka bahçeye bakan, güneş alan bölümde kanepesinde, trt radyo türkü'den, bizim aşıklarımızın deyişleri de irşada kafidir diyerek söz ettiği, çok sevdiği türkülerini dinleyerek uzanıyordu yirmi yıldır olduğu gibi.

Yirmi yıl önce hastalandığı için yayın evinin ve ailenin idaresi görevini devralan hayırlı evladı kırk yaşına geldiği halde, babasının hastalığıyla da uğraştıklarından evlenmeyi düşünememiş bile olmalı ki hala bekardı. Fuar fuar gezerek babasının paha biçilmez kitaplarını tanıtıma, satışa uğraştığı halde arabası da, hiç şikayeti de yoktu.

Beş gün önce iki kardeşim için kitap siparişi vermek üzere yazıştığımızda, "Abdulkadir Geylani'nin sohbetleri ve yine çok istek alan iki kitabın tükendiğini ve maalesef yakında yeni baskı yapmalarının çok zor göründüğünü yazdı hayırlı oğul. Kitap maliyetleri çok artmıştı ve Yaman hocamızın tedavi masrafları da her gün artıyordu. Yıllarca köy köy dolaşarak gün yüzüne çıkardığı bin şiir de hala basılamamıştı imkansızlıktan. Sponsor olmaları için başvurduğu varlıklı kişilerin kendisine kitap satmaya çalışan işportacı muamelesi yaptıklarını da anlatmıştı Yaman Hocam. İçim sızladı bir kez daha bu yüzden.

Geçen haftalarda İstanbul'a gidip muayenesiyle ilgilendiğimden, doktorun söylemiyle artık çok vakti olmayabileceğini de biliyorum. Ne yazık ki değerli insanlarımız için hep yaptığımız gibi, onu kaybettiğimizde arkasından ne methiyeler düzüleceğini şimdiden görebiliyorum. Ve istiyorum ki bu gafletimize bir son verelim. Bundan böyle büyük şükran borcumuz olan hazine değerindeki bu seçkin insanlarımızın değerini ölmeden evvel bilelim.

Bir ömür harcayarak verdiği emeğin Türk milletince kadrinin bilindiği, sahip çıkıldığı huzuruyla yaşasın son zamanlarını. Hepimizin çok ihtiyacı olan, her Türk'ün ve müslümanın okuması gereken, çok faydalanacağı, irşada kafi eserlerinin okunduğu, faydalanıldığı,manevi mirasına sahip çıkıldığı, basıma devam edilebilmesi için destek olunduğu sevinciyle buruk gönlü rahat olsun.

Son arzusu olan, inşallah birazcık iyileşebilirse yazmayı çok istediği ve ben ölürsem bu konuyu yazacak başka kimse yok dediği o ismi bile yüreğimi titreten İki Mustafa'mız kitabını da yazabilsin böylelikle desteğimizle inşallah. Bu yüce milletin özünü tanımaya, iki Mustafa'sı, sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa sav. ve Mustafa Kemal Atatürk'ünü yüreğinde olduğu gibi bir kitapta birlikte okumaya çok ihtiyacı var çünkü.

"Fırsat karınca yürüyüşü ile gelir, yıldırım hızı ile gider." Hz. Ali (ra)

2018 yılı 10 kasım günüydü. Çalan telefonumu açtığımda duyduğum sesdeki hüzün tarifi imkansız bir sızıya sebep olmuştu yüreğimde. Selamün aleyküm Şeyda hanımefendi diyordu ancak sanki ölüm fermanını bildiriyordu.Telefonun diğer ucundaki Yaman hocamdı. O da benim gibi hasta olduğu için nefes nefese ve sık sık öksürük krizleriyle kesintiye uğrayarak zor konuşmasına alışıktım ancak hiç bu kadar hüzünlü duymamıştım sesini.

Telaşla, hayırdır hocam neyiniz var soruma aldığım cevabı ömrümce unutamayacağım. On bir yaşında köyünden kaçarak, Rab'binin kendisinden beklediği görevleri gerçekleştirme uğruna tam yetmiş bir yıl insan üstü bir çabayla didinmiş; Yunus Emre'yi araştırmak, kayıp şiirlerini gün yüzüne çıkarmak için kırk yılını harcamış, dört ciltlik, tüm tarihimizi, düştüğümüz tuzaklarla bu gün niçin bu halde olduğumuzu ve kurtuluşumuzun nasıl mümkün olabileceği reçetesiyle paha biçilmez dört ciltlik Yunus Emre serisi kitapları yazmış ve elliye yakın en seçkin, irşada kafi İslam eserlerinin orjinalden en doğru, en güzel çevirilerini yapmış olan seksen iki yaşındaki hocam, meğer televizyonda Atatürk'ün cumhuriyeti kurduğunda kırk iki yaşında olduğunu duymuş ve ben onun iki katı ömür yaşadım ancak Rab'bimin bana lütufları karşılığı O'na, milletime yeterince hizmet edemedim diyerek çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Siz böyle söylerseniz biz ne yapalım, bu millet ne yapsın hocam? Siz ki onca vefasızlığa rağmen milletine hizmet, idealleri uğruna bir ömür harcamış, kendi imkanlarınızla gerçekleştirdiğiniz büyük hizmetlerinizin karşılığı olmaması gereken kıt kanaat hayat ve üstelik doktor hatası yanlış teşhis kurbanı olarak yirmi yıldır ciddi bir hastalığın pençesinde yaşamak zorunda kalmışsınız sözlerimle bir nebze rahatlatmaya çalıştım.

Sesinden birazcık da olsa rahatladığı hissediliyordu şükür. Dileği üzere içinde ukde kalan ve benim gerçekleştirmemi dilediği; Aynen cumhuriyetin ilk yıllarındaki okuma-yazma seferberliği ve köy odalarında kitap okuma günleri gibi; aileden başlamak üzere, kadın günleri, okul yurtları ve hatta ceza evleri gibi her alanda, ilim irfan ışığıyla aydınlanma meclislerinde bir kişinin okuyup diğerlerinin dinlemesiyle okumayı sevdirmek ve aydınlanmaya katkı sağlama projesini gerçekleştirme sözümü yineleyerek sevinmesini de sağladım. Buna canı gönülden inanıyorum diyerek Rab'bim sana çok güzel hizmetler nasip etsin inşallah duasını etti benim için. Onun bu duası dünyalara bedeldi. Onun hocam olması da ömrümde en büyük şansım. Allah - hizmet aşkı, vatan - Yunus sevdası, türkü severlik yanında, hatta nefes darlığı sıkıntımızın ortak olması bile sevinç kaynağım sanki.

Nasıl sevinmem ki! Ben elli sekiz yıllık ömrümde onca zor hayatına, hizmetine ve kıymet bilinmezliğe rağmen "Ben Rab'bimin bana lütuflarına karşılık O'na, milletime yeterince hizmet edemedim diyerek ağlayan başka insan görmedim... Bu yüzden de Yaman Arıkan ve irşada kafi eserleri Türk milleti için fırsattır.

O şimdi bir bağkur emeklisi olarak bir devlet hastanesi koğuşunda, vefalı eşi, oğulcuğu başında, hortumlara bağlı olarak hayatta kalabilme mücadelesi verirken, eminim hala yirmi yıllık yanlış teşhis ve hizmetleri karşılığı onca vefasızlığa rağmen isyan etmek yerine, Rab'binin lütufları karşılığı O'na ve milletine yeterince hizmet edemediğine ağlıyordur...

Dayan değerli hocam; İki Mustafa'mızı yazmadan bu ahir zaman hengamesi kasti bilgi kirliliğinde bizi bırakıp gitme sakın! Benim ve yazılarım vesileliğiyle haberdar olanların duaları seninle. Rab'bimiz Şafii adıyla tecelli eylesin, yirmi yıllık yanlış teşhis mağduriyetine rağmen güvendiğin idealist Türk hekimleri şifaya vesile olsun; Hepimiz eserlerinden layıkınca faydalanmaya devam edelim inşallah. Amin.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum